Journal of Social Science - Fırat...

273
ISSN: 1012-0165 . FIRAT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Journal of Social Science Cilt/Volume: 11 Sayı/Issue: 1 Ocak / January – 2001 ELAZIĞ

Transcript of Journal of Social Science - Fırat...

Page 1: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ISSN: 1012-0165 .

FIRAT ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Social Science

Cilt/Volume: 11 Sayı/Issue: 1

Ocak / January – 2001

ELAZIĞ

Page 2: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

FIRAT ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Social Science ISSN: 1012-0165 .

YAYIN İLKELERİ /

Tüm hakları saklıdır. Derginin adı belirtilmeden hiçbir alıntı yapılamaz.

No part of this population may be reproduced or utilized in any form without a reference to name of the magazine

Page 3: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

EDİTÖR: Enstitü Müdürü Prof.Dr.Ahmet BURAN

EDİTÖR YARDIMCILARI:

Yrd.Doç.Dr. Ali YİĞİT Yrd.Doç.Dr. Mehmet ÇEVİK

BU SAYIYI YAYINA HAZIRLAYANLAR:

Arş. Gör Sabri KARADOĞAN Hüseyin DONMUŞ

Ahmet KILIÇ Fazilet CESUR

Zülfiye TATLIAĞAÇ

Haberleşme

Fırat Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

23119 - ELAZIĞ

Tlf : 0-424-212 27 09 Fax : 0-424-233 21 80

e.mail: [email protected] Web:

http://www.firat.edu.tr/akademik/enstituler/sosyal/dergi.htm

Kapak: Sabri KARADOĞAN Dizgi: Ali YİĞİT- Sabri KARADOĞAN Baskı: Fırat Üniversitesi Basımevi

Elazığ - 2001

YAYIN KURULU Editorial Board

Prof.Dr.Ahmet BURAN Yrd.Doç.Dr. Ali YİĞİT

Yrd.Doç.Dr. Mehmet ÇEVİK

BU SAYININ BİLİMSEL DANIŞMA KURULU

Advisory Board

Prof.Dr.Şükrü Halûk AKALIN Prof.Dr. Zeki ARIKAN Prof.Dr.Vehbi ÇELİK Prof.Dr.Hayati DOĞANAY Prof.Dr. Şerafeddin GÖLCÜK Prof.Dr.Ali GÜLER Prof.Dr.M. Yıldız HOŞGÖREN Prof.Dr.Hamdi KARA Prof.Dr.Günay KARAAĞAÇ Prof.Dr.İlhan KAYAN Prof.Dr.Mustafa KILIÇ Prof.Dr.Ali ÖZÇAĞLAR Prof.Dr.Veysel SÖNMEZ

Page 4: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

İÇİNDEKİLER / CONTENT

Coğrafya / Geography

Selçuk HAYLİ Rüzgâr Enerjisinin Önemi, Dünyadaki ve Türkiye'deki Durumu

L'ımportance De Energıe Du Vent, Son Etat Actuel En Turquıe Et Dans Le Monde ......................... 1

Sabri KARADOĞAN Kuruluş Yeri Açısından Malatya Şehri ve Çevresinin Jeomorfolojisi

The Geomorphology of Ci ty Malatya and Near Surrounding in the

Respect of the Establ ishing and Developing s i te . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27

Erdal KARAKAŞ Eğilimi Elazığ Şehir Nüfusunda Turizm

Tourism Tendency in Ci ty Populat ion of Elaz ığ .............................................................. 57

Harun TUNCEL Coğrafya Çalışmalarında Konu Seçimi

Determinat ion of Subject in Studies in the f ie ld of Geography ................................ 87

Ali YİĞİT Kazakistan'ın Değişen Etnik Yapısı

Die veränderte e thnische Struktur Kasachstans .................................................................. 99

Dil ve Edebiyat / Language and Li terature

Ercan ALKAYA Tatar Türklerinin Kullandığı Türkçe Kişi Adları Üzerine Bir

Değerlendirme

An Evaluation On Person Names Used By Tatar Turks ................................................................. 115

Abdulhalim AYDIN Şinasi'nin 'Şair Evlenmesinde Fransız Etkisi

Influence Française dans "Şair Evlenmesi" de Şinasi ................................................................... 137

Ülkü ELİUZ Attila İlhan'ın Şiirlerinde Postmodernist Söylemin İki Yüzü

The Two Views of The Postmodernist Discourse in Attila İlhan's Poems ..................................... 151

Ahat ÜSTÜNER Çağatay Türkçesi'nde "-rdA, -ArdA, -UrdA" Zarf-Fiil Eki

Gerundiumendung "-rdA, -ArdA, -UrdA" im tschagataiscehen Türkischen................................. 163

Eğ i t im Bil imleri / Educat ion Sciences

Ayhan DİKİCİ Resim Öğretmenlerinin Yeterlilikleri

Competencies of Art Teachers ........................................................................................................ 171

Nuriye SEMERCİ Eleştiri Yapma Becerilerini Geliştirmeye İlişkin Deneysel Bir Çalışma

An Experimental Study About Developing of Criticising Ability .................................................... 193

Fatih TÖREMEN Okul Yönetiminde Bir Tür Yaratıcılık: Sinerji

Une Espèce de Créativité dans l'Admınistration de l'Ecole: Synergie ........................................ 201

Page 5: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Bilal YILDIRIM İlköğretimde Denetimin Etkililiği İçin Yeni Bir İletişim Modeli Önerisi

A New Communication Model Suggestion for Effective Supervision in Primary

Education ........................................................................................................................................ 213

Sinan YÖRÜK – İbrahim KOCABAŞ Eğitimde Demokratik Liderlik ve İletişim

Democratic Leadership and Communication in Education ......................................................... 225

Tarih / History

Enver ÇAKAR 313 Numaralı Timar Ruznâmçe Defteri ve Bu Defterde Haleb Vilâyeti ile

İlgili Bazı Tespitler

The Number of 313 of Timar - Ruznâmçe Defteri and Some Researches on this

Defter as Regards the Provınce of Aleppo ..................................................................................... 235

Mehmet ÇEVİK Nutuk'taki İfadeleriyle Atatürk ve Milli Birlik(Vahdet-İ Milliye)

Atatürk and National Unity in His Speech .................................................................................... 247

Orhan KILIÇ Ocaklık Sancakların Osmanlı Hukukunda ve İdarî Tatbikattaki Yeri

The Place of The Ocaklık Sancaks in the Ottoman Law and Administrative

Application........................................................................................................................................ 257

Temel İs lam Bil imleri / Basic Is lamic Sciences

Selim ÖZARSLAN Allah'ın Görülebilmesi / Rü'yetullah Sorunu ve Dirilişle İlişkisi

The Problem Of God's Being Seen And His Contact With Resurrection ................................... 275

Makale Yazım Kuraları / Writing Instructions for Papers .......................................................................... 295

Page 6: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

RÜZGÂR ENERJİSİNİN ÖNEMİ, DÜNYA'DA VE TÜRKİYE'DEKİ DURUMU

Yrd.Doç.Dr. Selçuk HAYLİ*

ÖZET

Tarih boyunca, rüzgâr gücünden çok çeşitli şekillerde faydalanılmıştır. Rüzgâr

gücünden, binlerce yıldır, başta tahılların öğütülmesi ve yelkenli gemilerle deniz

ulaştırmasında faydalanılmış iken, artık günümüzde, elektrik üretimi şeklinde

faydalanılmaktadır. Bu doğal kaynak, 1980'lerden sonra Avrupa ve A.B.D'nde rüzgâr gücü

teknolojilerinin daha da geliştirilmesiyle yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.

Kömür ve petrol gibi fosil yakıtlar, yol açtıkları kirlilikle çevre sorunlarına sebep

olmaktadırlar. Ayrıca bu kaynakların sınırlı ve gelecekte tükenecek olmaları, insanları

alternatif enerji kaynaklarına yöneltmiştir. Nitekim yenilenebilir ve temiz enerji kaynağı

denildiğinde ilk akla gelen rüzgâr enerjisi, sonsuz potansiyeli ile göz ardı edilmemesi

gereken bir kaynaktır.

Rüzgâr gücü teknolojileri ile Avrupa'da, başta Almanya olmak üzere Danimarka

ve İspanya dikkat çekici ülkelerdir. Ayrıca A.B.D. üretim kapasitesi ile Almanya'dan sonra

ikinci sırada yer alır. Bu gelişmiş ülkelerin dışında, gelişmekte olan ülkelerde de rüzgâr

gücü ile ilgili çalışmalar artmaktadır. Hindistan ve Çin gibi ülkeler buna örnektir.

Türkiye'de de rüzgâr gücü ile ilgili adımlar atılmaktadır. Günümüzde, iki adet

faaliyete geçmiş rüzgâr santralimiz bulunmaktadır. Ayrıca projeleri çeşitli aşamalarda

bulunan 40 civarında rüzgâr santralinin çalışmaları devam etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Enerji Kaynakları, Rüzgâr Enerjisi, Rüzgâr Türbini, Rüzgâr

Santrali, Rüzgâr Gücü, Temiz Enerji, Alternatif Enerji, Yenilenebilir Enerji.

* Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü

Page 7: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

L'IMPORTANCE DE ENERGIE DU VENT, SON ETAT ACTUEL EN TURQUIE ET DANS LE MONDE

RESUME

Lors de L'histoire, l'homme a profité de diverses manières de la force du vent.

Pendant des milliers d'années elle a été employée dans la broyage des céréales et dans les

voiliers pour la transportation maritime. Mais, de nos jour cette source est aussi employée

pour la procuration de l'énérgie électrique. Cette source naturelle est employée dès 1980 en

Europe et aux Etats-Unis beaucoup plus fréquemment, grâce à des technologies offrant

l'emploi de la force du vent.

Des carburants primaires tels que le charbon et le pétrole ont donné lieu à la

pollution d'environnement. En autre, le fait que ces sources prendront fin un jour dans

l'avenir, amène l'homme à chercher d'autres sources d'énérgie. De ce point de vue, l'énérgie

du vent se présente comme un source inépuisable.

En Europe, l'Allemagne, le Danemark et l'Espagne sont des pays qui possèdent

des technologies développées de l'énérgie du vent. Quant aux Etats-Unis, ce pays ocuppe

le deuxième rang après l'Allemagne dans la capacité de la production de cette source. A

part ces pays, dans les pays en voie de développement des recherches en la matière

s'augmentent de plus en plus. L'Inde et la Chine en sont les deux pays qu'on peut citer dans

cette catégorie.

En Turquie aussi, il y a des démarches dans ce domaine. Il y a actuellement dans

notre pays deux centrals de vent en pleine fonction. D'autre part, il y a à peu prés 40

projets de central du vent dont le travail et l'étude continuent.

Mot-Clé: Sources d'énérgies, L'énérgie du Vent, Centrale de Vent, La Force du

Vent, la turbine du vent, l'énérgie alternative.

Page 8: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

GİRİŞ

Kömür ve petrolün gelecekte tükenecek olması ve çevreyi kirleten atıklar bırakması, yeni enerji kaynakları arayışını gündeme getirmiştir. Bu yeni kaynaklar; güneş, rüzgâr, biyomas, jeotermal, su gücü, deniz dalgası ve gel-git enerjisidir. Bu tür yeni enerji kaynakları, "tükenmez", "alternatif", "temiz", "yenilenebilir" gibi adlarla sık sık gündeme gelmektedir.

Rüzgâr gücünden yararlanmanın tarihi oldukça eski dönemlere aittir. M.Ö. 2000 yıllarında Eski Mısır'da, İran'da, Çin'de ve Japonya'da icat edilen yel değirmenlerinin tahıl öğütme işinde başarıyla kullanıldığı bilinmektedir İnsanoğlu rüzgârı, öncelikle deniz ulaşımında, yelkenli gemilerde ve yoğun olarak M.S. 12.yy'da yaygınlaşan yel değirmenlerinde enerji kaynağı olarak kullanmaya başlamıştır.. Yine M.Ö.17.yy.da, Babil kralı Hammurabi döneminde, Mezopotamya'da sulama amacıyla kullanılmıştır. Türkler ve İranlıların ilk yel değirmenlerini, M.S. 7.yy.da kullanmaya başlamalarına karşın, Avrupalılar yel değirmenlerini ilk olarak Haçlı Seferleri sırasında görmüşler ve Avrupa'daki ilk yel değirmenleri, M.S. 12.yy.da, Fransa, İngiltere ve Hollanda'da olmak üzere, kullanılmaya başlanmıştır (Karabulut,1999,124). Ayrıca, rüzgâr gücünün yelkenliler vasıtasıyla deniz ulaşımında kullanımı da oldukça eskidir. İlk yelkenlilerin, Eski Çağ'da Mısırlılar veya Fenikeliler tarafından sefere konulduğu sanılmaktadır. Buharlı gemilerin icadına kadar yelkenliler, kıtalararası ulaşım ve ticarette en önemli rolü oynamışlardır (Doğanay,1991,189).

Yel değirmenler uzun süre tarım ürünlerinin öğütülmesinde kullanılmıştır. Avrupa'nın Ortaçağ karanlığından sıyrılıp, ekonomik kalkınma süreci içine girmesinde önemli bir katkı olduğu düşünülen, Romalıların terk ettikleri madenlerin yeniden işletilmeye açılabilmesiı, yel değirmenleri vasıtasıyla, rüzgâr gücünün kullanılarak bu maden galerilerinin diplerinde biriken suların boşaltılması ile mümkün olmuştur. 19. yy'ın sonlarında ve 20. yy'da yel değirmenleri ile kuyudan su çekmek, elektrik elde etmek gibi uygulamalar ortaya çıkmıştır.

Page 9: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Rüzgâr gücünden, amacına yönelik, uygun bir konuma inşa edilmiş donanım vasıtasıyla mekanik güç olarak yararlanma, iki şekilde olmaktadır. Bunlardan ilki, un ve yağ değirmenlerinin çalıştırılması, bıçkı-hızar makinelerinin çalıştırılması ve ot, saman ve pamuk balyalarının sıkıştırılması şeklinde, bir makineyi hareketlendirmek, ikincisi ise su pompalarını çalıştırarak, içme-kullanma ve sulama suyunun çıkarılması, Hollanda'da Polder'lerin kurutulması ve Roma döneminden kalan madenlerin tekrar işletime açılması çabalarında olduğu gibi tarım alanlarında biriken fazla taban suyunun araziden uzaklaştırılması şeklinde doğrudan kullanım şeklinde olmaktadır (Doğanay, 1991,188)

Yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz faaliyet kollarında, rüzgâr enerjisini mekanik güç olarak kullanan bu tesis ve donanımlara "Rüzgâr Değirmenleri" adı verilirken (Foto:1), rüzgâr gücünü dönüştürerek, elektrik enerjisi üreten tesis ve donanımlara ise "Rüzgâr Türbini" (aerojeneratör) denmektedir. Rüzgâr türbinlerinin çalışma prensipleri, rüzgâr değirmenlerine benzemekte, fakat çok daha teknik detaylar içermektedir (Şekil:1).

Foto 1: Almanya’da., klasik örneklerinden farklı olarak pervaneleri binanın duvarlarında bulunan

bir yel değirmeni. (http://www.rotor.fb12.tu-berlin.de/picture.rotortypes.html)

Page 10: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Şekil:1- Bir Rüzgâr Türbininin Ana Unsurları

D iş liK u tu suJ e n er a tö r R o to r

( P er v an e)

T e k n e

Y a vM e k a n izm a s ı

K u le

T e m e l

K a b lo la rK a b lo la r

T r a fo v e Ş a ltD o n an ım ı

E le k tr ik H a ttı

Kaynak: ÜLTANIR,1996,60

Rüzgâr türbinleri veya birçok türbini bulunan rüzgâr santralleri, uygun şartlar sunması kaydıyla, kara içleri, deniz kıyıları ve deniz üzerinde (açıklarında) kurulmaktadırlar. Bunlardan deniz üstü rüzgâr santralleri, gerek donanım inşası gerekse üretilen enerjinin taşınması için daha yüksek maliyetler hatta bazen daha farklı teknolojiler gerektirmektedir.

Foto 2: Belçika’da modern bir rüzgâr türbini (http://www.turbowinds.com/homepage/zeebrugge.htm)

Page 11: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Foto 3: Danimarka’da Nibe yakınlarında, 2X630 kW kurulu gücündeki rüzgar santrali. Türbinlerin, rüzgârların elverişli şartlar sunduğu kıyı kesiminde kurulduğu görülmektedir. (http://www.afm.dtu.dk./wind/turbines/gallery.htm)

Foto 4: Kıyılarda kurulan rüzgâr çiftlikleri, denizlerden esen sürekli rüzgârların yanında,

dağlar ile denizler arasında esen yerel rüzgârlar bakımından da çok elverişli şartlara sahiptir. Fotoğrafta, ABD-California-Palm Springs’de yüzlerce türbinin yer aldığı bir rüzgâr çiftliği görülmektedir. (http://www.windpower.dk/pictures/windrush.htm)

Page 12: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

COĞRAFİ ESASLAR Rüzgâr gücü, bilindiği üzere güneş enerjisinin dolaylı bir etki

şeklidir. Güneş, dünyaya yılda ortalama, 200 milyar ton kömüre eşdeğer enerji göndermektedir. Bu miktar, insanoğlunun dünyada kullanmakta olduğu toplam enerjinin yirmi bin katıdır. Rüzgâr gücü, yeryüzünün her bölgesinin eşit bir şekilde ısınmayışı ve buna bağlı olarak oluşan, alçak ve yüksek basınç merkezlerinin karşılıklı ilişkisinden doğmaktadır (Doğanay,1991,184). Enerji üretimi bakımından, Kutuplar ile Ekvator arasında ve dinamik yüksek basınç kuşaklarından, dinamik alçak basınç kuşaklarına doğru gerçekleşen hava akımları (sürekli rüzgârlar) önemli rol oynuyorsa da, karalarla denizler ve dağlarla vadiler arasındaki (devirli ve yerel rüzgârlar) hava akımlarına dayalı rüzgârlar da rüzgâr enerjisi bakımından önemlidir (Şekil:2). Yüksek basınç alanlarından, alçak basınç alanlarına doğru yönelen hava hareketi veya hava kütlesi değişen potansiyelde kinetik enerjiye sahiptir. Rüzgârın bu kinetik enerjisinden, çeşitli boyuttaki pervanelerin döndürülmesiyle, direkt mekanik güç veya dönüştürülmüş güç, yani elektrik enerjisi elde edilmektedir.

Şekil: 2- Yeryüzünün Basınç ve Rüzgâr Kuşakları

Kaynak: EROL,1988,123.

Termik YB

Kutup Rüzgarları Kuşağı

60° DİNAMİK AB Kuşağı

Batı Rüzgarları Kuşağı

Alizeler Kuşağı0° TERMİK AB Kuşağı

60° DİNAMİK AB Kuşağı

Termik YB

Kutup Rüzgarları Kuşağı

30° DİNAMİK YB Kuşağı

Batı Rüzgarları Kuşağı

Alizeler Kuşağı

30° DİNAMİK YB Kuşağı

Page 13: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Rüzgârın kinetik enerjisinden, rüzgâr türbinleri aracılığla elektrik enerjisi elde etmek için, rüzgârın hızı, esme sıklığı (frekansı) ve yönü gibi bazı coğrafî özelliklerin mevcut olması gerekmektedir. Rüzgâr şartları elverişli olmayan bölgelerde, hızı 3 m/sn yani 8-10 km/h dolayında olan, hafif rüzgârlardan bile enerji üretilebilmesine rağmen, yapılan çalışmalar, hızı 5-6 m/sn yani 18-19 km/h olan rüzgârların, elektrik üretimi için ekonomik olabilmenin alt sınırını oluşturduğunu göstermiştir. Rüzgârın hızı arttıkça, türbin kanatları üzerine daha fazla basınç olacağından, daha hızlı dönmesi ve daha yüksek miktarda enerji elde edilebilmesi mümkün olmaktadır (Doğanay,1991,185). Geliştirilen türbin teknolojisi, türbinin, rüzgârın geliş yönüne göre ayarlanmasını mümkün kılan yav sistemi sayesinde, değişken rüzgâr bölgelerindeki santrallerde, hakim rüzgâr yönünün tespiti unsurunu hafifletmişse de, tamamen ortadan kaldıramamıştır.

Meteoroloji istasyonlarının, yeryüzündeki ve 10 m. yükseklikteki, ortalama ve saatlik rüzgâr ölçümleri ve değerlendirmeleri sonucunda hazırlanan rüzgâr atlasları, rüzgâr santrallerinin yer seçiminde kullanılan temel veri kaynağını oluşturmaktadır. Bunun dışında ayrıca, rüzgâr santrallerinin kuruluş yerinin tespitinde, çevrenin doğal yapısının da çok iyi etüt edilerek (bitki formasyonu üzerindeki rüzgâr etkileri veya rüzgârın oluşturduğu aşındırma ve biriktirme şekilleri incelenerek) verilerin daha sağlamlaştırılması gereklidir. Yani, meteorolojik ve coğrafik incelemeler neticesinde, sürekli rüzgâr alan uzun vadiler, şiddetli jeostrofik rüzgâr alanlarındaki yüksek, fazla engebeli olmayan tepelik alanlar ve platolar ile şiddetli rüzgâr alan kıyılar tespit edilmelidir.

Dünya ölçeğinde, rüzgâr türbinlerinin ekonomik olabilme bakımından en avantajlı şartlara sahip olduğu alanlar; büyük rüzgâr kuşakları üzerinde bulunan ve özellikle okyanus kıyılarında yer alan konumlar olduğunu görmekteyiz (Şekil:3).

Page 14: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Şekil:3- Yeryüzünde Güçlerine Göre Farklı Rüzgâr Bölgeleri

Şiddetli Kuvvetli Zayıf

Kaynak: WİLLİAMS,1980'e atfen, DOĞANAY,1991,187.

RÜZGÂR ENERJİSİNİN AVANTAJ VE DEZAVANTAJLARI

Rüzgâr enerjisinin avantajlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

▪ Temiz bir enerji kaynağıdır. Diğer bazı enerji kaynaklarında olduğu gibi radyoaktif atık (hatta hiç bir atık) içermez, sera gazları, dolayısıyla da asit yağmurları oluşturmaz. Hatta bunların oluşumunda dolaylı bir azalmaya yol açar. Çünkü, ürettikleri enerjiye eşdeğer üretim yapabilmek için harcanacak olan fosil yakıtların kullanılmasını, ve böylece ortaya çıkacak olan atıkları azaltır. Örneğin yapılan hesaplamalara göre, A.B.D'ndeki Altamount Pass rüzgâr çiftliği, atmosfere yılda 461000 ton karbondioksit ve 423 ton azot oksit karışmasını engellemektedir. İngiltere'de ise, yılda yaklaşık 350000 ton karbondioksit atılmasının, rüzgâr enerjisi kullanımı sayesinde engellendiği hesaplanmıştır. Avrupa Birliği'nin 2005 yılı için planladığı 12000 MW kurulu güce ulaşıldığında da, bu miktarın 30 milyon ton karbondioksit, 2 milyon ton uçucu kül, 80000 ton kükürt dioksit ve 40000 ton azot oksitin atmosfere saçılmasının

Page 15: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

engelleneceği tahmin edilmiştir. Bu yönüyle rüzgâr enerjisi, küresel ısınma sürecinin yavaşlatılması bakımından çok önemli bir rol oynamaktadır.

▪ Fosil yakıtlar üzerindeki baskıyı ve yükü azalttığı için bu kaynakların kullanılabilirlik ömrünü uzatmaktadır.

▪ Maliyeti düşük bir enerji kaynağıdır. Yenilenebilen yani tükenmeyen bir enerji kaynağı olduğundan, hammadde maliyeti sıfırdır. Ancak türbin olmadan kullanılamayacağı için elbette ki rüzgâr enerjisinin da bir maliyeti vardır. Bir türbinin fiyatı A.B.D iç piyasasında en az 750 $/kW, Avrupa'da ise, 1000-1500 $/kW civarındadır. 1981 yılında, karada kurulan bir rüzgâr türbininin birim kurulu güç maliyeti, 4000 $/kW iken günümüzde bu rakam, 1000 $/kW civarına düşmüştür. Dünya piyasasında rekabetin artmakta olması sebebiyle, özellikle Avrupa'da bu fiyatların 1000 $/kW'ın altına düşeceği tahmin edilmektedir. Türbin fiyatlarının düşmesi ve gelişen teknolojiye bağlı olarak, birim enerji maliyetinde de bir azalma görülmektedir. Örneğin, Avrupa'da 1 kWh rüzgâr enerjisinin maliyeti, 6-8 cent iken, rüzgâr enerjisi teknolojisi bakımından üstün özellikler gösteren A.B.D.'nde 1 kWh rüzgâr enerjisinin maliyeti, 4 cent civarındadır. Rüzgâr enerjisi, hammadde bakımından dışalıma bağlı olmadığı için, geleneksel kaynaklara göre daha pahalıya da elde edilse, ulusal ekonomi bakımından bir kazançtır. Ulusal ekonomiye katkısı, sadece enerji dışalımını azaltması ve alışılagelmiş enerji kaynaklarına destek olması ile sınırlı değildir. Ayrıca, yeni iş alanlarıyla istihdam imkanlarını da artırmaktadır. Örneğin Danimarka'da 1995 yılında rüzgâr endüstrisinde yaklaşık 12000 kişi çalışmaktadır. Bunun yanı sıra, diğer birçok enerji kaynağına göre, rüzgâr elektriğinin maliyeti daha düşüktür. Örneğin, A.B.D.'nde rüzgâr elektriğinin maliyeti, nükleer enerji ve güneş enerjisinin %50'si kadar, doğalgaz, petrol ve kömürle çalışan termik santrallerden elde edilen elektriğin ise, %25-30'u kadardır.

▪ Büyük rüzgâr çiftlikleri enterkonnekte sisteme bağlanmaları, küçük ve münferit rüzgâr türbinlerinde ise özellikle, enterkonnekte sisteme

Page 16: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

uzak kırsal yerleşme merkezleri, deniz fenerleri, yüksek ve ulaşılması zor bölgelerdeki sosyo-ekonomik amaçlı tesislere, bu yolla elektrik enerjisi sağlamaları bakımından da çok avantajlıdırlar (Foto 5).

Foto 5: A.B.D’nin. Colorado Eyaletinin kuzeydoğusundaki bir çiftlik yerleşmesinde, su çıkarmak için kullanılan rüzgar değirmeni ile, elektrik enerjisi sağlamak amacıyla kullanılan rüzgar türbini birlikte görülüyor. (Foto: Brain Parsons. http://www.cogreenpower.org/photosCO.htm)

Yukarıda belirtilen avantajların yanında, temiz bir enerji kaynağı olsa bile rüzgâr teknolojisinin çevrede birtakım olumsuzluklar oluşturması gibi bazı dezavantajlarının olması kaçınılmazdır. Ancak bunların çok büyük sorunlar olmadığı ve tam anlamıyla ortadan kaldırılamasa bile boyutlarının azaltılabilmesi mümkündür. Bu dezavantajları şöyle belirtebiliriz.

▪ Rüzgârların düzenli olmaması sebebiyle, enerji üretiminde kesikli bir düzen görülür. Yani rüzgârın yeterli hızda veya esmediği dönemlerde enerji üretimi gerçekleştirilemez. Bu dezavantajı ortadan kaldırmak için, üretilen elektriğin dev akülerde depolanması ve suyun elektroliz edilmesiyle elde edilen hidrojenin depolanarak, rüzgârın esmediği dönemlerde enerji ihtiyacının karşılanabilmesine yönelik önemli çalışmalar yürütülmektedir. Özellikle deniz üstü rüzgâr santrallerinde, suyun elektrolizi yoluyla elde edilen hidrojen, tanker gemileriyle taşınacağından, yüksek maliyetli denizaltı iletim kablolarına gerek kalmayacaktır. Elektroliz metodu, gerek denizde, gerekse karada kullanılan rüzgâr türbinlerinin,

Page 17: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

enerjiyi kesikli üretmesinden kaynaklanan dezavantajının ortadan kaldırılmasında ve üretilen elektriğin dev akülerde depolanması gibi önerilen çözüm yolları içinde, en önemlilerinden biridir.

▪ Rüzgâr türbinlerinin gürültülü çalışmaları, çoğu kimse tarafından bir dezavantaj olarak belirtilse de, gürültü kirliliği bakımından çok büyük etkileri yoktur. Bu etki, sadece rüzgâr santrallerinin kuruldukları lokasyonlarda, çok dar alanlarda gözlenmektedir. Bu olumsuzluğun ortadan kaldırılması amacıyla, bazı teknolojik önlemler alınmakta ve santrallerin coğrafî konumlarının seçiminde daha dikkatli davranılmaktadır. Rüzgâr santrallerinde, duymanın zor olduğu 80-85 dB civarında gürültü olmaktadır. Bu sebeple, rüzgâr santralleri ile yerleşim birimleri arasında 400-500 m.lik bir mesafenin bulunması gereklidir. Nitekim türbinlerden 400 m. uzaklıkta ise 37 dB gürültü ölçülmüştür ki, bu da gürültü kirliliği bakımından limitlerin altında bir değerdir. Ayrıca gürültünün azaltılması için, teknik bir işlem olarak pervane, titreşimi emen, salınımlı bir yatak kullanılarak dişli kutusundan, izole edilmekte ve dişli kutusu ve jeneratörü içinde bulunduran tekne, lastik ile yalıtılmaktadır.

▪ Rüzgâr santralinin büyüklüğüne göre değişmekle beraber, 2-3 km çapındaki bir alan içinde, radyo, tv ve diğer haberleşme dalgalarını olumsuz etkilemektedir.

▪ Rüzgâr santralleri, diğer enerji santrallerinden daha fazla yer kaplayabilir. Bu durum türbinlerin, birbirlerinin rüzgârını kesmemesi amacıyla seyrek yerleştirilmesinden kaynaklanır. Örneğin, büyük sayılabilecek 20 adet türbin, yaklaşık 1 km2'lik bir alan kaplar. Ancak bu alanın gerçekte, sadece %1-1,5'lik bir bölümü türbinlerin oturduğu alandır. Türbinlerin oturduğu alanların dışında kalan çok büyük bir saha, rüzgârı engellemeyecek yapılar inşa etmemek kaydıyla, tarım arazisi olarak veya hayvancılık faaliyetlerine çeşitli şekillerde (mera-çayır) hizmet edecek şekilde rahatlıkla kullanılabilir (Foto 6-7)

Page 18: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Foto 6: Rüzgâr çiftlikleri geniş alanlar kaplamalarına rağmen, türbinler arasındaki boşluklar tarım arazisi olarak da kullanılmaktadır. (İsveç) (http://www.windpowerphotos.com/)

Foto 7: Rüzgâr çiftliği alanları, hayvancılık amacıyla da kullanılabilmektedir.(Hollanda) (http://home.wxs.nl/~windsh/foto.html)

Page 19: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

▪ Bazılarına göre, doğaya uyumsuz şekilleri itibariyle, doğal ortam şartlarında garip ve çirkin görüntüler sergilemekte, görüntü kirliliği oluşturmaktadır. Örneğin İngiltere'de 10 türbinden fazla ve 5 MW'tan büyük güçte rüzgâr çiftlikleri, milli park alanlarında kurulmamaktadır.

▪ Yüksek hızla dönen rotorları (pervaneleri) ile, kuşların ölümlerine sebep olmaktadırlar.

ÇEŞİTLİ ÜLKELERDEKİ RÜZGÂR ENERJİSİ UYGULAMALARI VE SON GELİŞMELER

Yel değirmenlerinin modern şekli olan ve onun prensiplerine göre çalışan ilk rüzgâr türbininin, 1890 yılında Danimarka'da yapıldığı kabul edilmektedir. Bunu takip eden yıllarda, Almanya'nın rüzgâr türbinlerini geliştirme çabalarını görmekteyiz. Ancak 19. yy.da üretilen bu türbinlerin enerji üretim kapasiteleri oldukça düşüktü. Dünya'da ve özellikle de Avrupa'da rüzgâr enerjisi, 1960 yılından sonra dikkat çeken bir kaynak olmaya başlamıştır. 1961 yılında Roma'da Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen "Enerjinin Yeni Kaynakları Konferansı"nda, ele alınan üç enerji kaynağından biri rüzgâr enerjisi olmuştur.1970'li yıllara gelinceye kadarki ucuz petrol dönemlerinde, bazı çalışmalar yapılmış ise de, bu dönemde rüzgâr enerjisine gerekli önem verilmemiştir. Ancak, 1974-1978 yılları arasındaki petrol bunalımının yaşandığı dönemde, rüzgâr enerjisi tekrar dikkatleri üzerinde toplamaya başlamıştır. Özellikle 1980'li yıllarda "Uluslararası Enerji Ajansı" güdümünde yürütülen araştırma ve geliştirme çabaları, rüzgâr enerjisinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bu dönemden sonra, tek bir tüketiciyi besleyen münferit türbinlerden ziyade, pek çok türbini bünyesinde toplayan, rüzgâr çiftlikleri kurulmaya başlanmıştır.

Modern rüzgâr enerjisi çalışmaları bakımından dünyada iki bölge dikkati çekmektedir. Bunlardan biri., Batı Avrupa ülkeleri., diğeri ise A.B:D. dir.

Page 20: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Danimarka'da, 1918 yılında başlatılan bir çalışma ile, yaklaşık 120 kırsal yerleşmede elektrik üretimi amacıyla, 20-35 kW'lık rüzgâr türbinleri kurulmuştur. 1959 yılında ise, 200 kW gücünde Gedser Türbini (Foto 8) işletmeye sokulmuş ve bu türbin, 1970 yılında 650 kW'lık bir türbin ile değiştirilmiştir. Avrupa rüzgâr enerjisi toplam kurulu gücü içinde Danimarka, 1994 yılına kadar birinci sırada yer almakta iken, bu yıldan sonra liderliği Almanya'ya kaptırmıştır. Fakat yine de rüzgâr enerjisi konusunda çalışmalarını sürdürmüş ve kurulu güç bakımından önemli gelişmeler göstermiştir. 1996-1999 yılları arasında kurulu güç, iki katından fazla artırılarak, 614 MW'tan 1560 MW'a çıkarılmıştır. Gerçekleştirilen bu artışla, günümüzde Danimarka'nın elektrik enerjisi ihtiyacının %8'i, rüzgâr enerjisi yoluyla sağlanmaktadır. Ayrıca, 1800'lü yılların ikinci yarısından itibaren, rüzgâr gücü ile ilgilenmenin sağladığı avantaj ve oluşan bilgi birikimi sayesinde, dünya rüzgâr jeneratörü üretimi ve rüzgâr türbini teknolojisi bakımından da söz sahibi bir ülke durumundadır.

Foto 8: Danimarka’da 1959 yılında faaliyete geçirilen ve ilk modern uygulama olarak kabul edilen Gedser Türbini (http://www.windpower.dk/pictures/windrush.htm)

Page 21: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Fransa'da, 1950'den sonra, yüksek güçlü türbinler inşa edilmeye başlanmıştır. Bunlar içinde, Nogent Le Roi'de kurulan 300 kW'lık türbin, modern uygulamalar içeren ve yüksek kapasiteli ilk türbin olma özelliğindedir. Fransa'da, 1958 yılında yapılan ve o yıllarda Avrupa'nın en yüksek kurulu gücüne sahip olan rüzgâr türbini 800 kW gücünde idi.,

Rusya'da ise ilk rüzgâr türbini, 1931 yılında 100 kW olarak kurulmuş, 1952 yılında ise Yalta'da, 1000 kW kurulu güce sahip diğer bir türbin bunu izlemiştir. Sovyetler Birliği dağılmadan önce, 500 000 kırsal yerleşmeye rüzgâr türbinleri ile elektrik sağlayacak bir proje başlatılmış olmasına rağmen, son durum hakkında bir bilgiye sahip bulunmamaktayız.

Almanya'da yıllarca devam eden çalışmalar, ülkenin Aşağı Saksonya eyaletinin özellikle kuzey kıyılarında potansiyelin yüksek düzeyde olduğu ortaya çıkarmış, 1960 yılından sonra bu bölgede, toplam kurulu gücü 8265 kW olan, üç adet rüzgâr santrali kurulmuştur. Almanya, 1961-1966 yılları arasında bu husustaki teknik çalışmalarını artırarak, araştırmalarını 100 kW'lık türbinler üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu gelişmeler neticesinde, Almanya'nın kurulu rüzgâr gücü, 1987 yılında 50 MW'a, 1994 yılında 632 MW'a çıkarak, Danimarka'yı %17 oranında geçmiş ve Avrupa birinciliğine yükselmiştir.. Almanya'nın kurulu rüzgâr gücü, 1996'da 932 MW'iken, 1999 yılında 3000 MW'ı aşmıştır. Bu gelişmelerle Almanya, 1996 yılına kadar, toplam kurulu güç bakımından dünyada birinci sırada olan A.B.D.'nin sahip olduğu miktar kadar artış gerçekleştirilerek, dünya birinciliğine yükselmiştir.. (Tablo:1, Şekil:4, Şekil:5) Almanlar,ayrıca 1993 yılında ülke toprakları dışında, Ortadoğu'da Golan Tepeleri üzerinde, 6 MW'lık bir rüzgâr tesisi de inşa etmişlerdir.

İngiltere'de ise rüzgâr gücü ile ilgili ilk çalışmalar, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, 1945 yılında başlanmış ve ilk kez Enfeild kentinde 100 kW kurulu güce sahip bir türbin inşa edilmiştir. İngiltere, rüzgâr enerjisi potansiyeli bakımından, etüdlerini tamamlamış bir ülkedir. Tespitlere göre ülkede, her biri 2000-3000 kW gücünde, çok sayıda rüzgâr santrali

Page 22: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

kurulabilecek yüksek bir potansiyel vardır. Nitekim Scottish Adası üzerindeki Orkney Türbini, 3 MW'lık gücüyle, dünyadaki dev türbinlerin başında gelmektedir. İngiltere'de 1993 yılında, rüzgârdan 202000 MWh elektrik enerjisi üretilmiş, bu miktar 1994 yılında ise, 317000 MWh'a çıkarılarak, 290000 kişinin elektrik ihtiyacı karşılanmıştır. 1995 yılındaki 171 MW'lık kurulu güç, bir yıl sonra yaklaşık olarak 20 MW artırılarak, 1996'da 190 MW'a ve nihayet 1999 yılında, 341 MW'a çıkarılmıştır (Tablo:1, Şekil:4, Şekil:5).

Avrupa'da, rüzgâr enerjisi ve kurulu gücü bakımından, dikkat çekici diğer ülkeler olarak, İspanya ve Hollanda'yı görmekteyiz. İspanya, 1996 yılında 163 MW olan rüzgâr enerjisi kurulu güç miktarını, 1999 yılında yaklaşık beş kat artırarak, 834 MW'a yükseltme başarısını göstermiştir. Avrupa'da rüzgâr değirmenleri vasıtasıyla, rüzgâr gücünden mekanik olarak ilk faydalanan ülke olan Hollanda ise, aynı dönemde rüzgâr santralleri kurulu gücünü, 202 MW'tan, 369 MW'a çıkarmıştır (Foto 9). Hollanda'da, dünyanın en büyük rüzgâr santrali olmaya aday, 1000 MW'lık dev bir santralin yapımına, 1994 yılından itibaren Spijk'te başlanmıştır.

Foto 9: Hollanda’daki Lelystad Rüzgâr Parkı. Rüzgârın yeterli olduğu yerlerde çok sayıda türbin yapılabilmektedir. (Foto:Michiel Wijnbergh, http://www.wijnbergh.demon.nl/divpags/pag2fs.htm)

Page 23: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

A.B.D'nde, ilk kez 1940 yılında Vermont Eyaleti'ndeki Montpelier kenti yakınlarında (Grandpa's Knob) dönemin en büyük rüzgâr santrali olan ve 1250 kW kurulu güce sahip Putnam rüzgâr santrali kurulmuştur (Doğanay,1991,190). Günümüzde Dünya'nın en büyük rüzgâr çiftliği, A.B.D'nin California bölgesinde 370 MW gücündeki, Altamount Pass Rüzgâr Çiftliği'dir (Foto 10). Kapladığı alan 81600 dekarı aşmakta ve 3540 adet rüzgâr türbini bulunmaktadır ( 3500 adedi 100 kW, 40 adedi 300-405 kW'lıktır). Bu rüzgâr çiftliği ile birlikte California bölgesindeki rüzgâr türbinlerinin sayısı, 15000 civarındadır. Bu bölgedeki türbinlerden, 1987 yılı itibariyle 750000 civarında nüfusa sahip olan San Francisco şehrinin bir yıllık tüketimine eşit miktarda (3 milyar kWh) elektrik üretmiştir. Bu türbinlerden, elektrik üretiminin yanında, California bölgesindeki portakal bahçelerinin sulanması şeklinde de faydalanılmaktadır. A.B.D'nde rüzgârdan elde edilen toplam elektriğin % 90'ı California bölgesinden sağlanmaktadır (Tümertekin-Özgüç, 1997, 446). Bu bölgedeki santrallerin, 1991 yılı itibariyle, A.B.D.'nde yılda 4,8 milyon varil petrole eşdeğer miktarda, enerji tasarrufu sağladığı hesaplanmıştır.

Foto 10: ABD’nin California Eyaletinde Altamount Pass rüzgâr çiftliğindeki türbinlerden bir kısmı. (http://telosnet.com/wind/20th.html)

Page 24: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Gelişmiş ülkelerin yıllık elektrik gereksinimlerinin yılda %2 oranında, gelişmekte olan ülkelerde ise bu oranın %7 civarında arttığı günümüz dünyasında, rüzgâr gücü potansiyeli yüksek, Meksika, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde, bu potansiyeli kullanmaya yönelik önemli çalışmalar görmekteyiz. Meksika'da, enterkonnekte sisteme bağlanabilmesi için milyarlarca dolarlık yatırım gerektiren, ülkenin ücra köşelerindeki kırsal yerleşmelerin elektriğe kavuşturulması programı, ülkenin sahip olduğu yaklaşık 4000 MW'lık rüzgâr gücü potansiyeline dayanmaktadır. Benzer gelişmeleri gösteren Çin ise, günümüzde rüzgâr enerjisi kurulu gücünü 233 MW'a çıkarmıştır. Gelişmekte olan ülkeler içinde en önemli gelişmeyi gösteren ülke, Hindistan'dır. 20000 MW'lık potansiyelin kullanımıyla, 1994 yılına kadar 100 MW civarında olan rüzgâr kurulu gücü, 1996'da 601 MW'a, 1999 yılında ise 1004 MW'a yükselmiştir. Hindistan, son yıllarda gösterdiği bu gelişmelerle, rüzgâr kurulu gücü bakımından Asya kıtasında ilk sırada, dünya sıralamasında ise dördüncü sırada yer alır (Tablo:1, Şekil:5).

Yukarıda belirtilen ülkelerden başka, İtalya, İsveç, ve Yunanistan'da da bu konuda çeşitli uygulamalar görmekteyiz. 1999 yılı itibariyle sırasıyla, 223, 197 ve 63 MW'lık kurulu güçleriyle, elektrik üretmişlerdir. Özellikle Yunanistan, adalardaki yerleşmelerin elektrik ihtiyacının karşılanması ve meskun olmayan adalarda da telekominikasyon hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla, rüzgâr enerjisinden faydalanmaktadır.

Tablo:1- Rüzgâr Enerjisi Kurulu Gücü Bakımından Önde Gelen Bazı Ülkelerdeki Gelişmeler

KURULU GÜÇ (MW) DÜNYADAKİ PAYI (%) ÜLKELER 1996 1999 1996 1999 Almanya 932 3068 19 30 ABD 1587 1856 32 18 Danimarka 614 1560 12 15 Hindistan 601 1004 12 10 İspanya 163 834 3 8 Hollanda 202 369 4 4 İngiltere 190 341 4 3 Diğer Ülkeler 702 1222 14 12 DÜNYA TOP. 4991 10254 100 100

Kaynak: KARABULUT,1999,130'dan geliştirilmiştir.

Page 25: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Şekil:4- Rüzgâr Enerjisi Kurulu Güç Bakımından Avrupa'da Önde Gelen Ülkeler (1996)

MW

0

200

400

600

800

1000

Alm Dan Hol İng İsp İsveç Yun İta

932

614

202 190 163 55 46 32

Şekil:5- Rüzgâr Enerjisi Kurulu Gücü Bakımından Önde Gelen Bazı Ülkelerdeki Gelişmeler

0

500

1000

1500

2000

2500

3000

3500

Alm ABD Dan Hin İsp Hol İng

MW 1996 Yılı

1999 Yılı

Tablo:2- Avrupa Kurulu Rüzgâr Gücündeki Gelişme Yıllar Kurulu Güç (MW)

1989 320 1991 643 1993 1123 1994 1723 1995 2234 1996 2311 1999 6915 2005(*) 12000 2030(*) 100000

(*) Avrupa Birliğince Planlanan miktarlardır.

Page 26: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Şekil:6- Avrupa Kurulu Rüzgâr Gücündeki Gelişmenin Seyri

M W

Y ıl

0

1000

2000

3000

4000

5000

6000

7000

1989 1991 1993 1994 1995 1996 1999

Avrupa toplam kurulu rüzgâr gücünün yıllara göre seyrine baktığımızda sürekli bir artışın gerçekleştiği gözlenmektedir. Bu artış miktarında, Almanya, Danimarka, Hollanda ve İngiltere önemli paylara sahiptirler. 1999 yılında 6915 MW'a ulaşmış olan Avrupa kurulu gücünün, 2005 yılında 12000 MW'a ve 2030 yılında ise 100000 MW'a çıkarılması planlanmıştır.

ABD34%

AvrupaÜlkeleri

49%

Hindistan13%

Diğer Ülk.4%

Dünya Kurulu Rüzgâr Gücü (1996)

Şekil: 7

ABD22%

Avrupa Ülkeleri 49%

Asya29%

Dünya Kurulu Rüzgâr Gücü 2000 Yılı Planlanan

Şekil: 8

Page 27: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Günümüzde rüzgâr santralleri, karalarda olduğu kadar, denizlerde de inşa edilmektedir. Deniz rüzgâr santralleri uygulaması, teknik olarak başarılmış ve ticari uygulamalar da gerçekleştirilmiştir (Foto 11). Deniz üstü rüzgâr enerjisi ile ilgili ilk çalışmalar, 1970'li yıllardan itibaren, Danimarka, Hollanda, İsveç, İngiltere ve A.B.D'nde başlatılmıştır. İlk deniz üstü rüzgâr türbini; İsveç'te 1990 yılında kurulan 220 kW'lık Nogersund Türbini'dir. İlk deniz üstü rüzgâr çiftliği ise, Danimarka'da Loland Adası yakınında kurulan Vindeby rüzgâr çiftliği'dir. 1991 yılı ortalarında işletmeye açılan bu rüzgâr çiftliği, 450 kW gücündeki 11 adet türbinden oluşmakta ve 5 MW kurulu güce sahip bulunmaktadır. Danimarka, gelecek 30 yıl içinde, 500 Deniz üstü rüzgâr türbini daha kurarak, Deniz üstü rüzgâr santrallerinin kurulu gücünü, 4000 MW'ın üzerine çıkarmayı

lanlamaktadır. p

Foto 11: Almanya’da bir deniz üstü rüzgar çiftliği.(http://home.wxs.nl/~windsh/inhoud.html)

Deniz üstü rüzgâr santrallerini cazip kılan şartların yanında, yatırım masraflarını artıran bazı olumsuz şartlar da bulunmaktadır. Bu olumlu ve olumsuz yönleri şöyle sıralayabiliriz:

▪ Rüzgârın hızı denizlerde, karalara göre genelde daha yüksek olduğundan, üretilen enerji miktarı da fazla olmaktadır.

▪ Denizlerde rüzgârlar, bir morfolojik engelle karşılaşılmadığı ve çok sayıda -farklı karakterde- basınç merkezleri oluşmadığı için, düzgün ve

Page 28: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

türbülans yapmayacak şekilde esmektedir. Bu nedenle, santrallerdeki türbin motorları daha uzun ömürlü olmaktadır.

▪ Denizler, yerleşmelere sahip olmadığından, pervanelerin çıkardığı gürültüyü azaltmak için maliyeti artıran ek masrafları yapmaya gerek yoktur.

▪ Fırtınalar ve güçlü dalgalara karşı, kule temellerini sağlamlaştırıcı ve koruyucu ek masraflar gereklidir.

▪ Üretilen elektrik deniz altından kablolarla karaya iletileceğinden, deniz suyuna karşı özel izolasyonlu kabloların kullanılması gerekmektedir. Aynı şekilde, santralleri de denizin tuzundan ve paslanmadan korumak için ek önlemler alınmaktadır. Bunlar ise, maliyeti artırmaktadır

TÜRKİYE'DEKİ RÜZGÂR ENERJİSİ UYGULAMALARI

Türkiye'de rüzgâr enerjisiyle ilgili ilk bilimsel çalışmalar; 1960'larda Ankara Üniversitesi, 1970'lerde ise Ege Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Tübitak Marmara Araştırma Merkezi, 1981 yılından sonra ise EİEİ tarafından yürütülmüş ve 1989 yılında bu kuruluş bünyesinde Rüzgâr Enerjisi Şube Müdürlüğü kurulmuştur. 1992 yılında, AREB(Avrupa Rüzgâr Enerjisi Birliği) Türkiye Şubesi açılmıştır. 1993 yılından itibaren ise, DMİGM tarafından, 43 meteoroloji istasyonunun rüzgâr değerleri, topoğrafik veriler ile genişletilerek, Türkiye Rüzgâr Atlası'nın çıkarılmasına başlanmıştır. AREB Türkiye Şubesi, rüzgâr enerjisi ile ilgili çalışmaların ve uygulamaların gelişmesine katkıda bulunmak ve bu enerji kaynağını tanıtmak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Bu kuruluş tarafından gerçekleştirilen bir organizasyonla, 1-2 Haziran 1995 tarihlerinde İstanbul'da, "1. Ulusal Rüzgâr Enerjisi Sempozyumu" yapılmıştır.

Tarım Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen Tarım ve Enerji Anketlerine göre ülkemizde, belirtilen bilimsel çalışmalardan önce de, çok küçük ve modern olmayan şekillerde bile olsa, rüzgâr enerjisinden

Page 29: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

faydalanıldığını görmekteyiz. Bu uygulamaların çoğunluğu su çıkarma amacıyla kullanılırken, az bir kısmı ise kurulu güçleri 1 kW'tan düşük olan türbinleriyle, elektrik üretmek amacıyla kullanılmaktaydı (Tablo: 3)

Tablo: 3- 1960-1980 Arasında Türkiyede Rüzgâr Gücü Tesis Durumu

YILLAR Su Çıkarma Elektrik Üretimi Toplam

1960-61 718 41 759

1966-67 307 2 309

1978-79 871 23 894 Kaynak: Tarım Bakanlığı, Tarım ve Enerji istatistikleri

DMİ'nin uzun dönemli rüzgar ölçümlerine dayalı istatistiki veriler, EİEİ tarafından 1984 yılında tamamlanan "Türkiye Rüzgâr Enerjisi Doğal Potansiyeli" çalışmalarında değerlendirilmiş, bu çalışmanın sonucuna göre, 10 m. yükseklikteki yıllık ortalama rüzgâr hızı ve güç yoğunluğu açısından coğrafi bölge olarak, en yüksek değerin 3,29 m/sn ve 51,91 W/m2 ile Marmara Bölgesi'ne ait olduğu tesbit edilmiştir. Ancak bu bölgesel ortalamanın çok daha üzerinde değerlere sahip başka yerler de bulunmaktadır (Tablo:4 ve Tablo:5).

Tablo: 4- Türkiye'de Bazı İstasyonların Rüzgâr Enerjisi Verileri

İSTASYON 10m'de ort.hız

m/sn

10m'de max.hız m/sn

10m'de W/m2 50m'de W/m2 50m'de enerji ort. kWh /m2

Afyon 2,7 36,0 36 76 666 Antalya 2,7 38,7 39 80 701 Samsun 2,7 34,5 40 81 710 Sarıyer 2,9 41,2 42 94 823 Akhisar 2,7 32,5 44 96 841 Malatya 2,7 33,4 51 108 946 Anamur 3,1 42,2 52 111 972 Bergama 3,5 38,8 61 134 1174 İnebolu 3,7 41,8 63 145 1270 Gökçeada 3,5 35,2 69 193 1700 Sinop 3,6 40,5 84 182 1594 Bodrum 3,7 41,7 85 183 1603 Antakya 4,0 28,4 85 202 2000 Çanakkale 3,9 35,4 92 205 1800 Çorlu 3,8 30,2 96 222 1900 Mardin 4,3 38,1 186 321 3000 Bandırma 5,8 39,9 300 474 4100

Page 30: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Bozcaada 6,2 43,3 317 675 5900 Kaynak: DMİ

Tablo: 5- Ülkemizde Coğrafî Bölgelere Göre Rüzgâr Enerjisi Potansiyeli Yıllık Ort. Yıllık Ort. BÖLGE Rüzgar Hızı (m/sn) Rüzg.Gücü Yoğ. (W/m2) Doğu Anadolu 2,12 13,19 Karadeniz 2,38 21,31 Akdeniz 2,45 21,36 İç Anadolu 2,46 20,14 Ege 2,65 23,47 Güneydoğu Anadolu 2,69 29,33 Marmara 3,29 51,91 Türkiye Ortalaması 2,50 24,00

Kaynak: ŞİRİN,1986,141

Türkiye, rüzgâr bakımından zengin yöreleri olan bir ülkedir. Mevcut bilgiler ışığında ülkemizde rüzgâr enerjisi potansiyelinin 120 milyar kWh civarında olduğu tahmin edilmektedir. (Türkiye'nin termik ve hidrolik kaynaklı, mevcut toplam elektrik enerjisi üretimi 60-70 milyar kWh'tir). En güvenilir rüzgârlar esas alındığı ve teknolojik imkansızlıklar göz önünde bulundurulduğu zaman bile, Türkiye rüzgâr enerjisi potansiyelinin, yılda 12 milyar kWh civarında olduğu belirtilmektedir (Ültanır,1996,59). Şüphesiz ayrıntılı ölçümler ve yeni verilerle bu değerin artırılması da mümkündür.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından, Türkiye kurulu rüzgâr gücünün 2000 yılında 10 MW'a, 2005 yılında 20 MW'a 2010 yılında ise 50 MW'a çıkarılması düşünülmekte ise de, 7.Beş Yıllık Kalkınma planına rüzgâr enerjisi alınmamıştır.

Ülkemizde sayıları 10 civarında olan özel firma, rüzgâr gücü kullanarak elektrik enerjisi üretiminde faaliyet göstermektedir. Türkiye'de rüzgâr türbini veya rüzgâr çiftliği kurarak elektrik üretimi, belirlenmiş yasa ve yönetmeliklerin kontrolündedir. Rüzgâr enerjisi üretme yetkisi alabilmek için, çiftliğin kurulacağı yerde en az 6 aylık ölçümler yapılarak, bu verilerle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na başvuru yapmak gerekmektedir.

Page 31: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Bakanlık, TEAŞ, TEDAŞ ve EİE'nin uygun görmesi halinde, daha önce 6 aylık yapılan rüzgâr ölçümleri en az bir yıllık ölçümlere tamamlatılarak, girişimci firmadan fizibilite raporu istenmektedir. Firmalarca yapılan rüzgâr ölçümlerinin denetlenmesi çalışmaları, EIEI Genel Müdürlüğü ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Söz konusu kurumların olumlu görüşlerinden sonra, son aşamada, bakanlığın firma ile yapacağı imtiyaz sözleşmesinin Danıştay'dan geçmesi ile faaliyet resmî bir nitelik kazanmaktadır.

16/08/1985 tarih ve 85/9799 sayılı "Türkiye Elektrik Üretim İletim Anonim Şirketi ve Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim şirketi Dışındaki Kuruluşlara Elektrik Enerjisi Üretim Tesisi Kurma ve İşletme İzni Verilmesi Esaslarını Belirleyen Yönetmelik"de değişiklik yapan 98/11982 sayılı Yönetmelik, 1 Aralık 1998 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeni Yönetmelik ile ülkemizde rüzgâr ve güneş enerjisi ile çalışan elektrik üretim tesislerinin yapımının temin ve teşvik edilmesi de amaçlanmıştır.

Bu çerçevede, özellikle rüzgâr enerjisi üretim tesisleri kurmak için kapsam genişletilmiş, sanayi tesislerinin yanı sıra uydu kent yerleşim birimleri, hastaneler, oteller ve tatil köyleri, organize sanayi bölgeleri, üniversite kampüsleri, kültür balıkçılığı tesisleri, kümes hayvanları üretim çiftlikleri, besicilik tesisleri ve tarımsal sulama tesisleri ile belediyelere elektrik enerjisi ihtiyaçlarının tamamını veya bir kısmını, kendi rüzgâr enerjisi üretim tesislerinden karşılama imkanı sağlanmıştır. Ayrıca, rüzgâr enerjisi üretim tesisi kuracak şirketlere inşa aşamasında kullanacakları elektriği ucuza alma imkanı sağlanmış, elektrik üretimi gerçekleştirildikten sonra da ilk beş yıl süreyle TEAŞ TEDAŞ veya, görevli şirkete ait iletim ve dağıtım hatlarını kullanmalarına ve nakil bedeli olarak öngörülen nakil bedellerinin %50'sini ödemelerine imkan sağlanmıştır.

3096 sayılı Kanun kapsamında, Yap-İşlet-Devret modeli ile özel sektör tarafından gerçekleştirilmek üzere, Enerji ve Tabii Kaynaklar

Page 32: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Bakanlığı'nda değerlendirilmekte olan rüzgâr enerjisi santralı başvurularının toplam sayısı, 1999 yılı sonlarında yaklaşık 40 adet ve söz konusu başvuruların toplam kurulu gücü de 1400 MW civarındadır.

Rüzgâr enerjisi santralı için bakanlığa yapılan başvurularının illere göre dağılımı incelendiğinde, değerlendirilmekte olan projelerin 15 tanesi İzmir (Çeşme, Kocadağ, Alaçatı, Karaburun, Hacıömerli, Yenişakran), 7 tanesi Çanakkale (Çanakkale, İntepe, Lapseki, Bozcaada, Gökçeada, Kumkale), 3 tanesi Manisa-Akhisar-Soma, 2 tanesi Muğla (Yalıkavak, Datça), 2 tanesi Hatay (Şenköy, Belen), 7 tanesi Balıkesir (Bandırma, Erdek, Kapıdağ), 1 tanesi Sinop (Topdağ), 1 tanesi Tekirdağ (Şarköy) ve 2 tanesi Bursa’da (Zeytinbağı, Ekinli) yer almaktadır (Tablo: 6 ve Şekil: 9).

Türkiye'nin rüzgâr enerjisi potansiyelinin kullanımına yönelik ciddi anlamda ilk adımlar 1996 yılında atılmış, ilk rüzgâr santrali olan Çeşme-Germiyan Rüzgâr Santrali, 1.5 MW (yaklaşık 5000 hanelik bir yerleşmenin ihtiyacını karşılayacak) gücü ile 21 Şubat 1998'de açılmıştır. Bu ilk rüzgâr santrali, 3 adet 500 kW'lık türbinden oluşmaktadır. İkinci rüzgâr santrali olan Çeşme-Alaçatı Rüzgâr Santrali ise, yap-işlet-devret modeli ile kurulmuş, 600 kW gücündeki 12 adet türbinden oluşmakta ve toplam 7.2 MW kurulu güce sahiptir. Bu santral, 45'er m. yüksekliğindeki kuleleri ve 44 m. çapındaki rotorları ile ülkemizde bu konudaki ilk modern uygulamaya güzel bir örnektir. Çeşme-Alaçatı Rüzgâr Santrali, 28 Kasım 1998'da üretime başlamıştır. İki ünite halinde ve toplam 50.4 MW gücünde planlanmış olan Çeşme-Kocadağ Rüzgâr Santrali ise yakın bir zamanda tamamlandığı taktirde, mevcut projeler içinde, ülkemizin en büyük rüzgâr santrali olacaktır*.

* Ülkemizin 3. rüzgâr santrali, bu makale hazırlandıktan sonra, 25.06.2000’de Bozcaada’da faaliyete geçmiştir.

Page 33: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Tablo: 6- Türkiye'nin Çeşitli Aşamalardaki Rüzgâr Santralleri (1999)

PROJE ADI UYGULAMA YERİ GÜCÜ (MW) Hizmete Giren Santraller Çeşme-Germiyan Rüzgâr Santrali İzmir-Çeşme 1.5 Çeşme Alaçatı Rüzgâr Santrali İzmir-Çeşme-Alaçatı 7.2 Sözleşme Aşamasında Olan Projeler Çeşme-Kocadağ Rüzgar Santrali İzmir-Çeşme-Kocadağ 50.4 Fizibilite Raporları Değerlendirilen Projeler Bozcaada Rüzgâr Santrali Çanakkale -Bozcaada 5 Çanakkale Rüzgâr Santrali Çanakkale 30 Bozcaada Rüzgâr Santrali Çanakkale -Bozcaada 10.2 Revize Fizibilite Raporu Beklenen Projeler Akhisar Rüzgâr Santrali Manisa-Akhisar 12 Gökçeada Rüzgâr Santrali Çanakkale-Gökçeada 1.6 Fizibilite Raporu Beklenen Projeler Akhisar Rüzgâr Santrali Manisa-Akhisar 30 Datça Rüzgâr Santrali Muğla-Datça 30 Mazıdağı Rüzgâr Santrali İzmir-Çeşme-Alaçatı 39 Hacıömerli Rüzgâr Santrali İzmir-Aliağa 45 Kocadağ Rüzgâr Santrali İzmir-Çeşme-Kocadağ 43.6 Yaylaköy Rüzgâr Santrali İzmir-Karaburun 15 Şenköy Rüzgâr Santrali Hatay-Şenköy 12 Çeşme Rüzgâr Santrali İzmir-Çeşme 12 Yalıkavak Rüzgâr Santrali Muğla-Bodrum-Yalıkavak 15 Beyoba Rüzgâr Santrali Manisa-Akhisar-Beyoba 15 Lapseki Rüzgâr Santrali Çanakkale-Lapseki 15 Bandırma Rüzgâr Santrali Balıkesir-Bandırma 15 Datça Rüzgâr Santrali Muğla-Datça 15 Karaburun Rüzgâr Santrali İzmir-Karaburun 22.5 Başvuru Raporları Değerlendirilen Projeler Bodrum Rüzgâr Santrali Muğla-Bodrum Karabiga Rüzgâr Santrali Çanakkale-Karabiga Kapıdağ Rüzgâr Santrali Balıkesir-Erdek Belen Rüzgâr Santrali Hatay-Belen İntepe Rüzgâr Santrali I Çanakkale-İntepe İntepe Rüzgâr Santrali II Çanakkale-İntepe Ölçümleri Devam Eden Projeler Karabiga Rüzgâr Santrali I Çanakkale-Karabiga Karabiga Rüzgâr Santrali II Çanakkale-Karabiga Yellice Rüzgâr Santrali İzmir-Karaburun

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü.

Page 34: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Şekil: 9- Türkiye'de Çeşitli Aşamalardaki Rüzgâr Santrallerinin Dağılışı (1999)

SONUÇ

Page 35: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Dünya nüfusunun ve sanayileşmenin gelişimine bağlı olarak artan enerji ihtiyacı yanında, fosil yakıtların tükenme riskleri ve artan çevre bilincinin oluşturduğu baskılarla, temiz ve tükenmeyen (yenilenebilir) enerji kaynaklarına olan ilgi gün geçtikçe artmaktadır.

Rüzgâr enerjisi, sadece gelişmiş ülkelerin değil, gelişmekte olan ülkelerin de sıcak baktıkları bir enerji kaynağı olmuştur. Bu nedenle, rüzgâr enerjisinden faydalanma ve rüzgâr türbinleri veya çiftlikleri kurma düşüncesi dünyada gittikçe yaygınlaşmaktadır. Geleceğe yönelik rüzgâr enerjisi santralleri projelerinin de sayıları hızla artmaktadır.

Yapılan hesaplamalara göre 21.yüzyıl; tüm yenilenebilir enerji kaynaklarıyla birlikte rüzgâr enerjisinin tahmin edilenden daha fazla kullanılacağı ve yenilenebilen enerji kaynaklarının sıçrama yapacağı bir yüzyıl olacaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

DOĞANAY, H., 1991, Enerji Kaynakları, Atatürk Üniv. Yay. No:707, Kazım Karabekir

Eğitim Fak. Yay. No:18, Ders Kitapları Serisi No:13, ERZURUM.

EROL, O., 1988, Genel Klimatoloji, İ.Ü.Yay. No: 3526, Deniz Bilimleri ve Coğrafya

Enst. Yay.No:9, İSTANBUL.

KARABULUT, Y., 1999, Enerji Kaynakları, Ankara Üniv. Basımevi, ANKARA.

ŞİRİN, G., 1986, "Enerji İstatistikleri", Türkiye 4.Enerji Kongresi Bildirileri, İZMİR.

TOK, G., 1999, "Elektrik Üreten Değirmenler, Rüzgâr Santralları", Tübitak Bilim ve

Teknik Dergisi, sayı:381, s:74-77, ANKARA.

TÜMERTEKİN, E.- ÖZGÜÇ,N., 1997, Ekonomik Coğrafya- Küreselleşme ve Kalkınma,

Çantay Yayınevi, İSTANBUL.

ÜLTANIR, M. Ö., 1996, "Yel Değirmenlerinden Günümüze Rüzgâr Enerjisi", Tübitak

Bilim ve Teknik Dergisi, sayı:341, s:56-61, ANKARA.

WİLLİAMS, J. R., 1980, Solar Energy Technology and Applications, MICHIGAN.

Page 36: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ELAZIĞ ŞEHİR NÜFUSUNDA TURİZM EĞİLİMİ Yrd.Doç.Dr.Erdal KARAKAŞ*

ÖZET

Dünyanın her yerinde milyonlarca insan tatil yapmak ve dinlenmek için turizm faaliyetine katılmakta ve bu amaçla oturdukları yerlerden bir kaç gün veya hafta için geçici olarak diğer alanlara gitmektedirler.

Bir alandan turizm faaliyetine katılan kitlenin bir takım özelliklerinin bilinmesi turizm yatırımcıları ve işletmecilerin vereceği hizmetleri ayarlamaları açısından önem taşımaktadır. Çalışmamızda Doğu Anadolu Bölgesi Yukarı Fırat Bölümünde yer alan 250.000 nüfuslu Elazığ şehir nüfusundan turizm faaliyetine katılanların özelliklerini ortaya koymaya çalıştık. Turizm faaliyetine katılan nüfusun gelir, yaş grubu, tatile çıkış dönemi, seçilen ulaşım ve konaklama tipi ile tercih edilen bölgelerin tespiti için anket uyguladık.

Kişilerin eğitim seviyesinin yükselmesine bağlı olarak tatile çıkma oranı artarken, serbest meslek sahiplerinde zaman yetersizliği nedeniyle tatile çıkma oranı azalmaktadır. Aile büyüklüğü, ailede çalışan kişi sayısının miktarı gelir durumunu etkilediği için turizm faaliyetine katılımda çocuksuz ve tek çocuklu ailelerde yoğunluk artarken çocuk sayısı fazla olan ailelerde ise azalmaktadır.

Tatilde kalınan süre konaklama yapılan yere göre değişiklik göstermekte, tanıdık, eş, dost yanında ve kendine ait yazlıklarda konaklama yapanlarda kalış süresi fazlalaşırken, ticari konaklama tesislerinde kalanlarda bu süre düşmektedir. Tanıdık yanında konaklama nedeniyle konaklama harcamalarındaki azalma alışverişe harcanan para miktarını artırmaktadır.

Kişisel gelir düşüklüğü ve buna bağlı olarak otomobil sahipliğinin azlığı, alanın turizm bölgelerine olan uzaklığı ulaşım sektörü ile araç tipini etkilediği için seyahatlerde karayolu sektörü ve otobüs tercihi fazlalaşır.

Tatil için tercih edilen bölgeler sıralamasında %70’lik oranla Marmara, Akdeniz ve Ege bölgeleri ilk sırayı alırken kalan %30’luk kesim diğer dört bölgeyi tercih etmiştir. Gelecekteki tercihlerde Akdeniz bölgesi ilk sırayı alırken daha önceden tercih sıralamasında alt sıralarda yer alan Karadeniz bölgesine talep artmaktadır. Yurtdışı seyahatlerde Türk vatandaşlarının varlığına bağlı olarak Avrupa ülkeleri ve bilhassa Almanya ilk sırayı almakta, onu hac ziyaretinden dolayı S. Arabistan takip etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Elazığ, Turizm

* Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak. Coğrafya Bölümü.

1

Page 37: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

TOURISM TENDENCY IN CITY POPULATION OF ELAZIĞ

SUMMARY

Millions of people in every part of the world participate tourism activity in order to have holiday and have a rest and they go to other places temporarily for a few days or weeks.

Knowing some characteristics of people who take part tourism activity is important for tourism investors from the point of regulation the services. In this study we tried to find out characteristics of people who go to holiday from Elazığ city which is located in the upper Fırat Region of East Anatolia and has nearly 240.000 population. We used a questionnaire in order to find out the income level, age group, the time (period), chosen for holiday type of transportation and residence of the holiday makers.

While the rate of well educated holiday makers are increasing, it decreases in self - employed persons because of insufficence of time. As the size of family, the numbers and working people in the family affect the income in taking part the tourism activity. The rate of holiday makers increases in the families having no child or only one while it decreases in large families.

The time spent for holiday changes to the place chosen for holiday. While the people staying near their relatives, friends or their summer houses spend more time for the holiday, those who stay in hotels, motels and such kinds of places spend less time.

Those who stay near their relatives or friends spend more money for shopping. As having lower income, number of cars and the distance of way affect the transport sector and type of transportation vehicle, people use roads and buses in their travels.

Nearly 70 % of the holiday makers prefer Marmara, Mediterranean and Egean regions, 30 % of them prefer the other four regions ( Black sea, South - East Anatolia, East Anatolia, Central Anatolia ). While the Mediterranean region keeps the first place for future holiday, Black sea region, which was at lower place; is chosen by many people for holiday. European countries especially Germany keeps the first place in the travels to the foreign countries. After that Saudi Arabia is chosen for being pilgrim.

Key Words: Elazığ, Tourism

2

Page 38: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

1. GİRİŞ Turizm, insanların bulundukları yerden başka bir yere veya ülkeye gittikleri

ve orada belli bir süre kalmaları, tekrar kendi yerlerine ya da ülkelerine dönme ile ilgili etkinlikler (Köksal, 1994,1) veya "dinlenmek ve tatil geçirmek amacıyla yolculuğa çıkmak (Özgüç,1998,15) olayını içine alır. Kısaca" dinlenmek, eğlenmek, yeni yerler ve toplumlar görüp tanımak, bilgi ve görgüsünü geliştirmek gibi amaçlarla geziye çıkan bireylere ise turist adı verilir ( Doğanay, 1995,534).

Turizmde yerli ve yabancı olmak üzere iki grup turist ele alınır. Turizmde veri

1.Ülkeye girişlerde gümrük kapılarında 2.Turistin konaklama esnasında 3.Turistin devamlı yerleşme yerinde olmak üzere üç yoldan temin

edilmektedir (Toskay, 1983, 140-143).

İlkinde ülkeye giriş yapan veya ülkeden çıkış yapan yerli ve yabancı kişi sayısı tespit edilebilmekte olduğundan ülkeye giriş ile çıkışlar nedeniyle dış turizmle ilgili veri temini daha kolay bulunabilmektedir. İkincisinde konaklama tesislerinden alınan bilgiler değerlendirilir fakat bu yöntemde kullanılan bilgiler turistin konaklama tesisine başvurusuna ve otel kayıtlarına dayandığı için ve herkesin turistik tesislerde kalmaması nedeniyle gerçek durumu yansıtmaz. üçüncü yöntem turistin sürekli oturduğu yerde veri toplamaya dayanır ve herhangi bir yerleşme yerinde oturan nüfusa anket uygulanarak turizme katılım ve eğilimleri tespit edilmeye çalışılır.

Bu nedenlerle iç turizme ait veriler konaklama istatistikleri ve turistik alanlara yapılan ziyaret (müze, tarihi yerler vb) sayılarından yerli ve yabancı sayısı ayırt edilebilmekte fakat her giden kişi aynı aktivitelere katılmadığından ve konaklama istatistikleri de sadece turistik belgeli tesisleri kapsadığından gerçek sayıları yansıtmamaktadır. Bu sebeplerden ülkemizde iç turizme ait sayısal veriler tahminlere dayanmaktadır. Mesela Türkiye'de iç turizme katılanların sayısı 1950 yılında 0.3, 1960'da 1.5, 1965'de 2.1, 1970'de 2.7, 1975'de 4.5, 1980'de 6, 1985'de 7.2, 1990 yılı sonrasında ise 12 milyonu aştığı tahmin edilirken (Olalı, 1983,41, Doğanay, 1990, 298, 1995, 541). Türkiye genelinde turistik belgeli konaklama tesislerinde kalanların sayısının 1991 yılında 3.828.585 kişi (Köksal, 1994 ) olması da veri teminindeki güçlükleri ve farklılığı açıkça ortaya koymaktadır.

Yurt dışından Türkiye'ye yapılan seyahatler, bunların bölgesel dağılışı, ülkemizdeki bazı alanların turizm potansiyeli ve sorunları ile ilgili çalışmalar yer

3

Page 39: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

alırken (Soykan, 1993, 1994, Koçman, 1996, Somuncu, 1994, 1996, Kalelioğlu, 1996, Doğaner, 1991, 94, 98, Akkan-Tuncel, 1990, Tuncel-Doğaner, 1989, Doğanay,1989 a-b, 1992, 1994, Özey, 1989, Doğu- Çicek-Gürgen, 1998, Kara,1994, Doğu-vd, 1993, Akkan-Gürgen,1993, Akkan-vd,1993,Yılmaz, 1994, Tuncel, 1996, Yiğit, 1994, Köksal, 1972, 1994, Arıkan, 1994 ) veri yetersizliği nedeniyle yerli turist miktarının ne kadar olduğu nerelere gittiği, istekleri ve tercihleri hakkında yeterli bilgilere sahip değiliz. Bu olumsuzluklar sebebiyle yurtiçinden turizm faaliyetine katılanlar ve bilhassa bir alandan veya herhangi bir yerleşme yerinden yapılan seyahatlerle ilgili çalışmanın olmaması bizi böyle bir çalışma yapmaya yöneltmiştir.

Çalışmamızda turistin daimi oturduğu yerde bilgi toplanmasına dayanan üçüncü yöntemi kullandık. Yöntemin esası ülke genelindeki tüm yerleşim birimlerine veya bir bölgedeki çeşitli merkezlere yada belirli bir merkezde oturan nüfusa anket uygulanarak ülke, bölge veya merkezde oturan nüfusun turizm eğilimi tespit edilmeye çalışılır. Kısaca burada oturanların turizm olayı ile ilişkisi ortaya konulur. Bu yöntemde ülke veya bölge geneline ait en iyi sonuç nüfus sayımlarında bütün halka konu ile ilgili sorular yöneltilerek alınabilir. Fakat bu uygulama nüfus sayımları oldukça uzun aralıklarla yapıldığından ve turizm faaliyetine yönelik sorular nüfus sayımlarında yer almadığından, ayrıca bu tip soruların eklenmesi mali külfeti artıracağından uygulanamamaktadır. Yukarıdaki olumsuzluklar nedeniyle dünya genelinde de bu konuya ait veriler ister ülke, ister bölge veya seçilmiş belirli merkezler de olsun, çalışma sahalarında belirli kitleleri temsil edecek grupların örnekleme veya sondaj yolları ile tespit edilerek toplanmasıyla gerçekleştirilir (Toskay, 1983, İçöz, 1998).

Çalışmamızı Doğu Anadolu Bölgesi Yukarı Fırat Bölümünde yer alan 250.000 nüfuslu Elazığ şehrinde üçüncü yöntemi kullanarak gerçekleştirdik (Şekil.1). Şehirde özel ve resmi sektörde değişik konumda (işçi, memur, yönetici, serbest meslek vb.) çalışanlar arasında uyguladığımız anketle turizm faaliyetine katılanların yaş, cinsiyet, gelir, eğitim, aile büyüklüğü gibi sosyal ve ekonomik durumları ile turizm faaliyetine katılım eğilimini ortaya koymaya çalıştık. Bu amaçla tatile çıkan kişilerin, tatil için en çok hangi il ve bölgeleri tercih ettiklerini, buralara gitmek için kullandıkları ulaşım tipini, konaklama tercihlerini, tatil bütçelerini, tatil yerlerinde karşılaştıkları sorunları ve gelecekteki tatil planlarını tespit etmeye çalıştık.

4

Page 40: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2.TATİLE ÇIKANLARIN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMLARI

2.1. CİNSİYET TURİZM İLİŞKİSİ: Cinsiyet turizm faaliyetine katılım ilişkisi açısından toplumların gelişmişlik yapılarına bağlı olarak aralarında bir farklılık bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kadınların turizme katılım oranları erkeklere nazaran fazlalaşmaktayken (Özgüç,1984, 31. Toskay,1983, 129) dünya genelinde erkeklerin kadınlara nazaran turizm faaliyetine katılımları hala yüksek orandadır (İçöz, Kozak,1988, 128). Sahamızda da bu eğilim yani turizme faaliyetlerine katılımda erkeklerin kadınlara nazaran oransal yüksekliği açıkça kendini göstermektedir. Bu iki farklı cinsiyetin ekonomik yapıdaki dengesizliği şehirdeki faal nüfusu içinde de görülmektedir. Nitekim 1990 yılında şehirdeki toplam faal nüfusun (42.925) %90.27'sinin erkekler, %9.73'nün de (4.174) bayanlardan oluşması, çalışma hayatında hem bayanların sayıca azlığını göstermekte, hem de turizme katılımda iki cins arasındaki oransal farklılığın nedenini ortaya koymaktadır

Tablo :1. Turizm Faaliyetine Katılanlarda Cinsiyet ve Medeni Durumu Erkek % Kadın % Toplam %

Evli 446 70 97 59 543 67 Bekar 195 30 68 41 263 33

Toplam 641 80 165 20 806 100 Kaynak: Anket Sonuçları

5

Page 41: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

. Bu dengesizlik çalışmamıza da yansıdığından, erkek nüfus miktarı bayan nüfus miktarından yüksek çıkmaktadır. Nitekim ankete katılanların %80'i erkek, %20'si kadındır ve bunların %67'si evli (Erkeklerin %70'i, Kadınların %59'u), %33'ü ise bekardır. (Erkeklerin %30, Kadınların %41) (Tablo.1).

2.2. AİLE BÜYÜKLÜĞÜ: Evli olup olmama, ailenin kalabalık olması, çocuk sayısının artması seyahate çıkma yoğunluğunu, zamanını, ulaşım araç tipini etkilemektedir (Toskay, 1983, 133, Özgüç, 1998, 35). Elazığ şehrinde de tatile çıkanların %67'si evli, %33'ü bekar kişilerden oluşmaktadır. Tatile çıkma yoğunluğu bekar ve çocuksuz ailelerde fazlayken, çocuk sayısının artışına bağlı olarak bu oran azalmaktadır. Evlilerin %88'i çocuk sahibi iken, geriye kalan %12'lik kesimin hiç çocuğu yoktur ve sahip olunan çocuk sayısı bakımından iki çocuklu aile sayısı daha fazladır. (Tablo:2) Çocuk sayısının fazlalığı aile büyüklüğünü artırdığı için tatil maliyeti yükselmekte ve tatile çıkanların oranı düşmektedir. Nitekim tatile çıkanların %70'den fazlasının 4 kişilik aile büyüklüğüne ve iki çocuğa sahip olması tatile çıkma yoğunluğu ile aile büyüklüğü arasındaki ilişkiyi açıkça göstermekte ve sonuçta tatile çıkma oranı çocuk sayısına, çocuğun yaşına bağlı olarak aile büyüklüğü azaldıkça artmakta tersine aile büyüklüğü artıkça da azalmaktadır.

Tab o:2. Tatile Gidenlerde Aile Büyüklüğü ve Çocuk Sayısı l Evli Bek Top. 1 % 2 % 3 % 4 % 5 % 6+ %

AİLE BÜYÜK.

543 263 806 263 33 68 8 145 18 185 23 86 11 59 7

Kaynak: Anket Sonuçları

2.3. EĞİTİM DURUMU: Eğitim düzeyindeki yükselme aynı zamanda meslek durumunu ve dolayısıyla gelir seviyesini (Toskay,1983,135) etkilediği için eğitim düzeyi ile turizm talebi arasında güçlü bir ilişki vardır. Daha fazla eğitim almış olan insanların, değişik yerleri tanıma ve öğrenme eğilimleri (İçöz, 1998, 129) kişilerin seyahat isteğinden, tatil yerinin seçimine, amacına, kalma süresine kadar turizmle ilgili bir çok konuyu direkt etkilemektedir. Nitekim alanımızda da eğitim seviyesinin yükselmesine bağlı olarak tatile çıkanların sayısı artmaktadır. Tatile çıkanların %47'si yüksek okul mezunu iken bu oran eğitim seviyesinin düşüşüne paralel olarak azalmakta ve ilkokul mezunlarında %5'e kadar inmektedir (Tablo:3).

6

Page 42: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Tab o:3. Tatile Gidenlerde Eğitim Durumu l Cinsiyet İlkokul % Ortaokul % Lise % Y.O % Toplam Erkek 35 5 83 13 236 37 287 45 641 Kadın - 8 5 64 39 93 56 165

Toplam 35 5 91 11 300 37 380 47 806 Kaynak: Anket Sonuçları

2. 4. İŞYERİNDEKİ STATÜ: Kişinin mesleği ve meslekteki mevkii onun gelir seviyesini etkilediği için seyahat yoğunluğu ve biçimini doğrudan etkilemektedir. Sahamızda en az seyahat edenler işyerini tatil için istediği zaman kapatamayan (Tamirci, Marangoz, Butik işletmecisi vb) serbest meslek sahipleridir. (Tablo:4). Öte yandan gerek özel gerekse kamu işyerlerinde çeşitli kademelerde çalışanlarda seyahat oranı artmakta, kendine ait işyeri olanların seyahat oranı yüksek olmakla beraber seyahat süreleri kısıtlıdır. Bu grup içinde genelde kısa süreli iş seyahatleri (mal ve makine alımı, özel anlaşmalar yapmak için gidişler vb) daha fazla ağırlık kazanmaktadır. Sonuçta seyahat yoğunluğu kamu ve özel sektörde çalışan memurlarda en üst seviyededir ve bunları sırasıyla işçiler ile yöneticiler takip etmektedir.

Tablo: 4. Tatile Gidenlerin İşyeri ve İşyerindeki Statüleri.

İşyeri Kişi % Konum Kişi % Özel işyeri 195 24 Yönetici 234 29 Kendi işyeri 134 17 İşçi 248 31 Serbest 96 12 Memur 303 37 Kamu 381 47 Diğer 21 3 Toplam 806 100 Toplam 806 100

Kaynak: Anket Sonuçları

2. 5. YAŞ GRUBU: Kişinin yaşı ile seyahate katılım oranı arasında yakın bir ilişki vardır. Genelde seyahate çıkan insanların büyük bir kesimini 25-65 yaş grubu oluşturmaktadır. Bu yaş grubunun en büyük özelliği düzenli bir işe sahip olan insanların bu grup içerisinde fazlalaşması (İçöz, 1998, 127, Toskay, 1983, 127) ve ileri yaş grubunda gelirin azalması, sağlık problemlerinin artışı seyahat çıkan kişi sayısını azaltmaktadır (Özgüç, 1998, 35). Alanımızdan seyahate katılanların %80'ninin 40 yaşın altındaki kişilerden oluşması ve ileri yaş grubunda oranın azalmasında yukarıdaki nedenlerin yanında çalışmamızı faal nüfus içinde yürütmemizin etkisi vardır. Zira emekli olan nüfus faal olmaması nedeniyle büyük bir oranda anket dışında kalmıştır. Tablodan da anlaşıldığı üzere genç yaş grubunda seyahat yoğunluğu artarken ileri yaşlarda azalmaktadır. 20-30 yaş grubunda yoğunluğun fazla olmasında bir işe ve gelire sahip olma, aile

7

Page 43: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

bağımlılığının azlığı (263 kişi bekar), çocuksuz (68 kişi) ve tek çocuklu olma (145 kişi) ve sağlık problemlerinin en alt seviyede olması etkili faktörlerdir (Tablo:5).

Tablo:5. Tatile Gidenlerin Yaş Grubu Yaş grubu 20-30 30-40 40-50 50+ Toplam

Kişi 418 229 126 33 806 % 52 28 16 4 100

Kaynak: Anket Sonuçları

2. 6. AYLIK GELİR : Potansiyel bir turist kendi gelir düzeyini, gideceği bölgedeki fiyat düzeyini dikkate almak zorunda olduğundan (İçöz,1998,98) ekonomik durum her sektörde olduğu gibi turizm olayında da önemli bir etkendir. Zira yeterli satın alma gücüne sahip olmayan bir kimsenin turizm olayına katılması beklenemez. Alanımızda seyahat olayına katılanların %42'si 100 milyonunu altında %58'i ise 100 milyonun üzerinde aylık gelire sahiptir. %42'lik kesimin büyük bir çoğunluğu özel ve kamu sektöründe asgari ücretle çalışan kişileri içine almaktadır (Tablo:6). Diğer kesim ise normal devlet memuru ve özel sektörde yüksek ücret alan grubu oluşturur.

Tablo:6. Tatile Gidenlerin Aylık Gelir Durumu Aylık Gelir (milyon) 50-100 100-150 150-200 200+ Toplam Kişi 340 264 153 49 806 % 42 33 19 6 100

Kaynak: Anket Sonuçları

Gelir seviyesinin bu kadar düşük olmasında ailede çalışan kişi sayısı önemli ölçüde etkilidir. Genelde ülkemizde ailede çalışan kişi sayısının azlığı ve bağımlı nüfus oranının yüksekliği (Doğanay,1997,168) alanımızda da kendini gösterir. Nitekim turizm faaliyetine katılanların %49'da (396) aile içerisinde bir kişinin çalışıyor olması da gelir seviyesindeki düşüklüğün sebebini ortaya çıkarmaktadır. Bu kesimi ailede iki kişinin çalıştığı grup %37'lik oranla takip eder (Tablo:7). Ailede 3 ve 4 kişinin çalıştığı grup içerisinde genelde bekarlar ağırlıktadır ve çoğunluğu aileleriyle beraber kaldıkları için ailede çalışan kişi sayısı yükselmekte fakat bu durum kişisel gelirin düşüklüğünü engelleyemediğinden tatile çıkanlar içindeki oranı azalmaktadır ( Tablo.7).

Ailelerin gelirindeki yetersizlik tatil için ayrılabilir para miktarını azalttığından ileride görüleceği gibi turizm faaliyetine katılanların konaklama, ulaşım tipi, tatil süresi vb. tercihlerini direkt etkilemektedir.

8

Page 44: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

T ablo:7. Ailede Çalışan Kişi Sayısı.

Ailede Çalışan Kişi sayısı 1 2 3 4+ Toplam Kişi 396 301 88 21 806 % 49 37 11 3 100

Kaynak: Anket Sonuçları

3.YER ŞEÇİMİNDE ETKİLİ OLAN FAKTÖRLER

3.1. SEYAHATE ÇIKIŞ NEDENİ: Ankete katılanların %52'si tatil, geriye kalan %48'i ise iş, ziyaret, kültürel, sağlık amacıyla seyahate katılmışlardır. Ziyaret, kültür ve tatil amaçlı olarak gidenleri ele aldığımızda seyahate çıkan kişilerin yaklaşık %85'i tatil amacıyla turizm faaliyetine katılmıştır (Tablo:8).

Tatil, ziyaret, sağlık, spor ve kültürel amaçlı gidenlerin gidecekleri yeri seçim imkanı fazlayken, iş ve eğitim amacıyla gidenlerde yer seçim şansı daha azdır. Zira kendi işi için veya çalıştığı kamu yada özel kurum yönetiminin direktifleri çerçevesinde seminer vb amaçlar doğrultusunda kararlaştırılmış bir merkeze gidildiğinden giden kişilerin yer seçim şansı hemen hemen hiç yoktur.

Bir kişinin turist sayılabilmesi için gittiği yerde bir kazanç sağlamaması gerektiği hususu göz önünde bulundurulursa (Doğanay, 1990, Özgüç, 1998, Toskay, 1983) alanımızdan iş sebebi ile giden %15'lik kesimin kazanç sağlayıp sağlamadığını tespit mümkün olmadığından genel oran dışında tutarsak geriye kalan %85'lik kesimin direkt turizm faaliyetine katıldığını söyleyebiliriz.

Tablo: 8. Tatile Çıkanların Gidiş nedenleri

Seyahat nedeni Tatil İş Ziyaret Eğitim Kültürel Sağlık, Spor Toplam Kişi 422 119 110 62 53 40 806 % 52 15 14 8 6 5

Kaynak: Anket Sonuçları

3. 2. TATİLE ÇIKIŞ DÖNEMLERİ: Alanımızın turistik alanlara olan uzaklığı ve genel tercihin kıyı turizmine yönelik olması turizm faaliyetine katılacakların daha geniş zamana ihtiyaç duyması nedeniyle seyahatler en çok yıllık izin döneminde gerçekleştirilmiştir. Bunu eğitimcilerin izin dönemi ve çocuklu ailelerin izinlerini okulların tatil olduğu zamanda almayı tercih etmeleri nedeniyle okulların tatil dönemi takip etmektedir.

Bayram ve resmi tatil dönemlerinde seyahate çıkış oranı, tatil süresinin kısalığı ve yıl içindeki dönemi (kış aylarına denk gelip gelmemesi) önemli rol

9

Page 45: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

oynadığından tatile gidenlerin oranı azalarak %7'lere düşmektedir ( Tablo :9). Diğerleri başlığı altında yer alan grupta rapor, izin (kamu görevi, mazeret vb) ve sağlık amaçlı gerçekleştirilen seyahatleri içine aldığı için en düşük 2 dönemden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sonuçta, ailedeki çocuğun okul , kişilerin mesleki durumu (eğitimci vb), seyahatin çeşidi ve amacı (deniz turizmi ve akraba ziyareti vb), mevsim durumu (kış, yaz vb), tatil süresi gibi nedenler tatile çıkışı etkilemektedir. Yukarıdaki sebepler doğrultusunda alanımızdan seyahate çıkanların oranı yaz sezonu ve bilhassa Temmuz ile Ağustos aylarında artmakta, geriye kalan aylarda ise azalma göstermektedir.

Tablo :9. Tatile Çıkış Dönemleri

Seyahate Çıkış Zamanı Yıllık İzin Okul Tatili Resmi Tatil Diğerleri Toplam Kişi 421 258 60 67 806 % 52 32 7 9 100

Kaynak: Anket Sonuçları

3. 3. ULAŞIM TÜRÜ: Ulaşım insanların turistik amaçlarla yaptıkları seyahatlerde belirli merkezlere taşınmasında önemli rol oynar." Ulaştırma türüne olan talebi fiyat, gelir, zaman, hız, rahatlık gibi faktörler etkilemektedir (Gürdal,1990 ). Sahamızdan yapılan seyahatlerde %56’lık oranla otobüs ilk sırayı almakta ve onu özel oto, uçak, tren gibi ulaşım vasıtaları takip etmektedir (Tablo:10).

Tablo:10. Tatile Gidenlerin Kullandığı Araç Tipi Ulaşım Sektörü Otobüs Özel oto Uçak Tren Toplam

Kişi 449 290 60 7 806 % 56 36 7 1 100

Kaynak: Anket Sonuçları

Otobüsün tercihlerde ilk sırayı almasında alandaki gelir düşüklüğü, aile büyüklüğü, sahanın diğer turizm bölgelerine olan uzaklığı önemli rol oynamıştır. Yukarıdaki nedenler ucuz ve rahat sektörlerden birisi olan otobüsle ulaşım tercihini artırmıştır.

Özel oto rahatlık ve hız açısından çok tercih edilmiş olmasına rağmen, oto sahipliğinin azlığı, gidilecek mesafeye bağlı olarak yorucu olması ve fazla masraflı oluşu nedeniyle tercihlerde ikinci sırada kalmıştır.

10

Page 46: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Uçağın az tercih edilmesinde fiyatındaki yükseklik, her yere seferin olmaması ve aktarma yapma gibi zorunluluklar etkili faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Tercih edenlerin çoğunluğunu yurtdışı seyahatlerine katılanlar ile kamu görevi ve rahatsızlık nedeniyle gidenler oluşturmaktadır.

Tren ucuz olmasına rağmen hızının yetersizliği, çok zaman harcanması ve her yere gitme imkanının bulunmaması nedeniyle fazla tercih edilmeyen ulaşım türüdür (Tablo:11).

Tablo:11 Ulaşım Tercihindeki Etkenler Tercih Nedeni

Ucuzluk Rahatlık Hız Alternatif Olmaması

Toplam

Kişi 414 278 78 36 806 % 51 34 10 5 100

Kaynak: Anket Sonuçları

3. 4. TATİLDE KALINAN SÜRE: Turizm bütçesi ile ulaşım ve konaklama harcamaları arasında yakın bir ilişki söz konusudur (Gürdal, 1990, 27). Ulaşım ve konaklamaya yapılan harcama miktarı tatil bütçesini etkileyeceği için konaklama ve ulaşım şekli tatildeki kalma süresini etkilemektedir.

Alanımızdan tatile gidenlerin %61’i 15 günden az, geriye kalan %39’u ise 15 günden fazla süreyle tatil yapmışlardır. 15 günden az tatil yapanların büyük bir çoğunluğu ise 7 günden fazla 15 günden az konaklama yapmıştır.

15 günden fazla tatil yapan kesimin %23’ü 15 günden fazla 30 günden az, %16'sı 30 günden fazla tatil yapmışlardır. Konaklama açısından en yüksek oranı 7-15 gün arasında (%41) kalanlar teşkil etmektedir (Tablo:12).

Tablo:12. Tatilde Kalınan Süre (Gün)

Tatilde Kalınan Süre 7< 7=15 15-30 30> Toplam Kişi 160 334 182 130 806 % 20 41 23 16 100

Kaynak: Anket Sonuçları

Sonuçta 7 günden az sürede konaklama yapanların içinde, özel sektöre ait ticari bir konaklama tesisinde kalanlar ile tatil için zamanı olmayan kişiler daha fazla ağırlık taşır. Çeşitli kamu kamplarında (D.S.İ, Karayolları vb), ve düşük maliyetli özel konaklama tesislerinde (pansiyon vb) kalanlar ile akraba, arkadaş, eş dost vb. yanında kalanlar nedeniyle En yüksek oranı 7-15 gün arasında (%41) konaklayanlar almaktadır Kısaca tatile gidenlerin %61’i 1-15 gün arasında tatil

11

Page 47: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

yapmış, geriye kalanlar ise konaklama tipinde görüleceği gibi yazlıklarda veya ailesinin yanında kalanları içine almakta ve bunların içinde de 15-30 gün arasında konaklayanlar daha fazla ağırlık taşımaktadır.

3. 5. KONAKLAMA ŞEKLİ: Kelime anlamıyla konaklama "turizmde geceleme ve beslenmeyi içine alan bir terimdir (Özgüç, 1998,115). Bu faaliyetlerin yürütülmesi için kurulmuş tesislerde " yerli ve yabancı turistler geceleme yaptığı için konaklama tesisleri adı verilir (Doğanay,1990, 300, 1995,571). Turizmdeki konaklama Tesisleri geleneksel ve tamamlayıcı (Doğanay,1995,571) veya ticari yada özel diye sınıflandırılmaktadır (Özgüç, 1998, 115 ).

Elazığ’dan tatile gidenlerin %49’u ticari , %51’i ise özel konaklama tesislerinde konaklamışlardır. Ticari tipte tesislerde konaklama yapanların %14’ü resmi kurumlara ait kamp ve misafirhanelerde geriye kalan %35’i de özel sektöre ait otel, pansiyon, kamping gibi işletmelerde konaklamışlardır (Tablo:13).

T ablo: 13. Tatildeki Konaklama Şekli

TİCARİ Kişi % TİCARİ OLMAYAN Kişi % Resmi Toplam 114 14 Eş dost 365 45 Kamu kampı 56 7 Yazlık 49 6 Misafirhane 58 7 Özel Sektör Toplam 278 35 Otel, Motel vb. 216 27 Pansiyon 45 6 Kamping 17 2 Ticari Genel Toplam 392 49 Ticari Olmayan Genel Top. 414 51

Kaynak: Anket Sonuçları

Özel konaklama tesislerinde kalanların %45’i eş, dost, akraba ve ailesinin yanında, geriye kalan %6’sı ise kendine ait yazlıklarda konaklamıştır. Konaklama ve ulaşım harcamalarının tatil bütçesinin büyük bir kısmını götürdüğü göz önünde tutulursa tatil yerinin tercihinde eş, dost ve akraba varlığının büyük oranda etkili olmasının ana nedeni açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu duruma ekonomik yapının yetersizliği , çalışan kitle sayısının düşüklüğü ve aile büyüklüğü, gelirin azlığı önemli ölçüde etki yapmaktadır. Özel konaklama yapanların toplam sayısının 414 kişi olması ve geliri düşük grupta 340 kişinin bulunması gelir durumu ile konaklamaya tipi arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından ilginçtir.

Ayrıca kalınan süre ile ekonomik yapı arasındaki yakın ilişki nedeniyle, ticari konaklama tesislerinde kalanların oranı (%49) ve kalma süreleri azalırken,

12

Page 48: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ticari olmayan tesislerde kalanların oranında bir yükselme meydana gelmektedir. Sonuçta 15 günden az kalanların büyük bir çoğunluğu ticari konaklama tesislerinde kalmış ve kamu tesisleri %14’lük bir oranla bu konaklama olayına yardımcı olurken, oran açısından en büyük payı özel sektör gerçekleştirmiştir.

3. 6. TATİL HARCAMA MİKTARI VE ŞEKLİ: Tatil harcama miktarında tatile çıkanların %39’u 100 milyondan az, geriye kalan %61’i ise 100 milyondan fazla harcama yapmıştır (Tablo:14). Kısaca tatile gidenlerin büyük bir çoğunluğunun ekonomik durumlarını aştıkları ve bir nevi borca girdikleri aylık gelir tablosuyla karşılaştırıldığında daha net ortaya çıkmaktadır. Nitekim toplam içinde 100 milyonun altında gelire sahip olanların oranının %42 olması (Tablo.6) ve harcama tablosunda bu oranın %39’a düşmesi, %3’lük bir kesimin borca girdiğini ve sonraki yıl için tatil planı yapamadıklarını görmekteyiz. Bu durum gelecekte tatile çıkmayı düşünmeyen ve plan yapmayan kişi sayısının yükselmesindeki ana nedenlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tablo:14. Tatilde Yapılan Harcama Miktarı ve Türü Harcama miktarı Kişi % Harcama Türü Kişi %

50 - 100 315 39 Alışveriş, Eğlence 494 61 100 - 150 168 21 Ulaşım 170 21 150 - 200 213 26 Konaklama 142 18

200 + 110 14 Toplam 806 100 Toplam 806 100

Kaynak: Anket Sonuçları

Tatile çıkanların tatil bütçesinden en fazla masraf yaptıkları kalemlere baktığımızda, %61’le alışveriş ve eğlence ilk sırada yer almakta ve bunu , %21 ulaşım, %18 ile konaklama harcamaları takip etmektedir.

Alışveriş ve eğlence kalemi için en fazla harcama yapılmasının nedenleri olarak, Aile ve akraba yanında kalınması nedeniyle konaklamaya ödeme yapmamalarına rağmen kaldıkları yerde genel harcamalara yapılan katkılar, Aile ve akraba yanına giderken alınan hediyeler için yapılan ödemeler, Gidilen yerdeki fiyatların geldikleri yerdeki fiyatlara nazaran düşüklüğü nedeniyle kendi ve ailesinin ihtiyaçları için yapılan alışveriş harcamalarını sayabiliriz.

Ulaşım giderlerinin ikinci sırayı almasının nedenleri ise, tatil esnasında bir kaç merkeze gidilmesi ve alanın turistik merkezlere olan uzaklığı nedeniyle mesafenin artışı, tatile özel oto ile çıkanların bulunması, ailedeki fert sayısının ulaşım masraflarını artırmasını verebiliriz.

13

Page 49: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Konaklamanın son sırada bulunmasının nedeni olarak da, tatile giden kesimin %51'lik bölümünün eş, dost,akraba evinde ve yazlıklarda kalması, tatile çıkıp da ticari tipteki konaklama tesislerinde kalan %49'luk oran içinde yer alan %14'lük kesimin özel sektöre ait tesislerden daha ucuz olan kamu kamp ve misafirhanelerinde kalmış olmasını gösterebiliriz (Tablo.13).

3.7. TATİLDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR: Tatile çıkanların %21’i tatil esnasında hiç bir sorun yaşamamışken, geriye kalan %79’u tatilde bir takım sorunlarla karşılaşmıştır (Tablo:15). Tatilde karşılaşılan sorunlar içinde ilk sırayı ulaşım ve zaman yetersizliği almaktadır. Ulaşım sorununu en çok tatile özel aracı ile çıkanların yanı sıra otobüs gibi ulaşım araçlarından faydalananlarda yaşamışlardır. Gidenlerin büyük bir çoğunluğu turizm ve yaz sezonu nedeniyle karşılaştıkları trafik yoğunluğundan ve sürücülerin trafik kurallarına yeterince uymamasından şikayet etmektedir. Zaman yetersizliği ise gerek tatil maliyetinin yükselmesi ve bütçe yetersizliği nedeniyle tatilin kısa kesilmesi ve gerekse de tatil için yeteri kadar zamanı olmayan işlerde çalışan (serbest meslek sahipleri vb) kitleyi içine almaktadır.

Ekonomik sorun ise genelde gelirin yetersizliği nedeniyle tatil süresi ve harcama miktarından kısıtlama yapılmasının ortaya çıkardığı bir olgudur. Üçüncü sırada sağlık sorunları gelmektedir ki her ne kadar giden nüfus içinde yaşlı miktarının az olmasına rağmen turizm mevsiminin sıcak yaz aylarına denk gelmesi ve büyük bir kesimin deniz turizmini seçmesi nedeniyle hava sıcaklıklarının yüksek olmasının ortaya çıkardığı olumsuzluklar ve bundan kaynaklanan çeşitli sağlık sorunlarıdır. Tatile çıkanların çok az kesimi (%4) kaza ve hırsızlık gibi adli problemlerle karşılaşmıştır.

Tablo:15. Tatil Esnasında Karşılaşılan Sorunlar

SORUNLAR KİŞİ % Ulaşım, Zaman 235 29 Ekonomik 213 27 Sağlık 152 19 Adli 34 4 Sorunsuz 172 21

Toplam 806 100 Kaynak: Anket Sonuçları

3. 8. TATİL YERİ KARARI VE TERCİH NEDENİ : Tatil yeri seçiminde tatile çıkanların %49’u tek başına bu kararı vermiş, bunu ailece karar alanlar takip etmiştir. Bekarların yanı sıra evli olanların büyük bir çoğunluğunun da aile reisi olma sıfatıyla aile üyelerinin karşı çıkmayacağı düşüncesiyle onların fikrini almadan karar vermiş olması tek başına karar alanların oranını yükseltmektedir

14

Page 50: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

(Tablo:16). Tatile çıkanların % 44’ü ise aile bireyleri ve çocukların isteği doğrultusunda diğer faktörleri de göz önünde bulundurarak (mali, akraba varlığı vb) yer seçimine karar vermişlerdir. Son grubu kamu ve özel sektörde çalışanlar oluşturmaktadır. Bunlar yönetim tarafından çeşitli amaçlar doğrultusunda (seminer, görevli, iş vb) gönderildikleri için yer seçiminde tercih kararını kendileri vermemişlerdir.

Tablo:16. Tatil Yerinin Seçiminde Karar Şekli

Karar Şekli Tek başına Ailece Diğer Toplam Kişi 395 355 56 806 % 49 44 7 100

Kaynak: Anket Sonuçları

Tablo:17. Tatil Yerinin Seçiminde Etkili Olan Faktörler Çekicilikler Türü Kişi %

Doğal Deniz,şehir,su,dağ vb. 258 32 Beşeri Tarihi, kültürel, Dini 185 23 Ekonomik Fiyat, Ulaşım, Akraba 363 45

Toplam 806 100 Kaynak: Anket Sonuçları

Tabloda 17' de görüldüğü gibi tatil yeri seçiminde doğal, beşeri , ekonomik ve sosyal faktörler değişik ölçüde rol oynamaktadır. Hemen hemen tüm yer seçiminde doğal faktörlerin yanı sıra ekonomik ve sosyal faktörler içinde yer alan eş,dost, akraba varlığı etkili olmuş, kısaca tatile çıkanların büyük bir çoğunluğu bu avantajı birinci sırada göz önünde tutmuşlardır. Zaten tatil bütçesi harcama türünde de konaklama için harcama yapanların sayısının diğer harcama türlerine göre az sayıda olması da yukarıdaki nedenlerdendir.

4. TATİL İÇİN TERCİH EDİLEN BÖLGELER

Tatil yerinin tercihinde, tatile çıkanların tatil bütçesi, gidilen yerdeki fiyatlar tatil maliyeti önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Herhangi bir tatil yerindeki fiyatın yüksekliği ile yurtiçi ve yurtdışı talep yoğunluğu arasındaki ilişki göz önünde bulundurulduğunda, yurtdışı talebin daha yoğun olduğu alanlarda fiyatlar çok yükselmektedir. Yurtdışında tanınma ve sahaya olan talep yoğunluğunun bir göstergesi de orada konaklama yapan yerli ve yabancı turist miktarlarıdır ki olaya bu açıdan baktığımızda Akdeniz bölgesi (%62.90) başta gelmekte onu Marmara bölgesi (%32.4) takip etmektedir (Soykan,1993). Kısaca yukarıdaki verilerden de anlaşıldığı gibi dış turizm açısından Akdeniz ve Ege’nin

15

Page 51: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

güney kıyı kesimlerinde iç turizme nazaran dış turizm daha ağır basmaktadır (Özgüç,1998,605-607). Birde buna yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerin aynı dönemlerde (Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında) yoğunlaşması (Soykan,1993) eklenince yurtiçi seyahatlerinde azalmalar meydana gelmektedir.

Tablo:18. Tatile Gidenlerin Bölge Tercihleri

BÖLGE Kişi % Marmara 274 29 Akdeniz 211 22 Ege 176 19 İç Anadolu 141 15 Doğu Anadolu 64 7 Karadeniz 44 5 G.Doğu Anadolu 33 3

Toplam* 943* 100 Kaynak: Anket Sonuçları (* Tablodaki toplam rakamın 806 yerine 943 olmasının nedeni ankete katılan deneklerden bir kısmının (137 kişi) tek bir bölgeyi değil de birkaç bölgeyi tercih etmesinden kaynaklanmaktadır.)

Bu alanlarda her ne kadar çeşitli bütçelere hizmet verecek tesisler bulunmasına rağmen fiyatların yüksek olduğu sahalara gelir durumu düşük kitleler gitmekte çekinmekte ve tatil maliyetini azaltmak için eş, dost akrabanın bulunduğu veya yurtdışı talebin azalması nedeniyle ücretlerin daha düşük seviyede kaldığı diğer bölgelere tercih daha da artmaktadır. Bu etkiler çerçevesinde alanımızdan tatile çıkanların %70’i Marmara, Akdeniz ve Ege olmak üzere üç bölgeyi, geriye kalan %30’u ise kalan 4 bölgeyi tercih etmiştir (Tablo:18, Şekil.2). Tur şeklinde tatil yaparak birkaç bölgeyi gezen %17’si (137 kişi) hariç, alanımızdan tatile çıkanların çoğunluğu bir bölgede tek bir merkezi seçerek orada tatilini geçirmiştir

4. 1. MARMARA BÖLGESİ: Alanımızdan yapılan seyahatlerin %29’unu bünyesinde toplayan bu bölgenin tercihlerde ilk sırada yer almasında, Türkiye’nin en büyük iş ve ticaret potansiyelini elinde bulunduran İstanbul gibi bir vilayetin varlığı, ayrıca sahip oldukları turizm potansiyeli ve gelişmiş sahil yerleşmeleriyle Bursa ve Balıkesir gibi illerin bulunması, Öte yandan bu bölgenin tatil konutu sayısı bakımından ülkemizde ikinci sırayı alması (Ege %48.1, Marmara %33.3) (Doğaner,1998,42), önceki yıllarda alanımızdan başka alanlara yapılan göçlerde yüksek bir oranın bu bölgeyi tercih etmesi nedeniyle (1975-1980 döneminde Elazığ'dan göç eden toplam nüfusun %27’si bu bölgeye gitmiş ve İstanbul’da bölge içinde ilk sırada yer almaktadır.) (Tandoğan, 1989, 13) tanıdık ile akraba

16

Page 52: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

faktörünün artışı ve bunun getirdiği konaklama kolaylığı önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bölgede tercih edilen iller sıralamasında İstanbul %78’le ilk sırada yer almakta, onu %7 ve %6’lık oranlarla Bursa ile Balıkesir illeri takip etmektedir (Tablo:19, Şekil.3). İstanbul'un ilk sırayı almasında yukarıda saydığımız faktörlerin etkisi açıkça görülmektedir. Zira buraya gelen 213 kişiden %62’sinin (132 kişi) eş,dost ve akraba yanında, geriye kalan %38’inin ise ticari konaklama tesislerinde konaklaması da bizi destekler niteliktedir. İstanbul ili, önemli iş ve ticaret merkezi olan şehre iş bağlantısı (malzeme, makine alımı vb) için gelenler (30 kişi iş seyahati) dahil olmak üzere ziyaret -tatil nedeniyle gelen büyük bir kitleyi de kendine çekmiştir. Sahip oldukları turizm potansiyeli ve gelişmiş sahil yerleşmeleriyle Bursa ve Balıkesir illeri de tercihlerde İstanbul'u takip etmiştir. Bu illerimizde de İstanbul’da olduğu gibi tanıdık faktörüne bağlı olarak konaklama kolaylığı önemli rol oynamıştır. Nitekim Bursa'ya gidenlerin %70’i (14 kişi), Balıkesir'e gidenlerin %56’sı (9 kişi) eş, dost ve tanıdık yanında konaklamışlardır.

Tablo: 19. Marmara Bölgesinde En Çok Tercih Edilen İller

İLLER KİŞİ % İstanbul 213 78 Bursa 20 7 Balıkesir 16 6 Diğerleri 25 9

Toplam 274 100 Kaynak: Anket Sonuçları

4. 2. AKDENİZ BÖLGESİ: Bölgeler arasındaki tercihlerde %22’lik oranla ikinci sırada yer alan bu bölgeye gidenlerin %80’ni Antalya ve Mersin illerini seçmişlerdir (Tablo:19, Şekil.2 ve 3.). Antalya’nın tercihlerde ilk sırada yer almasında deniz turizmi ve konaklama imkanlarının fazlalığı önemli rol oynamaktadır. Zira Antalya 1988 yılında Türkiye’deki turistik belgeli yatak kapasitesinin %24’ünü elinde bulundurması (Özgüç, 1988, 598) ve tesis sayısının fazlalığı (Köksal,1994,63) yanında Olympos, Köprülü kanyon, Termessos gibi milli parkları, Manavgat çağlayanı, Kaş, Side, Alanya, Kemer gibi turizme elverişli yerleşmeleri (Doğanay,1995, Özgüç,1998) ile sahip olduğu doğal ve tarihi değerler açısından çok miktarda kişiyi kendine çekmiştir.

17

Page 53: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

18

Page 54: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

19

Page 55: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Alanımızdaki talep yoğunluğunun bu bölgeye kaymasında ve bölgeler arası sıralamada ikinci sırayı almasında diğer bölgelerde olduğu gibi eş, dost ve kamu kamplarındaki konaklama avantajının etkisi fazladır. Nitekim Antalya'ya giden 120 kişinin %25’i (30) eş, dost akraba yanında, %17.5’nun (21 kişi) kamu kamplarında geriye kalan %57.5’un (69 kişi) ise özel ticari işletmelerde kalması da bunu göstermektedir.

Tablo: 20. Akdeniz Bölgesinde En Çok Tercih Edilen İller

İLLER KİŞİ % Antalya 120 57 Mersin 52 25 Adana 33 16 Diğerleri 6 2

Toplam 211 100 Kaynak: Anket Sonuçları

4. 3. EGE BÖLGESİ: İzmir gibi ticari, ekonomik ve kültürel açıdan gelişmiş bir şehrin varlığı, sahip olduğu fuar, kaplıca (Balçova) ve çevresinde turizm bakımından gelişmiş yörelerin (Çeşme, Dikili, Gümüldür vb) sayıca fazlalığı ile İzmir ili, ayrıca kıyı turizmine elverişli merkezleri (Bodrum, Marmaris, Fethiye, Kuşadası, Didim vb.) ve Efes, Milas, Bergama vb tarihi yerlere sahip Muğla Aydın gibi iller nedeniyle bölge oldukça fazla kişiyi kendine çekmiştir. Bu nedenle Elazığ şehrinden seyahate çıkanların %19’u Ege bölgesindeki illeri tercih etmiş ve gidilen bölgeler arasında burası 3. sırada yer almıştır (Tablo.18. Şekil.2).

Tablo: 21. Ege Bölgesinde En Çok Tercih Edilen İller

İLLER KİŞİ % İzmir 100 57 Muğla 32 18 Aydın 26 15 Diğerleri 18 10

Toplam 176 100

Kaynak: Anket Sonuçları

Bölge içerisindeki il tercihlerinde %57’lik oranla İzmir ili ilk sırada yer alırken, onu sırasıyla Muğla ve Aydın illeri takip etmiş, geriye kalan %10 ise Ege bölgesindeki diğer illeri tercih etmiştir (Tablo:21, Şekil.3). İzmir'e gidenlerin %57’si, Muğla’ya gidenin %40’ı, Aydın’a gidenin ise %54’nün eş, dost ve akraba yanında konaklama yapmaları, diğerlerinde olduğu gibi bu bölgeye yapılan tercihlerde de konaklama kolaylığının etkili olduğunu göstermektedir.

20

Page 56: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

4. 4. DİĞER BÖLGELER: Alanımızdan gerçekleştirilen toplam seyahatlerin %30’unu elinde bulunduran ve aşağıda belirtilen 4 bölgeye talep azlığının nedeni olarak, tatile giden kişilerin çoğunluğunun kıyı turizmini tercih etmesi ve bu bölgelerdeki turizm değerlerinin yeterince tanınmamasını gösterebiliriz (Tablo.18, Şekil.2).

4. 4. 1. İÇ ANADOLU BÖLGESİ: Bölgeler arasındaki seyahat tercihlerinde %15’lik oranla 4 sırada yer alan bu bölgeye yapılan seyahatlerde il açısından başkent Ankara yönetim merkezi olması, sağlık, adli ve idari işler nedeniyle yoğunluğu elinde tutmuştur. Nitekim bölgeyi tercih edenlerin %72’sinin bu il’e gitmesi de bunu göstermektedir. Ankara'yı, Mevlana müzesi, Göreme, Ürgüp gibi turistik yer ve alanlarıyla Konya, Kayseri, Nevşehir illeri takip etmektedir (Tablo:22, Şekil.3).

Tablo: 22. İç Anadolu Bölgesinde En Çok Tercih Edilen İller İLLER KİŞİ %

Ankara 102 72 Konya 12 9 Kayseri 10 7 Nevşehir 7 5 Diğerleri 10 7

Toplam 141 100 Kaynak: Anket Sonuçları

4. 4. 2. DOĞU ANADOLU BÖLGESİ: Bir çok doğal ve beşeri turizm değerine

sahip olmasına rağmen (Köksal, 1994,1972, Doğanay,1989) alanımızdan gidenlerce tercih edilen bölgeler sıralamasında %7’lik oranla 5 sırada yer almaktadır. Bölgede tercih edilen iller bazında Malatya %55’lik oranla ilk sırayı almakta onu Bingöl ve Erzurum illeri takip etmektedir (Tablo:23, Şekil.3).

Tablo: 23 Doğu Anadolu Bölgesinde En Çok Tercih Edilen İller İLLER KİŞİ %

Malatya 35 55 Bingöl 9 14 Erzurum 6 9 Diğerleri 14 22

Toplam 64 100 Kaynak: Anket Sonuçları

21

Page 57: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Malatya'nın ilk sırayı almasında Elazığ şehrine yakınlığı nedeniyle daha önceki dönemlerde Elazığ'dan gerçekleşen göçlerde fazla miktarda nüfus alması (1975-1980 döneminde Elazığ'dan göç edenlerin tercihlerinde bu il ilk 5 içinde yer almıştır. Tandoğan,1989,56), ailesi Malatya’da bulunup da Elazığ'da çalışan ve oturan kişi sayısının fazlalığı etkili olmuştur. Yukarıdaki nedenlerden dolayı buraya gerçekleştirilen seyahatler daha çok eş, dost ve aile ziyareti şeklindedir.

4. 4. 3. KARADENİZ BÖLGESİ: Her ne kadar gelecekte yapılması planlanan

seyahatlerde tercih edilecek bölgeler sıralamasında ilk 4 bölge arasına girecekse de, alanımızdan yapılmış olan seyahatlerin bölgesel sıralamasında bölgeler içinde 6 sırada yer almaktadır (Tablo.18, Şekil.2). Alanımızdan tatile gidenlerin büyük bir kısmının deniz turizmini tercih etmesi ve buranın deniz turizmi açısından gösterdiği olumsuzluk (iklim, deniz turizm süresinin kısalığı, plaj alanlarının yetersizliği vb sebepler) talep düşüklüğünün ana nedenidir. Bölge tercihinde Trabzon, Samsun, Ordu illeri %48'lik oranla ilk sırada yer almakta (Tablo:24, Şekil.3) ve yapılan seyahatlerde eş, dost akraba ziyaretleri yoğunluk taşımaktadır.

Tablo: 24. Karadeniz Bölgesinde En Çok Tercih Edilen İller İLLER KİŞİ % Trabzon 9 20 Samsun 6 14 Ordu 6 14 Diğerleri 23 52 Toplam 44 100

Kaynak: Anket Sonuçları 4. 4. 4. GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ: Tatile gidenlerin tercihinde

bölgeler arasında son sırayı alan ( Tablo.18, Şekil.2) bu bölgeye yapılan seyahatlerin büyük bir kısmı akraba, eş dost ziyaretleri şeklindedir. Bölgeye gelenlerin %66'sı tercih sıralamasına göre Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa illerini seçmiştir (Tablo:25, Şekil.3). Bu illerden Diyarbakır'ın ilk sırayı almasında çermik nedeniyle sağlık, Elazığ'dan buraya göç eden nüfus miktarının fazlalığı sebebiyle akraba ziyaretine yönelik seyahatler önemli rol oynamıştır. Bölgede önemli ticari kapasiteye sahip olan Gaziantep iline ticari, Şanlıurfa 'ya ise turistik amaçlı seyahatler fazlalaşır.

22

Page 58: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Tablo: 25 Güneydoğu Anadolu Bölgesinde En Çok Tercih Edilen İller İLLER KİŞİ % Diyarbakır 8 24 Gaziantep 7 21 Şanlıurfa 7 21 Diğerleri 11 34 Toplam 33 100

Kaynak: Anket Sonuçları

4. 5. YURTDIŞI SEYAHATLERİ: Yurtdışı seyahatlerine katılanların %43’ü Almanya’ya gitmiştir (Tablo:26). Buranın ilk sırayı almasında orada çalışan ve oturan vatandaşlarımızın sayıca fazlalığının etkisi vardır. Bu nedenle oradaki akrabalarını ve ailelerini ziyaret amacıyla gidişler önemli rol oynamaktadır. Nitekim Almanya’ya gidenler içinde 2 resmi görevli ve 1 tedavi amaçlı olmak üzere 3 kişi dışında hepsinin yukarıdaki amaçlar çerçevesinde gitmiş olmaları da bizi destekler niteliktedir. Diğer Avrupa ülkeleri içinde hemen hemen aynı şey söz konusudur. Yalnızca Rusya'ya gidişler genelde şirketler vasıtasıyla çalışma amacıyla gidildiğinden turizm açısından değerlendirme yapmamız mümkün değildir. S.Arabistan’a gidişlerde tamamen dini vecibelerin yerine getirilmesi amacıyla yapılmış olduğundan dini turizm ağırlık taşır.

Tablo:26. Yurtdışına Gidilen ve Gidilmesi Düşünülen Ülkeler

ÜLKE GİDEN SAYISI % GİTMEYİ DÜŞÜNEN % Almanya 23 43 35 51 Hollanda 8 15 Rusya 8 15 S.Arabistan 5 9 10 15 İspanya 4 7 8 12 İngiltere 3 6 Fransa 2 4 İtalya 13 19 Kıbrıs 1 2 2 3

Toplam 54 100 68 100 Kaynak: Anket Sonuçları

4. 6. GELECEKTEKİ TERCİH YERLERİ VE SEBEPLERİ: Ankete

katılanların %82’si gelecekte tatile çıkmayı planlarken, %18’i tatile çıkmayı planlamamaktadırlar (Tablo:27). Tatil planı yapmayan ve tatile çıkmayı düşünmeyen kitlenin en büyük problemlerinden birisi ağırlıklı olarak ekonomik sorunlardır.

23

Page 59: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Gelecekte tatil yapılacak yerin seçiminde etkili olan faktörler içinde %31’lik oranla, ilk sırada akraba varlığının yer aldığını görüyoruz. Bu tercihin oransal yüksekliğinde

1. Ailesi başka şehirde olup da ailesinin yanına gitmek isteyenler, 2. Ekonomik nedenlerden dolayı akrabasının olduğu yerleri tercih edenler olmak üzere iki grup önemli rol oynamaktadır.

Geriye kalan %48 ise tatile gitmek için tercih edecekleri yeri daha önceden hiç gitmedikleri yerler olması nedeniyle veya oranın sahip olduğu doğal ve diğer güzellikleri için seçeceklerini belirtmişlerdir (Tablo.27, Şekil.4 ).

Alışkanlık olarak nitelendirerek aynı yere gideceklerini belirtenler içinde iki grup yer almaktadır. Bunlardan birinci grup kendisine ait yazlığı olup da devamlı aynı yere gidenleri, ikinci grup ise daha önce gitmiş oldukları yeri çeşitli nedenlerden (ulaşım kolaylığı, konaklama kolaylığı doğal güzellik vb) dolayı çok severek bir daha aynı yere gitmek isteyenleri içine almaktadır (Tablo.27).

Tablo: 27 Gelecekteki Tatil Yerinin Seçiminde Etkili Olan Faktörler. TERCİH SEBEBİ KİŞİ % Akraba varlığı 205 31 Hiç Gidilmemiş olma 178 27 Güzellik 136 21 Alışkanlık 54 8 Konaklama Kolaylığı 54 8 Ulaşım Kolaylığı 28 4 Diğer 8 1 Toplam 663 100

Kaynak: Anket Sonuçları

Tablo:28. Tatil İçin Gidilen ve Gidilmesi Düşünülen Bölgeler BÖLGE GİDİLEN % GİDİLECEK % Marmara 274 29 110 17 Akdeniz 211 22 180 27 Ege 176 19 151 23 İç Anadolu 141 15 54 8 Doğu Anadolu 64 7 16 2 Karadeniz 44 5 150 23 G.Doğu Anadolu 33 3 2 0 Toplam 943 100 663 100

Kaynak: Anket Sonuçları

24

Page 60: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

25

Page 61: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Gidilmesi düşünülen yerler bölgesel açıdan incelendiğinde Akdeniz bölgesi ilk sırada yer almakta ve onu Ege, Karadeniz, Marmara bölgeleri takip etmektedir (Tablo:28, Şekil.4). Günümüzde yapılmış olan tercihler ile gelecekteki tercihleri bölgeler açısından değerlendirdiğimizde Marmara bölgesinin gelecekte oldukça kayıp vereceğini bunun aksine Akdeniz ve Ege bölgelerinin eskisi gibi cazibesini sürdüreceğini söyleyebiliriz. Burada dikkati çeken gelecekte Karadeniz bölgesinin müthiş bir gelişme göstereceğidir ki bu gelişmede önceki dönemlere göre halkın buraya karşı TV ve basın yayın araçlarının etkisiyle merakının artmış olmasındandır. Nitekim nedenler sorulduğunda doğal manzara, yeşillik ve hiç görülmemiş olmanın ortaya çıkardığı merak faktörünün ön plana çıkması da bunu göstermektedir. Sonuçta gelecekte Karadeniz bölgesinin tercihlerde büyük bir patlama yapacağını ve tercihlerin buraya yoğunlaşacağını söylememiz mümkündür. Öte yandan Akdeniz ve Ege bölgeleri de ulaşım, konaklama açısından gösterdiği uygun avantajlarını kullanarak eski cazibelerini gelecekte de elde tutacaklarını söyleyebiliriz. Yurtdışı seyahatleri açısından gelecekte de Almanya yine ilk sırayı korurken, Venedik vb. gibi turizm merkezleri nedeniyle gidilmesi düşünülen ülkelerden birisi olarak karşımıza İtalya çıkmaktadır. Öte yandan hac olayı ile ilgili olarak Arabistan da önemli ölçüde tercih edilecek yerler olarak gözükmektedir (Tablo.26).

5 . SONUÇ

Elazığ şehrinden seyahate çıkanlar içinde erkek nüfusun kadın nüfusa göre fazlalığı dikkat çekmektedir. Bekar erkeklerde bayanlara nazaran tatile çıkma oranı yükselirken, ailedeki fert sayısının artmasına bağlı olarak masrafların yükselmesi çok kalabalık ailelerde tatile çıkma oranını düşürmektedir. Bu nedenle bekar, evli ve tek çocuklu ailelerde tatile çıkma oranı artarken çocuk sayısı artan ailelerde ise oran azalmaktadır.

Eğitim seviyesinin yükselmesine bağlı olarak tatile çıkanların oranı artarken aksine eğitim seviyesi düştükçe oranı da azalmaktadır. Nitekim tatile çıkma oranı yüksek okul mezunlarında %47'ye kadar çıkarken, ilkokul mezunlarında %5'lere inmektedir.

Tatile çıkışta işyerindeki statü önemli bir etkendir. Kendine ait işyeri olan ve serbest meslekle uğraşanlarda tatile çıkma oranı zaman yetersizliği ve işyerinden ayrılamama gibi nedenlerden dolayı azalırken, gerek özel, gerekse kamu sektöründe çalışanlarda, zaman probleminin pek fazla bulunmaması nedeniyle artmaktadır.

26

Page 62: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Yaş faktörünün tatile çıkıştaki etkisi nedeniyle yaş yükseldikçe tatile çıkışlar azalmakta ve düştükçe de artmaktadır. Nitekim tatile çıkanlar içerisinde 40 yaşın üzerindeki grup %20’ler civarında iken 40 yaşın altında olanların oranı %80’lere kadar yükselmektedir.

Ailelerin gelir durumundaki yetersizlik tatile çıkışı engelleyen önemli faktörlerden birisidir. Ankete katılanların %42'si 100 milyonun altında, geriye kalan %58’i ise 100 milyonun üzerinde aylık gelire sahiptir. Aylık gelirin düşüklüğü ailede çalışan kişi sayısının azlığından kaynaklanmaktadır. Zira ailelerin %49’unda ailede tek kişi çalıştığı için alanımızdaki ailelerde aylık gelir miktarı düşmektedir. Bu olumsuzluk hem ailelerin tatile çıkışını engellemekte hem de tatile çıkanların ekonomik yetersizlik nedeniyle tanıdık kişilerin bulunduğu yerleri seçmelerinden dolayı ailelerin tatil yeri tercihlerini kısıtlamaktadır.

Tatile çıkış dönemi okulların tatil olduğu ve yıllık izinlerin yoğunlaştığı yaz döneminde artış göstermekte, diğer dönemlerde ise azalmaktadır. Tatilde kalınan süre, izin süresinin uzunluğu ve zamanına bağlı olarak değişmekle beraber yaz döneminde artmakta, diğer tatil dönemlerinde (kurban, ramazan bayramı vb) azalmaktadır. Çocukların okul tatilinin başladığı ve okuyan çocuğu olan ailelerin yıllık izinlerini bu dönemde almaları ve tatile giden kesimin genelde kıyı turizmini tercih etmesi nedeniyle yaz sezonu tatile çıkışlarda en fazla tercih edilen dönem olmakta ve Haziran ayından itibaren gidenlerin oranı artmaktadır.

Alanımızın tatil bölgelerine olan uzaklığı ve gelir seviyesinin düşüklüğü tatil seyahatlerinde karayolu ulaşım sektörünü ön plana çıkarmakta ve bilhassa otobüsle ulaşım tercihi artmaktadır. Diğer ulaşım sektörlerinden demiryolu ve havayolu pahalılık, her istenilen yere gidilememesi ve zaman problemi nedeniyle çok az tercih edilmektedir.

Tatile gidenlerin tatil kalış süreleri konaklama şekline göre değişmekte, eş, dost, akraba yanında kalanlarda ve ticari işletmelerde kalanlarda süre azalırken ailesi yanında kalanlar ile kendine ait yazlığı olanlarda bu süre artmaktadır. Yukarıdaki nedenlerden dolayı tatile gidenlerin %61’i 15 günden az, geriye kalanlar ise 15 günden fazla sürede tatil yapmışlar ve bunlarında %51’i eş, dost, akraba, ailesi ve kendine ait evlerde, %49’u ise özel ve resmi sektöre ait çeşitli ticari konaklama tesislerinde konaklamışlardır.

Konaklama masraflarının azalması nedeniyle tatile çıkanların tatil harcama kalemlerinde değişiklikler meydana gelmiş ve ilk sırada yer alması gereken konaklama harcamaları eş,dost ve tanıdık yanında konaklama nedeniyle alt

27

Page 63: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

sıralara inerken, konaklama masraflarının düşüşü alışveriş ve ulaşım harcamalarını artırmıştır.

Tatil için tercih edilen bölgeler sıralamasında Marmara, Akdeniz, Ege bölgeleri ilk sırayı alırken, onu diğer dört bölge takip etmiştir. Gelecekteki tercihlerde günümüzdekinin aksine ilk sırayı Ege bölgesi almakta ve onu Karadeniz ile Marmara bölgeleri takip etmektedir. Yurtdışı seyahatlerde ise çalışan vatandaşlarımızın varlığına bağlı olarak Avrupa ülkeleri ve bilhassa Almanya yine ilk sırada yer almaktadır.

KAYNAKÇA AKKAN,E., TUNCEL,M. 1990. Bilinmeyen Bir Doğal Anıt Otlukbeli Gölü. A.K.D.T.Y.K

Coğrafya Araştırmaları Derg. Sayı.2. ANKARA. AKKAN,E., DOĞU,A.F., ÇİCEK,İ, GÜRGEN,G ,YİĞİTBAŞOĞLU,H., SOMUNCU,M. 281993.

Uzungöl. A.ü. Türkiye Coğrafyası Derg. Sayı. 2. ANKARA. AKKAN,E., GÜRGEN,G.1993. Gaga Gölü (Ordu). A.ü. Türkiye Coğrafyası Derg. Sayı. 2.

ANKARA. ARIKAN, R. 1994. Türkiye'de Ailelerin Turizme Katılımları ve Turizm Harcamaları. Turizm

Yıllığı 1994. ANKARA. DOĞANAY, H. 1989.a. Erzurum’un Termal Turistik Potansiyeli Turizm Yıllığı 1988-1989.

ANKARA. DOĞANAY,H. 1989.b. Erzurum'da Kayak Sporu Turizm ve Başlıca Sorunları. Türkiye Kalkınma

Bankası Turizm Yıllığı 1987. ANKARA. DOĞANAY, H. 1990. Türkiye Turizm Coğrafyası. Atatürk üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Ders Notları. ERZURUM. DOĞANAY, H. 1992. Kurşunlu Termal Turistik Bölgesi Turizm Yıllığı 1992 ANKARA. DOĞANAY, H. 1994 Tortum Çağlayanı ve Turistik Potansiyeli Turizm Yıllığı 1994. ANKARA. DOĞANAY, H. 1995 Türkiye Ekonomik Coğrafyası. Öz Eğitim Yay. No.6. İSTANBUL. DOĞANAY, H. 1997.Türkiye Beşeri Coğrafyası. M.E.B. Yay.2982. İSTANBUL. DOĞANER, S. 1994. Köyceğiz Dalyan Çevresinde Eko-Turizm Turizm Yıllığı 1994. ANKARA. DOĞANER,S. 1998. Türkiye Kıyı Kullanımında Turizm Olgusu Türk Coğrafya Dergisi Say.33

İSTANBUL. DOĞANER,S. 1991. Dağ Turizmine Coğrafi Bir Yaklaşım (Uludağ’da Turizm). A.K.D.T.Y.K

Coğrafya Araştırmaları Derg. Sayı.3. ANKARA. DOĞU,A.F, ÇİCEK,İ, GÜRGEN,G,.1994. Borabay Gölü (Amasya). Ankara üniversitesi Türkiye

Coğrafyası Derg. Sayı.3. ANKARA. DOĞU,A.F. SOMUNCU,M. ÇİCEKİ, TUNCEL,H.,GÜRGEN,G.1993. Kaçkar Dağında Buzul

Şekilleri, Yaylalar ve Turizm. A.ü. Türkiye Coğrafyası Derg. Sayı. 2. ANKARA. GÜRDAL, M.1990. Turizm Ulaştırması. Adım Yay. ANKARA. İÇÖZ,O. KOZAK,M.1998. Turizm Ekonomisi. Turhan Kitapevi. ANKARA. KALELİOĞLU,E. 1996. Van Yöresinde Turizm. A.K.D.T.Y.K Coğrafya Araştırmaları Derg.

Sayı. 4. ANKARA. KARA,H. 1994. Mersin-Erdemli Arasında Gelişen Deniz Turizmi Tarım Alanları İlişkisi ve

Sorunları. Ankara üniversitesi Türkiye Coğrafyası Derg. Sayı.3. ANKARA.

28

Page 64: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

KOÇMAN,A. ÖZGÜZEL,M. 1996. Sağlık ve Deniz Turizmi Açısından Ege Bölgesi Kıyı Kuşağı İklim Koşullarının İncelenmesi. A.K.D.T.Y.k Coğrafya Araştırmaları Derg. Sayı. 4. ANKARA.

KÖKSAL,A.1972. Doğu Anadolu Turizm Coğrafyasına Dair. A.ü.D.T.C.F. Coğrafya Araş. Derg. sayı.5-6 ANKARA.

KÖKSAL,A.1994 Türkiye Turizm Coğrafyası. Gazi Büro Kitapevi. ANKARA. OLALI,H. 1968. Ege Bölgesi Turizmi ve Turizmin Mevsimlik Karakteri. İzmir İktisadi ve Ticari

İlimler Akademisi yay. No.58 İZMİR. OLALI,H. 1983. Turizm Dersleri. İstiklal Matb. İZMİR. OLALI,H. 1990. Turizm Politikası ve Planlanması. İ.Ü. İşletme Fak. yay. No.228. İSTANBUL. ÖZEY,R. 1989. Turizm Bakımından Değerlendirilmemiş Bir Yöremiz Dumlu ve Çevresi. Türkiye

Kalkınma Bankası Turizm Yıllığı 1987. ANKARA. ÖZGÜÇ,N.1977. Sayfiye Yerleşmeleri. ı.ü. Coğrafya Derg. Sayı.22 İSTANBUL. ÖZGÜÇ,N.1998. Turizm Coğrafyası. Çantay Kitapevi. İSTANBUL. SOMUNCU,M. 1996. Rize Ayder Yaylasında Turizm. A.K.D.T.Y.K Coğrafya Araştırmaları

Derg. Sayı. 4. ANKARA. SOYKAN, F. 1993. Bazı Turistik Göstergelere göre Türkiye'de Turizmin Coğrafi Dağılımı ve

Aylar İtibariyle Özellikleri. Turizm Yıllığı 1993. ANKARA. SOYKAN, F.1994. Bozdağlarda (Ege Bölgesi) Rekreatif Yaylacılık. Turizm Yıllığı 1994.

ANKARA. TANDOĞAN,A. 1989. Türkiye'de 1975-1980 Döneminde İller Arası Göçler. Karadeniz Teknik

Üniversitesi Yay. No. 141. TRABZON. TOSKAY,T. 1983. Turizm Olayına Genel Yaklaşım. Der Yay. İSTANBUL. TUNCEL,M.,DOĞANER,S. 1989. Amasya'da Turizm Coğrafi İmkanlar Sorunlar ve Öneriler.

A.K.D.T.Y.K Coğrafya Araştırmaları Derg. Sayı.1. ANKARA. TUNÇEL,H. 1996. Develi İlçesinin Turizm Potansiyeli. Fırat ün. Sos. Bil. Derg. Cilt.8 Sayı.1.

ELAZIĞ. YILMAZ, C. 1994. Türkiye'de Turizmin Geliştirilmesi ve Turizm Gelirlerinin Artırılmasında Batı

Avrupa’daki İşçilerimizden Faydalanma İmkanları. Turizm Yıllığı 1994. ANKARA. YİĞİT,A.1994. Hazar Gölünün Turizm Potansiyeli ve Bugünkü Kullanım Durumu Fırat ün. Sos.

Bil. Derg. Cilt.6 Sayı.1-2 ELAZIĞ.

29

Page 65: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat University Journal of Social Science Cilt: Sayı: , Sayfa:, ELAZIĞ-2001

COĞRAFYA ÇALIŞMALARINDA KONU SEÇİMİ To Determination of the Subject to Study in Geography

Harun TUNÇEL*

Özet

Coğrafya çalışmalarında konu seçerken gözetilmesi gereken bazı ögeler vardır. Bunların bir kısmı, çalışmanın seviyesi, çalışmanın gerekliliği ve yenilik gibi tüm bilimsel çalışmalarda göz önüne alınır. Diğerleri ise, iş disiplini, bilimsel bilgi, yetenek, özgüven, sağlık, çalışma süresi ve dönemi, donanım, gezi ve gözlem imkanları, konaklama gibi farklı ama birbirleriyle ilişkili olan, araştırıcı ve konuya bağlı olarak beliren, gözetilen faktörlerdir.

Bu sebeple çalışma konusu belirleme işlemi kapsamlı ve detaylı bir araştırma, soruşturma, düşünme, yargılama, eleme ve sonuçlandırma sürecidir.

Anahtar Kelimeler; Coğrafya, Yöntembilim, Coğrafya Metodolojisi, Coğrafi Çalışma,

Abstract

In all areas of the scientific studies, some elements are especially taken into account. Some of these may be the level of the study, scientific necessity and originality. Some others could be work discipline, scientific knowledge, working skill, sympathy, physical ability, self confidence, total research time and research term, possibility of observation and accommodation facilities in the field. These elements are related to each other as well as to the subject and researcher.

The determination of the subject to study is a process of a wide inquiry, research,, thought, scientific judgement and elimination.

Key Words: Geography, geographic metodology, geographic study

* Yrd. Doç. Dr., Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü

Page 66: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

GİRİŞ Bir araştırma, genel bilimsel yöntemler düşünüldüğünde, çeşitli aşamalardan

geçirilerek tamamlanabilir. Bunları; -Konu seçimi, -Araştırma evreninin sınırlandırılması, -Araştırma türünün ya da başka bir ifade ile tekniğinin belirlenmesi, -Sözkonusu tekniğin uygulanması, -Bulguların değerlendirilmesi, -Araştırma raporunun yazılması şeklinde belirginleştirmek mümkündür (Bu

konuda ayrıntılı bilgi için özellikle bkz. Kaptan 1977, Tütengil 1978, Karasar 1994 ve Arıkan 1995).

Coğrafyanın genel ya da konuya özel yöntemleri ile ilgili olarak bu güne değin, bir kısmı bibliyografyada verilmiş olan, çeşitli makaleler ve kitaplar yayınlanmıştır (örn. Alagöz 1972, Özgüç 1984, Doğanay 1993). Ancak bunların pek çoğunda bir coğrafi çalışmanın yapılması ve tamamlanması sırasında kullanılacak yöntemler ve karşılaşılabilecek problemlerin çözümünde, rehber olabilecek konular işlenmektedir (örn. Ardel-Kurter-Dönmez 1969, Bilgin 1970, Gözenç 1980, Kurter-Hoşgören 1986 ve Erol 1993).

Bu yazıda ise coğrafyada herhangi bir araştırmaya başlamadan önce, konuya karar verme aşamasında gözetilmesi gereken özellikler, unsurlar ele alınmış ve tanıtılmış, konu seçimi sırasında dikkat edilmesi gerekenlere değinilmiştir.

KONU SEÇİMİNDE BELİRLEYİCİ FAKTÖRLER Araştırma konusu araştırıcı tarafından kararlaştırılacağı gibi, kişiye teklif de

edilebilir. Her iki durumda da öğrenilmesi istenen bir konu vardır. Hangi bilgi alanı ile ilgili olursa olsun konunun kararlaştırılmasında bazı sınırlamalar vardır. Bunlar; konuda, mekanda, zamanda ve kullanılacak malzemededir (Tütengil 1978, s.102).

Tüm bilimsel çalışmalarda olduğu gibi coğrafyada da araştırmaya konu seçimi ile başlanır. Bu, ilk bakışta her ne kadar basit gibi görünse de gerçekte karmaşık bazı ilişkiler sonucunda netleştirilebilir. Konu seçimi "...çalışmamızın en kolay safhası gibi görünse de -heyecanlı ve çok işler yapmak istiyen bizler için- bir konu, hele basit gördüğümüz bir konu üzerinde çalışmağa kendimizi razı etmek oldukça güçtür." (Korkut 1954 s.VI).

Coğrafyada birbirinden farklı konularda araştırmalar yapmak mümkündür. Ancak, çalışılacak olan konunun sınırlarının çizilmesi, çalışma evreninin belirlenmesi, araştırmanın hangi yöntemler kullanılarak ele alınıp işleneceği, hangi araştırma

Page 67: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

tekniğinin kullanılacağından daha önemlisi "konunun seçilmesi" aşamasıdır. Çünkü bir yandan seçilecek olan konu bunları sınırlandıracaktır, diğer taraftan da bunların bazıları konunun belirlenmesinde sınırlandırıcı olacaktır. Örneğin, araştırılmak istenen konunun çalışılması sırasında ihtiyaç duyulabilecek olan donanımın (örn. laboratuvar malzemesi vb) yokluğu konu seçiminde engelleyici, varlığı ise çalışma evrenini sınırlandırmada belirleyici rol oynayacaktır.

Bir çalışmaya başlamadan önce araştırılması düşünülen konuya ilişkin olarak çeşitli faktörlerin bir arada düşünülmesi gerekir. Bunların tümüne birden çalışma konusunu belirleyen, çalışma konusunu belirlemede göz önüne alınması gereken faktörler de denilebilir. Bunlar genel ile özel faktörler adı altında başlıca iki grup olarak ele alınabilirler.

GENEL FAKTÖRLER

Bunlar tüm bilimsel çalışmalarda mutlaka gözetilmesi gereken özelliklerdir.

a-Çalışmanın Seviyesi

Bilimsel araştırmalarda konu seçiminde dikkat edilmesi gerekenlerden genel faktörlerden ilki çalışma seviyesinin ne olduğudur. Çünkü seçilen konu ile hedef arasında da büyük ve sıkı bir bağlantı vardır. Yapılacak çalışmanın, sonuçta alacağı isme uygun seviyede ve yeterlilikte olması, kabul edilebilirliğinde de temel koşuldur. Örneğin, bir seminer ödevi ile mezuniyet tezi, lisansüstü çalışma tezi ile makalenin özellikleri birbirlerinden farklıdır.

Bu farklılıklar sadece belirlenecek olan konuda değil, çalışma evreni ve kapsam, çalışma alanının genişliği ve ölçek, ele alınan problemin önemi ve karmaşıklığı, konunun ele alınış ve işleniş biçimi, araştırmada kullanılan yöntem, araştırmanın yapılması, tamamlanma sürecindeki değişkenler, ve ardından yazılma-raporlaştırma süresi, yazılı metin içeriği ve hacmi açısından da olacaktır.

b-Çalışmanın Gerekliliği

Çalışmak için seçilen konunun belirlenmesinde geçerli bir gerekçe olmalıdır. Bu gerekçe daha önce çalışılmamış bir konu, yeni bir yöntemin denenmesi, yeni bir problemin ortaya çıkması yahut çalışılması düşünülen yer ya da konu ile ilgili daha önce bir çalışmanın, araştırmanın yapılmamış olmasıdır.

Ancak, değişen zaman ve teknik gibi bazı unsurlar bazı yerlerde aynı konuların yeniden ele alınmalarını zorunlu kılabilir ya da yeniden çalışma ihtiyacı doğmasına yol açabilir, çünkü coğrafi olaylar durağan değil aksine değişkendir. Örneğin herhangi bir

Page 68: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

alanda, zaman içinde, teknolojik gelişmelerin etkisi ile bitkisel üretim deseninde olan değişimler yeniden ele alınıp incelenebilir.

c-Yenilik

Yapılacak olan çalışma, yöntem, konu ya da çalışma yeri olarak yeni olmalıdır. Bilimsel çalışmalarda çoğunlukla beklenen, araştırma sırasında yeni bir yaklaşımın, farklı bir yöntemin denenmesidir. Eğer bu mümkün değilse, bilinen bir yöntemin farklı bir konuda uygulanması gerektiği düşünülür, her ikisi de mümkün olamıyorsa bilinen bir yöntemin ya da konunun, coğrafya için düşünüldüğünde farklı bir coğrafi mekanda uygulanması söz konusu olmalıdır. Sonuç olarak bir bilimsel çalışmada öncelikli olarak, yöntem, konu ya da alan yeniliği beklenmektedir. Bu üç unsur, aynı zamanda elde edilecek olan sonuçlar açısından da önem taşımaktadır.

ÖZEL FAKTÖRLER

Özel faktörler konu seçimi açısından iki büyük gruba ayrılırlar. Bunlardan ilki araştırmayı/çalışmayı yapacak olan kişi ya da kişilere ilişkin olanlar yani "bireysel faktörler"dir. Diğeri ise ağırlıklı olarak çalışmaya/araştırmaya bağımlı olanlardır ki bunlar "çevresel faktörler" olarak tanımlanabilir.

BİREYSEL FAKTÖRLER

a-Çalışma Disiplini

Hangi konu, yöntem ya da hedef söz konusu olursa olsun, öncelikli olarak çalışmayı yapacak olan kişinin iş disiplinine sahip olması gereklidir. Araştırmacı düzenli ve sistemli bir çalışma yürütmemesi durumunda başarıya ulaşmada zorlanacaktır.

b-Bilimsel Yeterlilik

Başarıyı etkileyen en önemli faktördür. Birey öncelikli olarak genel bilimsel yaklaşım ile bilimsel yöntem bilgisine sahip olmalıdır. Çalışma konusunun ve araştırma yönteminin belirlenmesi ve araştırma evreninin sınırlandırılması işleminin sağlıklı yapılabilmesi için bu alanda daha önce yapılmış olan araştırmalar hakkında da tam bir bilgiye ihtiyaç vardır. Araştırmacı bunların yanı sıra çalışmayı düşündüğü konuya ilişkin yeterli temel bilimsel bilgi ile de donanmış olmalıdır.

Eğer bunlar söz konusu değilse bilimsel eksikliklerin giderilmesi için kişi kendisine zaman tanıyarak araştırmayı ertelemeli ya da konu değiştirmelidir. Aksi halde başarısızlığı ve bilimsel kalite eksikliğini hatta yoksunluğunu peşinen kabullenmek gerekir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki araştırmacı, çalışmanın ilerleyen aşamalarında bazı konulardaki bilgi eksikliklerinin varlığını farkedebilir, bunlar biraz

Page 69: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

gayret ile giderilebilir ama temel bilgilerden yoksunluğun giderilmesi zor ve daha fazla zaman alıcıdır.

c-Yetenek

Pek çok bilimsel çalışmada araştırmanın sonlandırılabilmesi için araştırmacının bazı yeteneklere sahip olması gerekir. Çünkü her çalışmanın yapılabilmesi için gereken birtakım işler vardır. Örneğin kartografik yöntemlerin ağırlıklı olarak kullanılacağı bir çalışmada sadece çizim teknikleri ile ilgili bilgiye sahip olmak yeterli değildir. Bu bilgilerin yanı sıra, kişinin çizim yeteneğinin de olması gereklidir. Araştırmacının kendi becerilerini bilmesi, yapacağı çalışmaya duyulacak olan isteği ve ulaşılacak başarıyı etkileyecektir.

d-Ruhsal Yakınlık ve Özgüven

Başarının temel şartlarından birisi araştırma konusunu sevmek, ilgi duymaktır. Bu sebeple öncelikli olarak yapılması düşünülen çalışmaya, araştırmaya kişinin yakınlığının, ilgisinin olmasıdır. Kişi kendisini çalışmak istediği konuya yatkın ve yakın hissetmeli, o konuya ilgi duymalıdır. Sadece "çalışma olsun" yaklaşımı yanlıştır.

Kişinin çalışacağı konuyu benimsemesi, karşısına çıkabilecek güçlüklerin üstesinden gelebileceğine inanması, çalışmanın başarılmasında en önemli faktörlerdir, bu konuya ilişkin olarak "İstenmeden yenen aş ya karın ağrıtır ya baş" atasözünü unutmamak gerekir. Çalışmanın benimsenmiş olması, çalışma konusunu sevmek, başarılı olunacağına içten-gönülden inanmak gereklidir.

e-Bedensel Yeterlilik

Sağlık problemleri her zaman ve her insanın karşılaşabileceği bir unsurdur. Kişi, sürekli bir rahatsızlığı varsa bunu göz önünde bulundurmalıdır. Örneğin kalp, tansiyon gibi rahatsızlığı olanların aşırı nem ve sıcaklardan rahatsız olmaları son derece doğaldır ve konu seçerken bu tür engelleyiciliği olabilecek faktörlerin gözetilmesinde fayda vardır. Çünkü yapılacak çalışmanın rahatlıkla yürütülebilmesi için kişinin sağlığının elverişli olması gerekir, aksi halde kişi çalışması sırasında bazı güçlüklerle karşılaşabilir.

f-Ekonomik Yeterlilik

Yapılacak çalışmanın getireceği ulaşım, konaklama, laboratuvar analiz gideri, kırtasiye masrafları gibi maddi külfetleri karşılayabilecek parasal imkana ya da kaynaklara sahip olunmalıdır.

Tüm bunlara ek olarak özellikle bağımlı araştırmalar olan ödev, seminer, tez gibi çalışmalarda yönetici öğretim elemanlarının tutumları ve çalışmayı yapacak

Page 70: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

kişinin/öğrencinin çevresinde yaptığı soruşturmalar, aldığı duyumlar, edindiği izlenimler de konu belirleme ve çalışmanın yürütülmesinde etkili olmaktadır.

ÇEVRESEL FAKTÖRLER

Doğrudan doğruya araştırmacıya bağlı olmayan, ancak bir yandan çalışma konusu seçiminde öte yandan da çalışmanın geneli üzerinde etkili olan faktörlerdir. Aşağıda açıklanan çalışma süresi ve konuya ilişkin literatür gibi bazıları tüm bilimsel çalışmalarda dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Ancak diğerleri, doğrudan coğrafyanın kendine has araştırma, inceleme yöntemleri sebebiyle gözetilmesi gereken faktörlerdir.

a-Çalışma Süresi

Yapılacak çalışmanın bitirilebilmesi için gerekebilecek tahmini süre ile çalışmayı tamamlamak için bize ayrılacak olan/ayrılmış olan süre arasındaki ilişki olarak tanımlanabilir. Çalışmanın başlangıç ve bitiş dönemleri dikkate alınarak ne kadar sürede bitirilmesi gerektiği göz önüne alınmalı, çalışılması düşünülen araştırmanın bu zaman içerisinde tamamlanıp tamamlanamayacağı hesaplanmalı ve bu süre içerisinde bitirilebilecek bir konu seçilmelidir.

b-Çalışma Dönemi

İncelenecek olan konu arazi çalışmasını gerektiriyorsa önem taşımaktadır ve çalışma süresi ile birlikte düşünülmelidir. Konuya ilişkin alanın, mutlaka, arazi çalışması için uygun olan döneminin belirlenmesi gereklidir. Çünkü özellikle fiziki coğrafya elemanları her yerde ve her zaman çalışmaya imkan tanımayabilir. Örneğin yılın belirli dönemlerinde sisli olan Doğu Karadeniz'de bu unsurun göz önüne alınması ve araziye çıkılacak tarihlerin buna göre belirlenmesi gereklidir, benzer şekilde bir karstik mağara incelemesi de karstik aktivitenin en az olduğu devrede yapılmalıdır. Tarımsal üretimi konu alan bir çalışma da en az bir vejetasyon dönemini kapsayacak şekilde düşünülmelidir.

c-Konuyla İlişkin Literatür ve Diğer Bilgiler

Coğrafya çalışmalarında bazen farklı kaynaklardan yararlanılır. Bu kaynaklar herhangi bir kişiyle yüz yüze görüşme olabileceği gibi, bir arşiv belgesi vb. de olabilir. Bunları şu şekilde belirtmek mümkündür.

-Sözlü bilgiler, -Film, fotograf, harita vb. malzeme, -Rapor, tez, proje gibi basılı olmayan belgeler, -Basılı çalışmalar (kitap, dergi, istatistikler vb.)

Page 71: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Daha önce yapılmış olan çalışmalar, öncelikle bir bütün olarak konuyu ele almayı, görmeyi sağlamalarıyla ve farklı yaklaşım fikirlerinin, geçici varsayımların doğmasında ve şekillenmesinde yardımcı olmalarıyla faydalıdırlar. Ancak toplanan veya gözden geçirilen malzeme konusunda titiz davranmalı ve bunlar bilimsel kuşkuculukla ele alınmalıdırlar.

Literatür çalışmalarında öncelikli olarak yönteme ilişkin olanlar gözden geçirilmelidir.

Çalışma alanıyla ilgili olarak farklı konularda, yakın bilim dallarında yapılmış olsa bile verilerin, konuya ilişkin bilgilerin, belgelerin fazla olması araştırıcıyı başlangıçta rahatlatabilir, ancak bu veriler bazı durumlarda sıkıntı da oluşturabilir. Örneğin toplanan bilgiler eksik veya hatalı olabilir ya da araştırıcı mevcut materyale bağlı kalarak gözlemlerinde yanılgıya düşebilir. Araştırmacı, arazide gerçekleri değil, daha öncesinde okuduğu materyallerden edindiği bilgileri görmek ister, bir başka ifade ile bilimsel objektiflikten uzaklaşılmış olur.

Diğer taraftan çok fazla malzemenin toplanması tecrübesiz araştırıcıların bu doküman yığını içerisinde bunalmalarına yol açar ve çalışmada gereksiz olarak nitelenebilecek bilgileri de kullanmasına sebep olur.

O halde şunu unutmamak gerekir ki, çalışma yapılırken konu ile ilgili olarak uzak yakın pek çok malzeme bir araya getirilmeli, toplanmalı ancak daha sonra bunlar titizlikle incelenerek özelliklerine göre tasnif edilip, doğrudan ilgili olanlar ayrılmalıdır.

Bunların dışında özellikle sayısal verilere dayalı çalışmalarda bilgilerin tümüyle ve rahatlıkla temin edilebileceğinden emin olunmalıdır.

Sonuç olarak daha öncesinde yapılmış olan çalışmaların çokluğu da yokluğu da problem oluşturabilir.

d-Gerekli Donanım

Coğrafya çalışmalarında araştırmanın niteliğine bağlı olarak çok çeşitli malzemelere ihtiyaç duyulur. Bir kısmı arazi çalışmaları sırasında gerekli ve bir bakıma çalışmaya özel olan bu malzemelerin bazısı da büro çalışmalarında kullanılır. Başlıcaları şunlardır: çeşitli ölçeklerde harita ve planlar, pusula, altimetre, şerit metre, klinometre, hava fotoğrafı, jeolog çekici, asit, taş-su ve bitki toplamak için örnek kapları, fotoğraf makinası, cetvel, aydınger, gönye, açı ölçer, çizim kalemi, şablon, planimetre, bilgisayar vb.

Page 72: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

e-Gezi-Gözlem İmkanı

Arazi çalışması gerektiren konularda özellikle gözetilmelidir. Kısmen beşeri ancak çoğunlukla da doğal koşullar sebebiyle gezi-gözlem imkanları sınırlı olabilir.

Arazi çalışmalarında mevcut ulaşım ağının önemi büyüktür. Çalışma alanı içerisinde araç ya da yaya ulaşımına imkan tanıyacak sıklıkta yol ağının bulunmaması hem çalışma süresinin uzamasına hem de yorucu olmasına yol açacaktır.

Gezi-gözlem yapmayı kısıtlayan başlıca doğal şartlar şunlardır: Lapya ve lapya enkazı, yamaç döküntüsü, kayşat alanları ve bazı püskürük taşların oluşturduğu leçelikler ya da diğer adıyla çapır araziler; kırgıbayır alanları; bataklık, yarı bataklık alanlar; dolgu sekisi, dolgu yüzeyi yamaçları, arena enkazı olan yamaçlar gibi gevşek kumlu zemine sahip yerler; küçük dolinlerle kaplı karstik yüzeyler; moren deposu alanları vb. gibi yapı ve topografyaya bağlı olanlar arazi çalışmasını güçleştirirler, gezi ve gözlem süresini uzatırlar.

Bunların dışında dik yamaçlar da dikkate alınmalıdır. Eğimin 18,5 dereceye kadar olması durumunda insan ve araçlar için fazlaca bir problemden söz edilmeyebilir, ancak bundan fazla olan eğimler araçlar için kısıtlayıcı bir faktördür ve bu değer aynı zamanda araç yollarının üst sınırını oluşturur. Eğimin 26,5 dereceden fazla olması insan tırmanışını dahi zorlaştırır ve çok dik olarak adlandırılır. 45 dereceyi bulan ve geçen eğimler ise sarp olarak tanımlanır, böyle yerler tırmanışlar için bile tehlikelidir ve önlem alınmasını, özel donanım ile dağcılık bilgisini gerektirir (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi ve çeşitli sınıflandırmalar için bkz. Tunçdilek 1969 ile Scott, L., Laws, K., 1991).

Doğal bitki örtüsü de bir diğer unsurdur. Özellikle yoğun orman örtüsü ve ormanaltı florası önemli bir engelleyicidir. Çalışma alanı içerisinde dolaşmayı zorlaştırmanın yanı sıra, diğer taraftan da görüş ufkunu daraltarak çevreyi görmeyi engellerler. Özellikle jeomorfolojik birimlerin belirlenmesinde olumsuz rol oynarlar.

Bunların dışında daha önce de değinilen sis ve pus, nem, aşırı sıcak gibi insanın fizyolojik olarak da etkilendiği meteorolojik koşulları da göz ardı etmemek gerekir. Ayrıca daha önemsiz ve dışarıdan sağlanabilir olmakla birlikte su kaynaklarının seyrek olması da çalışmayı güçleştirebilir.

Yukarıda sayılan tüm doğal engelleyiciler çalışma alanı seçiminde çalışma seviyesi, çalışma süresi gibi faktörlerle birlikte zaman-mekan ilişkisi çerçevesinde mutlaka gözetilmelidirler.

Page 73: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

f-Konum ve Ulaşılabilirlik

Coğrafya çalışmalarında konu seçimi sırasında göz önüne alınması gereken bir diğer çevresel faktör de konum ve ulaşılabilirliktir. Arazi çalışması gerektiren konular açısından büyük önem taşırlar. Seçilecek alanın araştırıcının daimi ikametgahının bulunduğu yere uzak olması çalışmanın ilerleyen dönemlerinde araştırıcının karşılaşacağı problemlerin halledilebilmesi açısından bazı güçlükler çıkartabilir. Çünkü çalışma alanının daimi olarak bulunulan yere olan uzaklığı (mesafesi) arttıkça çalışma için harcanacak zaman ve maliyet de artar, ayrıca her istenilen, ihtiyaç duyulan zamanda gitmek mümkün olmayacaktır. Diğer yandan çalışma alanının meskun yerlerden çok uzaklarda bulunması, yol-patika gibi arazide çalışmayı nispeten kolaylaştırıcı imkanlardan yoksun olması da güçlükler doğurabilir.

Bu yüzden konu belirlenmesi sırasında konum ve ulaşım koşulları çalışmanın diğer gerektirdikleri de dikkate alınarak, çalışma dönemi ile birlikte düşünülmeli, çalışma alanına ulaşım zamanları ve şekilleri de tespit edilmeli, rahatlıkla ve her ihtiyaç duyulan zamanda ulaşılabilecek bir yer seçilmeye gayret edilmelidir.

g-Konaklama

Araştırıcı yılın belirli dönemlerini çalışma alanında, yani arazide, geçirmek zorundadır. Bu sebeple konaklanacak bir yerin varlığı büyük önem taşımaktadır. Zira araştırıcı hem günlük gözlem ve inceleme sonuçlarını ele alacağı, daha sonrası için çalışma planı yapacağı hem de uyku, yemek, temizlik gibi kişisel ihtiyaçlarını karşılayacağı bir mekana ihtiyaç duyar.

Bu nedenle arazide çalışılması düşünülen toplam süre göz önüne alınarak konaklanacak yer ya da yerler tespit edilmeye çalışılmalıdır. Çalışma alanı içerisinde ve çalışma alanının tümünü rahatlıkla dolaşmaya imkan tanıyacak konaklama imkanı veya imkanları yoksa buna dönük bazı önlemlerin alınması gereklidir. Bunlar da doğal olarak çalışmanın maliyetini artıracaktır.

Sonuç olarak konaklama imkanları ekonomik yeterlilikle birlikte göz önüne alınmalı çeşitli yönlerden düşünülerek değerlendirilmeli ve ayrıntısıyla belirlendikten sonra konu tespiti yapılmalıdır.

h-Güvenlik

Günümüz koşulları göz önüne alındığında gezi gözlem imkanlarını kısıtlayan bir diğer faktör de güvenliktir. Arazi çalışmasına karar vermeden bu konuda da gerekli inceleme ve görüşmelerin yapılmasında ilgili ve yetkili makamlardan bilgi ve gerekli ise izin alınmasında yarar vardır.

Page 74: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

SONUÇ Coğrafyada çalışma konusunun seçimi sırasında aceleci olmamak gereklidir.

Dikkat edilmesi, üzerinde ayrıntılarıyla düşünülmesi gereken pek çok faktör vardır. Başkalarına danışmak, farklı kişilerin fikirlerini almak da daima faydalıdır, çünkü

her insanın konuya yaklaşımı, düşünce tarzı değişiktir, bu da çeşitli seçeneklerin doğmasına yardım eder.

Birbirinden farklı çalışma konularına ilişkin fikirler bir araya getirilmeli daha sonra bunlar arasından en uygun olanı seçilmelidir.

Bu seçim öncelikli olarak genel faktörler gözetilerek yapılmalı ama özel faktörler kesinlikle ihmal edilmemelidir.

Bunların ihmal edilmesi zaman, emek ve para israfı anlamına gelmektedir. Bunların dışında ve daha kötüsü de bilimsel kaliteden taviz vermek ve/veya yapılacak olan çalışmada başarısız olmak olacaktır.

Bu sebeple çalışma konusunu belirleme aşamasında kapsamlı ve detaylı bir araştırma, soruşturma, düşünme, yargılama, eleme ve sonuçlandırma süreci gereklidir.

Page 75: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

KAYNAKLAR

Alagöz, C. A., 1946. "Ankara Çevresi Coğrafya Köy Monoğrafyası İçin", AÜ DTCF Dergisi C:IV, S:4, s.409-427, Ankara

Alagöz, C. A., 1972. "Ülkeler Coğrafyası Yakın Çevre Etüdleri Hakkında Açıklama", AÜ DTCF Coğrafya Araşt. Der. S:5-6, s.7-26, Ankara

Altınlı, İ. E., 1982. Saha Jeolojisi Derlemesi. İÜ Yay. No: 2993. İstanbul.

Ardel, A., Kurter, A., Dönmez, Y., 1969. Klimatoloji Tatbikatı. İÜ Yay. No: 1123. İstanbul.

Arıkan, R., 1995. Araştırma Teknikleri ve Rapor Yazma. Ankara.

Ataöv, T., 1969. Bilimsel Araştırma El Kitabı. Ankara.

Barzin, J., Graff, H. F., 1997. Modern Araştırmacı.ISBN 975-403-055-3, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları No:33, Ankara.

Bilgin, T., 1970. Tatbiki Jeomorfolojik Haritalar. Jeomorfoloji Dergisi S: 2, s.50-59. Ankara.

Bilgin, T., 1986. Genel Kartografya II, İÜ Yay. 1676, İstanbul.

Campan, F., George, P., (Çev. A. M. Arda), 1963. Tabii Çevre Beşeri Çevre. MEB Öğretmen Kitapları: 82. İstanbul.

Day, R., (Çev. G. A. Altay), 1996. Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır. Tübitak Yay. Ankara.

Doğanay, H., 1993. Coğrafyada Metodoloji, Genel Metodlar ve Özel Öğretim Metodları. MEB Öğretmen Kitapları Dizisi: 187. İstanbul.

Doğu, A. F., 1981. "Çeşitli Morfojenetik Bölgelerden Hava Fotoğraflarının Jeomorfolojik Yorumlaması" AÜ DTCF Coğrafya Araşt. Dergisi S:10 s.153-167. Ankara.

Erinç, S., 1971. Jeomorfoloji II. İÜ Yay. No: 1628. İstanbul.

Erol, O., 1983. Fotojeoloji, Fotojeomorfoloji. Ankara.

Erol, O., 1993. "Ayrıntılı Jeomorfoloji Haritaları Çizim Yöntemi" İÜ Deniz Bil. ve Coğrafya Ens. Bülten S:10 s. 19-38, İstanbul.

Gözenç, S., 1977. "Arazinin Kullanılması ve Değerlendirilmesinin Coğrafi Yönden Tetkiki" İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi S: 20-21 s.169-180, İstanbul.

Gözenç, S., 1980. "Arazi Kullanma 'Land Use' Haritalarında Standardizasyon ve Türkiye İçin Bir Öneri" İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi S: 23 s.37-46, İstanbul.

İnandık, O. C., Doğanay, H., 1986. "Coğrafya Lisans Tezleri Hakkında Öğrencilere Öneriler" Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak. Araştırma Der. S:14, s. 199-214, Erzurum.

İzbırak, R., 1968. "Coğrafya Araştırma Gezileri ve Hazırlıkları" AÜ DTCF Coğrafya Araşt. Der. S:2, s.1-52, Ankara.

İzbırak, R., 1969. Pratik Olarak Taşları Tanıma Bilgisi. Ankara.

İzbırak, R., 1977. Sistematik Jeomorfoloji. Harita Genel Müdürlüğü Yayını. Ankara.

Page 76: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kaptan, S., 1977. Bilimsel Araştırma Teknikleri. Ankara.

Karasar, N., 1994. Bilimsel Araştırma Yöntemi -Kavramlar, İlkeler, Teknikler- ISBN 975-95432-1-6,. Ankara.

Kayan, İ., 1977. "Uzay Fotograflarından Menderes Masifi Güneyinin Yapısal Jeomorfolojisi" Tübitak 17-21 Ekim 1977, VI. Bilim Kongresi Matematik, Fiziki ve Biyolojik Bilimler Araştırma Grubu Yerbilimleri Seksiyonu. Tübitak Yay. No:431, s. 145-156. Ankara.

Kemerlioğlu, E., Kızılçelik, S., Gündüz, M., 1997. Araştırma ve Yazım Teknikleri. ISBN 975-7074-51-9, Saray Medikal Yayıncılık. İZMİR.

Korkut, C., 1954. Coğrafi Tetkikler İçin Rehber. MEB Öğretmen Kitapları: 31. İstanbul.

Kurter, A., Hoşgören, Y., 1986. Jeomorfoloji Tatbikatı. İÜ Ed. Fak. Yay. No: 1944, İstanbul.

Lacoste, Y., (Çev. A. Arayıcı), 1998. Coğrafya Savaşmak İçindir. ISBN 975-8143-29-8, Özne Yayınları Araştırma Dizisi:6, İstanbul.

Özey, R., 1986. "Bölgesel Coğrafya Açısından Köy Coğrafya Etüdü Hakkında" Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak. Araştırma Der. S:15, s. 65-72, Erzurum.

Özgüç, N., 1984. Beşeri Coğrafyada Veri Toplama Ve Değerlendirme Yöntemleri. İÜ Ed. Fak. Yay. No: 2511. İstanbul.

Rogers, A., Viles, H., Goudie, A. (Ed.), 1998. The Student's Companion to Geography. . ISBN 0-631-17089-8, Blackwell Pub. Oxford.

Scott, L., Laws, K., 1991. Mapping and Statistical Skills For Secondary Students. ISBN 0-7016-2717-4. Singapore.

Stroker, E. (Çev. D. Özlem), 1995. Bilim Kuramına Giriş. ISBN 975-520-112-2,. Gündoğan Yayınları: 95.97, Ankara.

Tunçdilek, N., 1969. Türkiye Eğim Haritası. İÜ Yay. No.1457. İstanbul.

Tütengil, C. O., 1978. Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metod. İÜ Yay. No: 2460. İstanbul.

Whynne-Hammond, C., 1985. Elements of Human Geography. ISBN 0-7135-2810-9. London.

Young, P. V., (Çev. G. Bingöl ve N. İşcil), 1968. Bilimsel Sosyal İncelemeler ve Araştırma. Ankara.

Page 77: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat University Journal of Social Science Cilt: 10 Sayı: 2, Sayfa: 001-015, ELAZIĞ-2001

KAZAKİSTAN’IN DEĞİŞEN ETNİK YAPISI Die veränderte ethnische Struktur Kasachstans

Ali YİĞİT*

Özet

Bu yazıda, Ruslar tarafından işgal edilmeden önce, geniş bozkırlarda hayvancılıkla uğraşan Kazak Türklerinin; otlaklarının ellerinden alınıp, tarıma açılması ve buralara Rus göçmenlerin yerleştirilmesiyle bozulan sosyo-ekonomik düzenleri sunucunda, kendi ülkelerinde azınlık durumuna düşmelerinin ve tekrar çoğunluğu oluşturmalarının hikayesi ele alınmaktadır. Ayrıca Kazakistan’da etnik nüfusun bölgesel dağılışı ve Kazakistan dışında yaşayan Kazak Türkleri hakkında da bilgi verilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kazak, Kazaklar, Kazakistan

Zusammenfassung

In dieser Studie wird die Geschichte des Minderheitswerdens der sich vor der russischen Besetzung in breiten Steppen mit Viehhaltung beschäftigenden Kasach-Türken in ihrem eigenen Land nach ihren verdorbenen sozioökonomischen Ordnung durch Besetzung und Entnahme ihrer Weiden und deren Zuteilung dem Ackerbau und den russischen Umsiedlern von Russen und die Wiederbildung ihrer eigenen Mehrheit behandelt. Ferner werden auch Kenntnisse über die regionale Verteilung der ethnischen Bevölkerung und über Kasach-Türken, die außer Kasachstans leben, gegeben.

Schlüsselwörter: Kasach, Kasachen, kasachisch, Kasachstan,

*) F.Ü.Fen-Edb.Fak.Coğrafya Bölümü-ELAZIĞ, [email protected]

Page 78: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2000 10 (2)

1. GİRİŞ

Orta Asya'nın geniş bozkırları ile eski Türk anayurdu Altaylara kadar uzanan geniş bir saha (2.717.300 km2) üzerine kurulmuş olan Kazakistan, batıdan doğuya doğru İdil (Volga) nehrinin aşağı mecrası ve Hazar Denizi'nin kuzey kıyılarından Doğu Türkistan'a kadar 2.500 km. uzunluğunda ve kuzeyden güneye doğru yaklaşık 1700 km. genişliğindedir. Doğu ve güneydoğusundaki dağlık alan bir tarafa bırakılacak olursa, büyük kısmı ova ve platolardan meydana gelen Kazakistan'ın Asya kıtasının orta kısmında yer alması nedeniyle iklimi, genellikle çok kurak ve şiddetli karasal bir özellik taşır. Kuzeyden güneye doğru kuraklığın artması, toprak ve bitki örtüsünde gözle görünür bir şekilde farklılık oluşturur. Kuzeyde kara topraklar (çernozem) üzerinde adalar halinde sıralanan küçük orman ve ağaçlıklar ile kaplı bozkır sahası, güneye doğru gittikçe bir çöl manzarasına dönüşür.

ALTAY CUM.H

AK

AS

CU

M.

KIRGIZİSTAN

D O

Ğ U

T Ü

R K

İ S

T A

N

0 200Km

RUSYA

�����

������������

�����

������

������

Kıpçak Gölü

������������������������������������������������������������������������������������

K

Zoysan Gölü

Kökçetau

Balkaş Gölü

Semey

Povlador

petropovlask

Öskeman

Taldı-Kurgan

Cezgazkan

Kızılorda

Lepsa

İrtiş

ASTANA

Karagendi

Çu

Karatalİli

Sir Derya

Sarıs

uIşı

m

NA

TSAZ

A

K

Çimkent

Cambul

TÜRKMENİSTANAZ

ER

BE

YC

AN

����������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������

Volga

BAŞKURTİSTAN

ÖZBEKİSTAN

Kostanay

Turgay

Boykonur

Aktöbe

Ural

Atırau

Mangislak

��������������������������������������������������������������������������������������������Aral Gölü

K

İ

Tobol

Emba

Ura

l

RUSYA

Petropavlovsk

Pavlodar

ALMATI

Karaganda

Şekil: 1 Kazakistan

Hayvan beslemek için uygun olan bu geniş saha ve otlaklar yüzünden çıkan iç ve dış kavgalar, Kazak Türklerinin iktisadi ve sosyal hayatlarını daima derin bir şekilde etkilemiştir. Rusların Kazak bozkırlarını işgal etmeye başlamaları ve buralara çok sayıda Rus köylüsünü yerleştirmeleri, Kazak Türklerinin iktisadi ve sosyal hayatlarını altüst etmiş ve Kazak Türkleri kendi topraklarında azınlık durumuna düşmüştür. Kazak

2

Page 79: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kazakistan’ın Değişen Etnik Yapısı

Türkleri'nin azınlığa düşmelerinin en önemli nedenlerinden biri de kolhozlaşmanın sebep olduğu göç ve ölüm ile Rusların buraya gayri hukukî olarak Rus göçmeni iskân etmeleri ve Kazakistan'ı diğer milletler için sürgün yeri olarak kullanmalarıdır. Ayrıca, Sovyetlerin, Semipalatinsk (Semey) bölgesinde kurduğu üste yapılan nükleer denemeler, o bölge merkez olmak üzere geniş bir sahada insan sağlığına büyük zarar vermiştir. Bir taraftan bu nükleer denemeler, diğer taraftan rejimin getirdiği alkolizm, Kazak Türklerinde nüfusun sıhhatli bir şekilde çoğalmasına engel olmuştur. Son zamanlarda durumlarında nispi bir düzelme görülen Kazak Türklerinin durumu ülkelerinin bağımsızlığı ile birlikte hızla düzelmeye başlamış ve kendi öz vatanlarında yeniden çoğunluğu sağlayabilmişlerdir. Kazak Türklerinin azınlık durumuna düşmeleri ve tekrar çoğunluğu oluşturabilmelerinin nedenlerini ele almadan önce Kazak Türklerinin tarihinden kısaca bahsedeceğiz.

1.1 Kazakların Tarih Sahnesine Çıkışı

Hür, serbest, bekar, mert, yiğit ve cesur gibi anlamlara gelen Kazak kelimesi, XV.yy.da geniş bozkırlarda göçebe yaşayan Türk kavimlerinin kalıntılarının bir araya gelmesiyle, Sibir kavimleri ve Moğolların da bir kısmını içine alarak oluşmuş bir Türk kavminin ismidir (DEVLET-1993,306). Ancak Kazaklar kendilerinin Alaş~Alaç adlı bir atadan türediklerine inanırlar (Kazakistan Ülke Rap.,11). Kazakların tarih sahnesinde rol oynamaya başlamaları Özbek Hanları devrine rastlamaktadır. Ebu’l-Hayr Han’ın (1412-1468) idaresi altında bulunan Özbek boyları arasında çıkan sürtüşmeler yüzünden bir kısmı Cuci Han (ölm.1227) sülalesinden Barak Han’ın (1425-1427) oğulları Kirey ile Canı Bek idaresinde doğuya doğru göç ederek yerleşmişlerdir (Kazakistan Ülke Rap.,11). İşte hükümdara baş kaldıran, kendi başına buyruk hareket eden bu topluluklara Kazak adı verilmiştir. Daha sonra bunları diğer boylar takip etmiş ve Kazak Türk birliği büyük bir kitle haline gelmiştir. Tüm Kazakların Canı Bek’in oğlu Kasım Han’ın idarisinde birleşmesiyle büyük Kazak birliği oluşmuş ve bu birlik Kasım Han’ın torunu Tekvel Han zamanına kadar sürmüştür. XVIII.yy.da bağımsızlıklarının teminatı olan birlik sarsılmış ve Kazak halkı Ulu (büyük) Cüz (=yüz); Orta Cüz; Kiçik (küçük) Cüz gibi birbirinden ayrı üç parçaya ayrılmıştır. Her bir Kazak Cüz’ünün kendi bağımsızlığı uğruna gayret ve çabalarına rağmen birbirlerinden ayrılmaları ve parçalanmaları Kazak topluluğunun siyasi kaderi üzerinde çok kötü bir etki yapmıştır (CAFEROĞLU-1983,32). Kendi aralarındaki anlaşmazlıklar ve iç savaşlar Kazak kavminin birliğini tehdit ettiği gibi, Rus ordusunun Orta Asya’yı işgalini de kolaylaştırmış ve Kazak topluluklarının tek tek Rus hakimiyetine girmelerine neden olmuştur.

3

Page 80: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2000 10 (2) 1.2. Kazak Topraklarının Ruslar Tarafından İşgali

XVIII.yy.ın ikinci yarısından itibaren baskı altında tuttukları Kazak topraklarını 1820-1850 yılları arasında peyderpey işgal etmeye başlayan Ruslar, 1853'de Akmescit'i (Kızıl Orda), ertesi yıl Verni (Alma-Ata)'yi ele geçirmiş ve Kazak topraklarını Uralsk, Turgay, Akmolinsk ve Semipalatinsk adlarında 4 eyalete bölmüşlerdir (SARAY-1993). 1867’de yapılan bir idari düzenleme ile bugünkü Kazakistan toprakları Orenburg Genel Valiliği ile Türkistan Genel Valiliği arasında ikiye bölünmüş; fakat birçok problemin yaşanması nedeniyle, nerdeyse her yıl yeni bir idari düzenleme yapmalarına rağmen sorunlar bitmemiş ve nihayet 1886’da tüm Kazakistan toprakları, Türkistan bölgesinin idari statüsüne dahil edilmiştir. Ancak 1891’de yeniden değiştirilerek Ural, Turgay, Akmolinsk, Semireç ve Semipalatinsk eyaletleri Stepnoi Krayı (Bozkır Arazisi) olarak bir araya getirilmişlerdir. 1,85 milyon km2‘lik bir alanı kaplayan bu idari yapı 1926’ya kadar varlığını korumuştur. Bu tarihte yapılan idari düzenlemede Stepnoi Krayı Türkistan arazisinin kuzeyi ile birleştirilerek merkezi Orenburg olan ve 2,74 milyon km2

büyüklüğünde Kazakistan özerk cumhuriyeti kurulmuştur. Yanlışlıkla Kırgız adı verilen bu cumhuriyetin içinde bugünkü Karakalpak ÖC. ile Kırgızistan da özerk cumhuriyet olarak yer alıyordu. 1936'da gerçekleştirilen idarî düzenlemeyle Kazak Özerk SSC'i, Kazak SSC'ne dönüştürülmüş, Karakalpakistan Özbekistan’a bağlanmış Kırgızistan’a da “ittifak cumhuriyet” statüsü tanınmıştır. 1936’daki düzenlemeden sonra Kazakistan bugünkü alan (2.717.300 km2) ve idari yapısına kavuşmuş ve Sovyetler dağılana kadar bu yapısını korumuştur. Ülke 16 Aralık 1992'de bağımsızlığını kazanarak Kazakistan Cumhuriyeti adını almıştır.

2 KAZAKLARIN AZINLIĞA DÜŞMELERİNE NEDEN OLAN FAKTÖRLER

2.1 Kazakistan’a Rus Çiftçilerin Yerleştirilmesi (Kolonileşme)

Ruslar Kazakistan’ı işgal ettikten sonra bu topraklara tamamen sahip olabilmek için her yolu denemişlerdir. 1869’daki ayaklanmayı bastıran Rus askerleri 71.000 aileye ait yüz binlerce hayvanı öldürerek Kazakları açlığa mahkum etmişlerdir. 1889’da çıkarılan toprak kanunu ile Rus köylülere istedikleri bölgelerde yerleşme ve toprak sahibi olma hakkı verilmiş, 1891’de bu kanuna yeni bir madde eklenerek, Rus yetkililerin istediği gibi topraklarını işlemeyen Kazakların topraklarına el konulması yasallaştırılmıştır. Bu ve benzeri kanunlar ve keyfi uygulamalar sonucu yaklaşık 20 yılda 1,5 milyon Rus köylüsü Kazakistan’ın geniş bozkırlarına yerleştirilmiştir.

Rusya’da yapılan ilk tam sayım olan 1897 sayımı sonuçlarına göre, bugünkü Kazakistan’ın büyük bir kısmını (1.850.000 km2) oluşturan Stepnoi Kray(Bozkır

4

Page 81: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kazakistan’ın Değişen Etnik Yapısı

Arazisi)’ının 2.465.000 olan nüfusunun % 20’sini (493.000) ve Çarlık döneminin son sayımı olan 1911 sayımında 3.835.000 olan Bozkır Arazisi nüfusunun % 40’ını (1.544.000) Ruslar oluşturuyordu. Bu iki sayım arasında Rus nüfusun yıllık artış hızı % 15 olmuştur. Buna karşılık 1897’de 1.973.000 olan Kazak nüfus 1911’de 2.291.000’e yükselmiştir ki bu yıllık % 1’lik bir nüfus artışı demektir. Bu durum Rus nüfusun artışındaki göçmenlerin payının büyüklüğünü net bir şekilde göstermektedir (CAROE-1967).

XX.yüzyılın başında Kazaklar arasında milliyetçilik hareketleri gelişmeye başlamış, 1916'da Kazakların Rus ordusuna alınmasına karşı başlatılan ayaklanma bastırılmış ve Rus ordusunun katliamından kurtulan 300.000 kadar Kazak Çin’e sığınmak zorunda kalmıştır. 1917 Bolşevik ihtilalinde Kazaklar Ruslardan tam özerklik istemişler ve aynı yıl Alaş Orda olarak bilinen milliyetçi Kazak hükümeti kurulmuştur. Bu kez 1919-20 yıllarında Kızıl Ordu Kazakistan'ı işgal etmiş, fakat o yıllarda yaşanan ağır kış şartları nedeniyle büyük bir hayvan zayiatı veren Kazaklar, Ruslarla mücadele etmek bir yana canlarının derdine düşmüşlerdir. Bu ekonomik kriz ve olaylar sırasında değişik kaynaklarda 700 bin ila 1 milyon arasında Kazak nüfusun öldüğü kaydedilmektedir (OLCOTT-1987).

Tablo 1: Sayım yıllarına göre Kazakistan’daki Slav ve Kazak nüfusun miktar (000) ve oranları Sayım Yılı 1926 % 1939 % 1959 % 1970 % 1979 % 1989 % 1999 % Kazak 3.628 58,5 3.090 50,3 2.787 30,0 4.112 32,0 5.289 36,1 6.497 40,1 7.985 53,5 Rus vd Slavla 2.165 34,9 2.877 46,8 4.830 52,0 6.438 50,1 7.070 48,2 7.116 43,9 5.139 34,4 Diğer 405 6,5 179 2,9 1.678 18,0 2.300 17,9 2.296 15,7 2.586 16,0 1.829 12,1 TOPLAM 6.198 6.146 9.295 12.850 14.655 16.199 14.953

Kaynak: Goskomstat-1926/1999

0

1.000

2.000

3.000

4.000

5.000

6.000

7.000

8.000

1926 1939 1959 1970 1979 1989 1999

Kişi (000)

Kazak

Slav

Diğer

Şekil 2: Sayım Yıllarına göre Kazak ve Slav nüfus Oranı

5

Page 82: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2000 10 (2)

Böylece, bir taraftan Rus kolonilerinin artması, diğer yandan Kazakların göçebe hayattan yerleşik hayata geçmek için zorlanması ve yaşanan açlık ile zor şartlar nedeniyle bir çok Kazak nüfusun ölmesi, Kazakistan’ın nüfus yapısını epey değiştirmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen 1926’da yapılan nüfus sayımında o zamanki Kazakistan’ın (Karakalpakistan da Kazakistan’a dahil) nüfusunun % 58,5’ini (3.628.000) Kazaklar oluşturuyordu. Bu değerleri bugünkü Kazakistan topraklarına göre düzenlediğimizde (3.373.212) bu oran % 61,3’e çıkmaktadır (Tablo:1).

2.2. Kolhozlaşma

Kazak Türkleri'nin azınlığa düşmelerinin en büyük sebeplerinden biri de, 1926-1941 yılları arasında kolhozlaşmanın sebep olduğu göç ve ölüm ile Rusların buraya gayri hukukî olarak Rus göçmeni iskân etmeleridir. Bilhassa ikinci beş yıllık plan devresinde (1928-1932) uygulanan katı kolhozlaşma (collectivization) politikası sayesinde Kazak halkın % 70’i kolhozlara yerleştirilmiş, halkın elindeki mallar alınıp, topraklar devletleştirilmiştir. Göçebeler zorla yerleşik hayata geçirilmiş ve şehirlerde yaşamaya zorlanmışlardır. Karşı koyanlar milliyetçilikle ve rejim düşmanı olmakla suçlanarak idam edilmiştir.

Gerçekten ikinci beş yıllık planın hedefi; tarımın kollektifleştirilmesi, göçebeliğin ortadan kaldırılması ve süratle bir şehir proletaryası yaratılması idi. Bu amaca ulaşılmış ve Sovyetler Birliğinde 1,5 milyon kişi tarımdan uzaklaştırılarak sanayi işçisi yapılmıştır (CAROE-1967). Ancak bu sanıldığı gibi sıradan bir plan uygulaması değil, tam bir katliam şeklinde gerçekleştirilmiştir. Yerleşik bölgelerde zengin olanların topraklarını alıp, topraksızlara dağıtmak kolaydı; ancak bozkırda otlakların ve sürülerin dağıtılması öyle kolay olmamıştır. Nitekim Ruslar toprakları dağıtma yoluna değil, göçebeleri, hayvanları ile birlikte ortadan kaldırma yoluna gitmişlerdir. Bu dönemde 2 milyon Kazak nüfusun öldürülmüş olduğu sanılmaktadır. Bunu resmi istatistikler de doğrulamaktadır. 1926’da 3.628.000’i Kazakistan’da olmak üzere tüm Sovyetler Birliğinde 3.968.000 Kazak nüfus görülürken bu değerin 1939 sayımında 3.099.000’e indiğini görüyoruz. Yani iki sayım dönemi arasında (13 yıl) 869 bin kişi azalmıştır. 13 yılda Türklerde ortalama yıllık nüfus artış hızı olarak kabul edilen % 0,22‘lik artış oranı ile nüfusun 4,7 milyona ulaşması gerekirdi. Yani artması gereken 1,08 milyon nüfus ile azalan nüfusu topladığımızda 2 milyon Kazak nüfusun katledildiği sonucuna ulaşırız.

Bu dönemde yalnız insanlar değil hayvanları da katledilmiştir. 1928’den 1934’e kadar geçen 6 yıl içinde sığırların % 73’ü, koyunların % 87’si ve atların % 83’ü telef

6

Page 83: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kazakistan’ın Değişen Etnik Yapısı

olmuştur. Her şey olup bittiğinde bozkırda kalan tek şey, ataları yarım asır önce Kazakistan’a sokulmuş Rusların oluşturdukları tek tük köyler olmuştur (CAROE-1967).

2.3. Kazakistan’ın Sürgün Yeri Olarak Kullanılması

II. Dünya Savaşı sırasında Sovyetlerin önemli maden ocakları ve sanayi tesisleri Alman işgalinde kalınca maden ihtiyacını karşılamak için Kazakistan madenleri kullanılmıştır. Bu madenlerde çalıştırılmak üzere Rusya’nın değişik bölgelerinden, bilhassa işgale uğrayan Avrupa topraklarından Kazakistan’a işçiler gönderilmiştir. Ayrıca Alman işgaline uğrayan bölgelerdeki halk da Kazakistan’da barındırılmıştır. Savaş sonrası bu işçi ve mültecilerin önemli bir kısmı yurtlarına dönmüş olmalarına rağmen bir kısmı Kazakistan’dan ayrılmamıştır. Ayrıca Kazakistan’dan II. Dünya Savaşına katılan 1,2 milyon kişiden 410 bini cephelerde kalmıştır (ASRC-1999). Böylece nüfusta Kazaklar aleyhine başlayan dengesizlik, savaş sonrası gerçekleşen sürgünlerle daha da artmıştır.

Kazakistan'ı diğer milletler için sürgün yeri olarak kullanan Ruslar ilk olarak 1937’de Uzakdoğu’da yaşayan Korelileri casusluk yaptıkları bahanesiyle topyekun Orta Asya’ya sürmüşlerdir. Daha sonra 1940’da Ukrayna ve Beyaz Rusya’da yaşayan Polonyalıları aynı bahanelerle sürmüşler, 1941’de Volga Alman cumhuriyeti lağvedilerek, bu cumhuriyetteki ve Rusya’nın diğer bölgelerindeki Almanlar ve 1942’de St.Petersburg çevresindeki Finliler Orta Asya’ya topyekûn sürülmüşlerdir. II. Dünya savaşının sonuna doğru (1943-1944) Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Kırım’dan Tatarlar, Grekler, Ermeniler; Kuzey Kafkasya’dan Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler, İnguşlar, Kabardaylar; Gürcistan’dan casusluk suçlamasıyla Meshet Türkleri, Azeriler, Hemşinliler, Kürtler ve Kalmuk cumhuriyetinden Kalmuklar Orta Asya’ya özellikle Özbekistan ve Kazakistan’a sürülmüşlerdir. Resmi kayıtlara göre 1949 yılına kadar Orta Asya’ya sürgün edilen kişi sayısı 2.300.233’dür (DEVLET-1993,142). Ancak iddialara göre bu sayının çok üzerinde kişi sürgün edilmiştir. Bu sürgün edilen nüfusun aşağı yukarı yarısı Kazakistan’a yerleştirilmiştir. Nitekim 1939 sayımında Kazak, Rus ve Ukraynalılar ile % 2 civarındaki Özbek nüfus dışındaki toplulukların hepsinin oranı % 1’i dahi bulmazken 1959’da Slav ve Kazak olmayan nüfusun oranı % 20’ye yaklaşmıştır. Aslında istatistiklere yansıyandan çok fazla nüfus Kazakistan’a ve diğer Orta Asya cumhuriyetlerine sürülmüştür. Bunların önemli bir kısmı Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev tarafından 1957’de affedildiği için yurtlarına döndüklerinden, 1959 sayımına ancak arta kalan ve yurtlarına dönmelerine izin verilmeyen nüfus yansımıştır.

7

Page 84: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2000 10 (2) 2.4. Bakir Topraklar Projesi

Ruslar Kazakistan’ı işgal etmeden önce, akarsu boylarında ziraatla geçinen çok az bir bölümü dışında hayvancılıkla geçinen Kazak Türkleri, kış mevsimini Aral-Hazar çukurluğu ve Kazakistan vadilerindeki pınar başlarında geçirmekte, bozkırların yeşerip, sıcakların dayanılmaz hal aldığı mayıstan itibaren 1500 km. ötedeki Kazakistan eşiğinin yüksek kesimlerine göç etmekte idiler (YÜCEL-1987). Ruslar Kazakistan topraklarını işgal ettikten sonra, bu geniş bozkırlara gözlerini dikmişler, buraları tarım alanları haline getirmeye gayret sarf etmişlerdir. Ancak bütün çabalarına rağmen Kazakların otlak olarak kullandıkları bu bozkırlarda tarım topraklarının miktarını 1917’ye kadar 4,5 milyon hektara, 1953’e kadar da 9,2 milyon hektara çıkarabilmişlerdi ve bu toprakları da genellikle Rus göçmenler işlemekteydi. İşte bir hayvancılık ülkesi olan Kazakistan’da Kruşçev’in 1954-1959 yılları arasında uyguladığı “Bakir Topraklar” (= Tselinniy Kray) projesi ile ülkenin kuzeyinde 25,5 milyon hektar toprağın tarıma açılması ile hayvancılık ülkesi olan Kazakistan bir tarım ülkesi durumuna gelmiştir.

Bakir Topraklar Projesini gerçekleştirebilmek için bu bölgeye 600 bin Rus çiftçisi ile 6 bin asker daha yerleştirilmiştir. Böylece 1960’lara gelindiğinde Kazaklar kendi yurtlarında nüfusun % 30’unu oluşturmakta ve % 50’yi geçen Slav nüfus karşısında azınlık durumuna düşmüşlerdi. Bu arada Bakir toprakların merkezi durumuna getirilen tarihi Kazak şehri Akmolla’nın adı Tselinograd olarak değiştirilmiştir. Bugün bu şehrin adı Astana olarak değiştirilerek Kazakistan’ın başşehri yapılmıştır.

3. KAZAKLARIN TEKRAR ÇOĞUNLUĞU OLUŞTURMALARI

1960’dan sonra Kazakların durumu nispeten düzelmeye başlamıştır. 1956’da Kazakistan’ın başına getirilen Dinmuhammed Kunayev zamanında (1956-1986) Kazak Türkleri yavaş yavaş toparlanmaya başlamışlardır. Nitekim 1959’da % 30 olan Kazak nüfus oranı 1970’de % 32’ye 1979’da % 36’ya ve nihayet Sovyet döneminin son sayımı olan 1989’da % 40’a ulaşabilmiştir. 1990’da Sovyetlerin dağılıp Kazakistan’ın bağımsızlığına kavuşması ile Kazakistan’da nüfusun etnik yapısı hızlı bir şekilde değişmeye başlamış ve 70 yıl aradan sonra Kazaklar yeniden kendi ülkelerinde mutlak çoğunluğu oluşturmaya başlamışlardır. Bu son değişim, tıpkı Rusların çoğunluğu elde etmelerinde olduğu gibi yine göçlerle olmuştur. Fakat bu sefer göçler tersine dönmüş, Kazakistan’dan Rusya’ya doğru yön değiştirmiştir. Kazakistan bağısızlığını kazandıktan sonraki 7 yıl içinde Kazakistan’dan göç eden Rus miktarı 1.650.000’i bulmuştur (Tablo: 2). Bu arada 40 bin kadar Rusya’dan, 60 bin kadar da Moğolistan’dan ve ayrıca diğer eski Sovyet cumhuriyetleri ile Doğu Türkistan’dan Kazakistan’a göç eden Kazakların sayısı

8

Page 85: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kazakistan’ın Değişen Etnik Yapısı

100 bini geçmiştir. Bunlar genellikle Rus nüfusun çoğunlukta olduğu ülkenin kuzey kesimlerine yerleştirilmişlerdir. Böylece Kazakistan’dan önemli miktarda Rus ve diğer Slav toplulukları ile Alman nüfus ayrılırken, küçümsenmeyecek miktarda da Kazak nüfusun ülkeye gelmesi ile ülkedeki Kazak nüfus oranı 1999 sayımında % 53,4’e yükselmiştir.

Tablo 2: Kazakistan’dan göç eden Rus nüfus miktarı Yıl Nüfus 1993 170.000 1994 283.000 1995 162.000 1996 121.000 1997 175.000 1998 280.000 1999 450.000 Toplam 1.641.000

Kaynak: IOM

3.1. Günümüzde Kazakistan Nüfusunun Etnik Yapısı 1999'da yapılan nüfus sayımına göre Kazakistan Cumhuriyeti'nin nüfusu

14.952.420’dir. 1989 nüfus sayımına göre ülkede Kazakların oranı % 40,1, Rusların oranı ise % 37,4 idi (Tablo: 3). Ancak 1999 yılı istatistiklerine göre, Kazak Türklerinin oranı % 53,4'e yükselmiş, Ruslar ise % 30'a, Almanların oranı % 2,4'e, Ukraynalıların oranı da % 3,7'e gerilemiştir. Bu son durumda göçlerin payı büyüktür.

Tablo 3: Kazakistan'ın etnik yapısı. Topluluk 1979 % 1989 % 1999 % Kazak 5.289.400 36,0 6.496.900 40,1 7.985.000 53,4 Rus 5.991.200 40,8 6.062.000 37,4 4.479.600 30,0 Ukraynalı 898.000 6,1 875.700 5,4 547.100 3,7 Özbek 263.300 1,8 331.000 2,0 370.700 2,5 Alman 900.200 6,1 946.900 5,8 353.400 2,4 Tatar 312.600 2,1 320.700 2,0 249.000 1,7 Uygur 147.900 1,0 181.500 1,1 210.300 1,4 Belarus 181.500 1,2 177.900 1,1 111.900 0,7 Koreli 92.000 0,6 100.700 0,6 99.700 0,7 Azeri 73.300 0,5 89.000 0,5 78.300 0,5 Polonyalı 61.100 0,4 59.400 0,4 47.300 0,3 Meshet Türkü 25.800 0,2 49.300 0,3 ? -* Dungan 22.000 0,1 30.000 0,2 36.900 0,2 Çeçen 38.300 0,3 49.100 0,3 31.800 0,2 Tacik 19.000 0,1 25.300 0,2 25.700 0,2 Başkurt 32.900 0,2 40.900 0,3 23.200 0,2 Moldavyalı 30.000 0,2 32.400 0,2 19.500 0,1 İnguş 15.000 0,1 19.500 0,1 16.900 0,1 Mordva 34.000 0,2 29.200 0,2 16.100 0,1 Ermeni 14.000 0,1 18.500 0,1 14.800 0,1 Grek 49.900 0,3 46.300 0,3 12.700 0,1 Kırgız 9.400 0,1 13.700 0,1 10.900 0,1 Çuvaş 22.000 0,1 10.200 0,1 6.900 0,0 Türkmen 2.300 0,0 3.700 0,0 1.700 0,0 Diğer 159.200 1,1 189.300 1,2 203.700 1,4 Toplam 14.684.300 100,0 16.199.100 100,0 14.953.100 100,0

*) 1999 sayımında Meshet Türklerinin Nüfusu verilmemiştir. Ancak bazı kaynaklarda 52 bin kadar olduğu kaydedilmektedir. Kaynak: http://www.kazstat.asdc.kz/

9

Page 86: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2000 10 (2)

Ayrıca Kazakistan'da nüfusun % 60'ı şehirlerde, % 40'ı da kırsal kesimde yaşamaktadır. % 48'i erkek, % 52'si kadın olan nüfusun yarısına yakını 25 yaşın altındaki gençlerden oluşmaktadır.

4. KAZAKİSTAN’DA ETNİK NÜFUSUN BÖLGESEL DAĞILIŞI

Daha önce 19 eyalete ayrılmış olana Kazakistan’da yapılana son düzenlemeler ile Taldı-Kurgan Almatı ile, Turgay Kostanay ile, Cezkazgan Karaganda ile, Semiplatinsk Doğu Kazakistan ile ve Kökçetau Kuzey Kazakistan ile birleştirilerek 14 eyalete indirilmiştir. Ayrıca Almatı ile Astana özerk şehir statüsündedir. Kızıl-Orda bölgesi içinde yer alan Baykonur şehri Rusya’ya ait olduğundan özel bir statüsü vardır (Tablo: 4).

Tablo 4: Kazakistan'ın idarî bölünüşü Eyalet Adı Merkezi Alan (km2) 1989 Nüfusu 1999 Nüfusu Akmola ASTANA 124.600 1.064.406 835.661 Aktöbe Aktöbe 289.700 732.653 682.793 Almatı Almatı 232.200 1.642.917 1.559.522 Atırau Atırau 112.000 424.708 439.900 Batı Kazakistan Ural 151.200 629.494 617.624 Cambul Cambul 144.600 1.038.667 983.935 Doğu Kazakistan Öskeman 276.900 1.767.225 1.530.792 Güney Kazakistan Çimkent 116.300 1.823.528 1.976.689 Karaganda Karaganda 398.800 1.745.448 1.411.401 Kızıl-Orda Kızıl-Orda 228.100 574.464 596.344 Kostanay Kostanay 226.500 1.223.844 1.019.560 Kuzey Kazakistan Petropavlovsk 122.400 912.065 725.932 Mangıstau Aktau 166.500 324.243 316.847 Pavlodar Pavlodar 127.500 942.313 806.034 Astana Şehri 281.252 319.318 Almatı Şehri 1.071.927 1.130.068 TOPLAM 2.717.300 16.199.154 14.952.420

Kazakistan'da nüfusla ilgili bir diğer problem de bazı bölgelerde Kazak nüfusun azınlığa düşmesidir. Gerçekten, Kazakistan'ın kuzey bölgelerinde Slav ve Alman nüfus, çoğunluğu oluşturmaktadır. Urallardan Aral gölüne ve oradan Balkaş gölüne çizilecek bir hattın doğusunda ve kuzeyinde Kazak nüfusun oranı % 25'in altına düşerken, Slav ve Alman nüfusun oranı % 70'in üstüne çıkmaktaydı (BAINBRIDGE-1990). Bu yüzden zaman zaman Rusya bu bölgede hak iddia etmektedir. Bu nedenle Kazakistan meclisi ülkenin başşehrini Astana'ya taşımıştır. Bugün durum nispeten düzelmiştir. Ancak hala bu bölgede Kazak nüfusun oranı % 30-40 arasındadır (Tablo:5, Şekil:3-4).

10

Page 87: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kazakistan’ın Değişen Etnik Yapısı

1989

% 25 30 40 50 70 +

Şekil:3 Eyaletlere göre Kazak nüfusun oranı (%) 1989

% 25 30 40 50 70 +

1999

Şekil:4 Eyaletlere göre Kazak nüfusun oranı (%) 1999

11

Page 88: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2000 10 (2) Tablo 5: Kazak nüfusun idari birimlere göre dağılışı

Eyalet Adı l989 nüfusu %’si l999 nüfusu %’si Akmola 266,831 25.1 312,868 37.4 Aktöbe 407,222 55.6 482,467 70.7 Almatı 741,737 45.1 927,192 59.5 Atırau 338,998 79.8 391,545 89.0 Batı Kazakistan 351,123 55.8 399,931 64.8 Cambul 507,302 48.8 644,951 65.5 Doğu Kazakistan 687,879 38.9 742,215 48.5 Güney Kazakistan 1,017,470 55.8 1,336,533 67.6 Karaganda 449,837 25.8 530,469 37.6 Kızıl-Orda 504,126 87.8 561,942 94.2 Kostanay 279,787 22.9 316,636 31.1 Kuzey Kazakistan 206,060 22.6 213,901 29.5 Mangıstau 165,043 50.9 249,284 78.7 Pavlodar 268,512 28.5 307,870 38.2 Astana Şehri 49,798 17.7 131,208 41.1 Almatı Şehri 255,133 23.8 435,070 38.5 TOPLAM 6,496,858 40.1 7,984,082 53.4

Kaynak: http://www.kazstat.asdc.kz/

5. KAZAKİSTAN DIŞINDA YAŞAYAN KAZAKLAR

Kazakistan dışında en çok Kazak nüfus Doğu Türkistan’da bulunur. Doğu Türkistan’da Kazaklar Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasında yer alan Çungarya havzasında genellikle göçebe olarak yaşarlar. Doğu Türkistan’ın İli vilayeti ile Mori ve Barkol ilçeleri özerk Kazak bölgesidir. İli ve diğer Çungarya vilayetlerinde (Altay, Çöçek, Urumçi ve Kumul) çok sayıda Kazak nüfus bulunmaktadır (YİĞİT-2000). 1994 nüfus sayımına göre Doğu Türkistan’daki Kazakların miktarı 1.193.723 kişidir. Çinin diğer kesimlerindeki Kazaklarla birlikte tüm Çin’de 1,2 milyonu geçmektedir (Tablo:6).

Tablo 6: Dünyada Kazak nüfusun miktar ve oranları Ülke Nüfus* % Kazakistan 8.000,000 72,7 Çin 1.200.000 10,9 Özbekistan 900.000 8,2 Rusya 600.000 5,5 Moğolistan 140.000 1,3 Türkmenistan 90.000 0,8 Kırgızistan 40.000 0,4 Tacikistan 10.000 0,1 Ukrayna 8.000 0,1 Afganistan 5.000 0,0 Iran 3.000 0,0 Türkiye 600 0,0 Diğer 3.400 0,0 TOPLAM 11.000.000 100

*Değerler 2000 yılı itibariyle tahminidir. Kaynak: http://www.kazakinfo.com/Kazaks.shtml

12

Page 89: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kazakistan’ın Değişen Etnik Yapısı

Kazakların yaşadığı bir diğer ülke de Moğolistan’dır. Moğolistan'da toplam sayıları 120 bin kadar olan Kazaklar, kuzeybatı Moğolistan'da Hovd Nehri havzasında ve Bayan-Ölgiy vilayetinde yaşarlar. Bu vilayetin nüfusunun (96.200) % 70'ini Kazaklar oluşturur (YİĞİT-2000). Ancak Kazakistan’ın bağımsızlığını elde etmesinden sonra Moğolistan’daki Kazakların bir kısmı Kazakistan’a göç etmişlerdir.

Özbekistan’da yaşayan 900.000 kadar Kazak nüfusun yaklaşık yarısı, 1926’ya kadar Kazakistan’a bağlı olan Özerk Karakalpakistan Cumhuriyetinde bulunmaktadır. Rusya Federasyonunda yaşayan 600.000 kadar Kazak’ın yarıya yakını da önceden Kazakistan sınırları içinde olan hatta bir ara Kazakistan’ın başşehri olan Orenburg eyaleti ile Astrakhan eyaletinde yer alır. Kazak nüfusun 1/3’ü de Omsk, Saratov, Volgograd, Kurgan ve Altay Krayı gibi Kazakistan ile sınırı olan eyaletlerde bulunmaktadırlar (Tablo:7).

Tablo 7: Rusya Federasyonundaki Kazak Nüfus(1989) İdari Birim Nüfus Kazak Nüfustaki

oranı (% ) İdari Birimdeki

oranı (% ) Astrakhan 126.500 19, 9 12,8 Orenburg 111.500 17,5 5,2 Omsk 75.000 11,8 3,5 Saratov 73.400 11,5 2,8 Volgograd 41.500 6,5 1,6 Altay Krayı 21.700 3,4 0,8 Kurgan 15.800 2,5 1,5 Altay Cum. 10.700 1,7 5,6 Moskova 8.200 1,3 0,1 Saint Petersburg 6.300 1,0 0,1 Kalmuk Cum. 6.300 1,0 2,0 Irkutsk 2.900 0,5 0,1 Habarov 2.500 0,4 0,2 Çita 1.800 0,3 0,2 Diğer Yerler 131.800 20,7 - TOPLAM 635.900 100 0,4

Kaynak: NUPI-Centre for Russian Studies

6. SONUÇ

Kazakların nispeten rahat bir hayat sürdükleri 1979-1999 yılları arasındaki son 20 yılda yıllık nüfus artış hızı % 0,21 olarak gerçekleşmiştir. Bu oranı 1926 nüfus sayımını esas alarak projeksiyon yaparsak bugün 16 milyondan fazla Kazak nüfus olması gerekirdi. Fakat sadece 8 milyon Kazak nüfus olduğu göz önüne alınırsa basit bir hesapla bu toplumun en az yarısının katledilmiş olduğu görülür. Bu katliamın en büyük bölümü halkın kolhozlara doldurulduğu ve göçebeliğin ortadan kaldırıldığı ikinci beş yıllık plan devresinde (1928-1932) gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde iki milyondan fazla Kazak nüfus katledilmiştir. Daha sonra, bilhassa II. Dünya savaşı yıllarında ve Bakir Topraklar

13

Page 90: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2000 10 (2)

projesinin uygulanması döneminde bir milyon Kazak hayatını kaybetmiştir. Buna 1916 isyanı, 1920 Kızıl Ordu işgali ve 1921-1922 şiddetli kış ve açlık nedeniyle ölen bir milyondan fazla Kazak nüfusu da eklersek, sadece 1910-1960 arasındaki 50 yıllık dönemde 4 milyon Kazak nüfusu kaybı olduğu ortaya çıkar. İşte bu katliamlardan her nasılsa kurtulabilen 3 milyon Kazaktan 1960-2000 arasındaki 40 yılda bugünkü 8 milyon Kazak türemiştir.

Bu arada 1850-1900 arasında 500 bin, 1900-1910 arasında bir milyon ve 1920-1926 arasında 650 bin kadar olmak üzere 75 yılda Rus ve diğer Slav topluluklarından 2.150.000 nüfus Kazakistan’a yerleştirilmiştir. Daha sonra Bakir Topraklar Projesi ile 650 bin kadar Slav nüfus daha Kazakistan’a yerleştirilmiştir. Böylece çeşitli nedenlerle Kazakistan’a yerleştirilmiş olan Rus ve diğer Slav topluluklarından olan nüfusun miktarı 3 milyonu bulmuştur. Bu nüfusun artması ile oluşan Kazakistan’daki Slav nüfus miktarı 1960’da 5 milyonu, 1990’da ise 7 milyonu geçmekte idi. Ancak son 6-7 yıl içinde Kazakistan’dan yaklaşık 2 milyon Slav nüfus göç ettiğinden, bugün Kazakistan’da hala 5 milyon kadar Slav yaşamaktadır.

Kazak ve Slav olmayan nüfusun oranı 1939’da % 3’ü dahi bulmaz iken, II. Dünya savaşı öncesinde ve sonrasında gerçekleşen sürgünler sonucunda 1959’da % 18’i bulmuştur. Aslında bu yıllarda Kazakistan’a sürgüne gönderilen nüfusun miktarı 2 milyonu bulmakta idi. Ancak Stalin’in ölümünden sonra 1957’de Kruşçev tarafından bunların bir kısmı affedildiğinden yurtlarına dönmüşler, 1959 sayımına yansıyan 1,7 milyon nüfus, bunlardan geriye kalanları göstermektedir. Sürgüne maruz kalmış bu insanlar buldukları ilk fırsatta ülkelerine döndüklerinden bunların miktarı zamanla artsa da oranları yavaş yavaş düşmüş ve 1999 sayımında % 12’ye gerilemiştir.

Kısacası yaklaşık yüz yıldan bu yana büyük çalkantılar yaşayan Kazakistan nüfusunun etnik yapısı henüz yeni dengelenmektedir. Yapılan hesaplamalara göre 2025 yılında ülkede Kazak nüfus oranı % 75’e yükselirken Slav nüfusun oranı da % 10’un altına düşecektir. Belki o zaman Kazaklar kendi ülkelerinde gerçekten çoğunluğu oluşturduklarını ve bu ülkenin ebediyen kendi yurtları olarak kalacağına inanacaklardır.

14

Page 91: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kazakistan’ın Değişen Etnik Yapısı

KAYNAKLAR BAINBRIDGE,M.1990, The Turkic Peoples of The World, London.

CAFEROĞLU,A.1983, Türk Kavimleri, TKAE yayını No:52, Ankara.

CAROE,O.1967, Soviet Empire, The Turks of Central Asia and Stalinism.London

DEVLET,N.1993, Çağdaş Türkîler; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Ek cilt, Çağ yay. Temel Eserler Serisi: 1/Ek, İstanbul.

DOĞANAY,H.1995, XXI. Yüzyıla Girerken Türk Dünyası, Ata.Üni. yay. No:793, Erzurum

DÖNMEZ,Y.1973, Türk Dünyasının Beşeri ve İktisadi Coğrafyası, İ.Ü.Coğr.Enst. Yay:74, İst.

HOSTLER,C.W.1959, Türken und Sowjets, Alfred Metzner Verlag. Berlin.

JOPP,W.1969, Sowjetunion, Mayers Bibliographisches Institut, Mannheim.

OLCOTT,M.B.1987, The Kazakhs, Stanford University.

ÖZEY,R.1996, Tabiatı, İnsanı ve İktisadı ile Türk Dünyası, Öz Eğit. Yay:11, İstanbul.

SARAY,M.1993, Kazak Türkleri Tarihi, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi Serisi: 2, İstanbul.

YİĞİT,A.2000, Türk Ülkeleri ve Türklerin Yaşadıkları Bölgelerin Coğrafyası, Geliştirilmiş 2. Baskı, TİSAV yay.2, Elazığ. ISBN:975-96067-0-4

YÜCEL,T.1987, Batı Türkistan Coğrafyasına Toplu Bakış, Türk Kültürü;294, s.615-624,

Raporlar-İstatistikler ASRC: By Analysis and Strategic Research Center of the Administration of the President of the

Republic of Kazakhstan.: http://www.president.kz/

Goskomstat: Main Regional the State Committee of the Russian Federation on Statistics: http://www.gks.ru/

IOM: International Organization for Migration: http://www.iom.int/defaultmigrationweb.asp

Kazakistan Ülke Raporu, TİKA yayınları No: 30, Ankara,1996. ISBN:975-7307-34-3

NUPI: Norsk Utenriikspolitisk Institutt-Centre for Russian Studies Norveç: http://www.nupi.no/russland/datebase/start.htm

The Agency on Statistics of the Republic of Kazakhstan: http://www.kazstat.asdc.kz/

15

Page 92: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

TATAR TÜRKLERİNİN KULLANDIĞI TÜRKÇE KİŞİ ADLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME*

AN EVALUATION ON PERSON NAMES USED BY TATAR TURKS

Ercan ALKAYA**

ÖZET

Ad bireyin tinsel varlığının simgesidir. Türklerde ad verme geleneği toplum hayatını

belirleyen, yönlendiren ve kuran bir işleve sahiptir. Türk dünyasında ad verme geleneği büyük

oranda ortak nitelikler gösterir. Bu makalede Tatar Türklerinin kişi adları ve ad verme gelenekleri

üzerinde durulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Ad, Türk, Tatar, kişi, gelenek, kadın, erkek.

ABSTRACT

Giving a name is a symbol of the existence of soul. The tradition of giving name in Turks

has a function of determining, directing and establishing of social life. The tradition of giving

name in Turkish world shows a veriety of qualifications. İn this article the tradition of giving

name and person names in Tatar Turks has been studied.

Key Words: Name, Turk, Tatar, person, tradition, women, man.

Ad, bireyin toplum içerisinde yer bulmasının , kişilik kazanmasının ilk adımıdır.

Birey, aldığı ad ile kendisini topluma kabul ettirir ve gerçek anlamda toplumda yer bulur. Adın kelime anlamı, yüklendiği anlamlar bütünü; ad verilen kişinin karakteriyle, geleceğiyle, başarısıyla yakından ilgilidir. Ad bireyin tinsel varlığının simgesidir.

* Bu makale, F. Ü. TDE Bölümünde Doç. Dr. Ahmet Buran'ın yönetiminde hazırlanan "Tatar İsimleri Sözlüğü'nde Yer Alan Türkçe Kişi Adları Üzerine Bir Değerlendirme" adlı Doktora seminerinden özetlenmiştir. ** Araştırma Görevlisi Fırat Ün. Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Böl.

Page 93: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Dil, kültür, tarih, coğrafya, edebiyat gibi unsurlar bütün Türkleri bir araya getiren, birleştiren faktörlerdir. Kişi adları da bu birlikteliği sağlayan unsurlardan birisidir. Arslan, Timir (Demir), İldeniz, Baybars, Börühan, Ülker, Tuğrul gibi adlar, biribirinden binlerce kilometre uzaklarda yaşayan insanların; aynı kökten çıktıklarının, aynı kaynaklardan beslendiklerinin en güzel kanıtıdır. Nüfus olarak en çok konuşulan beşinci ; alan olarak da en çok konuşulan birinci dil olan ses bayrağımız Türkçemiz, bu isimler vasıtasıyla farklı coğrafyalarda dalgalanmaktadır.

Çalışmamıza kaynak olan Tatar İsimleri Sözlüğü, Tatar Türklerinden Gomer F. Sattarov tarafından hazırlanmıştır. İncelememizde yer alan adlar sadece Türkçe olan adları kapsamaktadır. Kazan Kitap Neşriyatı tarafından Kazan şehrinde 1981 yılında basılan kitabın tam adı "Tatar İsimneri Süzligi" olup 256 sayfadan ibarettir. Kitabın dili Tatar Türkçesidir ve Kiril harfleriyle basılmıştır.

Eserin başında Prof. Dr. M. Z. Zekiyev tarafından yazılmış bir takdim yazısı vardır. Zekiyev'in takdim yazısının ardından, kitabın yazarı Sattarov tarafından bir giriş yazısı konulmuş, onun ardından da sözlüğün yazılış prensiplerini anlatan bir bölüm konulmuştur. Daha sonra da, Kiril alfabesine göre, alfabetik sırayla sözlüğü oluşturan adların listesi verilmiştir. Eserin sonuna da, sözlüğün hazırlanmasında yararlanılan kaynakların listesi verilmiştir.

Sözlükte verilen adlardan hemen sonra, adın hangi cinse ait olduğu kısaltmalarla belirtilmiştir. Erkek adları için i.-a. (ir-at), kadın adları için h.-k. (hatın-kız) kısaltmaları kullanılmıştır. Bu kısaltmalardan sonra ise, adın hangi dile mensup olduğu parantez içerisinde kısaltmalarla gösterilmiş ve ayrıca gerek görüldüğü takdirde; ad verme motifi, adın aslında yatan gerçek durum, adın leksik, semantik ve tematik yönleri (dini, edebi, askeri, mitolojik, zoolojik, botanik vs.), yapılış özellikleri, kullanılış şekilleri (eski ad, yeni, ad, soyadı gibi), hangi Türk boylarında görüldüğü ve adın etimolojisi hakkında bilgi verilmiştir. Çeşitli anlamlara gelen adlar, 1., 2., 3... gibi maddelerle gösterilerek adın en yaygın anlamından en az kullanılan anlamına doğru sıralanmıştır. Adın esas veya en yaygın anlamı birinci maddede verilmiştir. Adların, varsa, diyalektik varyantları da gösterilmiştir.

Tatar İsimleri Sözlüğü'nde madde başı olarak alınan 8156 ad vardır. 1562 Türkçe adın dışında, 6594 adet çeşitli dillere mensup yabancı kökenli ad bulunmaktadır. Arapça

2

Page 94: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ve Farsça adların çoğunluğu oluşturduğu sözlükte, bu iki yabancı dilden başka; Almanca, İbranice, Flemenkçe, Grekçe, Gürcüce, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Keltçe, Çince, Latince, Osetçe, Sanskritçe, İskandinavca, Slavca, Tacikçe, Fransızca, Hintçe, Marice ve Udmurtça olmak üzere birçok yabancı dile ait adlar görülmektedir.

Sözlükte sayı bakımından en çok Arapça kökenli adlar vardır. Asiye, Gabdurrahman, Gabdulla, Gali, Gomer, Züleyha, Nuriye, Muhammet, Remziye, Kadriye, Sadık, Sabir, Hasan, Hüseyin, Şemsettin, Ahmet, Ahat, Halil, Hadi, Ramazan, İsmegıyl, İbrahim vb. gibi İslam dünyasında ortak olan adlar bolca görülmektedir.1

Türk gücünün artması ve Türk milletinin genişlemesi ile yeni kültür çevrelerine giren Türkler, pekçok yenilikle karşılaşmışlardır. Bunun sonucunda dini etkinin ağır bastığı ad alanında önemli değişiklikler olmuştur. Avrupa ülkelerinde ve milletlerinde geniş bir etki yaratan din, kendi adlarını eski Latin-Grek köklerine bağlarken, Türklerde de adlar, özellikle Arapçaya kaymıştır. 13. yüzyıla kadar dengeli olan adların değişimi, 13. yüzyıldan sonra Türkçenin hakimiyet alanını daraltmış ve bu tarihten itibaren yabancı adlar, Türkçe adlara üstünlük sağlamıştır.2 922 yılında İslamiyeti ilk kabul eden Bulgar Türklerinde, bu tarihten sonra, İdil-Kama boylarında Arap adları daha fazla kendisini göstermiştir.

Sözlükte Arapçadan sonra en çok görülen yabancı adlar Farsça kökenlilerdir. Bulgar Devleti'nin Orta Asya, İran ve diğer doğu ülkeleriyle çok eskiden başlayan ticaret ve kültür bağlantısı sonucunda , Bulgar-Tatar Türkçesine, ardından da Altın Ordu ve Kazan Hanlığı dönemlerinde Tatar Türkçesine önemli ölçüde Farsça kökenli ad girmiştir. Gerek Arapça, gerek Farsça olsun, yabancı kökenli adlar önce Türk yönetici sınıfı tarafından ünvan, sonra da ad olarak kabul edilmiş, ardından da bu adlar halk tarafından benimsenmeye başlanmıştır.3Sözlükte Farsça Kökenli olup İran kahramanlarının adlarını ve Fars kültürünü yansıtan; Banu, Behram, Gevher, Gülzade, Gülşat, Zifa, Lale, Mahi, Ruşen, Rüstem, Server, İsfendiyar, Cihangir, Cihanşah vb. pekçok ad yer almaktadır.

Sözlükte bağımsız olarak yer alan Arapça ve Farsça adların yanı sıra, bu iki dilin sözlerinin bir arada kullanılarak oluşturulan birleşik adlar da yer almaktadır.

1G. F. Sattarov, Tatar İsimneri Süzligi, Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan 1981, s. 10 2 Ahmet Caferoğlu, "Dede Korkut Hikâyelerinin Antroponim Yapısı", TDAY-B., 1959, s. 60 3Abdülkadir İnan, "İslamdan Sonra Türkçe Adlar", Türk Dili, S. 82, Temmuz 1958, s. 482

3

Page 95: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Arapça+Farsça: Adilşah, Zakircan, Zülfinaz, Zekiyebanu, Kamerbanu, Mullayar, Hasanşah, Şakircan, Şehilmerdan vb; Farsça+Arapça: Bibinur, Bülbülnisa, Mahibedir, Mahicemal, Niyazgali, Taceddin, Şirgazi, Şahimurat, Yarmöhemmet, Yarulla vb. gibi birleşik adlar da çok sayıda görülmektedir.

Rusçadan ve diğer batı dillerinden gelen adlar da dikkate değerdir. Ayvar, Albert, Venera, Albina, Vil, Klara, Lena, Luiza, Marsel, Radik, Rafael, Ferdinant, Flora, Liliye, Robert, Rinat, Roza, Svetlana, Eliza, Almira vb. gibi adlar 1917'deki Bolşevik İhtilâli'nden sonra kullanılmaya başlamış ve 1930-1940'lı yıllarda bir hayli yayılmıştır.4 Bugün de Tatar Türkleri arasında en yaygın olan adlar, yukarıda adı geçen Rusçadan ve batı dillerinden gelen adlardır.

İslamiyetin kabulüne kadar Türkçe adları, İslamla birlikte Arapça ve Farsça gibi ortak İslam kültürünün etkisindeki adları kullanan Tatar Türkleri, 1917 Bolşevik İhtilâli'nden sonra yeni bir kültür dairesine girmişlerdir. Bolşevik İhtilâli'nden sonra Tatar adlarının çoğalması, değişmesi ve yenilenmesi çeşitli şekillerde gelişmiştir.

Eskiden gelen geleneksel adların yeni nesle verilmesi devam etmiştir. Çeşitli inançları ve gelenekleri yansıtan, şamanist unsurlarla bağlantılı olan; Aybek, Aydar, Aysılu, Almaz, Arslan, Barlas, Yoldız, Karlıgaç, Altınçeç gibi Türkçe adlar ile X. yüzyıldan başlayarak Bulgar-Tatarlara İslam dini vasıtasıyla giren; Adil, Ömer, Osman, Dilber, Zifa, Gülsine, Zülfiye, Mansur, Sara, Servinaz, Tahir, Lale, Cemil, Cevdet gibi Arapça ve Farsça adların yeni nesle verilmesine devam edilmiştir.

Eski şamanist inançlar, İslam dini âdetleri, akrabalık terimleri, kölelik ve feodalizm devrindeki rütbe, ünvan ve meslek adları gibi Sosyalist toplum insanının ahlâkına, kültürüne ve estetik zevkine uymayan kişi adları, Bolşevik İhtilâli'nden sonra kullanımdan dümüştür.5

Bügünkü genç neslin adları arasında; Allabirdi, Allagol, Baybüri, Baltabay, Bugaarslan, Bürihan, İbadulla, Dinmöhemmet, Kulgali, Kolçura, Kuçkar, Kübek, Morzahan, Taştimir, Seyitkol, Hakbirdi, Hankildi, Çurabay vb. adlar hemen hemen hiç görülmemektedir.

4 G. F. Sattarov, A. g. e., s. 12 5G. F. Sattarov, A. g. e., s. 13

4

Page 96: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Bolşevik İhtilâli'nden sonra Tatar kişi adları arasında tamamen yeni adlar meydana gelir. İki ayrı sözün bir araya getirilmesiyle oluşmuşbirleşik adlar oldukça yaygınlaşır. Ay, al, göl, il, nur, tan, fen gibi sözler, birleşik ad yapımında önemli rol oynar. Aygöl, Ayzat, Aynur, Alsu, Gölzirek, Gölgine, Gölşat, İlgiz, İlsur, İldus, Nurlan, Nursine, Tangöl, Tannur, Fendus, Fenzaman, Fenzile gibi adlar bu dönemden sonra oluşturulmuştur. Yine pekçok erkek adına -a, -e, -iye ekleri getirilerek kadın adları türetilmiştir: Aygiz-Aygize, Aynur-Aynura, İldar-İldariye, İlgiz-İlgize, İlşad-İlşadiye vb. Bazı kadın adlarına da yukarıdaki adlar eklenerek yeni kadın adları türetilmiştir: Güzel-Güzeliye, Dilber-Dilbere, Leysen-Leysene, Nerkiz-Nerkize vb.6

İhtilâlden sonra moda adlar denilen popüler nitelikteki adlar da konulmaya başlamıştır. Tatar ediplerinin eserlerinde geçen kahramanların adları, Abdullah Tukay gibi önemli şairlerin, Salavat Yulayev gibi tarihi şahsiyetlerin, II. Dünya Savaşı'nda ölen Fatih Kerim, Musa Celil, Adil Kutuy gibi ediplerin adları doğan çocuklara verilmiştir. Yine Tatar halk şarkılarında geçen; Aliyebanu, Zeytune, Züleyha, Medine, Nuriye, Reyhan, Remziye, Saniye, Teksire, Rizide, Fazıl, Firdevs, Elfiye gibi kadın ve erkek adları da yaygınlaşmıştır.

Ağır Sovyet yıllarında yürekten gelen öfkeleri, isyan ve hürriyet duygularını çağrıştıran; Azat, Alma, Bayrak, Dulkın, İrik, İrke, Yoldız, Kuyaş, Lale, Nur, Ofık, Oçkın, Sandugaç, Taşkın, Tufan, Hörriyet, Şafak, Yalkın gibi adlar, Tatar adları hazinesini genişletmiştir.

Bolşevik İhtilâlinden sonra Rusçadan ve Batı dillerinden alınan adlar iki şekilde meydana gelmiştir. Birincisi kök şeklinde alınan adlardır: Ayda, Albert, Albina, Venera, İdeal, Klara, Landış, Liliye, Robert, Edvard, Emil, Engel vb. gibi. İkincisi ise, kelimelerin kısaltılmasından oluşan adlardır. Bu adların çoğu komünizm düşüncelerini ifade eden sözlerin ve komünist dönemin önemli şahsiyetlerinin ad ve soyadlarının kısaltılmasından oluşan adlardır. Meselâ, Vil (Viladimir İlyiç Lenin), Vladlen-Vladlena (Vladimir Lenin), İzil (İspolnitel Zavetov İliça-İliç'in vasiyetini gerçekleştiren), Kim (Kommunistçeskiy İnternatsional Molodeji-Uluslararası Komünist Gençlik), Lenuza (Lenina Ulyanova Zavetı-Lenin Ulyanov'un vasiyeti), Leniz-Leniza (Leninskie Zavetı-Lenin'in vasiyeti), Lenar-Lenara (Leninskaya Armiya-Lenin'in ordusu), Marlen-Marlena (Marks, Lenin),

6G. F. Sattarov, A. g. e., s. 16

5

Page 97: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Renat-Renata (Revolutsiya Navka i Trud-İlim ve Hizmet İhtilâli), Yunir (Yunıy Revolutsiyoner-Genç İhtilâlci) vs.

Rusça ihtilâl anlamına gelen "revolutsiya" sözü ikiye bölünerek Revo, Reva ve Lutsiya adları yapılmıştır. Bir aile içerisinde erkek çocuğa Revo, kız çocuğa Lutsiya adları verilmiştir. Vil, Kim, İzil, Lutsiya, Lenar, Lenara, Leniza, Renat gibi kısaltılan adları şu anda da Tatar Türkleri arasında en çok görülen adlardır.

Tatar Türkçesine Rusçadan ve Batı Avrupa dillerinden giren adlar, şu anda da çok yaygın olup en çok görülen adlardır. Yapılan bir araştırmada, 1967 yılında Tatar Türkleri arasında erkek çocuk adlarından: Albert, Marsel, Robert, Edvart; kız adlarından: Liliye, Venera, Lena, Rizide, Roza ve Elmira en çok görülenleridir. 1967 yılında doğan üç yüz erkek çocuğuna Albert adının verilmesi dikkate değer bir durumdur.7

1917'den sonra birçok coğrafi ad ve yer adı kişilere ad olmuştur. Meselâ, Altay, Baykal, Dunay, Zey, İdil, Kazbek, Lena, Marsel, Reyn, Rim, Ural, Hindiye gibi coğrafi adların yanında, Aznakay, Akyigit, Baltaç, Kükküz, Kildiuraz, Miñlibay, Perev gibi yer adları da kişi adlarına dönüşmüştür.8

G. F. Sattarov, uzun yıllara ve zahmetli araştırmalara dayanan eserini, birçok kaynağa ulaşarak meydana getirmiştir. Nüfus kayıtlarını, nikâh defterlerini, tarihi kaynakları, edebi eserleri, mezar taşlarını, sözlükleri ve daha pekçok eseri tarayarak meydana getirdiği Tatar İsimleri Sözlüğü, Tataristan'da kişi adları üzerine yapılmış en kapsamlı ve en önemli çalışmadır.

SÖZLÜKTE YER ALAN TÜRKÇE ADLARIN TASNİFİ Tatar İsimleri Sözlüğü'nde yer alan Türkçe adları, Lazslo Rasonyı'nın yapmış

olduğu tasnife göre sınıflandırdık.9 Tasnife yalnız Türkçe adlar alınmıştır. Rasonyı'nın tasnifi sözlüğümüzdeki adların tamamına yakınını kapsayıcı niteliktedir. Tasnifin dışında kalan adlar da, yakın maddeler içerisine alınmıştır.

7G. F. Sattarov, A. g. e., s. 18 8G. F. Sattarov, A. g. e., s. 18 9 Lazslo Rasonyı, Lazslo Rasonyı, "Türklükte Kadın Adları", TDAY-B., 1963, s. 74-75

6

Page 98: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

I. TOTEMİSTİK ADLAR Sözlükteki bazı adlar, totemistik adlar içerisine alınabilir. Türk mitolojisinde, Türk

inançlarında derin izler bırakan, atalarımızın totemleştirdiği hayvan adları bu gruba dahil edilebilir.

Bunlar içerisinde, diğer maddeler içerisinde ele alacağımız bazı hayvanlarla ilgili adlar totemistik kökenlidir. Bu hayvanlardan özellikle kurt ilgili adlar alınabilir. Türk destanlarından bazı boyların kendisinden türediği, yol göstericilik, koruyuculuk özelliklerine sahip olan kurt, Türklerce totemleştirilmiştir. Sözlükte kurtla ilgili olarak; Kurt, Kurtay, Kurtaş, Kaşkar, Kaşkarbay, Çan, Çanbay, Çanış, Büri, Baybüri, Büribay, Bürikey, Bürihan, Büriş gibi adlar görülmektedir.

Özellikle 12 hayvanlı Türk takvimine adları verilen ve sözlüğümüzde çeşitli adlarla ifade edilen sıçan, öküz, pars, at, koyun, it ve domuz gibi halvanlarla ilgili adlar da totemistik kökenli sayılabilir. Bu hayvanların adları için bölüm II.B.1.ve II.B.2'ye bakılabilir.

Şamanist inançları yansıtan Akkam, Kamkay, Timir, Timirbike, Timirkotlık, Abak, Biçura, Tulpar gibi adlar da totemistik adlar grubuna dahil edilebilir.

II. AMAÇLI ADLAR. RUHLARA VERİLEN İŞARETLER A. Ana babanın kendileri için dilekleri: 1. Yeni doğan çocuk diri kalsın

Çocuğun hayatının korunması esastır. Yeni doğan çocuğun hayatta kalması ve ömrünü sürdürmesi dileği adlara da yansımıştır. Tiribay, Tiribike, Tiribak, Tirgol, Tirik, Tirihan, Kaldı, Kaldıbay, Kalmış, Üztimir, Üzyeşer, Üzekbay, Taymas, Taymasbay, Öriktimir, Çiklemiş gibi adlar çocuğun hayatta kalması dileğini belirtmektedir. Çocuğu yaşamayan, art arda çocukları ölen aileler de çocuğun yaşaması, hayatta kalması dileğiyle çocuklarına; Torbay, Torgın, Torsın, Torsınbay, Torsınbike, Tuktabay, Tuktagol, Tuktabike, Tuktamışgerey, Tuktar, Tuktarbay, Tuktaş adlarını vermişlerdir.

2. Kız değil, oğlan olsun Bütün Türk boylarında erkek çocuğun doğumu, kız çocuğun doğumundan daha

çok istenmiştir. Erkek çocuk, neslin devamı, soyun koruyucusu ve ilin dayanağı olması gibi sebeplerden dolayı daha fazla değer kazanmıştır. Sözlüğümüzde kız çocuğun doğumunun istenmesi hemen hemen hiç yokken, erkek çocuğun doğmasını isteyen ve bu

7

Page 99: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

dileği ifade eden birçok ad görülmektedir: Birsinbay, Birçibay, Bekbulsın, İrbulsın, Ultabıl, Tilimbay, Tilekbay, Baktaş, Kilsinbay, Kiltaş, Kiltiyer, Kilçura, Kilebay, Tömengil, Tögelkara, Tuybak, Könbak, Kuşbak, Kotkile, Kotlıkil, Kottumak, Bikkine, Baybaga, Aybaksın, İşbul, İşkara, İşkil, Urazbak, Borılça.

B. Apotropaeon-Koruyucu adlar 1. Kötü ruhları dahi korkutan kudretli hayvanların adları, yahut bunlarla sıkı ilişki gösteren adlar.

Sözlüğümüzde kudretli hayvanların yanı sıra, tabiatta bulunan birçok hayvanla ilgili adlar görülmektedir. Gerek yabani, gerekse evcil hayvanlar bakımından sözlükte bunlarla bağlantılı oldukça bol miktarda ad görülmektedir. Sözlükte yer alan kudretli hayvanlardan en çok pars, at, arslan, kurt ve deve ile bağlantılı adlar görülmektedir. Ayrıca jaguar, sırtlan, samur, fil, kunduz, sansar gibi hayvanların adları da yer almaktadır. Çocuklara verilen kudretli hayvan adlarının kötü ruhları korkutacağı inancı olduğu gibi, insanların bu hayvanlarla sürekli karşı karşıya kalması ve yaşamın bir parçası olması dolayısıyla da konulmuş olabilirler. Kurt, pars, at gibi hayvanlar Türk mitolojisinde önemli yer tutan hayvanlardır. Kurt çeşitli vasıflarıyla Türk destanlarında en çok görülen hayvan, at ise Türkün başarısının ve cihan hakimiyetinin en önemli unsuru, alpın en yakın yoldaşıdır. Pars ise, Tataristan 'ın sembolüdür.

Hayvan adlarının çocuklara verilmesindeki temel psikoloji, çocuğun bu hayvanlar gibi güçlü ve dirençli olması isteğidir. Bundan dolayı sözlüğümüzde güçlü hayvan adlarıyla oluşturulmuş birçok ad vardır: Çinkey, Çan, Çanbay, Çanbars, Çançura, Kort, Kurtay, Kurtaş, Kaşkar, Kaşkarbay, Büri, Büribay, Bürihan, Büriş, Bültirik, Başbüri, Baybüri, Aşan, Aşıt, Yeşbars, Yembars, Yulbars, Hanbars, Tukbars, Kotlıbars, Kulbars, Kilbars, Kaplan, Kaplanbek, Karabars, İlbars, Barshan, Baybars, Akçuar, Akbars, Yaguar, Sırtlan, Sırtlanbek, Buga, Bugaarslan, Bikbuga, Alabuga, Akbuga, Karabuga, Kotlıbuga, Sarıbuga, Timirkarabuga, Aslan, Arslan, Arslanbay, Arslanbike, Arslangerey, Bayarslan, Karaarslan, Sarıslan, Ruslan, Alıparslan, Yagan, Tulpar, Tuktay, Taybike, Taybek, Tayçura, Sarıtay, Küktay, Kolın, Kolıntay, Karatay, Yılkıbay, Yılkıçura, Argamak, Alıptay, Alatay, Aktay, Tutay, Torımçak, Batbay, Baybura, Kiş, Kişbey, Kondız, Kondızbay, Kondızbike, Susar, Susarsılu, Yangir.

8

Page 100: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Atlı göçebe bir hayat süren Türklerde, bu yaşantının bir sonucu olarak, bazı evcil hayvan adları görülmektedir. Kuzı, Kuzıbay, Kuzıbala, Kuzıbek, Kuzımkol, Kuzıkildi, Kuybagış, Kuyçıbay, Kuçkar, Kuçkarbay, Kuçkarbek, Kusay, Teke, Tekeş, Baykuçkar, Akkuçkar, Tülek, Tülekbay, Baykuçat, Suyır, Suyırbay bu cins adlardandır.

Sözlükte görülen bir diğer hayvan türü de kuşlardır. Bunlardan yırtıcı kuşlarla ilgili adlar, çocuğun bu kuşlar gibi yırtıcı ve cesur olması dileğiyle konulmuştur. Bayşunkar, Balapan, Barlas, Börkit, Börkitbay, Kozgın, Laçın, Toğrul, Şonkar, Yabalak, Baykuş, Sarıç, Toygın ve Torımtay yırtıcılığın, cesaretin ve hakimiyetin sembolü olan kuşlardır. Yırtıcı kuşların dışında güzelliğin, zerafetin ve güzel sesliliğin ifadesi olan kuşların adları da görülmektedir: Turgay, Küki, Karlıgaç, Karlıgaçbike, Karlıgaçsılu, Kügerçin, Sandugaç, Sandugaçbike, Sandugaçsılu, Sölikbay, Sölikbike, Suzgın, Suzgınbike, Kügiş, Tugzak, Kubaş. Bu kuşların adları daha çok kız çocuklarına verilmiştir. Sözlükte ayrıca bir balık olan Çabak adı görülüyor.

2. Hor görülen hayvanların adları Hor görülen hayvanların adları, daha çok çocuğu yaşamayan ailelerde görülür.

Çocuğa kötü ad verilince, Azrail'in çocuğun canını almayacağına, kötü ruhların çocuğa yaklaşmayacağına ve çocuğa nazar değmeyeceğine inanılmıştır.10 Sözlükte en çok köpek ilgili adlar görülmektedir: Kübek, Akkübek, Akbay, Nugay, Nugaybike, Nugaybek, Muynak, Köçik, Karaköçik, Akköçik, Bayköçik, Baykübek, Barak, Karabay, Köçikbay, Köçikkol, Sarbay, Egir köpekle ilgili adlardır.

Köpek hor görülen bir hayvan olmasına rağmen, Türkler arasında köpekle ilgili bazı inanışlar da vardır. 12 hayvanlı Türk takviminin bir yılının adı "it yılı"dır. Türkler efsanelerinde ve adbilim telakkilerinde köpeğe iyi gözle bakmışlardır. Eski Proto-Bulgarların bir kısmının köpeği kutsal bir hayvan sayarak kurban ettikleri kaydedilmiştir.11 Barak adına ilk kez Oğuz Kağan Destanı'nda rastlanır. Destanda Barak, Oğuz Kağan ile savaşmıştır. Altay Türklerinin efsanelerinde köpek başlı, köpek kılıklı insanlara rastlanmıştır. Kazaklara ait bir inanca göre de yumurtalarından köpek yavruları çıkan ve Kumay adını taşıyan bir "it-ala-kaz" vardır. Kumay'ın yumurtalarından köpek

10 Bedri Noyan, "Ad Vermede Gelenekler: Türkçe İnsan ve Aile Adları Hakkında", Türk Kültürü, S. 246, Ekim 1983, s. 26 11 Ahmet Caferoğlu, "Türk Onomastiğinde Köpek Kültü", TDAY-B., 1961, s. 1

9

Page 101: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

yavrusu çıktığına dair bir efsane de, Kırgız Türklerinde görülür. Kırgızlardaki bu köpek bütün hayvanların koruyucusudur.12

Türklerde kişi adı, yer adı ve etnik ad olarak kullanılan köpek, Moğollarca da kutsanmıştır. Moğollar köpek eti de yerlermiş. Moğolların Alan Kova Destanı'nda, Alan Kova adlı hatun gökten gelen sarı bir köpekten hamile kalmış, üç oğlan doğurmuştur. Moğollar bu şekilde çoğalmışlardır. 13 Ayrıca göçebe hayat tarzı içerisinde köpek önemli bir yer tutar. Türk inanışlarında önemli bir yere sahip olan köpeğin adı sözlüğümüzde daha çok, çocuğun sağlam, dayanıklı olması ve yaşamaya bağlı olması gibi sebeplerle verilmiştir.

Sözlükte Köpekten başka hor görülen hayvanlarla ilgili olarak; Ayubi, Ayukay, Ayukaç, Ayutaş, Ayuhan, Kaban, Kabanbay, Kabanbike, Turay, Bursık, Borındık, Tölkibay, Tölkiçura gibi hayvan adları görülmektedir.

3. Oğlanlara verilen kadın adları, yahut kadın anlamında olan adlar Sözlükte bu maddeye uygun ad yoktur. Ancak, hem kadınlara, hem de erkeklere

verilmiş olan; Almakay, Altın, Appak, Bülek, Dulkın, İlsöyer, İlüs, Karaküz, Kince, Kondız, Köleç, Kömiş, Sünmes, Turgay, Ülmes, Yalkın, Yoldız, Yözlikey, Yuanıç, Yulgiz olmak üzere yirmi ad vardır.

4. Çocuğun sevilmediğini göstermek için kullanılan çirkin adlar Hor görülen hayvanların adlarının çocuklara verilmesinde olduğu gibi; kötü

anlamlı, çirkin adlar verilerek çocuğun kötü ruhlardan korunması amacı güdülmüştür. Sözlükte çocuğun sevilmediğini gösteren adlar; daha çok kötü bir vücut özelliği,

kötü bir karakter özelliği veya çocuğun doğumuyla ilgili gayrimeşru bir durumdur: Yaman, Yamanbay, Yamanbike, Yamangol, Yamankay, Yamançura, Saltık, Baymak, Yapança, Tumak, Tabıldık, Almış, Ülcebay, Artık, Artıkbay, Artıkbike, Artıkaç.

5. Kötü ruhları yanıltan başka cins adlar Bu tür adlar verilirken de çocuğun hayatının korunması amaçlanmıştır. Bu adlar

daha çok kötü ruhları korkutacak dayanıklı, keskin, öldürücü maddelerle; cesareti, korkusuzluğu simgeleyen sözlerdir: Kirey, Kılıç, Kılıçbay, Kılıçarslan, Sagaydak, Sadak, Almas, Örikmes, Örkit, Sarımsak, Açi-Acı, Yozak, Biklemiş, Tozak, Yomgalak, Kaçmas,

12Ahmet Caferoğlu, A. g. m., s. 3 13 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, MEB Yay., İstanbul 1997, s. 20

10

Page 102: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Baybüri. Bazı adlar da ise çocuk değersiz, küçük bir varlık gibi gösterilerek kötü ruhlar yanıltılmaya çalışılmıştır: Satlık, Satıbal, Atsız, Tabıldık.

6. Teofor (Allah adını kapsayan) adların bir kısmı Bu adlarla ilgili olarak IV. maddeye bakılabilir.

C. Çocuk için iyi dilekleri doğrudan doğruya dolaşıksız anlatan adlar: 1. Mutluluğu, başarıyı dileyen adlar

Sözlükte çocuğa mutluluk, başarı dileyen adlar önemli bir bölümü kapsamaktadır. Bu adlarda sağ salim doğan çocuğun bütün ömrü boyunca; sağlıklı, başarılı, mutlu, zengin, güçlü, kalabalık bir aileli, rahat, şanslı, dayanıklı, itibarlı, mevkili olması dilenmiştir. Bu adlar şunlardır: Yulaman, Irsai, Tökeney, Türeş, Türebay, Türehan, Uraz, Urazay, Urazbek, Urazgildi, Urazgol, Urazgolbay, Urazlı, Uraztimir, Urazhan, Urazbaga, Urazbey, Urazbaktı, Urazbike, Urazbirdi, Çaltaymas, Kotlıkazan, Agiş, Alpar, Üstimir, Üstirek, Üser, Tınıçkön, Tuksubay, Tuksılu, Tuk, Tuksarı, Tukay, Tukbay, Tukbaktı, Tukbars, Tukbike, Tukbirdi, Tukkol, Sulim, Suluhan, Soslan, Soslanbek, Sermektey, Alçın, Alçınbay, Atalıym, Atamış, Aybul, Çapay, Baybul, Baybuldı, Baybulsın, Acunbay, Atlamış, Yavbars, Yavbasar, Yulsubay, Yultañ, Yultimir, Yulkotlı, Baydık, Baykotlı, Baysal, Çuak, Çuk, Çukay, Çukan, Çuklı, Baymak, Baytazar, Barış, Bikbul, İginbay, İlbul, İlüs, İsentor, İsenkil, İsey, Yortay, Koluraz, Kotlıbuga, Kotlıbek, Kotlıbökeş, Kotlıgol, Kotlıgerey, Kotlıiş, Kotlık, Kotlıkay, Kotlıkaç, Kotlıkildi, Kotlımergen, Kotlıtimir, Kotlıhan, Kotlıçura, Kotlıyul, Kotsal, Kottumak, Kotıy, Kotçı, Kotık, Çıntimir, Kotan, Kotlı, Kotlıbay, Kotlıbars, Kotlıbi, Kotlıbike, Kotlıbikeç, Kotlıbirdi, Kurmış, Kusay, Költebay, Mulgerey, Rısbay, Rısbike, Rısbuga, Rıskol.

Mutluluk, başarı dileyen adların bir kısmı fiilin kök hâlinde kullanılmasıyla emir şeklinde yapılmıştır: Kükleş, Aybul, Baybul, Baysal, Baybulsın, Bikbul, İlbul, İlüs, İsentor, İsenkil. Bazı adlar da benzer şekilde adlara -(a)y, -(a)n ekleri getirilerek oluşturulmuştur: Tökeney, Tukay, Çukay, Çukan, İşey, Kuşay. Her iki türde de çocuk için iyi dilekler doğrudan, hatta emir şeklinde söylenmiştir. Birleşik şekilde olan bazı adlarda ise, iki ayrı söz birleşerek ad olmuş ve çocuğa bu adlarla birden çok dilek dilenmiştir. Mesela, Uraztimir adıyla çocuğun şanslı ve demir gibi sağlam olması, Mulgerey adıyla varlıklı ve rütbeli olması, Baytazar adıyla varlıklı ve sağlıklı olması dilenmiştir.

11

Page 103: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2. Uzun ömür dileyen adlar

Çocuğa uzun ömür dileyen adlar, bölüm III. B. 1. a'da olduğu gibi aynı niteliktedir. Hepsinde çocuğun uzun yaşaması, ölmemesi dileği vardır: Talan, Siksenbay, Tuksanbay, Tuksanbek, Yözikey, Yözey, Yözyeşer, Yözbek, Cidihan, Tugız, Tugızay, Tugızbike, Tugızbay, Tugızbek, Tömen, Tömenbay, Tömenbike, Tömengil, Tömentimir, Tömençi, Mengüş, Sünmes, Ülmes, Ülmesbay, Ülmesbike, Ülmeskol, Buzan, Buztugan, Kartbay, Kari, Karıyhan, Kottaymas, Yullı, Yullıbike, Yullıhan, Yultay, Yulçura, Yulçıbay, Yulçıgol.

3. İyi karakter özellikleri anlatan adlar Bu adlar daha çok insanı insan yapan, toplum içerisinde ona bir kişilik kazandıran

özellikleri yansıtmaktadırlar. Edepli, ahlaklı, terbiyeli, töreye saygılı, töreyi saklayan, ilini seven, çalışkan, görkemli, iyiliksever, güler yüzlü, toplayıcı, birleştirici, sağlam, güçlü, zeki, iyi kalpli, iyi niyetli, ayrıcalıklı, sevimli, gururlu, çevik, ilim sahibi, saf, sakin, özgür gibi iyi karakter özellikleri bu adların anlamlarını oluşturur: Saltık, Arubike, Atlıkaç, Atış, Badak, Bayık, Balkış, Barlas, Batış, Bayan, Bilik, Bilim, Bilimbay, Bilimçek, Kolay, Kapşay, Yözikey, Yözlibay, Yözlibike, Yözlibek, Yözlikey, Yözlisılu, İrik, İrkin, İrkinbay, İrkinbek, Algır, Aldar, Aldarhan, Alkın, Alıp, Alıpkol, Appak, İlçi, İlçibaga, İlçibay, İlçibek, İlçigol, İlçikey, İlsöye, İlsöyer, İltabar, İltañ, İltirek, İltotkan, İltözer, Bigi, Bigişbikeç, Bökey, Bökeyhan, Bikkol, Bikkeçkey, Kulaybek, Kunay, Kuramşa, Kuşyörek, Köleç, Küriklibike, Kürkem, Susılu, Sılubike, Söyik, Söyikey, Söyile, Söyiniç, İlgezek, Sönikey, Talmas, Tapay, Tatubay, Tatubike, Tatubek, Tatuhan, Turıbay, Tınçura, Tınıçbay, Tınıçtañ, Tırış, Temey, Uka, Ukabike, Ukabay, Ukay, Unay, Çilebi, Çutay, Imsınay, İnci, İncibike, İnciye, İncisılu, Yuaşbirdi, Yuzık, Yuzıkbay, Yumay, Yumatay, Yunbek, Yunçura, Yamansar, Aklanış, Yem, Yembaktı, Yembars, Yembirgen, Yembek, Yemsubay, Yemuraz, Yahşıbay, Yahşıbike, Yahşıbirid, Yahşıgildi, Yahşıgol, Yahşılıkhanış, Ölgir, Öktem, Ütebike, Ütebay, Cilkinbay, Citiz, Akçura, Akyigit.

4. Cisimle, vücutla ilgili iyi özellikleri belirten adlar Güzellik anlatan, tabiattaki değerli varlıkları simgeleyen nesnelerin adı çocuklara

verilerek oluşturulmuş adlardır: Aysılu, Ayçiber, Ayımbike, Aksılu, Alsılu, Bazık,

12

Page 104: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Baysılu, Çiber, Çiberkey, Könbike, Könsılu, Suzgın, Suzgınbike, Sıluyöz, Subay, Karasılu, Güzel, Güzeliye, Güzelbike, Buzyigit, Büzergen, Bikçiber, Salbay, Tuktaman, Tuktimir, Tuksılu, Tukçura, İsen, İsenbay, İsenbike, İsengol, İsençik, İsentimir.

D. Görkemli adlar Bu maddeyle ilgili adlar için VI. A., VI. B. ve VII. maddelere bakılabilir.

III. TESADÜF ADLARI. RUHLAR ÂLEMİNDEN ALINMIŞ İŞARETLER: A. Yeni doğan çocuğun göze çarpan bir özelliği (vücut parçası, renk, şişmanlık vb.)

Yeni doğan çocuğun vücut özellikleri dikkate alınarak verilmiş adlardır. Bu gruba giren adlar en çok renkler ve renklerin nitelediği vücut parçalarıyla ilgili adlardır. Çocuğun gözü, kaşı, yüzü, saçı, burnu, başı veya tüm vücudunun göze çarpan rengi ad olmuştur. Renkler içerisinde ise sırasıyla kara, ak, sarı, kızıl veya al, boz, ala, kestane rengi ve gök rengi görülen adlardır. En çok kullanılan renkler ise ak, kara ve sarıdır. Çocuğun vücut özelliğini belirtmesinin yanında gök, ak, kara ve kızıl renkleri Türk mitolojisinde önemli yere sahip renklerdir.

Eskiden Türklerde yönlerin, mevsimlerin, dört unsurun, tanrıların renkleri bu dört renk idi. Doğunun, ilkbaharın, ağacın ve doğu tanrısının rengi gök; batının, sonbaharın, demirin ve batı tanrısının rengi ak; kuzeyin, kışın, sunun ve kuzey tanrısının rengi kara; güneyin, yazın, ateşin ve güney tanrısının rengi ise kızıldı.14

Çocuğun vücut özelliklerinden renklerle ilgili adlar şunlardır: Akalay, Akarslan, Akbars, Akbaş, Akbi, Akbit, Akbuga, Akbebik, Akbuldı, Akbek, Akkol, Akkolay, Akkundı, Akkız, Akkına, Akküz, Aksarı, Aksubay, Aktay, Aktolım, Akul, Aktugan, Akurak, Akçura, Akçeç, Appak, Bornak, Karagol, Karaiş, Karay, Karaarslan, Karabay, Karabars, Karabayan, Karabi, Karabikeç, Karabirdi, Karabuga, Karabek, Karaküz, Karakildi, Karatay, Karataş, Karatimir, Karatolım, Karatugan, Karahan, Karaç, Karaçman, Karaçura, Karaçeç, Karayigit, Karakay, Karakaş, Karakaşsılu, Karakildi, Karakoş, Karakuzak, Karanay, Karasılu, Karaköçik, Sarbay, Sarı, Sarıbala, Sarıbaş, Sarıbuga, Sarıbek, Sarıgol, Sarıkay, Sarımergen, Sarman, Sarıslan, Sarıtay, Sarıtolım, Sarıçık, Sarıçeç, Kolsarı, İşsarı, Altınsarı, Altınçeç, Kızılbay, Kızılbaş, Alsılu, Alsu, Büztimir, Büztirek, Büzek, Buztanay, Koba, Kobay, Kobakay, Kolkoman, Etrek,

14 Ziya Gökalp, Türk Uygarlık Tarihi (Haz. Yusuf Çotuksöken), İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1991, s. 94-95

13

Page 105: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Cizbike, Alabek, Alabuga, Alabaş, Alatay, Küktay, Kükküz, Koñgır, Koñgırbay, Aydın, Aydınbike.

Çocuğun renginden başka, vücuduyla ilgili bazı göze çarpan özelliklerine bakılarak ad verilmiştir. Çocuğun sağlam, dolgun, yuvarlak, iri yapılı, uzun saçlı, şişman, iki çeneli, minik, burnunun inceliği, altı parmaklı oluşu, vücudundaki ben, aileden birisine benzemesi gibi özellikleri dikkate alınmıştır: İsen, Tögelbay, Tözbay, Töztugan, Tözbek, Tupaç, Tolımbay, Tolımbek, Şombay, Karnak, Kuştamak, İgbaktı, Bornaş, Altıbay, Miñlibay, Miñlibike, Miñlibek, Miñligol, Miñligerey, Miñliiş, Miñliyöz, Miñlikey, Miñlisılu, Miñlitimir, Miñliuraz, Çalım.

B. Doğumdan sonra ilk göze çarpan yahut işitilen bir nesnenin (âlet, yemek vb.) adı

Bu maddeye toplumsal hayatta kullanılan âlet ve eşyalarla, özellikle savaşta kullanılan silahlar ve bu âletlerin yapıldığı madenlerle ilgili adlar alınabilir. Bu adlar doğumdan sonra göze çarpan nesneler olabileceği gibi, toplumsal hayatın vazgeçilmez unsurları olduğu için ad olarak verilmiş olabilir.

Madenlerden birkaçı çelik, geriye kalanı da demirle ilgili adlardır. Türk dünyasının tamamında demirle ilgili pekçok ada rastlanmaktadır. Demiri en çok kullanan, işleyen ve onu kutsayan millet Türk milletidir. Tarih boyunca Türklerin yaptıkları savaşlarda ve fetihlerde demirin önemli rolü olmuştur. Türklerde demir bayramının bulunması demirin kutsandığının bir ifadesidir. Türk hakanları, ilkbahar bayramında örs üzerinde demir döverek, Türk madeni olan demiri kutsamışlardır. Eski Türklerde demir dövme töreni dini ve milli bayram olarak kabul edilmiştir.15

Türk yaşantısında derin izler bırakan demir, mitolojik özellikler kazanacak kadar Türk toplumunun inançlarında yer etmiştir. Bütün Türk destanlarında demirin özel bir yeri vardır. Ergenekon destanında Türkler, bir demirci ustasının demir dağı eritmesiyle özgürlüğe kavuşmuşlardır. Manas destanında demirciliğe çok önem verilmiştir. Manas savaşa çıkmadan önce halkını toplar, demircisini ziyaret eder, bütün kılıçlarını ona biletirmiş. Hatta, demircisi Tökör'ü öldürdüğü Yolay Han'ın kızıyla evlendirmiştir.16

15Abdülkadir İnan, "Türklerde Demircilik Sanatı". Makaleler ve İncelemeler, C. II, s. 230 16 Ali Öztürk, Çağları İçinde Türk Destanları, Erzurum 1980,, s. 32-33

14

Page 106: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Göktürklerin ataları demirciydiler. Moğollarda dokuz atası demirci olan adam şaman olabilirdi. Şamanların büyüklerine Tarhan adı verilirmiş.17

Türklerin çetin hayat mücadelesinde, dünyaya yayılıp egemen olmasında ve başarılarının temelinde en önemli unsur demir olmuştur. Sözlükte de bu durumları doğrular nitelikte demirle ilgili birçok ad vardır: Timir, Timirbay, Timirbike, Timirgerey, Timirkarabuga, Timirkotlık, Timirkey, Timirtaş, Timirhan, Küktimir, Kotlıtimir, Koltimir, Karatimir, İştimir, Aytimir, İltimir, Biktimir, Tuktimir, Tuytimir, Tömentimir, Uraztimir, Çıntimir, Hantimir, Üstimir, Ütinçtimir, Öriktimir, Üztimir, Yeştimir, Yultimir, Baytimir, Köntimir, Aktimir, Korıçtimir, Korıçhan, Korıçbay, Korıç.

Madenlerden başka bu maddeyle ilgili adlar, günlük hayatta ve savaşlarda kullanılan eşya ve âletlerdir. Savaş âletleri içerisinde ok ve kılıçla ilgili adlar görülür: Kılıç, Akkılıç, Kılıçbay, Kılıçarslan, Baykılıç, Ukbay, Ukbirdi, Sadak, Sagaydak, Kurman. Türkler başarılarında önemli bir yer tutan savaş âletlerinden ok ve kılıca çok değer vermişlerdir. Alpın kişiliği, kılıç kullanmada ve ok atmadaki başarısıyla ölçülmüştür. Bu silahları iyi kullanmak Tük için üstünlüğün bir ifadesidir.18

Sözlükte bu adların dışında, bu maddeyle ilgili diğer adlar, günlük hayatta yer alan; evde, tarlada ve süslemede kullanılan nesnelerdir: Balta, Baltabay, Baltan, Baytay, Baltakol, Urak, Urakay, Urakbay, Urakbike, Akurak, Çakmak, Alpak, Bayrak, Kabay, Yifek, Yifeksılu, Bizek, Batman, Nokrat, Teñke, Teñkebike, Teñkesılu, Kına, Tagangay, Yulay, Cürmey, Kazan, Kazanay, Kazanak, Kazanbay, Kazanbek, Kazangol.

C. Doğumdan sonra görülmüş ilk hayvan ve bitki Hayvan adlarını II/B/1 ve II/B/2'de ele aldığımız için bu bölümde bitkilerle ilgili

adlara değineceğiz. Bu unsurlar doğumdan hemen sonra görülmüş olabileceği gibi, çeşitli duygu ve düşüncelerin ifadesi olarak da ayrıca konulmuş olabilir.

Çeşitli ağaçların adları, meyve adları, çiçek adları, bazı yenen bitkiler ve diğer bitkiler ad olarak kullanılmıştır. Ağaçlardan çam, karaağaç, kavak, meşe ve ardıçla ilgili adlar vardır: Narat, Karagaç, Karagay, Tirek, Biktirek, Baytirek, Büztirek, İmen, İmenbay, İmengol, İmenkildi, İmenkiske, Artış.

17 Ziya Gökalp, A. g. e., s. 5 18 Ali Öztürk, A. g. e., s. 68

15

Page 107: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Adı geçen ağaçlar, yaşanılan çevrede en çok rastlanan sağlam ve dayanıklı ağaçlardır. Çocuklara ağaçla ilgili adlar verilirken, çocuğun ağaç gibi sağlam olması dileği vardır.

Türk inançlarında ağaç önemli bir yer edinmiş ve ağaçlarla ilgili bir kült oluşmuştur. Bugün bütün Türk dünyasında hastalıktan kurtulmak, çocuk sahibi olmak, evlenmek, zengin olmak, kısmet açmak vb. şeyler için ağaçlardan medet ummak şeklinde bir inanç oluşmuştur. Bu inançların gerçekleşmesi amacıyla da ağaçlara bez, iplik vs. bağlama, ağaca çivi veya nal çakma, ağaç etrafında dönme, ağaca yalvarma, ağaç kabuklarından muska yapma, ağaç çevresinde kurban kesme gibi âdet ve inançlar görülmektedir.19

Ağaçlarla ilgili adlardan başka; Alma, Almakay, Almabike, Cilek, Çiyebike, Yözim, Yözimbike gibi meyvelerle ilgili adlar; Ayçeçek, Akçeçek, Alçeçek, Tutay, İnciçiçek, Çeçke, Çeçkebi, Çeçek gibi çiçeklerle ilgili adlar; Mort, Mortak, Arçan, Kuzak, Karakuzak, Kamış, Kamışbike, Sarımsak gibi çeşitli bitkilerle ilgili adlar görülmektedir. Bu bitkilerin, güzelliği, görünüşü, tadı ve uzun ömürlü olması gibi özellikleri, ad olarak verilmelernde en önemli etkenlerdir.

D. Çadıra, odaya ilk giren kimse (onun işi, rütbesi, bağlı olduğu kavim, millet). Aulda, köyde bulunan yabancı.

Sözlükteki adlardan hareketle bu maddeyle ilgili ad olduğunu söylemek zordur. Ayrıca, sözlükteki açıklamalarda da bu durumu yansıtan bir bilgi yoktur.

E. Ana babanın ilk duyduğu, ya söylediği söz

Bu maddedeki adlar, çocuğun doğumuyla ana babanın heyecan ve sevinçle söylemiş oldukları ilk sözlerden oluşmaktadır. Sözlüğümüzde "birdi, baktı, kildi, buldı, kundı, baga (bakıyor), birgen (vermiş), tugan (doğmuş)" çekimli fiillerine çeşitli sözlerin getirilmesiyle oluşturulmuş birleşik yapıdaki adlardır: Yavbirdi, Yahşıbirdi, Yuaşbirdi, Ukbirdi, Tukbirdi, Hanbirdi, Urazbirdi, Baybirdi, Kotlıbirdi, İbbirdi, Bigbirdi, Tilekbirdi, Tilevbirdi, Könbirdi, Kolbirdi, Bilbirdi, Birdibay, Birdibek, Birdigol, Birdiiş, Birdihan, Karabirdi, Tuybirdi, Tiñbaktı, Tuybaktı, Taşbaktı, Baktı, Baktıbay, Baktıbaş, Aybaktı,

19 Hikmet Tanyu, "Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar", TFA-Y, 1975, s. 139-140

16

Page 108: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

İlbaktı, Salbaktı, Baybaktı, Kuşbaktı, Urazbaktı, Hanbaktı, Tınbaktı, Tukbaktı, Yembaktı, Tañkildi, Tıñkildi, Karakildi, Tuygildi, İsenkildi, İşkildi, Savgildi, Tatlıkildi, Añkildi, Kildibay, Kildibek, Kildigol, Kildikuş, Kilduraz, Çurakildi, Töpkildi, Tevgildi, Hangildi, Urazgildi, Yahşıgildi, Kuşkildi, Baygildi, Kotlıkildi, Kolkildi, Bilgildi, İlkildi, Abızgildi, Tuybuldı, Akbuldı, Bikbuldı, Baybuldı, Akkundı, Baybaga, Yembirgen, Tiñbirgen, Tiñtugan, Saltugan, Tuytugan, Erdugan, Karagan, Karamış, Karmış, Tañatmış, Cilgindi, Tuybar, Mindubay gibi adlar çocuğun doğumuyla söylenen ilk söz, duyulan büyük sevinç, verilen ilk tepkidir.

F. Meteorolojik, ya da astronomik bir olay Ay, güneş, yıldızlar, tan, gök kuşağı, havanın durumu gibi gökyüzüyle ve

meteorolojiyle ilgili durumları belirten adlardır. Ay ve güneşle ilgili adlarda bu cisimlerin güzelliği, parlaklığı, şekli ve rengi ad vermedeki önemli etkenlerdir. Türk inancına göre bütün iyi ruhlar, melekler, tanrılar gökyüzünde bulunurlar. Bunlar güçsüz insanları yaratır, korur ve göğe alırlar. Çünkü ışık 'ay, güneş, yıldızlar) bütün insanların dostu; doğanın, bütün canlıların bekçisidir.20

Göğün kutsallığı Türk destanlarında da görülür. Oğuz Kağan'ın evlendiği birinci kız gökten bir ışık içerisinde inmiştir. Altay şamanlığında Ay ata, Güneş ise anadır. Yine Altay şamanlığına göre, büyük kahramanlar güneşin ve ayın koruyuculuğu altındadırlar.21 Ay ve Güneş insanoğlunu her zaman göz altında bulundurup onları kötü yola sapmaktan korurlar. Oğuz Han'ın oğullarının adları Gün, Ay, Yıldız'dır. Cengiz Han'ın atalarından Alan Kova adlı kadın ay ışığından gebe kalmıştır.22

Ay ve Güneşin kutsallığı, koruyuculuğu ve insanoğluna faydaları gibi sebeplerden dolayı sözlüğümüzde Ay ve Güneşle ilgili birçok ad görülmektedir: Ayış, Aybaksın, Aybaktı, Aybars, Aybaş, Aybike, Aybikeç, Aybirdi, Aygol, Aybuga, Aydak, Aydar, Aydaş, Ayyoldız, Aykay, Aykap, Aykön, Aylı, Aysar, Aysılu, Aytaş, Aytimir, Aytirek, Aytuar, Aytugan, Aytugay, Aytulı, Ayçura, Aktanay, Altınay, Buztanay, Kömişay, Sanman, Sarmanay, Tanay, Tuganay, Tulay, Tulganay, Tulun, Tulunbek, Kuyaş,

20Ziya Gökalp, A. g. e., s. 45 21 Ali Öztürk, A. g. e., s. 65 22 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. II, MEB Yay., İstanbul 1997, s. 54

17

Page 109: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Kuyaşbike, Kön, Könbay, Könbak, Könbike, Könbirdi, Könsılu, Köntimir, Köntugan, Köntumış, Könçura.

Tan vaktiyle ilgili adlarda çocuğun tan vaktinde doğması etken olduğu gibi, çocuğun doğumu tanın atması gibi değerlendirilmiştir: Tañ, Tañatar, Tañatmış, Tañbike, Tañgatar, Tañyoldız, Tañsılu, Tañkay, Tañkildi, Tañsarı, Tañtaş, Tañçura, Tañçı, Altañ, Aktañ, İştañ.

Yıldızlarla ilgili adlardan da; Yoldız, Tañyoldız, Timirkazık (Kutup yıldızı), Kuzıy/Kuzey (Kuzey yıldız) ve Ölker adları geçmektedir. Bu yıldızlarla ilgili olarak Türk mitolojisinde çeşitli inançlar vardır. Tañyoldız Türklerin Zühre yıldızına verdiği addır. Türklere göre bu yıldız, çok güzel bir kızdır. Sabaha karşı doğduğu için adına Tanyıldızı denilmiştir. Bu yıldız batı mitolojisinde de (venüs) daima kadın güzelliğinin sembolüdür. 23 Güney Sibirya halklarının çoğuna göre Zühre yıldızı, atların ve at sürülerinin koruyucusudur. Sürü sahipleri Zühre'ye kurban keserler ve etleri ateşte yakarak Zühre'ye gönderirler.24

Timirkazık (Demirkazık), Kutup yıldızının Türkçe adıdır. Türkler göğün direği olarak Kutup yıldızını düşünmüşler ve bu yıldıza "Demirkazık" veya "Altınkazık" demişlerdir. Kutup yıldızı Tanrı'nın ülkesi olan gökle, yeryüzünü birleştiren kutsal bir kapıdır. Tanrı'yla ilgi kuran kamlar, ancak Kutup yıldızına kadar çıkabilirler. Tanrı da ruhlarından birini elçi olarak gönderir ve Kutup yıldızına kadar gelen kamlarla burada görüşürdü.25

Cidigen (Büyük Ayı yıldızı) Türk inancında gökteki yedi kurttur. Bu yedi kurt, Kutup yıldızına demir zincirlerle bağlanmışlardır ve önlerinden kaçan "Küçük Ayı yıldızı"nın iki aygırını kovalamaktadırlar.26 Ülker yıldızı da ışık vermesiyle göze çarpmaktadır. Kızlar güzellikleriyle Ülker yıldızına benzetilirler. Kutadgu Bilig'de Ülker yıldızı Türkmen kızlarına benzetilmiştir.27 Yıldızların mitolojik değerleri, güzellikleri, parlaklıkları ad olmalarında etken olmuştur.

23 Bahaeddin Ögel, A. g. e., C. II, s. 81-82 24Bahaeddin Ögel, A. g. e., C. II, s. 84 25Bahaeddin Ögel, A. g. e., C. II, s. 35 26 Bahaeddin Ögel, A. g. e., C. I, s. 24 27 Bahaeddin Ögel, A. g. e., C. II, s. 79

18

Page 110: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Sözlükte ayrıca, açık ve güneşli günü anlatan; Çuak, Akçuak, Ayaz, Ayazgol adlarıyla gök kuşağı anlamına gelen Yangalıç adı vardır.

G. Mevsim, gün, bayram günü Çocuğun doğduğu güne, mevsime, yıla, havanın durumuna göre ad vermek bütün

Türklerde ortak olan ad verme motiflerinden biridir. Sözlüğümüzde bazı günleri ve günün özelliklerini yansıtan adlar görülmektedir: Yamgurçı, Yañgırhan, Karlıhan, Kırlay, Kırlaç, Buran, Buranbay, Buranbike, Burangol, Burançı, Toman gibi adlar; havanın yağmurlu, karlı, boranlı, dumanlı ve soğuk olduğu günlerde çocuklara konulmuş adlardır.

Ekin biçme mevsiminde doğan çocuklara; Urakay, Urakbay, Urakbike, Urakçı; saban mevsiminde doğan çocuklara; Saban, Sabanay, Sabanak, Sabançı; orman kesilirken doğan çocuklara; Urmanay, Urmanbay, Urmançı; kuzular doğarken doğan çocuklara; Kuzıbala, Kuzıbek, Kuzıkildi, Kuzımkol; harman ayında doğan çocuğa da Indırçı adı verilmiştir. Günün belli bölümlerinde doğan çocuklara da; Tañatar, Tañgatar, Tañatmış,

Tañbike, Tañkildi, Tañçı, Töngatar adları verilmiştir. Bazı bayramlarda ve özel günlerde doğan çocuklara da; Beyrem, Beyrembay, Beyrembike, Beyremhan, Beyremsılu, Bayraş, Kileş, Çuk, Çukhan, Kankay, Baganay, Tinibek gibi adlar verilmiştir.

12 hayvanlı Türk takviminde her yıla bir hayvanın adı verilmiştir. Bu yıllar sırasıyla; sıçan, öküz, pars, tavşan, ejderha (timsah),yılan, at, koyun, maymun, tavuk, it ve domuz yıllarıdır. Bir kişi hangi hayvanın yılında doğmuşsa, kendisine o yılın kutsallığı verilirmiş.28 Sözlüğümüzdeki, daha önce hayvanlarla ilgili maddelerde verdiğimiz, hayvan adları bu yıllarda doğmuş kişilere verilen adlar da olabilir. Yılkıbay adının at yılında, Kuyçıbay, Kuyçıbagış adlarının koyun yılında, Kolgına adının sıçan yılında, Nugay, Nugaybike, Nugaybek, adlarının da it yılında doğan çocuklara verildiği sözlükte belirtilmektedir.

H. Doğum zamanındaki önemli olay, ziyafet vb. Çocuğun doğduğu esnada cereyan eden önemli bir olay çocuğa ad olmuştur. Savaş

başladığında, savaş esnasında, savaş bittiğinde veya düşman kaçarken doğan çocuklara: Yavbirdi, Yavgildi, Yavkaçtı, Yavlıbay, Yavlıbike, Yavış, İlkildi; toy veya ziyafet esnasında doğan çocuklara Tuy, Tuybak, Tuybaktı, Tuybars, Tuybike, Tuybirdi, Tuybek, Tuyiş, Tuykay, Tuysılu, Tuytimir, Tuytirek, Tuyçura, Tuyçı, Tuyçıbay adları; göç

28 Ziya Gökalp, Türk Uygarlık Tarihi (Haz. Yusuf Çotuksöken), İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1991, s. 34

19

Page 111: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

zamanında doğan çocuklara; Küçim, Küçiş, Küçebay, Küçerbay; baskında doğan çocuğa Çapkın; misafirlikte doğan çocuklara; Kunak, Kunakbay, Kunakbike, Kunakkildi, Kunakkol; babası yola çıktığı gün doğan çocuğa Yulaman adı verilmiştir. İgiz, İgizbay, İgizbek adları da çocukların ikiz doğmasıyla doğum olayının önem kazanmasıdır.

I. Doğum zamanında yenilen, kavim, devlet hükümdarın adı Sözlükte çeşitli Türk boylarının ve kabilelerin adı geçmektedir. Ancak, bunlar

doğum zamanında yenilen kavim, devlet olmaktan ziyade; kendileriyle ilgili olunan veya etkilenilen boy ve kavimlerin adlarıdır: Bolgar, Çağatay, Kazak, Kazakbay, Kazakkol, Kazakhan, Kırgızhan, Üzbek, Nugay, Nugaybike, Nugaybek, Kırım, Kınrımhan, Kırımbay, Hansuar, Mangut, Kolkoman, Dulat, Kayhan, Kayçura, Kaypaç, Barlas, Baytirek, Bagış, Cemek, Ayrat, Ayratkol, Alçın, Alçınbay, Aşıt gibi adlar Türk, devlet, boy ve kabileleri ile ilgili adlardır.

J. Doğum yerinin yanında bulunduğu nehir, şehir, yayla, taştan ev; babanın bulunduğu yer

Sözlüğümüzde özel ad olarak bilinen yer adları, ırmak ve göl adları kişi adı olarak kullanılmıştır. Yer adları içerisinde en çok Tataristan'da bulunan şehir ve köy adları bulunmaktadır. Bu bölgedeki ırmaklar da kişi adı olarak kullanılmıştır. Kişi adlarının yer adı olarak kullanılması olağan bir durumdur. Çeşitli yönleriyle dikkati çeken kişinin adını bir yere bağlamak, böylece o kişiyi ebedileştirmek her toplumda görülür.29 Yer adlarını kişilere vermekle hem çocuğun doğduğu yer belirlenmekte, hem de kişilerin saygı duyduğu, kutsadığı yerler çocuklara ad olmaktadır. Sözlüğümüzde özel yer, ırmak ve göl adlarından kaynaklanan adlar şunlardır: Altay, Aralbay, İdil, İdilbay, İdilbaktı, İdilbike, İdilbek, İdilhan, Kırım, Kırımhan, Kırımbay, Ural, Uralbay, Uralbek, Uraliye, Zey, Nokrat, Cayıkbay, Cemek, Bolgar, Kazan, Alabuga, Yomgalak, Kırlay, Egir, Egirçi, Aktanış, Apas, Atabay, Aşıt, Bitaman, Kolgına, Kolsarı, Kotlıbökeş, Kuşlavıç, Kügenek, Kügiş, Küzbi.

Sözlükte geçen taşlık, ormanlık, dağ, yol, harman yeri, kır, bayır, vadi gibi coğrafi mekânlar da çocuğun doğduğu yerle ilgili adlardır. Kazak Türklerinde de çocuğa doğduğu yerin adı verilmektedir. Meselâ, yaylada doğan çocuğa Caylav, yurtta doğan

29 Saim Sakaoğlu, "İnsan Adlarından Kaynaklanan Yer Adlarımız", Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1984, s. 259-260

20

Page 112: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

çocuğa Curt adı verilmiştir. İstanbul'a gelen bir aile, doğan çocuğuna İstanbul adını vermiştir.30 Sözlüğümüzde de bu tip adlar vardır: Urman, Üzenbay, Yalanbay, Yalanbike, Çaltukay, İştukay, Yapança, Indırçı, Yulbaktı, Yulbars, Yulbirdi, Yulbuga, Tavlıbay, Tavlıbike.

Sözlükte geçen taş, su, deniz vb. coğrafi unsurlarla ilgili adları buraya alıyoruz. En çok taşla ilgili ad vardır. Çocuğun taş gibi sağlam ve dayanıklı olması amaçlanmıştır: Taş, Taşbay, Taşbaktı, Taşbike, Taşbek, Taşkaban, Taktaş, Baktaş, Aktaş, Altıntaş, Karataş, Koltaş, Kiltaş, Çıntaş, Çultıy, Çalbay, Diñgiz, Diñgizbay, Diñgizbike, Dulkın, Dulkıniye, Tukay, Susılu, Taşkın, Taşkınbay, Taşuk, Balkış, Yalkın.

K. Babanın yaşı Çocuk doğduğunda babasının bulunduğu yaşı gösteren adlardır: İllibay, Talan,

Siksenbay, Tuksanbay, Tukanbek. Bu adlar babanın yaşını gösterdiği gibi, çocuğunu uzun ömürlü olması dileğini de taşırlar.

L. Yeni doğan çocuğun kaçını çocuk olduğu Doğan çocuğun kaçıncı sırada doğduğunu belirten adlardır: İlkin, Başbaktı,

Başbüri, Baktıbaş, Balabaş, Altugan, Alkay, Aldan, Algır, Algildi, Albaktı, Albay, Apas, Apanay, Atagol, Deviş, Devbay, Devbike, Devhan, Taktay, Taktaş, Takçura, Tevgibay, Tevgildi, Teviy, Eci, Ecibay, Ecibi, Ecigol birinci sırada doğan çocuklara veya ailenin tek çocuğuna verilen adlardır. Yalgaş, İşbay, İşbak, İşbaktı, İşbar, İşbike, İşbuldı, İşbirdi ikinci sırada doğan çocuklara; Ardaş, Urtabay, ortanca çocuklara; Öçtek, Kuran üçüncü sırada doğan çocuklara; Altış altıncı sırada doğan çocuğa; Sigizek sekizinci sırada doğan çocuğa; Tugız, Tugızbay, Tugızay, Tugızbek, Tugızbike dokuzuncu sırada doğan çocuklara verilen adlardır.

Baytukal adı; erkeğin üçüncü veya dördüncü eşinden doğan çocuğuna verilmiştir. Karındaş-Kardeş adı da; bir anadan doğan, ama başka babadan olan ikinci ya da üçüncü çocuğun adıdır. Yanıbay, Yañabay, Yañabike, Yañabirdi, Yañgura adlarında da çocuğun yeni doğduğu belirtilmekte ama sırası anlaşılamamaktadır. Ailede doğan en son çocuğa veya ailenin en küçük çocuğuna da şu adlar verilmiştir: Köçik, Köçikbay, Köçikkol, Kiçibay, Töpkildi, Azak, Kustıy, Kince, Kincebay, Kincebek, Kincegol, Kincekey, Kincesılu, Kincehan.

30 Hızır Bek Gayretullah, Kazak Türklerinde Kişi Adları, Türk Kültürü, S. 10, Ağustos 1963, s. 14

21

Page 113: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

M. Mollanın bulduğu rastlantı: Kuran yapraklarının karıştırılmasıyla bulunmuş Müslüman adı

Yalnız Türkçe adları aldığımız için, bu maddeye alabileceğimiz bir ad yoktur.

IV. TEOFOR ADLAR Bu adlar arasında doğrudan Tanrı'nın adı geçtiği gibi, bir takım vecibeleri yerine

getirdikten sonra; Tanrı'ya dua edildikten, dilek dilendikten, çocuk için bazı büyüler yapıldıktan sonra doğan çocuklara verilen adlar da görülmektedir: Teñribirdi, Teñribirgen, Teñrikol, Irımbay, Irımgol, Tülebay, Soragan, Soran, Soranbay, Sorançık, Sorapkol, Ütiniçtimir, Ütegilkey, Ütegen, Ütey, Ütek, Ütemiş, Ütemişgerey, Ütesin, Üteş.

V. ANA BABA DUYGULARINI, SEVGİSİNİ, ŞEFKATİNİ GÖSTEREN ADLAR Çocuk için duyguların en çok yoğunlaştığı adlardır. Bu adlarda çocuk tabiattaki en

değerli varlıklar kadar kıymetlidir: İnci, İncibike, İnciye, İncisılu, Almas, Altın, Altınay, Altınbay, Altınsarı, Altıntimir, Altınçura, Ahak, Kömiş, Kömişay, Kömişbay, Kömişbike, Kömişsılu, Kömişçeç, Uka, Ukay, Ukabay, Ukabi, Ukabike. Çeçke, Çeçkebi, Çeçek, İnciçiçek, Tatlıbay, Tatlıbi, Tatlıbike, Tatlıkaç, Tatlıkildi, Tatlısılu, Balaş, Balbek, Balbike, Balkay, Ballıbike, Ballıbay, Küzbay, Küzbi, Küzbek, Küzkey, adlarında görüldüğü gibi çocuklar bu nesneler gibi güzel, tatlı ve değerlidir.

Bu maddeye giren adlar sözlükte çok fazla görülen adlardır. Bu adlara bakıldığında çocuk; ana babanın sevinci, kıvancı, gururu, ailenin, dayanıcı, ilin koruyucusu, törenin saklayıcısı, toplumun gücü, kuvveti durumundadır. Çocuk ince, değerli, sevilen bir varlıktır: Söyiniç, Söyindik, Söydirmek, Tiley, Çıntirek, Urınbay, Tiñbay, Tiñbak, Tiñhan, Tiñtugan, Yuanıç, Yuldaş, Yanguraz, Yulış, Yeşbay, Yeşbars, Yeşçura, Tansık, Tansıkbike, Satay, Sain, Saybek, Saykay, Sagınbay, Sagınbike, Sagındık, Memil, Oçkın, Küçbek, Küçbike, Kümeçbay, Baysöyik, Baysöyer, Baybagış, Bagış, Artış, Ardak, Almaş, Almaşbike, Aktilek, Azalak, Adaş, Akkundı, Abalak, Elim, Elimgol, İrmek, İsekey, İrke, İrkebay, İrkebike, İrkesılu, İlbizer, İlgezek, İlgüzel, İliş, İlkey, İlkeç, İlsılu, Bülek, Bülekbay, Bülekkol, Bişbilek, Bikbav, Bigiş, Bayıtmış, Tirsek, Köçkildi, Köçtirek, Kösebay, Kösebike, Kötipaldık, Kötipaldım, Kötik, Kuştirek, Kuandık, Kapkay, Yortbagış, Yortıy, Yobanay, İşsılu, İştirek, İştugan, İşyigit, İştüre, İşbülek, İşim, İşimbike, İşimgol, İşkine, İşkey, İşimgol.

22

Page 114: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

VI. KİŞİLERE BAĞLI ADLAR

A. Atanın, akrabanın adı Babanın, ağabeyin, kardeşin ve akrabaların adlarıyla bağlantılı adlardır: Agabay,

Abay, Abaş, Abız , Abızgildi, Kadış, Kodabay, Kodaş, Kodakay, Takay, Çoka, Çaga, Tutay, Tumaş, Tugan, Tuganay, Tuganaş, Tuganbay, Tini, Tinibek, Tinikey, Üktey, Tanış.

Aybülek, Akbülek, Baybülek adları, doğmadan babası ölen çocuklara konulmuştur. Babasının hediyesi anlamına gelmektedir.

B. Büyük, herkesçe tanınan kişilerin adları Bukişiler arasında, büyük Türk hükümdarlarının adları ve tanınmış şahsiyetlerin

adları yer almaktadır: Karahan, Atilla, Çıngız, Alıparslan, Çağatay, Almashan, Batu, Tuktamış, Batbay, Aşan, Yesevi, İdigey. Bunlardan İdigey bir Tatar halk destanının kahramanıdır.

VII. RÜTBE, UNVAN ADLARI Sözlüğümüzde sayıca en çok olan adlardır. Rütbe adları, ünvan ve sanları olan

"bay, bek, bik, bi, han, gerey, çura, türe, alp, bike, bikeç" kelimeleriyle, çeşitli kelimelirin birleşmesinden meydana gelmiş pekçok ad bu gruba dahil edilebilir.

Doğan çocuklara; içerisinde rütbe, ünvan sözü bulunan bir ad verilerek çocuğa başarı dilenmekte ve gelecekte çocuğun bu ünvanları elde etmesi dilenmektedir.

Halk, adında rütbe, ünvan sözleri geçen kişileri yüceltmekte, onları bambaşka bir kimliğe büründürmektedir.31

Sözlüğümüzde en çok yukarıda adı geçen rütbe, ünvan adlarıyla ilgili ad yapılmıştır: Arslanbay, Abızbay, Aralbay, Yunbek, Unaybek, Akbi, Ecibi, Çurabi, Aldarhan, Akhan, Timirhan, Arslangerey, Kotlıgerey, Akçura, Karaçura, Altınçura, Türekol, Türebay, İştüre, Alpar, Alıp, Alıpkol, Alıptay, Alıparslan gibi adlar. Çok kullanılan bu rütbe ve ünvanlardan başka; İlhan, İlbek, İlbay, İlbik, İnal, Sain, Bitaman, Tarhan, Temçi, Haneke gibi bazı özel ve kişilere has rütbe ve ünvan adları görülmektedir. Sözlüğümüzde rütbe, ünvanla ilgili adlar dört yüzün üzerinde olup toplam adların dörtte birini oluşturmaktadır.

31Saim Sakaoğlu, A. g. m., s. 261

23

Page 115: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Sözlükte yer alan çeşitli meslek ve uğraş bildiren adları da bu maddeye alıyoruz. Toplumsal hayat içerisinde yerleşik hayatla, atlı göçebe hayatla, avcılıkla ve askerî hayatla ilgili çeşitli meslek gruplarını bildiren adlardır. Bu adların bir kısmı -çı meslek ve uğraş bildiren eklerle yapılmıştır: Bakırçı, Bolançı, Baltaç-Baltaçı, Tupçı, Tuçıbay, Sabançı, Kuyçıbay, Koşçı, Urmançı, Egirçi, Yalçı, Yalçıbay, Yalçıgol, Urakçı, Armay, Kazak, Kazakkol, Karakol, Koliş, Kolman, Koltay, Koltimir, Kolçura, Tuksubay, Mergen, Kotlımergen, Kuybagış, Kızılbay, Mort, Mortak, Subay, Sunargol, Çirübay, Çura, Çuragol, Çurakay, Çurabay, Çurabi, Çuraman, Çuraçık, Çurmantay, Çeçen, Çeçenbay, Çeçenbike, Çeçengol, Yemsubay.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, bütün Türklerdeki adlar belli bir geleneğe, inanca

dayanıp Türklerin yaşadığı her dönemde ve coğrafyada benzerlikler göstermiştir. Bundan dolayı Türk kişi adları anlamlı ve güzeldir. Tatar İsimleri Sözlüğü'nde de diğer Türklerle ortak olan ve belli inançları, gelenekleri yansıtan Türkçe adlar, Türklerdeki ad verme psikolojisini ve ad vermede etkili olan unsurları göstermesi bakımından önem arz etmektedir.

24

Page 116: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

KAYNAKLAR Caferoğlu, Ahmet, "Türk Onomastiğinde Köpek Kültü", TDAY-B., 1961. s. 1

Caferoğlu, Ahmet, "Dede Korkut Hikâyelerinin Antroponim Yapısı", TDAY-B., s. 60

Gayretullah, Hızır Bek, "Kazak Türklerinde Kişi Adları", Türk Kültürü, S. 10, Ağustos 1963, s.

14

İnan, Abdulkadir, "İslamdan Sonra Türkçe Adlar", Türk Dili, S. 82, Temmuz 1958, s. 482

İnan, Abdulkadir, "Türklerde Demircilik Sanatı", Makaleler ve İncelemeler, C. II, s. 230

Noyan, Bedri, "Ad Vermede Gelenekler: Türkçe İnsan ve Aile Adları Hakkında", Türk Kültürü,

S. 246, Ekim 1983, s. 26

Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi, C. I-II, MEB Yay., İstanbul 1997

Öztürk, Ali, Çağları İçinde Türk Destanları, Erzurum 1980

Rasonyı, Lazslo, "Türklükte Kadın Adları", TDAY-B., 1963, s. 74-75

Sakaoğlu, Saim, "İnsan Adlarından Kaynaklanan Yer Adlarımız", Türk Yer Adları Sempozyumu

Bildirileri, Ankara 1984

Sattarov, G. F., Tatar İsimneri Süzligi, Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan 1981

Tanyu, Hikmet, "Türklerde Ağaçlarla İlgili İnanışlar", TFA-Y, 1975, s. 139-140

Ziya Gökalp, Türk Uygarlık Tarihi (Haz. Yusuf Çotuksöken), İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1991

25

Page 117: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ŞİNASİ'NIN 'ŞAİR EVLENMESİ'NDE FRANSIZ ETKİSİ

Yrd. Doç. Dr. Abdulhalim AYDIN*

ÖZET Tanzimat hareketi, pek çok alanda olduğu gibi sanat ve edebiyat yaşamımızda da

bir dizi yeniliğe yol açmıştır. Edebiyatımızdaki yenilik ise, kuşkusuz roman, tiyatro, gazetecilik, seyahatname gibi yeni edebi türlerin gelmesiyle olmuştur. Geleneksel biçimi dışında tiyatro, Türk temaşa yaşamına ilk defa bu dönemde girmiş ve Batı tarzında bir sahne türüyle tanışmıştır. Ancak bu dönemde verilen ürünlerin çoğu, Fransız etkisinin derin izlerini taşımış ve uzun sayılacak bir süre boyunca bu ulusun yapıtlarından yapılan çeviri, adaptasyon ve taklit şeklinde bizdeki yerini almıştır. Bu bağlamda, Ahmet Vefik Paşa adaptasyonlarla adını duyururken, Şinasi de Şair Evlenmesi adlı piyesiyle Batı tarzında ilk Türk tiyatro yapıtını vermiştir. Bu piyes, klasik Fransız tiyatrosunun ve özellikle Molière’in belirgin etki ve izlerini taşımaktadır.

RÉSUMÉ Le Tanzimat, mouvement de réforme et de réorganisation turc en deuxième

moitié du XIX. siècle, a déclenché un tas de réformes et de nouveautés aussi bien dans divers domaines que dans celui d’art et de littérature. Avec ce mouvement, la littérature turque a reçu de nouveaux genres littéraires parmi les quelles on peut citer en tête le roman, le théâtre, le journalisme et le chronique de voyage. La vie théâtrale turque, à part ses formes traditionnelles, a fait sa première connaissance avec ce genre dans les formes occidentales. Mais, dans la plupart des oeuvres littéraires produites dans cette époque, il y a des influences remarquables venues des lettres françaises et celles-ci sont placées, à long terme, dans les lettres turques sous formes des traductions, des adaptations et des imitations des oeuvres françaises. Dans ce contexte, tandis qu’Ahmet Vefik Paşa est renommé pour les adaptations qu’il a faites des oeuvres françaises, Şinasi est arrivé à écrire la première pièce turque en formes occidentales. Cette pièce comporte de vives influences et signes du théâtre français classique et en particulier ceux des pièces de Molière.

Giriş

Türk toplumunun Batılılaşma sürecinin başlangıç noktası olan Tanzimat döneminde devlet yönetimi, hukuk, ordu, ekonomi gibi pek çok alanda olduğu gibi, kültür, sanat ve edebiyat alanında da bir dizi yeni oluşuma gidilmiş, kimi değişimler yapılmış, kiminin de sonrakiler tarafından gerçekleştirilmek üzere ilk tohumları atılmıştır. Batı dünyasına yönelen dönemin aydınları, kültür, sanat ve edebiyat alanında gördükleri çekici ve farklı duyuş, düşünüş ve bakış karşısında şaşırmışlar ve bu yeni

*- Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü / ELAZIĞ.

Page 118: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2

edebiyat biçimine adeta vurulmuşlardır.1 Tanzimat ve takip eden dönemlerdeki diğer edebi akımlardaki Fransız etkisini Ziya Somar şöyle anlatıyor: «Bugün hemen bütün edebiyatçılarımızca kabul edilmektedir ki, Tanzimat’tan sonra gelen edebiyatımızı, daha evvelki devirlerden ayıran başlıca vasıf, garp edebiyatının, bilhassa ve hatta sadece Fransız edebiyatının bu edebiyat üzerine yaptığı tesir, oynadığı roldür.»2

Bu dönemin en önemli ve büyük temsilcilerinden biri kuşkusuz Şinasi olmuştur.3 Uzun süre Fransa'da kalan şair, bu ulusun edebiyatını okumuş ve çağdaşı olan ünlü Fransız yazarlarıyla tanışma olanağını elde etmiştir. Batı düşüncesi ve Fransız edebiyatından önemli ölçüde etkilenen şairimiz bu etkiyi hukuk, adalet, eşitlik gibi kimi yönetimsel alanlarla bireysel hak ve özgürlükler alanındaki düşüncelerinde gösterdiği gibi, bazı ünlü Fransız şairlerinden yaptığı şiir çevirilerinde ve özellikle, o tarihe kadar bir iki küçük ve acemi oyun dışında Türk edebiyatının yabancı olduğu tiyatro alanında göstermiştir. Bu yönüyle Şinasi’nin Şair Evlenmesi, sanatsal niteliği düşük olsa bile, tarihsel özelliği ve dönemin koşulları nedeniyle üzerinde durulmaya değer bir ilk yapıt olarak edebiyat tarihimize geçmiştir.

İlk modern Türk piyesi olarak ‘Şair Evlenmesi’

Tanzimat öncesi Türk tiyatrosu, çok eski dönemlerde kutlanan

epope törenlerinden ve çok daha sonraları da meddahlardan, Karagöz ve nihayet Orta oyunlarından oluşmaktaydı. Bu tür tiyatro biçimleri yüzyıllar boyunca izleyicileri memnun etmiş ve Tanzimat dönemine kadar süregelmiştir. Ancak böyle olmakla beraber, “günümüz modern Türk tiyatrosunun asıl kaynağını yine Batıda, daha doğrusu Fransız etkisinde aramamız gerekir.”4 Tek perdelik bir komedi olan Şinasi'nin Şair Evlenmesi, Batı tarzında yazılmış tiyatro türünün ilk müjdecisidir.5 Padişah Abdulmecid tarafından Şinasi'ye bir oyun ısmarlatılmış ve bunun sonucunda 1-Agah Sırrı Levent, Edebiyat Tarihi Dersleri-Tanzimat Edebiyatı, Marifet Mat. İst. 1934, s.90. 2 -Ziya Somar, Namık Kemal ve Victor Hugo, Kalem Dergisi, Sayı 12, 1 Mayıs 1939, s.249. 3- Bunun için bkz. Agah Sırrı Levent, Edebiyat Tarihi Dersleri-Tanzimat Edebiyatı, Marifet Mtb. İst. 1934, s.18. 4-Bunun için bkz. Cevdet Perin, Tanzimat Edebiyatında Fransız Tesiri, Pulhan Mat. İst. 1946, s.82. 5-Bu bağlamda Ahmet Vefik Paşa üzerinde durulmaya değer bir kişiliktir. Molière’den yaptığı çeviri ve adaptasyonlar, hem Fransız klasik tiyatrosunu, hem de tiyatro türünü Türk toplumuna tanıtması açısından döneme imzasını atmıştır.

Page 119: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3

ilk Türk tiyatro oyunu "Şair Evlenmesi" ortaya çıkmıştır.6 Metin And, tarihi belgeler üzerinde yaptığı araştırmalarda padişah tarafından ısmarlanan bu oyunun sarayda oynandığına dair bir bilgiye ulaşamadığını, ancak Sultan Abdulmecid'in saray erkanı ve yöneticilerini toplayarak bunlara "Le Malade İmaginaire", "George Dandin", "Le Bourgeois Gentilhomme" gibi Molière oyunlarını seyrettirdiğini belirtiyor.7

O dönemde kendinden sonra gelecek oyunların çoğu gibi (Zavallı Çocuk, Vatan Yahut Silistre, Akif Bey...) bu piyes de aslında son derece basit bir konu üzerinde ve tekdüze bir çizgide yürümektedir. Konusu kısaca şöyledir: Müştak Bey duygusal bir evlilik yapmak, yani sevdiği kız olan Kumru Hanım ile evlenmek istemektedir. Kumru Hanım'ın evde kalmış, çirkin bir de ablası vardır: Sakine Hanım. Fakat kız tarafı, hile yoluyla Müştak Bey'e sevdiği küçük kızı değil, evin büyük kızını vermek ister. Zaten daha önce Müştak Bey'in arkadaşı Hikmet Bey de geleneklere uyularak evde büyük kız dururken küçük kızın verilemeyeceğini, bu yüzden bir kandırmaya gidebileceklerini anımsatmıştı. Mahalle imamı da, eski geleneğe göre, bu nikahı yapmak ve büyük kızı Müştak Bey'e zorla nikahlamak niyetindedir. Habbe Kadın gelini getirir. Ancak korkulan olur; getirilen Kumru değil ablasıdır. Anlaşmazlık çıkması üzerine kahvede oturan imam çağırılır. Mahalle halkıyla beraber gelen imam yanındakilerle beraber Müştak Bey'i, Sakine Hanım'ı alması için sıkıştırmaktadır. Ancak Müştak Bey'in arkadaşı Hikmet Bey işe çözüm buluyor ve imama bir kese akçe vererek küçük kızı ister. Parayı alan imam :"Yahu ben bu işte bir başka türlü hakkaniyet görmeğe başladım" diyerek Müştak Bey'e nikahladığı kızın yaşça değil, boyca büyük olanı olduğunu söyler. Bunun üzerine mahalle halkı imamın sözlerine inanır. Böylece Müştak Bey'le Kumru Hanım evlenirler.

Konusu bu kadar basit olmasına karşın, komedi sürükleyici olduğu gibi, Karagöz ve ortaoyununun bazı öğelerini göstermekle geleneksel tiyatronun izlerini de taşımaktadır.8 Oyunun belki de en çarpıcı yanı, Aydınlanma Dönemi (XVIII. yy.) yazarlarının çoğunun yaptığı ve özellikle Voltaire'de gördüğümüz "Satire Sociale"in (toplumsal yergi) kullanılmasıdır. (Müştak Bey'in santimantal, yani o dönem için entellektüel bir tutum ve yenilik sayılan karşılıklı sevgiye dayanan bir evlilik yapmak istemesi, kendi içinde çok orijinal bir düşünce olmasa bile, Müştak Bey aracılığıyla Şinasi'nin görmeden evlenmenin ve bunun doğurduğu olumsuz 6- Metin And, Türk Tiyatrosunun Evreleri, Turhan kitapevi, Ank., 1983, s.21. 7- Metin And, a.g.e., s.22. 8-Bunun için bkz.İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, "Şair Evlenmesi", Dergâh yay., İst, 1991,s.12; Ahmet Kutsi Tecer, Şair Evlenmesini Okurken, İstanbul (Dergisi), C.I., S.4, Şubat 1954,ss.16-18.

Page 120: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

4

sonuçların eleştirilmek istenmesidir.) Oyunun sonunda Hikmet Bey'in şu sözleri Şinasi'nin bu yöndeki eleştirisini belirler niteliktedir: «Hikmet Efendi -Sen ve iyalin (eşin) birbirinizi her cihetle tanıdığınız halde, evlenirken ne belâlara uğradın bakındık.(...) Ya birbirlerin ahvalini asla bilmeyerek(birbirlerini hiç tanımayan) ev-bark olanların hâli nasıl olur; var bundan kıyas eyle...»9 Hatta o günkü toplum yapısını göz önüne aldığımızda, bu eleştirinin kapsamını biraz daha genişletip Hikmet Bey'in bu sözleriyle Şinasi'nin, hem çok evliliği, hem de evlenecek kadın ve erkeğin karar verme özgürlüğünden yoksun oluşlarını da eleştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. "Toplum için sanat" anlayışını benimsemiş Tanzimat edebiyatının özellikle birinci döneminde yetişen Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi sanatçılar Montesquieu, Voltaire, Rousseau gibi Fransız devrimci yazarlarının etkisi altında kalarak yazılarında zulme, haksızlığa, baskıya, geriliğe karşı şiddetli bir dille mücadeleye girişmişlerdir. Yeni bir kültür ve uygarlıkla tanışan Tanzimat aydınları, değişim ve modernleşmeyi en etkin bir yol olan sanat ve edebiyatla yapmak istemişlerdir. Bunun başlangıcını yapan Şinasi, Voltaire gibi toplumu ilgilendiren pek çok konuda gazetesindeki makale ve yazılarıyla yol göstermeye çalışmış, adeta Voltaire’i izlemiştir. Agah Sırrı, bu dönemde yaptığı hizmetler için Şinasi'ye ayrı ve özel bir yer veriyor: «...Fakat burada kaydedeceğimiz bir şey varsa, o da, asıl Garp fikirlerinin yayılmasında hepsinden fazla Şinasi'nin müessir (etkili) olduğudur. Bu itibarla, Şinasi'yi, devrin mümessili (temsilcisi) olarak telakki edeceğiz»10 Öğrencisi Namık Kemal ise, bu metodun kullanılmasında neredeyse zirveye çıkmış, hemen hemen bütün yapıtlarında insan ve toplum eğitimini birinci hedef yapmıştır. Bu konuda Namık Kemal şöyle diyor:«Tiyatro eğlencedir, fakat eğlencelerin en faydalısıdır. Tiyatrolar eğlencelik mahiyetinden ayrılmakla beraber memalik-i mütemeddinenin (uygar memleketlerin) inkılabat ve terakkiyyatına (devrimlerine ve ilerlemelerine) cümlesinden (hepsinden) ziyade hizmetler eylemiştir.»11 Aynı noktaya değinen İnci Enginün şunları söylüyor:«Şinasi'nin bu oyununda tenkit ettiği evlenme usulü, evlenme meselesini çeşitli açılardan gören (gençlerin birbirlerini görmeden evlendirilmeleri, evlenmede gençlerin değil ailelerinin söz sahibi olması, maddi kaygılarla yapılan uygunsuz evlilikler, eşler arasındaki yaş farkı) yazarlar tarafından Tanzimat'tan sonra yoğun olarak işlenmiştir.»12 Enginün'ün yaptığı bu analiz, kanımızca Şinasi'nin etkisinde olan Namık 9-Şinasi, Şair Evlenmesi, Dün-Bugün yay., Düz:Fevziye Abdullah Tansel, Ank. 1960, s.22. 10-Agah Sırrı Levent, Edebiyat Tarihi Dersleri-Tanzimat Edebiyatı, Marifet Mtb. İst. 1934, s.18. 11 - Suat Hizarcı, Tanzimat Edebiyatı Antolojisi, Varlık yay., İst. 1955,s.18. 12- İnci Enginün, agy., "Şair Evlenmesi", Dergâh yay., İst, 1991, s.17.

Page 121: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

5

Kemal'in "Zavallı Çocuk"u için daha da geçerlidir. Çünkü bu yolu, öyle görülüyor ki, Şinasi açmış ve açtığı "edebi yapıtlarla toplumu eğitme" metoduna en azından Enginün'ün bahsettiği ölçülerde "Şair Evlenmesi"nde değinilirken, "Zavallı Çocuk"ta bunun ustaca işlendiğini görüyoruz. Üzerinde durulan tüm bu yeni mesajları Namık Kemal "Zavallı Çocuk"ta detaylı olarak ve dramatik bir akış içinde ele almıştır.

Oyunun satire sociale"i ise bize hemen Voltaire'in "Candide"teki tavrını, kilise ve papaz sınıfına getirdiği eleştiriyi anımsatmaktadır. Voltaire, bu felsefi anlatısında din adamlarına yönelik eleştirisinde yelpazeyi geniş tutarak (Hristiyan, Yahudi, Müslüman vd.) değişik dinlerdeki din adamının yanlış tutumunu, dinin kişisel çıkarlar uğrunda kullanılmasını, onların iki yüzlülük, cehalet ve bilgisizlik, para ve maddi sunumlara karşı dirençsizlik gibi zayıf ve olumsuz yönlerini eleştirmiştir.

Şinasi'nin bu piyesinde, Voltaire'in özellikle ironiyle yerden yere vurduğu din adamı tipine benzer bir kişilik görülmektedir: İmam Ebul-Lâklâka. Zaten imamın bu biçimde adlandırılması, yazarımızın ironik niyetinin en güzel göstergesidir. Bir de onun piyesteki rolüne baktığımızda, din adamının yanlış tutumunu eleştirmek için yazarımızın izlediği yolun, Voltaire'de geçen eleştiri metodunu büyük ölçüde andırdığını kolayca söyleyebiliriz.

Şinasi'nin Şair Evlenmesi piyesini inceleyen Gündüz Akıncı, bunun Fransız edebiyatıyla olan yakınlığına şöyle değiniyor: «Şair Evlenmesi, bizim orta oyunumuzla Fransız komedisinin mutlu bir uzlaşmasıdır, hiç bir ek yeri yoktur; bu yanıyla gözenlik (orijinalite) sağlamış bir oyundur. Şair Evlenmesi'ndeki konuşma, Türk evinde konuşulan günlük dildir. Namık Kemal (Zavallı Çocuk'ta), Ekrem (Vuslat'ta), Abdülhâk Hâmit (Mâcerâ-yi Aşk, Sabr-ü Sebat ve İçli Kız gibi), onun izinden giderek, bu ilk oyunlarına konuşulan Türkçe’yi soktular; ne var ki sonraları da bunu unuttular.»13 Bu sözlerle Akıncı, Tanzimat tiyatrosunun Batıya yönelen Şinasi'nin yolunda yürüdüğünü ve bu yüzden Şair Evlenmesi piyesinin Tanpınar'ın ve başka eleştirmenlerin de belirtiği gibi, aslında Batı tarzında ilk tiyatro oyunumuz olduğunu vurgulamaktadır.14

13-Gündüz Akıncı, Batıya Yönelirken Şinasi, DTCF yay, Ank. 1966, s.24. 14-A. Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İst, 1997, s.205; İnci Enginün, agy., "Şair Evlenmesi", Dergâh yay., İst, 1991,s.11; Şevket Rado, Şinasi'nin Ölümü, Türk Dili, C.L., S.405, Eylül 1985, Ank. s.73.

Page 122: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

6

İçerikte Molière etkisi

Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nde Molière'in Zoraki Tabip (Le Médecin Malgré Lui)15 ile Zorla Evlenme (Le Mariage Forcé)16 adlı oyunlarının etkisi olduğu öteden beri söylene gelmiştir.17 Kanımızca bu yoldaki yargıların tümünde gerçek payı oldukça büyüktür. Ne de olsa Şinasi Fransa'da yıllarca kalmış, Fransız klasiklerin tümünü okumuş, Molière de dahil olmak üzere bazı Fransız yazarlardan çeviriler yapmıştır. Fransa'da kaldığı dönemde yazınsal ve sanatsal etkinliklerde bulunmaktan geri durmamış, bu arada bol bol Théâtre Français'de Molière ve diğerlerinin piyeslerini izlemiştir.

Şimdi Cevdet Kudret'in bu konuda söylediklerine bir göz atalım. Ona göre Şair Evlenmesi üzerinde Molière'in Zorla Evlenme (Zor Nikahı, Le Mariage Forcé)'sinin etkisi kadar Zoraki Tabip (Le Médecin Malgré Lui)’in de etkisi vardır: « Bana öyle geliyor ki buna ayrıca, gene o yazarın Zoraki Tabib'indeki "cebine kese koyma" yoluyla rüşvet konusunu da ekleyebiliriz. Molière'in Le Médecin Malgré Lui'sinde (Zoraki Tabip) Léandre da işin düzene girmesi için Sganarelle'in cebine kese koyar ve düzmece hekim, bu yol ile aradaki bütün açmazları kaldırır. Şair Evlenmesindeki Ziba Dudu (kılavuz), Molière'in "Cimri"sindeki sevgi aracısı yenge kadını Frosine'i andırıyor18; ikisi de bu oyunlarda evlenme dalaveresini yürütürler. Şinasi’nin Paris'te Molière komedilerini gördüğü kaçınılmaz bir gerçektir; Ebüzziya Tevfik'in Mecmua-i Ebuzziya 105. sayısında "...fakat Théâtra Français'deki Molière âsârı oynandığı mevsimde hiç bir geceyi fevt etmez (kaçırmaz) imiş" sözü, bu yargımıza güç veriyor.»19

Bilindiği gibi, Molière'in Zoraki Tabip'inde (Le Médecine Malgré Lui) kocası tarafından çok dövülen bir kadının, intikam amacıyla kurmuş olduğu bir tezgah sonucu bir anda kendisini doktor kimliğinde bulan 15 - Ahmet Vefik Paşa, Zoraki Tabip (Molière’den adaptasyon), Remzi Kitabevi, İst.1970. 16 - Molière, Zor Nikahı, Adaptasyon:A.Vefik Paşa, Düz:M. Nihat Özön, Remzi Kit. İst. 1970; Molière, Zorla Evlenme, Çev: Afif Obay, MEB. İst. 1965. 17-Gündüz Akıncı, Batıya Yönelirken Şinasi, DTCF yay, Ank. 1966; Fevziye Abdulah Tansel, Garp Dillerinden Manzum Tercüme, in Tercüme dergisi, C.VI. S.34-36, 1946, s.467; Hüseyin Seçmen, Şinasi, TDK. yay. Ank. 1972,ss.69-70; Mustafa Nihat Özön (Düz), Şinasi, "Şair Evlenmesi", Ed. Kütüphanesi Dizisi, Remzi Kitapevi, ist. 1940; Mustafa Nihat Özön, Batı Dillerinden Şiir Tercümeleri, in Tercüme Dergisi, S. 34-36, 1946.ss.451-463; Fevziye Abdullah Tansel, Şair Evlenmesi (önsözü), Dün-Bugün yay., Ank. 1960. 18 - Molière, Cimri, Çev: Yaşar Nabi Nayır, MEB, İst., 1999. 19-Gündüz Akıncı, agy.,ss.23-24.

Page 123: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

7

Sganarelle'in yalancı doktorluk hikayesi anlatılır. Lucinde, aslında babası Géronte'un kendisini sevgilisi olan Léandre yerine bir başkasıyla evlendirmek ister. Bunun üzerine Lucinde de hasta numarasına yatarak dilsiz rolü oynar. Sganarelle ise olabildiğince doktorluk rolünü iyi oynayarak açık vermemeye çalışırken, bir anda etrafta iyi doktor olduğu haberi yayılınca bu işin kârlı olduğunu fark eder ve bu rolünü severek daha da uzatmaya çalışır. Şair Evlenmesi ile Zoraki Tabip arasındaki benzerlik büyük ölçüde Sganarelle ile İmam Eb'ul-Lâklâka arasındaki karakter ve tavır benzerliklerinde ortaya çıkmaktadır. Her ikisi de oldukça uyanık, kurnaz, iş bitirir olmanın yanında kişilik zafiyeti olan ve çıkar düşkünlüğü gibi özellikleriyle de birbirlerine benzerler. Özellikle, II. perdenin 5. meclisindeki cebine para koyma sahnesiyle bir anda taraf değiştiren Sganarelle'in kişiliği ve tutumu ile; yine neredeyse aynı sahnenin yinelendiği Şair Evlenmesi'ndeki İmam Eb'ul-Lâklâka'nın cebine akçe kesesini indirdikten sonraki tutumu arasında büyük bir benzerlik görmekteyiz.20 Rüşvet aldıktan sonra her ikisi de değişmiş, kurnazlıkları ve şeytani zekâlarıyla işin olur yanını bulmuşlardır.

Cevdet Kudret'in sözünü ettiği Molière'in Zorla Evlenme (Le Mariage Forcé)'sine gelince, kanımızca bu oyunun Şair Evlenmesi üzerinde doğrudan doğruya bir etkisi yoktur. Bu daha çok konu açısından Şinasi'ye bir esin kaynağı olmuş diyebiliriz. Çünkü her iki oyunda da istenmeyen bir evliliğin zorla yapılmak istenmesi söz konusudur. Şair Evlenmesi'nde Müştak Bey sevdiği Kumru ile değil, evde kalmış ablasıyla hile yoluyla evlendirilmek istenmektedir. Zorla Evlenme'de ise zengin bir asilzade olan Sganarelle elli iki yaşındadır; genç ve güzel olan Dorimène ile sözlüdür. Ancak Dorimène'in niyeti başkadır. Onun da bir sevgilisi vardır ve Sganarelle ile yalnızca parasına konmak için evlenmek niyetindedir. Buna kulaklarıyla tanık olan Sganarelle, bu evlilikten kurtulmanın yollarını arasa da ne Dorimène, ne babası Alcantor, ne de kardeşi Alcidas buna yanaşır. Sonunda bir araba sopa yedikten sonra Sganarelle bu evliliği kabullenmek zorunda kalır. Görüldüğü gibi, sonları aynı biçimde bitmese de konu bakımından her iki oyun arasında bir benzerlik kurulabilir. Şinasi'nin bu oyunu okuduğu veya Fransa'dayken izlemiş olduğu düşüncesindeyiz.

Fevziye Abdullah Tansel de Şinasi'nin bu oyunu üzerinde Molière ve onun "Le Mariage Forcé"sinin (Zor Nikahı, Zorla Evlenme) etkili olduğuna inanıyor. Tansel'in kurduğu benzerlik, Molière'de de geçen zorla nikahlama sahnesidir: «Fransız klasiklerinden Molière'in Mariage Forcé'sinin de tesirinde kaldığını söyleyebiliriz; Zor Nikahı'nda Ziba Hanım'ın (Dorimène) İvaz Ağa'ya (Sganarelle) zorla nikahı kıydırılması,

20-Bkz. Zoraki Tabip, Ahmet Vefik Paşa Adaptasyonu, Remzi Kitabevi, İst.1970,s.66.

Page 124: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

8

Müştak Bey'e zorla Sakine Hanım'ının nikah edilmesi vakasını hatırlatmakta ve Şinasi'nin, Molière'in adı geçen bu eserini görmüş veya okumuş olması mümkündür.»21 Bundan başka, Zorla Evlenme'de Sganarelle ile Géronimo'nun arkadaşlıkları Şair Evlenmesi'nde Müştak Bey'le Hikmet Bey'in arkadaşlıklarını andırıyor. Müştak Bey, Hikmet Bey'e sırlarını açarak yapacağı evlilikle ilgili düşüncelerini sorarken, Sganarelle de evlenme haberini ilk olarak Géronimo'ya verir. Yine, Sganarelle'in sevdiği kızla evlenmesinin uygun olup olmadığını anlamak için filozoflara, falcılara danışması da Müştak Bey'le Ziba Dudu arasındaki ilişkileri anımsatmaktadır.

Öte yandan F. Abdullah Tansel'in de belirttiği gibi, Şair Evlenmesi'nde klasik oyunun tüm kurallarının uygulanmış olduğunu görüyoruz. Oyunda, sadece komik öğelere yer verilmiş ve olay (action), sergileme (exposition), düğüm (noeud), yaratma (péripetie) ve sonuç (dénouement) gibi komedi planı uygulanmıştır. Olayın gelin odası içinde başlayıp sona ermesiyle Yer Birliği, gerçek yaşamda olayın yirmi dört saatte geçebilecek nitelikte olmasıyla Zaman Birliği, oyundaki bütün olay ve düşüncelerin tek bir merkez konu (görmeden evlenmenin kötü sonuçları) etrafında gelişip sonuçlandırılmasıyla da Konu Birliği ilkelerine uyulduğunu gösteriyor. Şinasi'nin bu tutumunun okuduğu veya izlediği Fransız klasik piyeslerinin ve özellikle Racine'in bir etkisi olarak değerlendirilebilir.

Kahramanlarda Molière ve La Bruyère izleri

Şair Evlenmesi, Molière'in aksine bir karakter komedisi olmadığı

gibi, La Bruyère'de22 olduğu gibi "kişiliklerin analizi" de değildir. Ancak bu oyundaki kişilerin adlarının anlamca, oynadıkları rollere uygunluğu, şairimizin Molière ve La Bruyère'den habersiz olmadığını ve onlardan etkilendiğini gösterdiği gibi, tıpatıp onların yolundan yürüme veya Türkiye'de türünün ilk örneği olmanın verdiği rahatlık ve toleranslı yaklaşım psikolojisiyle kişi ve yer adlarını değiştirerek basit bir kopyalamaya gitmediğini de göstermektedir. Onun buradaki tutumu, Batı ve Doğu toplumları arasında, sosyal alanda Türk ulusuna biçtiği "köprülük" görevinin edebiyat alanında da uygulanmasıdır. Şair Evlenmesi, bir düşüncenin savunumu (zoraki evlilik, görücü usulü evlilik, çok evlilik 21-Şinasi, Şair Evlenmesi, Baskıya Hazırlayan: F.Abdullah Tansel, Dün-Bugün yayınevi, Ank. 1960, s.VII.(önsöz); Fevziye Abdullah Tansel, Ahmet Vefik Paşa, Belleten, C.28, S.110, TTK., 1964,Ank., ss.249-250. 22 - La Bruyère, Les Caractères, Bordas, Paris, 1980.

Page 125: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

9

geleneğinin kaldırılması) olduğu için, piyeste geçen kahramanlardan hiç birinin karakteri üzerinde etraflıca durulmamış ve toplumda karşılaşabilinen canlı birer tip olarak sunulmamıştır. Müştak Bey'in şakacı, şairliği gereği biraz heyecanlı, Hikmet Bey'in ince zekası, soğukkanlı ve iş bitirir yapısı, Habbe Kadın ve Ziba Dudu'nun mahalle kadınlarını anımsatan boşboğaz, mekkar ve hileci karakterleri, İmam Ebul-Lâklâka'nın taşımaması gereken çıkar uğruna din istismarcılığı niteliği, Atak Köse ile Batak Ese'nin kendilerine ait düşünceleri gelişmemiş, kuvvetli olanın ya da sesi gür olanın yanında yer alan tipler olduğunu oyunun akışı içinde kolayca görebiliyoruz. Ancak analiz süzgecimizi biraz daha sıklaştırdığımızda yazarın, kahramanların bu yönleri özellikle bilinsin diye bir çaba göstermediği de anlaşılmaktadır. Bu tiplerin, bir an için Molière'in elinde olduğunu düşündüğümüzde, şimdiden kendimizi bir kahkaha tufanına hazırlamak gibi istem dışı bir düşünceyle heyecanlanıyoruz. Öyle sanıyoruz ki Şinasi, kahramanlarına verdiği karakterlerle yaşadığı dönemin toplumsal yapısına ışık tutmak istemiş ve toplumun yüzünü çevirdiği yeni yönü özellikle Müştak Bey'in kişiliği ve tavırlarıyla vermek istemiştir. Müştak Bey, herkesten farklı bir evlilik yapmak istemesiyle bir geleneği yıkarken, Batıcılığın ve yenilikçiliğin de sembolü olmuştur. Taşkın hareketleri, geleneklere duyarsızlığı, sevgilisine yüz görümlüğü olarak şiir sunması, gecenin ilerleyen saatlerine kadar sokaklarda tur atması, züğürt bir ozan oluşuyla Müştak Bey alışılmışın dışında bir tiptir; yaşadığı topluma yabancıdır. Adeta gelenekleri yıkmak istercesine bir karşı koyuş görülür onda. Buna değinen İnci Enginün, Müştak Bey'in genel özellikleri üzerinde durarak, Şinasi'nin bu kahramanına bazı "batılı öğeler" verdiğinden söz etmektedir.23

Ziba Dudu, Müştak Bey'in evlenirken özgür davranmak istemesine karşı gelmekle gelenekçiliğin simgesi durumuna gelmektedir. Hikmet Bey, toplumsal bilgelik ve sağduyunun sesidir. İmam ise dinsel görüntüyle geleneksellikten çıkar elde eden kesimin tiplemesidir. Mahalleliyle beraber geri kalan topluluk ise düşünsel ve yargısal erkten yoksun, din simsarlarınca istenilen yöne sürüklenebilen bir yığındır.

Les Caractères'in özellikle "Portreler" bölümü, yazarın Fransız toplumunda gördüğü insanları iyi, kötü, kurnaz, tutkun, dalgın, cimri, sonradan görme, yobaz...vb. biçimde onları betimleyen karakterlerini ortaya koymuştur. La Bruyère bu tür karakter analizleri yaparken, onların dışsal görünümlerini (giyim, boy, kilo, saç rengi ve biçimi, yüz yapısı, konuşma tarzı ...vb.) kişiliklerini oluşturan karakter betimlemelerinde "tamamlayıcı bir öğe" olarak kullanmıştır. Kanımızca Şinasi'nin bu piyesinde, La

23-İnci Enginün, agy., ''Şair Evlenmesi'', Dergâh yay., İst. 1991,s.12.

Page 126: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

10

Bruyère'den kopup gelen izler hiç olmazsa kahramanlarının oyundaki rolleriyle adları arasında bir paralelliğin varlığına dayandırılabilir. Ancak, bu tür etki veya esinin büyük ölçüde Molière kaynaklı olduğunu söylemek daha yerinde bir saptama olacaktır. Şinasi, sevdiği genç kızla bir an evvel evlenmek sevdasıyla yanıp tutuşan beyzadeyi çok isteyen, arzu eden anlamına gelen Müştak; sevgilisine, karşılıklı aşkın en üst seviyelerde anlatımı demek olan ve arzulanan bir güzelliği ifade eden Kumru; problemli durumları ince zekâsıyla çözen kahramana, çoğu kez insanın anlamadığı sır ve derin bilgelikle dolu neden ve sonuç anlamına gelen Hikmet; Kumru'nun evde kalmış ablasına, yaşlı ve uyuşuk, bir iş ve uğraşı olmayan, miskin, tembel anlamına gelen Sâkine; Mahalle bekçiliği yapan, gece karanlığında suya, çamura çıka bata dolaşan anlamındaki Batak Ese; üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokan anlamına gelen Atak Köse; susmak bilmeyen lafebesi İmama "lakırdı babası" anlamına gelen Ebul-Lâklâka demesi rastgele verilen adlar değildir. Bunu, ince bir zekâ ve buluşun ürünü saymanın yanında, Fransız yazarlarından aldığı etkilere bağlamak da olasıdır.

Şimdi Molière’in oyunlarında, kahramanlarının oynadıkları rol ile adlarının anlamı arasındaki büyük uyuşum ve tutarlılığa bir göz atalım. Cimri'de (L'Avare), selvi boylu anlamına gelen, brind sözcüğünden türetilmiş Brindavoine, filinta gibi boyuyla dikkatleri çeker; morina balığı anlamına gelen la Merluche ise şişman ve tıknaz olarak görülmektedir. Zorla Evlenme'deki (Le Mariage Forcé) Géronimo sözcük olarak saf, kendi halinde, kandırılması kolay ihtiyar anlamına geldiği gibi oyunda çizdiği rol buna uygun düşmektedir: Elli iki yaşındaki Sganarelle evlenme isteğini nasıl bulduğunu sorduğunda, Géronimo önce şiddetle karşı çıkar. Ancak, daha sonra Sganarelle, kendisinin otuz yaşındaki bir gençten her bakımdan daha güçlü olduğu gibi şeyler söylemesi üzerine Géronimo hemen düşüncesini değiştirerek ona hak verir ve evlenmesinin yararlı olacağını söyler. George Dandin'deki kahraman Dandin ise, dengeyi bulmaya çalışmak anlamındaki dandiner fiilinden gelmektedir. Kahramanın oynadığı rol ise bir türlü dikiş tutturamamış, yanlışlıklardan yakasını sıyıramamış, yaşamı dengesizliklerle dolu bir kişidir. Son perdede, "Benim gibi yanlış evlilik yapanların hakkı suya atlamaktır. Fakat atlarken önce başını suya daldırmalı ki ölümü kesin olsun"24 diyerek yaşamı boyunca yaptığı yanlışlıkların verdiği bıkkınlığı anlatır. Yine aynı oyunda, Sotenville adı, sözcük oyunuyla sot en ville sözcüklerinden elde edilmiş ve "şehir delisi, avaresi" anlamına gelir. Anlamsal olarak oyundaki rolüyle büyük bir paralellik göstermektedir. Angélique adı ise, İtalyan farsında sıklıkla kullanılan geleneksel bir addır ve

24- Molière, George Dandin, Bordas, Paris, 1984, p.85.

Page 127: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

11

melek anlamındadır. Oyunda Angélique, hoş, latif, iyi niyetli ve temiz kalpli biri olarak karşımıza çıkıyor. Amphitryon'da25 gece anlamına gelen La Nuit adındaki kahraman, oyunda her türlü dolap ve hileyi içinde barındıran, suçu gösterilmeye çalışıldığında da gecenin karanlığı gibi görünürde hiç bir açık vermeyen karanlık bir kişilik görüntüsü çizmektedir. Daha bunun gibi örnekleri çoğaltabileceğimiz Molière'in bu dehâsının şairimizi etkilemiş olduğuna inanıyoruz. Öte yandan, Molière çevirilerinde son derece usta ve özellikle adaptasyonlarında büyük bir dehâ örneği gösteren Ahmet Vefik Paşa'nın da Şinasi üzerinde bu yolda bir etkisi olduğu düşünülebilir. Ancak kanımız odur ki, Ahmet Vefik Paşa'nın orijinal adlarını değiştirerek, Türk kültür ve toplum yapısına tıpatıp benzeyen tipleme adlarını verdiği adaptasyonlarındaki bu başarısının altında da Molière modellerinin verdiği esinin katkısı büyüktür.

Her ne olursa olsun, ister Molière, ister A. Vefik Paşa'nın etkisiyle olsun, yazarımızın bu ustaca saptamalarının salt estetik zevke hitap etme arzusundan doğduğuna inanmıyoruz. Şinasi'nin bu yolla, okuyucu/izleyicinin ilgi ve dikkatini yoğunlaştırmakla savunmasını yaptığı düşüncenin kafalarda iyice yer etmesini amaçladığı kesindir. Bunu derken de Şinasi'nin sanatsal niteliği bütünüyle bir kenara attığını demek istemiyoruz. Ne var ki, o zamanlarda güncelliğini hâlâ sürdüren Divan edebiyatının sanat anlayışıyla bir karşılaştırma yaptığımızda, angaje olmuş bir yazarın sanat anlayışının farklı olacağı kaçınılmazdır.

SONUÇ Tanzimat döneminde genel anlamda Fransız edebiyatını örnek alan

bu dönem aydınlarımız, Batı’yı izleme veya taklit etme gibi tavırlarından dolayı zaman zaman kimi haksız eleştirilere uğramışlardır. Çoğunlukla yetersizlik veya kopyacılıkla suçlanan bu aydınlarımızın tutumlarının tarihsel süreç içinde aklandığına inanıyoruz. Her olay ve tutumun konjonktürel özellikleri ve dönemsel koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiği ilkesinden hareketle, Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi Tanzimatçı’ların yaptıkları işte küçümsenecek hiç bir yön olmadığı kanısındayız.

Yüzyıllardır kısır bir döngü içinde devinen ve her gün biraz daha kan kaybeden Osmanlı toplumu, Batı dünyasındaki gelişmelere duyarsız kalamazdı. Bazı çıkar grupları tarafından, 250 yıl gibi uzun bir gecikmeyle

25 -Molière, Amphitryon, Bordas, Paris, 1985.

Page 128: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

12

ülkemize ancak getirilebilen matbaanın verdiği zararın sonuçları bugün hâlâ yaşanmaktadır. Öte yandan, Batı’da XVIII. Yüzyıldan başlayarak bilim ve teknolojideki ilerlemeler ve 1789 Fransız devrimiyle elde edilen devlet yönetimi, bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükler alanındaki gelişmeler, Doğu be Batı arasında büyük uçurumlar açmıştı. Bütün bunları, Tanzimat dönemi aydınları görmüş ve Batı’ya giderek bunları ithal etmeye çalışmışlardır.

Sanat ve edebiyatta ise, bu döneme kadar, Divan edebiyatı ve Şark zihniyeti bütün ağırlığıyla hüküm sürüyordu. Özgürlükler için Avrupa’ya kaçan Tanzimatçılar burada duyuş ve düşünüşte yepyeni bir edebiyat biçimiyle karşılaşmış, bunun içine indikçe de yeni etki ve esin kaynakları bulmuşlar.

Bu bağlamda, Şinasi’nin yazdığı “Şair Evlenmesi”, türünün ilk örneği olması bakımından olduğu kadar, bu türü ülkeye taşıması bakımından da kayda değerdir. Piyesin Fransız klasik tiyatrosunun etkilerini taşıması, ona olumsuz kritiklerin yöneltilmesini gerektirmez. Daha analitik bir bakışla ele aldığımızda, Servet-i Fünûn, Cumhuriyet ve günümüz modern Türk tiyatrosunun gelişiminde yadsınmayacak payı olduğu görülecektir. Zaten “Şair Evlenmesi”, daha o zamanlar etkisini göstermiş ve Namık Kemal (Zavallı Çocuk), Ekrem (Vuslat), ile Abdulhak Hamid’in (Sabr u Sebat, İçli Kız) bazı piyeslerine örneklik etmiş, zaman içinde Fransız etki ya da taklidi giderek azalmış ve ulusal bir tiyatronun doğum sancılarını hazırlamıştır. O halde “Şair Evlenmesi”, Molière’in etki veya taklidiyle yazılmış olsa bile, Türk tiyatrosunun tarihsel gelişim süreci içinde haklı bir yere sahip olmaya layıktır.

Page 129: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

13

KAYNAKÇA Levent, Agah Sırrı, Edebiyat Tarihi Dersleri-Tanzimat Edebiyatı, Marifet

Mtb. İst. 1934. Ahmet Vefik Paşa, Zoraki Tabip (Molière’den adaptasyon), Remzi

Kitabevi, İst.1970. Akıncı, Gündüz, Batıya Yönelirken Şinasi, DTCF yay, Ank. 1966. And, Metin, Türk Tiyatrosunun Evreleri, Turhan kitapevi, Ank., 1983. Enginün, İnci, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, "Şair Evlenmesi",

Dergâh yay., İst. 1991. Hizarcı, Suat, Tanzimat Edebiyatı Antolojisi, Varlık yay., İst. 1955. La Bruyère, Les Caractères, Bordas, Paris, 1980. Molière, Amphitryon, Bordas, Paris, 1985. Molière, Cimri, Çev: Yaşar Nabi Nayır, MEB, İst., 1999. Molière, George Dandin, Bordas, Paris, 1984. Molière, Le Malade Imaginaire, Larousse, Paris, 1970. Molière, Tartuffe, Çev: Cevdet Perin, Remzi Kit., İst. 1963. Molière, Zor Nikahı, Adaptasyon:A.Vefik Paşa, Düz:M. Nihat Özön, Remzi

Kit. İst. 1970. Molière, Zorla Evlenme, Çev: Afif Obay, MEB. İst. 1965. Özön, Mustafa Nihat, Batı Dillerinden Şiir Tercümeleri, Tercüme Dergisi,

S. 34-36, 1946. Rado, Şevket, Şinasi'nin Ölümü, Türk Dili, C.L., S.405, Ank., Eylül 1985. Seçmen, Hüseyin, Şinasi, TDK. yay. Ank. 1972. Sevengil, Refik Ahmet, Tanzimat Tiyatrosu, M.E.B.basımevi, İst. 1968. Şinasi, Şair Evlenmesi, Düz: Mustafa Nihat Özön, Edebiyat. Kütüphanesi

Dizisi, Remzi Kitapevi, ist. 1940; Şinasi, Şair Evlenmesi, Baskıya Hazırlayan: F.Abdullah Tansel, Dün-Bugün

yayınevi, Ank. 1960. Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan

Kitabevi, İst, 1997. Tansel, Fevziye Abdulah, Garp Dillerinden Manzum Tercüme, Tercüme

dergisi, C.VI. S.34-36, 1946. Tansel, Fevziye Abdullah, Ahmet Vefik Paşa, Belleten, C.28, S.110, TTK.,

,Ank. 1964. Tansel, Fevziye Abdullah, Şair Evlenmesi (önsözü), Dün-Bugün yay.,Ank.

1960. Tecer, Ahmet Kutsi, Şair Evlenmesini Okurken, İstanbul (Dergisi),

C.I.,S.4, Şubat 1954.

Page 130: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ATTİLA İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE POSTMODERNİST SÖYLEMİN İKİ YÜZÜ

The Two Views of The Postmodernist Discourse in Attila İlhan's Poems

Ülkü ELİUZ *

ÖZET

Attila İlhan'ın şiirleri, Türk insanının duygusal ve estetik gelişimini, bireysel, ulusal ve evrensel değerler dizgesi içinde anlatan metinlerdir. Toplam on bir kitapta toplânan şiirler, şairin "gizli miti"nin kaynaklarını imgeleyen göndergelere sahiptir. Bu yazıda çağının bir tanığı olarak karşımıza çıkan şairin şiirlerindeki postmodernist söylem çözümlenmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Ben, geçmiş, postmodernizm, değerler, imge, gönderge.

SUMMARY

Attila ilhan's poems are text which explain the emotional and esthetics of the Turkish people in individual, national and universal values composition. The poems which collected in the total eleven books have referents which imagine the sources of "the secret myth" of the poet. İn the article, the postmodernist expression in the poems of the poet who meet us as a witness of the time will be tried to analyzed.

Key Words: Ego, past, postmodernizm, values, image, referent ***

Attila İlhan’ın şiiri, yaşadığımız toplumsal gelişme ve değişme evrelerinin, bir

sanatkârın muhayyilesindeki yansımaları olarak görülebilir. Bu yazıda, çağının bir tanığı olarak karşımıza çıkan Attila İlhan’ın şiirlerindeki postmodernist söylem çözümlenmeye çalışılacaktır. Postmodernist söylemin değerler bazında Attila İlhan’da görülen en önemli iki esas yöneliş öğesi, yazının ana çerçevesini oluşturacaktır.

1- Ben’e Dönüş Modernizmin insanı yok eden, “ben”i ikinci plâna atan söylemine karşı postmodernist

söylemde, “ben”, ön plâna çıkar. Postmodernizmde “kendin ol”(Çetişli, 1998, s.145) prensibi hâkimdir. Attila İlhan, bireyin kendi “ben”ine dönme çabasını, içinde yaşadığı mekandan, olaylardan, zamandan kaçışı ile birlikte ele alır. Toplumsal olumsuzluklar karşısında birey, kendi ben’ini bir sığınak olarak algılar. Zira savaşlar, buhranlar, teknolojik gelişmeler, değişen dünyanın getirdiği ve götürdüğü değerler, insanın dış dünyadan kendine dönüşünü zorunlu kılan bir hâl alır. Kendini arayış, kovalayış ve kendine kaçış, bireysel bir boşluğa dönüşür:

* Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi ELAZIĞ

Page 131: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

“dünyada şarkılar misali yaşıyansın sen insansın sen insansın sen insan” (Duvar, “lilişan”, s.57) Bu dizeler, insanî niteliklerini ve değerlerini yeniden kendi egemenliği altına almak ve

“kendisi olma” yolunda yeniden başarılı olmak isteyen bir insanın kendini ve kendisi gibi çıkmazlar içinde boğulanları harekete geçirmek için söylediği bir kurtuluş nidası gibidir. Kendine dönüşü imleyen bu ifadeler, insanın yüksek değerler dizgesine ait ipuçları taşır: “Bilgi kategorisi ile varlık kategorisi arasındaki bağı kuramayan insan, bu söze tutunarak kendine dönüşün yolunu bulur.”(Korkmaz, 1999, s.118) İnsan, kendine ait ve kendine özgü bütün değerlere sahip çıkmalıdır. Yaratılmış “ben”e ve bilince sahip tek varlık olan insan, yerini ve konumunu belirlemelidir. “Şarkılar misali yaşamak”, insanın değişmeyen/ değiştirilemeyecek özüne ait değerler dizgesini işaret eder. Şarkılar, insan ruhunun/ özünün estetik ve müzikal bir söylemle dışa vurumudur. İnsan, dünyada ruhunun nağmeleriyle yaşar:

“benim gönlüm şarkıcıdır şarkı yakar aşk üstüne”

(Duvar, “dünyakârî”, s.54)

Aşk, insanın kendini ifade etme, kendi olma çabasının bir yansımasıdır. Varlık bulma ve varolma sebebidir; “Aşk, başkasına aktarılan bir ateştir. Ateş ise, ancak yakalanıverecek bir aşktır.”(Bachelard, 1995, s.28) Sevmek / aşık olmak, yaratılmışlar içinde sadece insana özgü bir duygu yönelimidir. İnsanın manevî yönünü temsil eden gönlünün “şarkıcı” olarak nitelenmesi, şarkıların insanın bireysel gelişimi üzerindeki etkisini gösterir; “şarkı yakmak”, varolma/ kendi olma yolundaki insanın içsel yanışını, gelişimini, olgunlaşmasını ifade eder. Yanmak, yeniden varoluşu imleyen bir eylemdir ; yandıkça büyümek, gelişmek, boyut kazanmak demektir. İçsel bir genişleme, büyümedir; “Ateş, gökyüzünden koparılmadan önce kendi içimizde yakalanmıştır.”(Bachelard, 1995, s.34)

“bir kubbe boşluğunda yankılanır ayak seslerim soluk soluğa kaçan benim belki kovalayan benim” (Tutuklunun Günlüğü, “içlenme”, s.55) Bu dizeler kendini arayan, hem "kaçan" hem de "kovalayan" insanın, kendi benliğine

yaptığı yolculuğun ifadeleridir. Kendini aramak yolunda mücadele veren insan, gördüğü her insanda, hep kendini, kendine ait değerleri, nitelikleri, kendi yaşantısını bulmak ister. Bazen de kendi gerçekleriyle yüzleşmek istemez ve kaçmaya başlar. Sonra tekrar arayışa geçer. Bu tereddütler, gidiş- gelişler insanın bireysel anlamda olgunlaşma sürecinin işaretleridir. Birey, kendini gerçekleştirmek aşamasına gelinceye kadar bir “ihtiyaçlar hiyerarşisi”(dökmen, 1994, s.90) yaşar; zira, kendini gerçekleştirmek “insanın varolduğunun farkına vararak varolması”(Dökmen, 1994, s.91) anlamına gelir.

Postmodernist söylemde toplumsaldan bireysele geçiş yoluyla insanı yeniden anlama vardır. Attila İlhan, bu geçişi, kendiyle yüzleşme bağlamında değerlendirir:

“aynalıçeşme’de kıstırınca kendi kendimi (...) elma gibi soyarak yorgun çirkinliğimi

2

Page 132: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

anladım gökyüzü olmak istediğimi bütün gözlerimle ben çoğala çoğala”

(Bela Çiçeği, s.36) Bireyin kendi kendini “kıstırması”, sosyal yaşamın yoğun, karışık, güvensiz ortamında

boyutsuzlaşan insanın kendini arayışını gösterir. Bireyin kendi içsel kovalamacasının “kıstırmak” gibi illegal, sert, anarşik bir eylemle ifade edilişi, insanın ruhuna sinen olumsuzlukları işaret eder. “Kıstırmak” eylemi, bireysel gercekler ve toplumsal gerçekler arasında bocalamanın da işaretidir. Hayaller ile gerçeklerin çatışması bireysel çırpınışlara dönüşür; “İnsan, herkesin birbirine benzediği günlük yaşamın tekdüzeliğinden eylemle kurtulur. Eylemle ötekinden ayrılır ve birey durumuna gelir. Dante şöyle der: Her eylemde, eyleyenin ilk niyeti kendi imgesini açığa çıkarmaktır.”(Kundera, 1989, s.31) “Elma gibi soymak”, dış dünyanın olumsuz etkileri altında bunalan, dıştan içe dönmek isteyen insanın çabasını ifade eder. İnsanın kurtulmak istediği kendisini sınırlayan, kendisini tüketen değerlerdir. “Yorgun çirkinlik” ve “gökyüzü olmak” ifadeleri, ben’in parçalanmışlığını, kopuşunu imler. Yorgun sıfatı, hem fizyolojik hem de psikolojik olmak üzere iki anlam taşır. Çirkinlik kavramının yorgun, bitkin olarak algılanması ise, olumsuzlukların ve olumsuzluklarla mücadelenin bitmeyişini anlatır. Bütün yorgunluğa, bitişe rağmen çoğalmak, büyümek, genişlemek, kendini gerçekleştirmek ve geliştirmek isteği ortaya çıkar. İnsan, her şeye rağmen hem fiziksel anlamda hem de duygusal anlamda gelişmeye açıktır. Çünkü yaşamak; büyümek, gelişmek, genişlemek, boyut kazanmaktır. Statik, sabit bir yaşam, gerçek anlamda varoluşu içinde barıdıramaz. Varoluş, insanın olanaklarını olabildiği kadar kullanabilmesidir.

İnsanın bireysel parçalanmışlığının duygusal boyutta ifade edildiği de görülür. İnsan, parçalanma, bölünme karşısında çaresizdir, yapabileceği bir şey yoktur:

“elimden gelen bu ben iki kişiyim çoğalmak neyse ne azalmak zor (...) elimden gelen bu ben iki kişiyim ikisi birbirinden çıkmaya uğraşıyor bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim birisi yeni baştan serüvene başlamış öbürü silahında son mermiyi yakıyor çoğalmak neyse ne azalmak zor”

(Yasak Sevişmek, “elimden gelen bu”, s.56)

İki farklı duygu yoğunluğunu tek bir bedende ve ruhta yaşayan ve buna karşı gelemeyen insan, bu iki farklı kişilikten, daha doğrusu yaşamdan vazgeçemez, nasıl vazgeçeceğini bilemez. Çoğalmak ve azalmak fiilleriyle somutlaştırılan bu parçalanış, insanın yaşamak ve ölmek/yok olmak arasında kalışını ve belirsizlikler yumağında bocalayışını ifade eder.

“tanrı insanı unuttu (...) yalnızlık sızıntısı zehirli yeşil kaygılar kahverengi sokuluyor bütün yüzler silinmiş

3

Page 133: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

kim kimdir belli değil büyük bir intihardan korkuluyor” (Ayrılık Sevdaya Dahil, “flash-back”, s.35) Dünya içinde yalnız kalan ve “unutulan” insan, bu terk edilme psikozu içinde

bunalır.Kendine, varoluş kaynaklarına ve dünyaya ait değerlere olan güvenini ve bağlılığını kaybeder. Bu kendini yitirme, kaybetme toplumun tamamını da etkiler. İnsanların kimliği silinir. İnsan, varoluş imkânlarını kullanamaz ve çevresini dünyaya dönüştürme başarısı gösteremezse bunalıma ve intihara sürüklenir. Bu intihar, bireyden topluma doğru yayılan, genişleyen bir niteliğe sahiptir. İntihar psikozu, yabancılaşmadan doğar. Kendisini dünyada anlamsız bulması ve bu anlamsız yaşama son vermeyi düşünmesi doğaldır. Kendisini soylu anlamların yayıcısı/ taşıyıcısı olarak gören bir varlığın yaşamdan nefret etmesi veya yaşamına son vermesi mümkün değildir.

“Köklerinden kopmuş, temelini yitirmiş, geçmişe, tarihe güveninin kaybetmiş, topluma yabancılaşmış, mutsuz, huzursuz” (Çetişli, 1998, s.131) insanın, ölümü ama içinde yaşamaya dair gizler ve anlamlar taşıyan intihar ederek ölmeyi seçmesi, doğal bir eylemdir. Manevî değerlerini kaybeden insan için yaşam, katlanılması zor bir ıstırap olur; “Hiçbir insan çıplak reel durumlar içinde yaşamaya katlanamaz, dayanamaz; onlara bir anlam verir, onları belli tasavvurlarla süsler.”(Mengüşoğlu, 1979, s.102) İnsanın kendine ve evrene yeni bir anlam boyutu kazandırması gerekir. İnsan yaşamının akışı içinde bir anlam boyutu göremediği zaman, korkunç, içinden çıkılmaz ve katlanılamaz bir durumun içine fırlatılmış gibi olur. Böyle bir durumda yaşaması veya yaşama isteğine sahip olmasına imkân yoktur. Bu bunalım, sürükleniş içinde her çareyi dener:

“adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum” (Yasak Sevişmek, “yasak sevişmek”, s.54) Ad, bireyin resmen varlık bulduğunun işaretidir. Adı olmayan hiçbir şey varolamaz.

Varolan her varlığın mutlaka bir adı vardır. Birey, kendine verilen ad ile yaşar. Adını değiştirmek, bireyin varlığından, yaşantısından hoşnutsuzluğunu yansıtan bir çabadır. Yaşadığı olaylardan, çevresinden, kendinden kurtulmak; yeni bir varlık alanı içinde yeniden varolmak isteği, şeklen uygun gibi görünse de özde imkânsızdır. İnsan adını değiştirebilir, ama özünü, duyuşunu değiştiremez. Bu hiçbir varlık için de mümkün olmayan bir deneyimdir. Başka bir adla yaşanabilir, ama aynı duyuşa, aynı fikirlere, aynı yönelişlere sahip “aynı” kişi olarak. Kendi aynı, adı başka olarak. Bu bir tür kendinden ve yaşamdan kaçış, saklanıştır.

Attila İlhan, bireysel kaçışın boşluğa sürüklediğini farkedince, tekrar yaşama döner. Bu dönüş, yaşama ve varoluşa dair bütün imkânlar alanını içine alan bir özelliğe sahiptir. Yaşamak, başkalarıyla birlikte ve başkalarında yaşamak isteği yoğun bir özlem hâline dönüşür:

“artık hiç kimse beni yaşamıyor” (Yasak Sevişmek, “yasak sevişmek”, s.55) Bütünleşme, birleşme duyguları içinde başka bedenlerde, ruhlarda yaşamak ve kendisi

olmanın bütün anlamlarını yaşamak isteği görülür. Kendini gerçekleştiren, kendisi olan insan, yalnızlıktan kurtulan, gelişen ve aydınlatandır. Bozulan, yozlaşan değerler karşısında kendi

4

Page 134: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

özüne yapılan yolculukta, insanın başkalarına, kendini anlayan insanlara ihtiyaç duyması, başka ruhlarla bütünleşmek istemesi doğal bir yönelimdir.

Bireyin yaşaması maddî varlığını sürdürmekten ibaret değildir; kendini gerçekleştirmesi, kendini aşması, anlayan, yorumlayan, gelişen ve geliştiren bir varlık olması demektir. “Gerçek varoluş seviyesine veya Tanrısıyla titreşime varamayan”(Kantarcıoğlu, 1981, s.34) modern insan, yaşamayı yemek, içmek, uyumak gibi maddî/ fizyolojik yönleri ile algılar. Yaşamak, insan yaşamını da içine alan daha büyük bir sistemin parçası olmak demektir; zaman içinde gerçeği/ varlığı bütün yönleri ile yaşayabilmek ve bitip tükenmek bilmeyen bir arayışı ibadet hâline getirebilmektir:

“bir uzay panayırı kurulmuş pencereme yüzlerimi aranırım hiçbirini bulamam” (Yasak Sevişmek, “yalnızgezer”, s.27) Attila İlhan’ın şiirlerinde ben’e dönüş, “dünyanın yeniden büyülü hâle

getirilmesi”(Bauman, 1998, s.46) sürecindeki duyuşsal yansımanın ve bizi kendimize döndüren, bugünümüzü şekillendiren özlem imgelerinin yazınsal söyleme erişmesidir.

2- Geçmişe Dönüş Sanatı, bir kaçış mitiyle izah etmek mümkündür. İnsan psikolojisinin en temel

gerçeklerinden biri olan kaçma eğilimi, Attila İlhan’ın şiirlerinde teknolojiye, betonlaşmaya, modernleşmeye duyulan tepki olarak karşımıza çıkar. Gelişen teknolojinin hayatımıza soktuğu mekanik sistem, gelişen ve makineleşen dünyada insanın her gün daha artan bir hızla makinenin egemenliğine girmesine neden olmuştur. İnsan özünü, kişiliğini, benliğini yitirerek, âdeta işlettiği makinenin bir vidası hâline gelmiştir. İşte bu yoğun bunalım ve sıkıntı hâlini aralayacak olan insanın bireysel özüne sahip olduğu anları hatırlaması, onlara dönmesidir.

Her anış bir özleyişten kaynaklanır. Hatırlamak/ anmak, geçmişi yeniden kurmak ve bugüne bir anlam katmak için gereklidir; “Geçmişi muhafaza etme güdüsü, insanın kendi benliğini muhafaza güdüsünün bir parçasıdır.”(Harvey, 1997, s.107) Modern anlayış ve teknolojik gelişme insanı geçmişinden, kendinden uzaklaştıran bir sistemdir. Bu mekanik ağın içinde sıkışan insanın kurtarıcı olarak geçmiş zaman anılarına yönelmesi kaçınılmazdır. Post kültürde de geçmişle bağlar koparılmaz:

“yıllar var ki serçeleri unutmuşum üzerimden gökyüzünü almışlar gibi asfaltların karanlığında boğulmuşum ufacık oysa hep böyle uçuşurlarmış karlı ağaçların arasında alfabemdeki iyimserlikleri bir türlü anlaşılamamış” (Yasak Sevişmek, “usturanın ağzında”, s.57) İnsanın yalıtılmışlığına tepkinin ifade edildiği bu dizeler, çocukluk yıllarına duyulan

özlem ile birleştirilmiştir. Herşeyin saf, bozulmamış, ilk hâlini içinde bulunduran/ koruyan çocukluk yılları, bütün güzelliklerin ve mutlulukların büyülü zamanıdır; “ Çocukluğumuzun bizi büyülediği gerçektir, çünkü çocukluk büyüleme anıdır ve kendisi de büyülenmiştir ve bu altın çağ açımlanmamış olduğundan görkemli olan; ancak açımlamaya yabancı olan,

5

Page 135: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

açımlayacak hiçbir şeyi olmayan, salt yansıma, henüz ancak bir imgenin pırıltısını yansıtan bir ışık içinde yıkanmış gibidir.”(Blanchot, 1993, s.28)

İlk çocukluk dönemleri seven, yaşayan anıları ile bugünü anlamlı kılan, ısıtan, yaşanır kılan değerlerle doludur. Yukarıdaki dizelerde geçen “serçeler”, özgürlüğün, masumiyetin, sevimliliğin kısacası çocuğun ve çocukluğun simgesidirler. Çocuklar ile kuşlar arasında varoluşsal anlamda kurulmaya çalışılan bağlantı, poetik söylemde ifadesini bulur. Unutulan yalnız “serçeler” değil, bütün geçmiş değerlerdir. Geçmiş yaşantının unutulması, karanlıkların gelmesi, güzelliklerin algılanamaması olarak belirtilir. “Üzerimden gökyüzünü almışlar gibi” ifadesi, insanın aydınlıktan, yaşamdan, güzelliklerden zorla ayırılması, karanlıklarda boğulmaya çalışılmasıdır. Gökyüzü, aydınlığın, yaşamın, varlığın en önemli unsurudur. “Gökyüzünün alınması”, varolanın bireysel düşlerinden oluşan bir varlık alanı ihlalini bize sezdirir. Teknolojik gelişmeler, moderleşme, insanı kendi yaşamsal değerlerinden zorla uzaklaştırarak, mekanik bir karanlıkta boğmak istemektedir. “Asfaltların karanlığı” ifadesi, bütün aydınlıkları karanlığa dönüştüren teknolojinin imge değeridir. Uçmak isteyen, serçelerle bütünleşmek isteyen insan çırpınır, kanat çırpar ama yaşamın maddesel gerekleri/ gerçekleri onu anlamaz. Karanlıklar bütün aydınlıkları, karamsarlık(nihilizm) bütün iyimserlikleri siler.

Çocukluk dönemlerine yönelme ve her ilk oluşun tazeliğini, dinamizmini eskiyen, yıpranan ve bozulan yaşamı yeniden kurmak için canlandırma çabası insana özgü doğal bir yönelimdir. Mircae Eliade, bu tür bir yönelimi “soylu başlangıçlara dönme miti”(Eliade, 1993, s.37) olarak adlandırır. İnsan ilk oluşları sihirli, büyülü ve hayali bir anlamla örtülü olarak görür ve o anı yeniden yaşamakla bugün ile geçmiş zaman arasındaki farkı silmek ve yaşamı yeniden kurmak ister. Bu yöneliş, bireyi psikolojik olarak rahatlatan, huzura kavuşturan bir süreçtir:

“işe bak o kadar çocukluğuma yakınım ellerime kırlangıç yağıyor” ( Böyle Bir Sevmek, s.92) “Çocukluğuma yakınım” ifadesi, olumsuz ve boyutsuz bir duruma gelen yaşamdan

kaçmak ve geçmiş güzelliklere sığınmak eğilimini vurgular. Hafıza, o anı hatırlamakla kalmaz, o anı yeniden yaşar. Çocukluk yıllarının anılarıyla beslenen yarı gerçek yarı hayal bu masal “ellerime kırlangıç yağıyor” ifadesi ile, hafızadan bugüne en canlı şekliyle aktarılır. Nereden estiği bilinmeyen bir rüzgar, insanın geçmişi yeniden yaşamasını sağlar. Bu yitirilen ve özlenen bir masal dünyasının romantik ve lirik bir söylemidir. Aynı şekilde;

“benim için herşey alelâdenin haricindedir bütün dertlerimi unutabildiğim zaman pırıl pırıl meydanlar gönlüme göredir gönlüme göredir arpa boyu ömrün sevinci o zaman aklıma gelir çocukluk hayallerim o zaman sulh isteyen bütün insanların yüreğinin yüreğimde vurduğunu hissederim”

(Duvar, “Benim İçin”, s.75)

mısraları, çocukluk ile olgunluk arasında geçen sürenin örtülü/ kapalı bir ifadeyle anlatılmasıdır. Bu süre, protesto edilir gibi geçiştirilir. Bireyin parçalanmışlığından kurtulmak

6

Page 136: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

için yöneldiği çocukluk hayalleri, dün- bugün- yarın bağlamında yeni ve güzel bir yaşam kurma endişesiyle birleşir. Geçmiş, kurtarıcı bir imge hâlinde bugünü ve geleceği kuran, yaşatan nitelikleri ile karşımıza çıkar. Çocukluk çağının bütün izlenimleri büyüleyici bir atmosferde ve romantik bir söylemde sunulur:

“eskiden hanımelleri yağmurlu balkonların uykulara bıraktığı rüyalarla beraber uzak çağrışımlarla o çocuk şarkı söyler pancurların ardında sesi hafifçe kırgın eskiden sofalarda yazın öğle sonları sisli liman resimleri olarak görünürdü çocuktum ıslıklarım ne kadar hürdü içimde özlemlerin boğuk gramafonları”

(Tutuklunun Günlüğü, “eskiden”, s.43)

“Eskiden” sözcüğü, geçmiş yaşantılara insanın dönük yüzünün ifadesidir. Eski zamanlar, eski olaylar, eski sevgiler, eski güzellikler, eski tanıdıklar ve içimizde hep yaşayan “o eski çocuk”, geçmişe dönüşün yoğun ve derin anlamlarla belirtilmesini sağlar. Anılarda kalan, ama bugün yeniden yaşanmak istenen o anlar, yaşanılan, hissedilen ve geleceği kuran göndergelere sahiptir. Dış dünyadaki olumsuzlukların, çirkinliklerin bilinçaltında estetik ve lirik bir kaçıyla yok edilmeye çalışıldığı görülür. “Uzak çağrışımlar”, “hafifçe kırgın”, “boğuk gramofonlar”, isteklerin hâlâ uzak ve belirsiz bir özleyişten ibaret olduğunu vurgular. Hayallerle özgür, şarkılarla mutlu, rüyalarla zengin, ıslıklarla canlı, özlemlerle umutlu olmak isteği vardır; ama bütün bu istekler “eskiden”dir, yitirilmiştir. İnsan, o anları her hatırlayışında psikolojik olarak rahatlayacak, kendini/ varlığını yeniden anlamlandıracak ve geleceğini kurmak için geçmişten güç alacaktır:

“ah nerde gençliğimiz sahilde savruluşları başıboş dalgaların yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller elde var hüzün (...) hayat zamanda iz bırakmaz bir boşluğa düşersin bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için elde var hüzün”

(Elde Var Hüzün, “elde var hüzün”, s.76)

Geçmiş, bugünün belirsiz, mekanik ve boyutsuz yaşantısından yorulan insan için en güvenli ve huzurlu sığınaktır; "Gelecek sabahın belirsizliği, geçmişteki sabahların mutluluk dolu anlarını "ben"e hatırlatmaktadır".(Çelik, 1998, s.322) Gençlik yılları hayattan beklentilerin, isteklerin en yoğun olduğu, ümit dolu, mutluluk ve enerji dolu bir süredir. Fakat, gençliğin bitişi ile insan, kendini boşlukta, değerlerini kaybetmekte olan bir varlık olarak görür. Ölüme yani maddî varlığın yokluğuna doğru hızla ilerler; endişe ve hüzün içinde kalır. Çabaları boşunadır; boşluktan boşluğa doğru çözülüş başlamıştır, durdurmak

7

Page 137: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

imkânsızdır. Yeniden denemek, yeniden yaşamı kurmak isteği vardır; ama bu mümkün değildir. Çünkü şiirin bütün bölümlerinde tekrarlandığı gibi geriye kalan tek şey “hüzün”dür. Bireyin özüne sinen kederlenme eylemi olarak hüzün, insanın maddî ve manevî varlık alanlarına sinen ve etkisini sürdüren bir işleve sahiptir.

Hatıraların bu uyanma vaktinde yaşanan her olay ve birlikte yaşanılan her kişi, geçmişte olduğu gibi, değişmeden yeniden yaşanır. Birey, geçmişe ait bütün varolanları “bıraktığı gibi” bulmak ister, kaybetmek/ yitirmek istemez:

“yine dönüp duruyor başımda hatırlar (...) yine sen hayalimde bıraktığı gibisin” (Duvar, “değişen bir şey yok”, s.129) Sevgili, yaşama anlam veren, bireyi parçalanmışlıktan kurtararak bütüne götüren bir

varlıktır. Sevgilinin “bırakıldığı gibi” hatırlanması, geçmişi ve geçmiş sevgileri koruma çabasıdır. Kendi varlığından sıyrılıp bir başka bende bütünleşen yani aşık olan insan hem geçmiş hatıralarını hem de kendi bütünselliğini korumak ve her an yaşamak isteyecektir.

Tarih, insanın içindeki “eski” imgesinin zaman, mekan ve olay dizgesi içinde anlam kazanmasının kavramsal adıdır. Tarih, “insanın hiç kullanmadığı bir kapıyı kullanıp gül bahçesine çıkabilmesi, dirilişi anlamak ve onu yeniden yaşayabilmek gücünün” (Kantarcıoğlu, 1981, s.64) ifadesidir. Tarih, hem kronolojik karakterli toplumsal öğeler içeren, hem de bireysel karakterli ve duyuşsal öğeler içeren bir kavramdır. Postmodernizmde tarih “küçük tarih” (Harvey, 1997, s.59) olarak yer alır. Bu kavram, insanın bireysel tarihi, kendine özgü tarihi olarak açımlanabilir. İnsanın mendi hayatına ait olayları, zaman ve mekan dizgesi içinde ele alan “küçük tarih”, tekliğe, yalnızlığa duyulan tepkinin ifadesidir. Attila İlhan şiirlerinde “küçük tarih” kavramını, “büyük tarih”(Harvey, 1997, s.59) ile içiçe/ sentezleyerek verir. Tarih anlayışı, bireysel ve toplumsal duyuşların kesişme alanıdır:

“çocuk gözlerimle gördüm sedef kakmalı koltuğunda kaç mevsim eskitti kadızade eşref (...) şimdi gel hatırlama seferberlikte o büyük sarhoşluk gecesi küstah bir ay yükselir kanlıca sırtlarından."

(Elde Var Hüzün, “raviyân-ı ahbar”, s.81)

Hafızanın ayak seslerinin belirsizlikler içerisinde ifade edildiği bu mısralar, bireysel ve toplumsal tarih anlayışını birlikte verir. Saygı, sevgi, hayranlık uyandıran geçmiş zaman, bugünü kuran göndergeler taşır. Beklentilerimizle şekillenen gelecek, geçmiş ve bugün sentezine bağlı olarak anlam kazanır. Geçmişe ait bir an dondurularak, tarihin birleştirici gücü vurgulanmış olur. Tarih, net ve öğretici bir tarzla değil; lirik, gizli ve bireysel bakış açısından yansıyan bir söylemle yansıtılır. Tarihe/ geçmişe ait ayrıntılarda içinde yaşanılan ve hissedilen anların etkisi vardır.

Bireysel/ “küçük tarih”, kendine özgü bir evrendir. Geçmişe özlemin etkilerini taşıyan bu mısralar dikkate değerdir:

8

Page 138: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

“en tenha rakıların en ıssız kuytularından sırıksıklam tefrikalar çıkaran mahmud yesari bey’i kim arar kim sorar çil çil yıldızlara karışırda ziller kadehler dağılır gümüş karanlığında gelmiş bütün ihtişâmıyla ince saz salkım sögütlerin altına havuzbaşlarında hızlı ve üryan ceylan gözlü cengiler bir başka zamandı bir başka mekan”

(Ayrılık Sevdaya Dahil, “kim arar kim sorar”, s.39-42) Tarih olarak belirsizlik gösteren, kronolojik niteliği olmayan bu anılar geçmiş sanatkârların, geçmiş mekanların, geçmiş yaşananaların özlemle anılışıdır. Geçmişte yaşamış ünlü sanatkârlar, büyük hükümdarlar vd. şiirlerde yer alır. Bizi kendine çeken, bizi geçmişimize ve kendimize döndüren ve bugünümüzü şekillendiren bu kişiler birer özlem imgesine dönüşürler:

“bir gölgeyle sevişirler anlaşılmaz kim belki sultan murad belli sarığından belki kadın efendi menevişli yeşim” (Ayrılık Sevdaya Dahil, “çerkes hâlayıklar balladı”, s.16) Tarih bireysel ve toplumsal ruhun zaman, mekan içinde geçirdiği aşamaları aktarır/

anlatır. Tarih/ geçmiş, öz varlığımızın yaşama mekanı olarak, geçici ruh barınağımız olma niteliğinden ölümsüz ruh barınağı olma niteliğine doğru aşama geçirir. Attila İlhan, modernizmin yok etmeye/ silmeye çalıştığı insanı, geçmiş ile/ tarih ile uyandırmaya çalışır. Şiirleri, bu çabanın yazınsal yansıtıcısıdır.

Sonuç Attila İlhan, şiirlerinde kendini batılı olarak gören bir doğulunun izlenimlerini,

duyuşlarını yansıtır. Onun şiirleri, modernizmin kıskacında bunalan insanın bireysel özünden gelen nağmelerle uyanışının poetik formda sunumudur. Evrensel olan ve evrensellik iddiasında olan postmodernizm, onun şiirlerinde bireysel ve toplumsal tepkiyi evrensel boyuta taşıyan bir değerler dizgesidir. İnsanın kendini bulması, hafızasının ayak seslerini dinleyerek kendini yeniden kurması, insanın varoluş kaynaklarına dönmesi ile mümkündür. Attila İlhan, modern hayatın bizden aldığı değerleri sorgulayan, varoluş kaynaklarımıza dönmeyi anlatan ve büyüsü bozulan hayatta yaşamı simgeleyen şiirleri ile Türk şiirinin ölümsüz şairlerindendir.

9

Page 139: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

KAYNAKLAR

Bachelard, Gaston, Ateşin Psikanalizi, Bağlam Yayınları, İstanbul 1995

Bauman, Zygmunt, Postmodern Ayrıntı (Çev. Alev Türker), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998

Blanchot, Maurice, Yazınsal Uzam (Çev.Sündüz Öztürk Kasar), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1993

Çelik, Yakup, Şubat Yolcusu, Akçağ Yayınları, Ankara 1998

Çetişli, İsmail, Batı Edebiyatında Edebi Akımlar, Kardelen Kitabevi, Isparta 1998

Dökmen, Üstün, Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayınları, İstanbul 1994

Eliade, Mircae, Mitlerin Özellikleri (Çev. Sema Fırat), İstanbul 1993

Harvey, David, Postmodernliğin Durumu (Çev. Sungur Savran ), Metis Yayınları, İstanbul 1997

Kantarcıoğlu, Sevim, T.S. Eliot'un Şiirlerinde İnsanın Kendini Gerçekleştirme Teması, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara 1981

Korkmaz, Ramazan, “Fenomenolojik Açıdan Tepegöz Yorumu”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, Ankara

1999

Kundera, Milan, Roman Sanatı (Çev. İsmail Yerguz), Afa Yayınları, İstanbul l989

Mengüşoğlu, Takiyettin, İnsan ve Hayvan Dünya ve Çevre, Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1979

Attila İlhan'ın Çalışmada Kullanılan Şiir Kitapları: Ayrılık Sevdaya Dahil, Bilgi Yayınevi, Ankara 1997

Bela Çiçeği, Bilgi Yayınevi, Ankara 1997

Böyle Bir Sevmek, Bilgi Yayınevi, Ankara 1996

Duvar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1996

Elde Var Hüzün, Bilgi Yayınevi, Ankara 1995

Tutuklunun Günlüğü, Bilgi Yayınevi, Ankara 1996

Yasak Sevişmek, Bilgi Yayınevi, Ankara 1996

10

Page 140: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Çağatay Türkçesi'nde "-rdA, -ArdA, -UrdA" Zarf-Fiil Eki *

Özet Türkçe, sıfat-fiil ekleri bakımından zengin bir dildir. Türkçeye büyük bir zenginlik ve anlatım kolaylığı

kazandıran sıfat-fiil ekleri, bazen de hâl ekleriyle kalıplaşarak zarf-fiil eki oluştururlar. Dilimizde bu şekilde oluşmuş " -dUkçA, -AndA, -AsIyA, -dIğInAn, vs. " gibi pek çok zarf-fiil eki, çeşitli yazı dillerinde ve çağdaş lehçelerde yer almaktadır. Bu şekilde oluşan zarf-fiil eklerinden biri de, " -r / -Ar / -Ur (geniş zaman sıfat-fiil eki) + (iyelik ekleri) + dA (bulunma hâli eki) > -rdA / -ArdA / -UrdA " ekidir. ‹lgili çalışmalarda pek belirtilmemiş olan ve ilk defa Harezm Türkçesi döneminde görülen bu ek, " -ken, -IncA, -dIğIndA" ekleri gibi, zaman belirten zarf-fiil eki göreviyle kullanılmıştır. Çağatay Türkçesi döneminde de pek çok eserde yer almıştır. -rdA / -ArdA / -UrdA eki, Yeni Uygur Türkçesinde hâlâ kullanılmaktadır.

Zusammenfassung

Hinsichtlich der Partizipendungen ist das Türkische eine reiche Sprache. Mit den Kasusendungen zusammen ein

feste Form annehmend bilden die Partizipendungen manchmal Gerundiumendungen. Zahlreiche Gerundiumendungen, die in unserer Sprache auf diese Weise entstanden, befindensich in verschiedenen Schriftsprachen. Auch eine der so entstandenen Endungen ist das "Partizipendundung des Aorists + (Possessivsuffixe) + Lokativendung = -rdA / -ArdA / -UrdA " Suffixs. Dieses Suffix, das die Aufgabe der zeitbestimmenden Gerundivendung übennimmt, ist zuerst im Zeitabschnitt des Chwarezm-Türkischen verwendet und hat auch im Tschagatai-Türkischen gedauert.

Yapı bakımından eklemeli diller arasında yer alan Türkçemiz, eklerinin sayısı, her

hangi bir ekin bir çok görevle kullanılması ve farklı eklerin birleşerek kalıplaşmasıyla yeni eklerin oluşması gibi özellikleriyle zengin bir dildir. Türkçenin bu zengin ek sistemi içerisinde sıfat-fiil eklerinin ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Sıfat-fiil ekleri dilimizin kelime hazinesine zenginlik, cümle yapısına büyük bir sadelik ve akıcılık , ifadeye genişlik ve rahatlık katmakta, karmaşık fikirlerin bir cümle yapısı içerisinde birbirine bağlanarak kolayca ifade edilmelerini sağlamaktadırlar. Diğer dillere oranla Türkçede başlangıçtan beri sayıca daha fazla olan (Eraslan,1980: xxxı.) sıfat-fiil ekleri, çeşitli fonksiyonlarda kullanılmaları, isim hâl ekleri ve edatlarla yeni eklerin türetilmelerini sağlamaları ile Türkçemizdeki en önemli zenginlik unsurları olarak dikkat çekmektedirler.

Muharrem Ergin, sıfat-fiil eklerinin önemini, "Başka dillerde birden çok cümle ile ifade edilen fikirler, Türkçede tek bir cümle ile; başka dillerde yan cümlelerle dolu birleşik cümlelerle ifade edilen fikirler Türkçede basit bir cümle ile ifade edilir." sözleriyle dile getirmektedir. (Ergin,1985: 138.)

Fiillerden cümle içinde sıfat ve isim olarak kullanılan geçici kelimeler türetmek, kalıplaşma yoluyla yapım ekleri gibi yeni kelimeler türetmek, fiil çekim eki göreviyle kullanılmak, fiil ismi teşkil etmek, edatlara bağlanarak cümle içinde zarf görevi yapmak ve isim hal ekleriyle birleşerek kalıplaşmak suretiyle yeni zarf-fiil ekleri teşkil etmek bu eklerin en çok görülen fonksiyonları olarak karşımıza çıkmaktadır. (Üstüner, 1991: 32-33.)

* IX. Millî Türkoloji Kongresine sunulan tebliğ 15-19 Eylül 1997

Page 141: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

"Sıfat-fiil ekleri yeni ekler ilavesi ile zarf-fiil türetimine en elverişli olan gramer öğeleridir." (Korkmaz,1995: 128-132.) Türkçede isim hâl ekleri ile sıfat-fiil eklerinin kalıplaşması sonucu ortaya çıkmış pek çok zarf-fiil eki bulunmaktadır: -AndA, -gAngA, -gAnçA, -mAskA, -mAstIn (Öztürk,1994: 111-112.), -ArAk, -IşIn, -dIkçAk, -dIkçA, -dUkçA, -mIşdA, -gInçA (Korkmaz,1995), -AcAğIndA, -AnA, -AnAcA, -AnAdAn, -AncA, -dIkçAk, -dIklAyIn (Karahan, 1996: 205-236.), -dUktA, -dUğUndA, -dIğIndA (Eraslan,1980), -AsIyA (Çağatay, 1948: 525-552.), -dIğInAn, -AnAcAk, -AndAn, -dIğIylAn, -dIğIndAn, -mAzdAn (Üstüner, 1993) , vs. bunlardan bir kısmıdır.

Türkçede sıfat-fiil ekleri ile isim hâl eklerinin birleşerek kalıplaşması ile oluşmuş zarf-fiil eklerinden biri de bu çalışmada üzerinde durduğumuz -rdA, -ArdA, -UrdA ekidir. Geniş zaman sıfat-fiil eki ile isim hâl eklerinden bulunma håli ekinin kalıplaşması sonucu oluştuğu görülen bu zarf-fiil eki, Harezm Türkçesi döneminde ortaya çıkmış, Çağatay Türkçesinde uzun yıllar kullanılmıştır. Bu gün de Yeni Uygur Türkçesinde kullanımı devam etmektedir. Ekin pek sık kullanılmaması, bu dönemlerin gramer incelemelerini yapan araştırmacıların ekten bahsetmemelerine yol açmış olabilir. Ekin kullanım sıklığı konusunda fikir vermek için 407 kıtadan oluşan Mu'inü'l-Mürid'de 10 yerde, Babür Divanı'nda 7 yerde, Ali fiir Nevayi'nin 3622 beyitlik Leylî vü Mecnûn isimli eserinde sadece 17 yerde, Kısasü'l-Enbiyâ'da ise 127 yerde kullanıldığını belirtmek gerekir. Ekten, Rıdvan Öztürk "Yeni Uygur Türkçesi Grameri" isimli eserinde " Yaygın bir kullanılışı yoktur. -iken, -dığı zaman anlamlarını verir, zaman bildirir" ifadeleriyle bahsetmektedir. (Öztürk, 1994: 112.) Recep Toparlı da Mu'inü'l-Mürid incelemesinde söz konusu eke zarf-fiil ekleri arasında yer verir ve eserde bu ekle kullanılan 7 fiili ekin karşısına yazar. (Toparlı, 1988: LXX.) Aysu Ata ise, Kısasü'l-Enbiyâ'da "-r, -Ar, -Ur ekinin iyelik ve bulunma durumu eki alarak zaman gösteren ulaç görevinde kullanıldığını" belirtir. (Ata, 1997: 86.) Doğu Türkçesi veya Çağatay Türkçesi ile ilgili diğer eserlerde bu zarf-fiil ekinden bahsedilmemektedir. (Eckmann, 1988; 1996) J.Eckmann, "Çağatayca'da ‹sim-fiiller" adlı makalesinde Ali fiir Nevayi'nin Sedd-i ‹skenderi" isimli eserinden aldığı :

"Çıkarda yoluktı manga rûberû" cümlesinde bu eki "eylem ismi" saymaktadır. Oysa cümleyi "Çıkarken bana yüz yüze geldi." şeklinde Türkiye Türkçesine aktarmıştır. (Eckmann, 1963: 51-63.)

Bu zarf-fiil ekine en eski tarihli eser olarak Mu'inü'l-Mürid'de rastlamaktayız. (Toparlı, 1988) Söz konusu eserde bu ek 10 yerde şu şekillerde kullanılmıştır:

"‹mam birle bili igip turmasa Kılurda ya kalmışda irken kişi " (29-18) " Çıkarda çıkar sağ adakın burun " (61-3) "Meşayih meded can barurda birür " (57-18) Bu eserde ve daha sonraki dönemlerde kullanıldığı yerlerde zaman zarf-fiili teşkil

ettiği görülen bu ek, Türkiye Türkçesindeki "-IncA, -ken, -dIktA, -dIğIndA, -dIğI zaman" zarf-fiil ekleri ile karşılanabilir.

Ek, şekil bakımından geniş zaman sıfat-fiilinin kullanımına uygun olarak -rdA, -ArdA, -UrdA şekillerinde kullanılmıştır.

Page 142: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

-ArdA şeklinde kullanılışı: "Namaz kün togarda reva irmes ol " (Mu'inü'l-Mürid 32-5) "Takı kün batarda meger ol küni ‹kindü namazı reva bolgay ol " (Mu'inü'l-Mürid 32-7,8) "Ey saba tar agzınıñ vasfın aytarda gonçe ger Agzını açıp tanukluk birmese yar agzını " ('Ubeydi 422-11) "Ma'işet üçün arzu kılsa sim Anı tapkay amma iserde nesim " (Gara'ibü's-Sıgar 65-6) "Kavsang allıngdın yanarda dimegil kahil mini" (Fevayidü'l-Kiber l74-21) "Öterde ying salışı ilni mübtela kıladur " Mevlana Lutfi (Büyük Türk Klasikleri,C.3,

1985: 75.) "Olturup yargu yararda kıl yarar " (Gülistan Tercümesi 6-8) "Ki baş koyarda uşal igme kaş kerek bolsa " (Babür Divanı l24-14) "Yar kuyidin öterde körgüzür bu zar meks" (Hüseyn-i Baykara 22-1) "Lutf eyle anı sorarda ayin" (Leyli vü Mecnun 372-5) "Ol dem ki köyerde keçti candın " (Leyli vü Mecnun 365-3) "Hem uçarda hem -'inanlık eyleyin Hem konarda pas-banlık eyleyin " (Lisanü't-Tayr 47-11,12) "Her lafz yazarda köngli azıp " (Leyli vü Mecnun 317-6) "Ey köngül mihnet çikerde dime anı min kibi " (Fevayidü'l-Kiber l78-18) -UrdA şeklinde kullanılışı: "Kıra'at okıgay kılurda eda" (Mu'inü'l-Mürid 28-9) "Didar körsetürde tecelli makamıda " ('Ubeydi 421-16) "Can birürde la'lidin '‹si-sıfat cananei Köngül alurda yüzidin Yusuf-ayin dilberi " (Gara'ibü's-Sıgar 53-18) "Könglüm alurda ümid-i mihr ile zar eyledi " (Fevayidü'l-Kiber 173-14) "La'lidin can-bahş söz ayturda ol şuh-ı zarif " (Fevayidü'l-Kiber 185-8) "Taksim kılurda nakşlarga ebyat " (Babür Divanı 255-3) "Barurda yok erdi ihtiyarı " (Leyli vü Mecnun 302-2) " '‹badet üçün tururda" (Gülistan Tercümesi 379-14) " Mundak didi söz güher-feşani ayturda bu nüktedin nişani " (Leyli vü Mecnun 169-8) "Kim cilve kılurda ol semen-bu " (Leyli vü Mecnun 130-3) "Can alurda çün irür merdane ol ay can dağı " (Hüseyn-i Baykara 74-5) "Ol hilâl kaşınıñ üstinde nâzük hâli bar La‘line saykal kılurda şebneminiñ alı bar (fiiban Han Dîvânı 90b-1) "Nâ-gehân añsız tururda 'ışk kildi zor itip (fiiban Han Dîvânı 104b-8) -rdA şeklinde kullanılışı: Ünlü ile biten fiil tabanlarına genellikle "-rdA"

şeklinde eklenmektedir. "Unutsa bogazlarda mü'min kişi " (Mu'inü'l-Mürid 49-1) "Bolmasa kırk yaşarda 'akl u edeb " (Gülistan Tercümesi 145-22)

Page 143: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

"Bil ki okurda du'a vü Kur'an " (Babür Divanı 101-5) "Özni eylerde feda merdane bolmay neylesün " (Hüseyn-i Baykara 56-7) "yetse tenime tilerde vaye " (Leyli vü Mecnun 249-9) "Elfazın okurda ruh taptım " (Leyli vü Mecnun 258-2) Ünlü ile biten fiillerden sonra bir örnekte "-yurda" şeklinde kullanılmıştır: "Bulut yıglayurda çeçekler küler " (Kısasü'l-Enbiya , Büyük Türk Klasikleri, C..2:

s.50) Ek, "kılmak" fiiline genellikle "-ur" şeklinde eklenirken, Mu'inü'l-Mürid'de görülen

örneklerden biri "-arda" şeklindedir: ‹mam birle bili igip turmasa Kılarda ya kalmışda irken kişi" (29-18,19.) "Kıra'at okıgay kılurda eda" ( 28-9.) Taradığımız eserlerde karşılaştığımız örneklerin en fazla "-ArdA" şeklinde ve en az

da "-rdA" şeklinde olduğu görülmektedir . Ekin farklı bir kullanılışı da iyelik ekleri ile kullanılmasıdır. Sıfat-fiil ekleri ile hal

eklerinin kalıplaşması ile oluşan diğer zarf-fiil eklerinde de görülen bu şekil kullanımlar da yaygındır:

Birinci tekil şahıs iyelik eki ile: "Firak ara ölerimde yitişti ol canan Hudaga şükr kılay kim öler zaman keldi" (Babür Divanı 158-3) " Çıkarımda körmemiş erdiler" (Kısasü'l-Enbiya 338.) ‹kinci tekil şahıs iyelik eki ile: "Baruruñda ni sözümge kire sin " (Babür Divanı 322-9) "Gafil bolmay işiñde gamdın Barur kelürüñde bir kademdin " (Leyli vü Mecnun 266-3) Üçüncü tekil şahıs iyelik eki ile: "Yetmiş iki nev bile taksim taparıda hod hiç söz yoktur." (Muhakemetü'l-Lugateyn

167-3) "Bolgay ol nev' atını diride " (Babür Divanı 106-11) "'Abdullah avga çıkıp yanıp kelürinde ol çadırnı kördi." (Kısasü'l-Enbiya 259.) "Yafes ölerinde ulug oglı Türkni ornında olturtup özge oglanlarıga aytdı kim:"

(fiecere-i Terâkime 118) "Anuş takı ölerinde oglı Kınân'nı ornında olturtup ..." (fiecere-i Terâkime 114.) Geniş zaman sıfat-fiil eki ile bulunma hali ekinin birlikte kullanıldığı ve taradığımız

eserlerde karşılaştığımız örneklerin sadece birinde, bulunma hali eki kendi görevinde, yani bulunma görevinde kullanılmıştır:

Page 144: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

"Bihârnıñ afitab çıkarında takı bir yurt bar irdi" (fiecere-i Terâkime 142.) Ayrıca Reşit Rahmeti Arat'ın yayımladığı "Doğu Türkçesi Metinleri"nde bu ekle

karşılaşmamız, ekin sadece yazı dilinde değil, ağızlarda da yer aldığını göstermektedir: "...perişteler eytkan, edemni topraktin süret kilip can kirgürürde ... Komul 1892

(Arat, 1987: 37.) "...meymalikiga talaga barurda keygen duppesiga...Turfan 1891" (Arat, 1987: 31.) Geniş zaman olumsuzluk ekinin de aynı şekilde, bulunma hâli ekiyle birleşerek

zaman belirten zarf-fiil eki göreviyle kullanıldığı çok az da olsa görülmektedir: "Keçe yaturda bir kap alu kirgil, anı körsünler yana körmesde çıkgıl, kapnı düşâb

birle toldurgıl. Tonuñnı anıñ üze yapgıl. Andag kıldı, kişi körmesde saraydın çıktı." (Kısasü'l-Enbiyâ 188.)

Oysa geniş zaman sıfat-fiil eki diğer hal eklerinden belirtme hâli, yönelme hâli ve eşitlik hâli ekleri ile birlikte sıkça görülmekte ve bu kullanımlarda saydığımız hâl ekleri kendi asıl görevlerinde kullanılmaktadırlar.

Belirtme hâli ekiyle: "Her kaçan Tuman yigit bolsa aña ni berürüñni özüñ yahşı bilür sen (fiecere-i

Terâkime 174.) "Natüvan könglümge yüz mihnet kilürni bilmedim Uşbu muñluk başıma afet kilürni bilmedim " ('Ubeydi 419-19) "Neçük öltürürüñüzni sizler yahşı bilür sizler" (fiecere-i Terâkime 193.) Yönelme hâli ekiyle: "Mecnunluğum içre ger körüp div Mendin kaçarıga eyleben riv " (Leyli vü Mecnun 36-11) Eşitlik hâli ekiyle: "Ta'rif kılurça yüz cemali Vasf etküçi yüz miñ i'tidali " (Leyli vü Mecnun 171-4) Taradığımız metinlerde sıkça rastladığımız bu tür cümlelerde, diğer hâl eklerinin

geniş zaman sıfat-fiil ekinden sonra kendi asıl görevleriyle kullanılmalarına karşılık, bulunma hâli ekinin sadece bir örnekte kendi görevinde kullanılması, kanaatimizce bu birleşik ekin zarf-fiil eki göreviyle yaygınlaşmasından ve bu kalıplaşmanın sağlamlığından kaynaklanmaktadır.

Bu örnekleri göz önüne alarak, yukarıda açıkladığımız gibi, sıfat-fiil ekleri ile hâl

eklerinin kalıplaşmasıyla oluşan zarf-fiil eklerimizden birinin de "-rdA, -ArdA, -Urda " eki olduğunu söyleyebiliriz. Geniş zaman sıfat fiil eki ile bulunma hâli ekinin kalıplaşması sonucu Harezm Türkçesi döneminde ortaya çıkan bu ek, diğer zarf-fiil eklerine oranla az

Page 145: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

kullanıldığı için ilgili eserlerde pek söz konusu edilmemiştir. Ek, Çağatay Türkçesi döneminde uzun süre kullanılmıştır ve günümüzde Yeni Uygur Türkçesinde kullanılmaktadır.

Kaynakça Arat, R.Rahmeti, Doğu Türkçesi Metinleri, Ankara 1987 Ata, Aysu, Kısasü'l-Enbiyâ, Ankara 1997 Barutçu-Özönder, Sema, Ali fiir Nevayi - Muhakemetü'l-Lugateyn, Ankara 1996 Büyük Türk Klasikleri, ‹stanbul 1985 Canpolat, Mustafa, Ali fiir Nevayi- Lisânü't-Tayr, Ankara 1995 Çağatay, Saadet, "Eski Osmanlıcada Fiil Müştakları II Partisipler", DTCF. Dergisi,

C.5 S.2., Ankara 1948. s. 525-552. Çelik, Ülkü, Ali fiir Nevayi - Leyli vü Mecnûn, Ankara 1996 Eckmann, Janos, Çağatayca El Kitabı, ( Çev.: Günay Karaağaç), ‹stanbul 1988 Eckmann, Janos, "Çağataycada ‹sim-fiiller", TDAY.Belleten 1962, Ankara 1963,

s.51-60. Eckmann, Janos, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerinde Araştırmalar,

Ankara 1996 Eraslan, Kemal, Eski Türkçede ‹sim-fiiller, ‹stanbul 1980 Eraslan, Kemal, Hüseyn-i Baykara Divanından Seçmeler, Ankara 1987 Ergin, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, ‹stanbul 1985 Karahan, Leylâ, Anadolu Ağızlarında Kullanılan Bazı Zarf-fiil Ekleri", Türk

Kültürü Araştırmaları, XXXI- 1, 2, Ankara 1996, S.205-236 Karamanlıoğlu, A. Fehmi, Seyf-i Sarayi- Gülistan Tercümesi, Ankara 1989 Kargı-Ölmez, Zuhal, Ebulgazi Bahadır Han-fiecere-i Terakime, Ankara 1996 Karasoy, Yakup, fiiban Han Dîvânı, Ankara 1998 Korkmaz, Zeynep, "Türkçede -ArAk Zarf-fiil Ekinin Yapısı Üzerine", Türk Dili

Üzerine Araştırmalar, Ankara 1996 Levent, Agah Sırrı, Ali fiir Nevayi, C.2., Ankara 1966 Öztürk, Rıdvan, Yeni Uygur Türkçesi Grameri, Ankara 1994 Toparlı, Recep, Mu'inü'l-Mürid, Erzurum 1988 Üstüner, Ahat, Anadolu Ağızlarında Sıfat-fiiller, (Yayımlanmamış Doktora Tezi),

Kayseri 1993 Yücel, Bilal, Babür Divanı, Ankara 1995

Page 146: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı
Page 147: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

RESİM ÖĞRETMENLERİNİN YETERLİLİKLERİ

Ayhan DİKİCİ

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Doktora Öğrencisi ÖZET

Eğitim fakültelerinin resim bölümleri ile ortaöğretim resim dersi programları arasında bir uyum olması gerekmektedir. Bu çalışmada resim öğretmenlerinin resim programlarına ilişkin yeterlilikleri araştırılmıştır. Araştırmanın sonucunda resim öğretmenleri, genel olarak kendilerini son derece yetersiz görmüşlerdir. Buna karşın, bu programları çok gerekli bulmuşlardır. Böylece, resim öğretmeni yetiştirme sistemimizde bir sorun olduğu sonucuna varılmıştır. Anahtar kelimeler:Sanat eğitimi, resim öğretmenleri, resim eğitimi programları, resim öğretmenlerinin yeterlilikleri.

COMPETENCIES OF ART TEACHERS

SUMMARY

It is essential to be an harmony between art lessons programmes of secondary school – high school and art departments of education faculties. In this study, competencies of art teachers were researched whether they are capable of the art programmes. At the result of the research it was obtained that art teachers didn’t feel themselves very competent. But they found the programmes very necessary. Thus, it was determined that there are some problems dealing with training art teachers. Key words: Art education, art teachers, programmes of art education, competencies of art teachers.

1. GİRİŞ 1. PROBLEM Gürol (1997: 27) eğitimin genel amacını "bireylerin bireysel gelişim, toplum değerlerine ve yaşama biçimlerine sağlıklı uyumuna yardım etmek" olduğunu belirtmiştir. Bir ülkenin kalkınmasında eğitim seviyesi yüksek bireylere ihtiyaç vardır. Bu bireyler de iyi tasarlanmış eğitim politikaları ile yetişir. Eğitim sisteminin temel öğelerinden biri de öğretmendir. Eğitim amaçlarının gerçekleşmesi büyük ölçüde öğretmenin nitelikli olarak yetişmesiyle sağlanacaktır (Türkoğlu, 1992: 480). Öğretmenlerimizin iyi yetişmeleri gündeme geldiğinde ilk sırada incelenecek konu, öğretmen yetiştirme programlarıdır (Ataünal, 1994: 12 ). Bir ülkede eğitim sistemini geliştirmek için ödenekler artırılabilir, programlar yeniden ele alınıp düzenlenebilir. Ancak en doğru gelişme ve değişme,

Page 148: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2

öğretmenlerin değişmesi ile sağlanabilir. Bir okulun veya eğitim sisteminin başarısı öğretmenin sınıftaki uygulamalarına bağlıdır. Bu nedenle, öğretmenlerin meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerinin geliştirilmesi için yeni yöntemler aranması doğaldır (Külahçı, 1984:19). Örneğin, Küçükahmet, (1986:112) öğretmenlik mesleğinde bulunanların sağlam bir genel kültür ve alan bilgisi yanında, sağlıklı bir öğretmenlik bilgisine sahip olmaları gerektiğini belirtmektedir. Bu durum resim öğretmenleri için de geçerlidir. Uysal’ a (1996:47) göre eğitim fakültelerinin resim bölümlerinin amacı; temel eğitim ve ortaöğretime nitelikli resim öğretmeni yetiştirmektir. Yüksek öğretimde, sanat eğitimi; hem program hem de yöntem açısından uzman eleman yetiştirilirken farklı düşünülmelidir. Halen uygulamaların ağırlıklı olması bu öğretim biçiminin doğruluğunu göstermez. Eğitim hangi alanla ilgili olursa olsun temelinde bilgi vardır. Sanatın kuramsal yanı ile araştırmaların ülkemizdeki azlığı uyguladığımız sanat eğitimini boşlukta bırakmakta, daha çok biçimciliğe yöneltmektedir. Resim eğitimi adlandırması sanat eğitiminin yalnızca bir boyutunu kapsamaktadır. Bu nedenle, dar kapsamlı bir sanat eğitimi anlayışı ortaya çıkmaktadır (Boydaş, 1996: 8). Resim eğitimi adlandırması, plastik sanatlar ve tasarım alanında ilk ve orta dereceli okullarda uygulanmak üzere hazırlanan programları kapsamaktadır. Programlar ile uygulamalar arasındaki bütünlük, amaçlanan eğitim düzeyini oluşturur. Eğitim fakültelerinin sanat eğitimi veren bölümlerinin de amaçları gereği, ilk ve orta dereceli okulların sanat eğitimi programları ile bütünlük içerisinde olmaları zorunludur (Gökbulut, 1996: 29). Telli' ye (1996: 43) göre sanat eğitmeninin genel kültüre sahip olması gerekmektedir. Bir ana sanat dalında yetişmeli ve yardımcı sanat dalını da uygulayarak tanımalıdır. Öğretmenlik bilgisi kazanmalıdır. Kuramsal sanat bilgisi veren dersleri almalı ve yabancı dil bilmelidir. Bundan dolayı sanat eğitimcisi, öğrenciye kendi problemini ortaya koyma ve bu problemi çözme yöntemi aşılamalıdır. Seçenekleri ile özgür çözümler aramalarını sağlamalıdır (Balamir, 1996: 16). Sanat eğitimi salt beceriye, yeteneğe dayalı bir eğitim değildir: Bilişsel, düşünsel boyutu en az diğer derslerde olduğu kadar önemlidir (Etike, 1996: 24). Bu bağlamda resim öğretmenlerinin de bazı sorunları bulunmaktadır. 1.1, RESİM ÖĞRETMENLERİNİN SORUNLARI Her mesleğin çeşitli sorunları vardır. Resim öğretmenlerinin de belirlenebilen başlıca sorunlarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür. 1. Öğretim programlarının eskiliğinden kaynaklanan sorunlar. Örnek olarak

ortaöğretim resim dersi programları 1957 yılına aittir.

Page 149: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3

2. İlköğretim ve ortaöğretimde derslerin süresi azdır. Örneğin, ilköğretimde resim dersi 1. 2. ve 3. sınıflarda haftada birer, 4. ve 5. sınıflarda ikişer saattir. İlköğretim ikinci kademe, 1. ve 3. sınıflarda birer, 2. sınıfta 2 saattir. 1995-1996 yılında uygulamaya konan yeni programda lise birinci sınıflarda resim dersi haftada 2 saattir. Diğer sınıflarda da aynıdır.

3. Teftişten kaynaklanan sorunlar bulunmaktadır. 4. Araç-gereç, fiziki donanım yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar

bulunmaktadır. Örneğin, okullarda malzeme ve resim dershanesi yoktur. 5. Ölçme ve değerlendirme ile ilgili sorunlar vardır. 6. Atama ile ilgili sorunlar bulunmaktadır. 7. Kendini geliştirmede karşılaşılan sorunlar vardır. Örneğin; kaynak kitap,

dergi gibi yayınlara ulaşmada sorunlarla karşılaşılmaktadır. 8. Hizmet- içi eğitimin yetersizliği gözlenmektedir. 9. Üniversite ve okul işbirliğinin sağlanamamasından kaynaklanan sorunlar

vardır (San,1993: 247-248). 10. Okul yöneticileri, müfettiş, veli ve öğrenciler güzel sanatlar eğitiminin

önemine yeteri kadar inanmamaktadır. Veli öğrencinin durumunu öğrenmek için okula gelince genellikle matematik, Türkçe, fizik ve kimya gibi derslerin öğretmenlerine uğrayıp çocuğunun durumunu sormaktadır.

Eğitim sistemimiz içerisinde sanat eğitimi dersleri diğer derslerin stresinin atıldığı, boş vakitlerin değerlendirildiği, dinlendirici, eğlendirici olarak bakılmaktadır. Diğer bir yanlış ise sanat eğitimi derslerinin sanatçı yetiştirmeye yönelik olduğu yetenekli öğrencilere verilmesi gerektiği düşüncesidir (Balcı, 1996:19). Günümüzdeki resim dersinin okullarımızdaki programları ve uygulamaları yeterli değildir (Telli, 1996: 43). Sanat eğitimi programları içeriği ne geleneğe, ne de keyfiliğe bırakılmadan, akılcı analiz formülleri ile belirlenmelidir (Tunç, 1996; 44). Balcı ve Özsoy (1996: 54) ilk ve ortaöğretimdeki sanat dersi müfredat programlarının yeniden gözden geçirilmesi ve fakültelerin sanat eğitimi bölümleri ile uyum sağlamasını önermektedirler. İlköğretimde sanat derslerine ayrılan sürenin haftada iki saatten az olmamasını ve zorunlu dersler olarak programlarda yer almasını önermektedirler. Resim öğretmenlerinin ortaöğretim resim iş dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri ile bu programları gerekli görme durumlarını belirleyerek, programı buna göre hazırlayıp geliştirmek gerekmektedir.

Page 150: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

4

Diğer taraftan, ülkemizde toplum olarak sanata, sanatçıya ve sanat eğitimine gereken önemi vermemekteyiz. Resim derslerinin liselerde seçmeli dersler kapsamında yer alması bu derslerin önemini azaltmış gibi göstermektedir. Boğa’ ya (1987: 166) göre sanat ve iş eğitiminin amacı; "Çocukların yaratıcılığını geliştirmek, karşılaştıkları güçlükleri kendi iradeleri ile yenmelerine yardımcı olmak, madde - form görev ilişkisini kavratmak, sanat ve iş eğitimi bilgilerini öteki derslerde de bir ifade vasıtası olarak kullanmalarını sağlamaktır." Resim ahlaki kişiliğin oluşmasında da önemlidir. Belli meslek kişiliklerinin oluşmasına da etki etmektedir (Etike, 1987: 556). Boğa' ya (1987: 167) göre sanat eğitimi, "çocuğa estetik görüş kazandırır, el - göz koordinasyonunu geliştirir, sorumluluk duygusu kazandırır, yapıcı ve yaratıcı kişilik kazandırır, yorum yapma yeteneğini geliştirir." Sanat eğitiminin amacı sanatçı yetiştirmek değil, sanatla eğitimdir (San, 1977: 2). Sanat eğitiminin bir toplumun gelişmesi ve çağdaşlaşmasında önemi büyüktür. Bu noktada "öğrenciye daha iyi bir resim eğitimi nasıl verebiliriz? " sorusuna cevap aramamız gerekmektedir. Eğitim programları incelendiğinde istendik davranış kazandırmaya yönelik bir çok noktanın programlarda mevcut olduğu görülmüştür. Kınıklı 'ya (1996:34) göre önemli olan öğretmenin bunları gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip olup olmadığı, okul yöneticilerinin tutumu ve aile faktörüdür. Mevcut yöntemlerle resim eğitimini ne derecede verebiliyoruz? Yetiştirilen resim öğretmenleri bu eğitim için yeterli midir? Hazırlanan resim dersi programları bu amaca hizmet ediyor mu? Eğitim fakültelerinin resim bölümleri yetiştirdikleri resim öğretmenlerinin yeterliliklerinden haberdarlar mı? İyi bir sanat eğitimi için eğitim fakülteleri resim bölümleri, orta dereceli okullar, resim öğretmenleri ve programlar konusunda neler yapılabilir? Resim öğretmenlerinin resim dersi programlarını gerçekleştirme açısından kendilerini ne derecede yeterli görmektedirler, bu programların genel amaçlarını ne derecede gerekli bulmaktadırlar? Araştırma, bu sayılan konularda ilgililerin duyarlılığını geliştirmek açısından önem taşımaktadır. Bu araştırmanın amacı, resim öğretmenlerinin ortaöğretim resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri ile bu programları gerekli görme durumlarını belirlemektir. Bu genel amacı gerçekleştirmek için aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır:

Page 151: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

5

1. Resim öğretmenleri, resim dersi programlarına yönelik olarak kendilerini ne derece yeterli görmektedirler?

2. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri, aşağıdaki değişkenler açısından önemli bir farklılık göstermekte midir?

a) Cinsiyet durumu b) Yaş durumu c) Öğretmenlikteki hizmet süresi d) En son bitirdiği okul e) Çalıştığı kurum f) Mezun olduğu ana sanat dalı g) Hizmet içi eğitim kursuna katılma durumu h) Üstlendiği haftalık resim iş dersi yükü i) Sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları takip etme durumu j) Mevcut resim dersi saatlerinin yeterliliği konusuna ilişkin görüşleri k) Görev yaptığı okulda atölye olup olmaması durumu

3. Resim öğretmenleri, resim dersi programlarında yer alan davranışları ne derece gerekli görmektedirler?

1.2, DENENCELER 1. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli

görme düzeyleri arasında cinsiyet açısından anlamlı bir farklılık yoktur. 2. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli

görme düzeyleri arasında yaş durumu açısından anlamlı bir farklılık yoktur. 3. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli

görme düzeyleri arasında öğretmenlikteki hizmet süresi açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

4. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında en son bitirdiği okul açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

5. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında çalıştığı kurum açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

6. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında mezun olduğu ana sanat dalı açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

7. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında hizmet içi eğitim kursuna katılma durumu açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

Page 152: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

6

8. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında üstlendiği haftalık resim dersi yükü açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

9. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında, sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları takip etme durumu açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

10. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında, mevcut resim dersi saatlerinin yeterliliği konusuna ilişkin görüşleri açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

11. Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında, görev yaptığı okulda atölye olup olmaması durumu açısından anlamlı bir farklılık yoktur.

1.3, VARSAYIMLAR 1. Anket sorularına verilen cevaplar; Elazığ, Malatya ve Samsun ili Merkez

ilköğretim okullarının II. kademesi ile liselerdeki öğretmenlerden ankete katılanların mevcut durumunu yansıtmaktadır.

2. Deneklerin; anket sorularını hiçbir etki altında kalmaksızın, tarafsız olarak cevaplandırdıkları kabul edilmiştir.

3. Ölçme aracının geçerliliği ve güvenirliliği için başvurulan uzman kanısı yeterlidir.

1.4, SINIRLILIKLAR Araştırma ilköğretim okulları ikinci kademesi resim dersi programı ile liselerde okutulan resim dersi programından faydalanarak hazırlanmıştır. Literatür taraması sonucu ulaşılan kaynaklar ile Elazığ, Malatya ve Samsun il merkezlerindeki ankete katılan resim öğretmenlerinin görüşleri ile sınırlıdır.

2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ Bu bölümde araştırma modeli, evren, örneklem, veri toplama yöntemi ve verilerin analizi aşamalarında yapılan çalışmalar yer almaktadır. 2.1, Araştırma Modeli Araştırma bulguları ilgili literatür incelemesi ve ankete dayalı verilerden oluşmaktadır. 2.2, Evren ve Örneklem Araştırmanın evreni; 1996- 1997 öğretim yılında Elazığ, Malatya ve Samsun ili merkez ilköğretim okulları, ortaokul ve liselerde görev yapan resim öğretmenlerinden oluşmaktadır. Araştırmacı tarafından 135 resim öğretmenine

Page 153: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

7

anket elden verilmiş, fakat 107 tanesi geri alınabilmiş ve hepsi işleme alınmıştır. İşleme alınan anketlerin yüzdesi % 79, 25'dir. 2.3, Veri Toplama Yöntemi ve Aracı Bu araştırmada, veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Veri toplama aracı geliştirilirken öncelikle bu alanda yapılmış araştırmalar ve ilköğretim ile lise resim dersi programı incelenmiştir. Anketin 1. bölümü 13, 2. bölümü 50 maddeden oluşmaktadır. Uzman öğretim üyelerinin görüşleri alındıktan sonra hazırlanan anketin 1. bölümünde "Kişisel Bilgiler ve Genel Görüşler" yer almaktadır. 2. bölümde yer alan ilk 11 maddede bilişsel davranışları araştıran "Yeterli Görme Düzeyi" ve " Gerekli Görme Durumu" yer almaktadır. Sonraki 21 maddede psikomotor (devinsel) davranışları araştırmaya yönelik, "Yeterli Görme Düzeyi" ve "Gerekli Görme Durumu" yer almaktadır. Son 18 madde duyuşsal davranışları araştırmaya yönelik "Yeterli Görme Düzeyi" ve "Gerekli Görme Durumu" ndan oluşmaktadır. Anketteki görüşler, "Yeterli Görme Düzeyi" için; likert tipi ölçek kullanılmış ve (5) Tamamen, (4) Oldukça, (3) Kısmen, (2) Az, (1) Hiç olarak belirlenmiş. "Gerekli Görme Durumu" ise; (1) Gerekli, (2) Gereksiz şeklinde belirlenmiştir.

2.4, Veri Toplama Aracının Uygulanması Geliştirilen ölçme aracı yeterli sayıda çoğaltılmış, uygulama için gerekli izinler alınmıştır. Araştırma kapsamına giren Elazığ, Malatya ve Samsun ili merkez ilköğretim okulları, ortaokul ve liselere gidilerek anketler resim öğretmenlerine araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Anketlerin bir bölümü bırakılıp daha sonra toplanmıştır. Deneklere dağıtılan 135 anketten 107 tanesi geri dönmüştür. Uygulamalar sonucunda geçersiz sayılabilecek anket çıkmamış, analizler 107 geçerli anket sayısına dayalı olarak yapılmıştır. 2.5, Verilerin Çözümü ve Yorumlaması Anket sonucu elde edilen veriler, Fırat Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümünde bulunan SPSS For Windows 6.0 paket programında işlenmiştir.

Çözümleme teknikleri olarak aritmetik ortalama, standart sapma, varyans analizi, t testi kullanılmıştır. Anket formunun birinci bölümündeki maddelerle ilgili çözümlemede, bir örneklemden toplanan verilerin betimlenmesinde

Page 154: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

8

kullanılan ve betimsel istatistik tekniklerinden olan kategorik verilerin dağılımını özetlemede kullanılabilen frekans dağılımı kullanılmış ve yüzde olarak da ayrıca belirtilerek tablolaştırılmıştır. Bu yöndeki bulgular ise dağılımın yoğunlaştığı maddeler doğrultusunda yorumlanmıştır.

Öğretmenlerin her bir maddeye yönelik yeterliklerine ilişkin görüşleri arasında anlamlı bir farkın olup olmadığını test etmek için ilişkisiz t-testi uygulanmıştır. Ayrıca değişkenlerin ikiden fazla olduğu durumlarda “bir ya da daha çok değişken faktörüne ilişkin ortalama puanların birbirinden anlamlı şekilde farklılaşıp farklılaşmadığını kararlaştırmada...” kullanılan varyans analizi (F-testi) tekniği kullanılmıştır. Grup ortalamaları arasında farklılık olduğu durumlarda, bu farklılığın hangi gruplar arasında olduğu Scheffe t testi ile belirlenmiştir. Verilerin çözümlenmesi ve yorumlanması için beşli ölçek aralıkları 0,80 (5-1=4⇒ 4/5=0,80) oranında eşit aralıklar olarak aşağıdaki şekliyle belirlenmiştir (Göktaş, 1996:21). Tamamen.....................4,20 - 5,00 birinci derecede yeterli Oldukça........................3,40 - 4,19 ikinci derecede yeterli Kısmen.........................2,60 - 3,39 Az.................................1,80 - 2,59 Hiç................................1,00 - 1,79 Toplam aritmetik ortalamalar bilişsel alan için / 11, devinsel alan için / 21, duyuşsal alan için / 18 olarak hesaplanmıştır. Anket sonuçları yorumlanırken likert tipi ölçek kullanılmış ve aritmetik ortalama 3,40 ve üzeri “ Yeterli “, 3,39 ve altı “Yetersiz” olarak kabul edilmiştir. “Yeterli Görme Düzeyi” madde aritmetik ortalamaları ve “Gerekli Görme Durumu” yüzdelikleri aynı tabloda, her üç alan için ayrı ayrı verilmiştir.

3. BULGULAR VE YORUMLAR 3.1, KİŞİSEL BİLGİLER ve MEVCUT DURUMA İLİŞKİN

BULGULAR Bu bölümde araştırmaya katılan deneklerin cinsiyeti, yaşı, öğretmenlikteki

hizmet süresi, en son bitirdiği okul, çalıştığı kurum, mezun olduğu ana sanat dalı, hizmet içi eğitim kursuna katılma durumu, üstlendiği haftalık resim dersi yükü, sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları takip etme durumu, mevcut resim dersi saatlerini yeterli görme durumu, görev yaptığı okulda atölye olması durumu ve resim öğretmenlerine göre diğer branş öğretmenlerinin ve okul yöneticilerinin

Page 155: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

9

resim dersini gerekli görme durumlarına ilişkin bilgileri ve görüşlerine yer verilmiştir.

3.1.1, Cinsiyet Durumu Araştırma kapsamına giren resim öğretmenlerinin yüzde 58.9’u erkek,

yüzde 41,4’ü bayandır. Buna göre resim öğretmenleri cinsiyet bakımından çoğunlukla erkek öğretmenlerden oluşmaktadır.

3.1.2, Yaş Durumu Resim öğretmenlerinin yüzde 58,9’u 30 ve aşağı yaş grubunda

bulunmaktadır. Bu yaş grubu resim öğretmenlerinin en kalabalık olduğu yaş grubudur. İkinci sırada yüzde 36,4 ile 31-40 arası resim öğretmenleri bulunmaktadır. Üçüncü sırada ise yüzde 4.7 ile 41 ve yukarı yaş grubu resim öğretmenleri bulunmaktadır. Bu durumda resim öğretmenlerinin çoğunluğunun 30 yaş grubu ve aşağı olduğu söylenebilir.

3.1.3, Öğretmenlikteki Hizmet Süresi Durumu Resim öğretmenlerinin yüzde 65.4’ ü 10 yıl ve aşağı hizmet süresi

grubunda, yüzde 32.7’ si 11-20 yıl arası ve yüzde 1.9’ u 21 yıl ve yukarı hizmet grubunda yer almaktadırlar. Buna göre resim öğretmenlerinin çoğunluğu 10 yıl ve aşağı hizmet süresi grubunda yer almaktadırlar.

3.1.4, En Son Mezun Olunan Okul Resim öğretmenlerinin yüzde 52,3’ü eğitim fakültesi mezunudur. İkinci

sırada yüzde 32,7’si eğitim enstitüsü mezunu, üçüncü sırada ise yüzde 15,0’i güzel sanatlar fakültesi mezunudur. Yüksek öğretmen okulu mezunu resim iş öğretmeni bulunmamaktadır. Buna göre resim öğretmenlerinin çoğunluğunu eğitim fakültesi mezunları oluşturmaktadır.

3.1.5, Görev Yapılan Okul Resim öğretmenlerinin yüzde 61,7’si lisede, 38,3’ü ilköğretim okulu veya

ortaokulda görev yaptıklarını görmekteyiz. Buna göre resim öğretmenlerinin çoğunluğu liselerde görev yapmaktadır diyebiliriz.

3.1.6, Mezun Olunan Ana sanat Dalı Resim öğretmenlerinin yüzde 49,5’i resim ana sanat dalı mezunudur.

Yüzde 38.3’ü grafik, yüzde 12.2’ si ise heykel ana sanat dalı mezunudur. Tasarım

Page 156: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

10

ana sanat dalı mezunu resim öğretmenine rastlanmamıştır. Buna göre resim öğretmenlerinin çoğunluğunu resim ana sanat dalı mezunları oluşturmaktadır.

3.1.7, Hizmet içi Eğitim Kursuna Katılma Durumu

Resim öğretmenlerinin % 89,7’ si alanıyla ilgili hizmet içi eğitim kursuna katılmamış, yüzde 10,3’ ü ise katılmıştır. Buna göre resim öğretmenlerinin büyük çoğunluğu alanıyla ilgili hizmet içi eğitim kursuna katılmamıştır.

3.1.8, Deneklerin Haftalık Resim Dersi Yükü Resim öğretmenlerinin yüzde 43.9 u haftada 22 saat ve daha fazlası derse

girmektedirler. Yüzde 33.6’ sı 16-21 saat arası, yüzde 22.5’ i ise haftada 15 saat ve daha az derse girmektedir. Buna göre resim öğretmenlerinin çoğunluğu 22 saat ve daha fazla derse girmektedirler. Bu da resim öğretmenlerinin görev yaptıkları okulda sayıca az oldukları şeklinde yorumlanabilir

3.1.9, Sanat ve Sanat Eğitimi İle İlgili Yayınları Takip Etme Durumu Resim Öğretmenlerinin yüzde 57.9 az ve yüzde 38,3’ ü düzenli olarak

sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları takip etmektedirler. Yüzde 3.8’ i ise sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları hiç takip etmemektedir. Bu durumda resim öğretmenlerinin büyük çoğunluğu az da olsa sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları takip etmektedirler.

3.1.10, Mevcut Resim İş Dersi Saatlerini Yeterli Görme Durumu Resim öğretmenlerinin yüzde 54.2’si mevcut saatlerin artırılması

düşüncesindedirler. Yüzde 44.9’u ise mevcut saatlerin yeterli olduğu görüşündedir. Yüzde 0.9’u ise azaltmasından yanadır. Bu durumda çoğunluğun mevcut resim dersi saatlerinin artırılması düşüncesinde olduğu dikkati çekmektedir. Bu bulguya göre mevcut saatlerin yetersiz olduğu şeklinde yorumlanabilir.

3.1.11, Deneklerin Görev Yaptığı Okulda Atölye Bulunma Durumu Resim öğretmenlerinin yüzde 43.9’ unun görev yaptığı okulda resim

atölyesi yok, ancak böyle bir atölyeye de çok ihtiyaç duymaktadır. Yüzde 40.2’sinin görev yaptığı okulda atölye var ancak yeterli düzeyde değil. Yüzde 10.3’ünün görev yaptığı okulda atölye var ve yeterli durumdadır. Yüzde 5.6’sı ise görev yaptığı okulda resim atölyesinin olmadığını ve gerekli de görmediğini belirtmiştir. Bu durumda yüzde 43.9’ unun görev yaptığı okulda resim atölyesi

Page 157: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

11

yok ve çok ihtiyaç duyuyor. Ancak yüzde 50.5 ‘inin okulunda resim atölyesi var ve toplam yüzde 49.5’ inin okulunda resim atölyesi bulunmamaktadır.

3.1.12, Resim Öğretmenlerine Göre Diğer Branş Öğretmenlerinin ve

Okul Yöneticilerinin Resim Dersini Gerekli Görme Durumları Resim öğretmenlerine göre diğer branş öğretmenlerinin yüzde 72.0’ si

kısmen, yüzde 11.2’ si resim dersini çok gerekli görmektedir. Yüzde 16.8’i ise hiç gerekli görmemektedir. Yine resim öğretmenlerine göre okul yöneticilerinin yüzde 68.2’si resim dersini kısmen, yüzde 16.8’i çok gerekli görmektedir. Yüzde 15.0’ i ise hiç gerekli görmemektedir.

Bu durumda okul yöneticilerinin ve diğer branş öğretmenlerinin resim dersini gerekli görme düzeyleri birbirine çok yakındır. Her iki grup da kısmen cevabında yoğunlaşmıştır.

4.YETERLİ GÖRME DÜZEYLERİNE YÖNELİK BULGU ve YORUMLAR 4.1, Denence 5, “Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında, çalıştığı kurum açısından önemli bir farklılık yoktur.” Şeklinde ifade edilmişti.

Tablo 1’de görüldüğü gibi deneklerin resim dersine yönelik bilişsel (t=

3,68), devinsel (t=3,86) ve duyuşsal (t= 3,90) davranışlara ilişkin ortalamaları arasında P< 0.05 düzeyinde anlamlı bir fark belirlenmiştir

Tablo 1: Bilişsel, Devinsel ve Duyuşsal Davranışlar ile Çalıştığı Kuruma

İlişkin t Testi Sonuçları Çalıştığı Kurum N X SS Sd t P Bilişsel Alan İlköğretim Okulu/Ortaokul 41 43.19 5.72 105 3.68* P<0.000 Lise 66 47.24 5.41 Devinsel Alan

İlköğretim Okulu/Ortaokul 41 78.02 10.12 105 3.86* P<0.000 Lise 66 86.12 10.70 Duyuşsal Alan

İlköğretim Okulu/Ortaokul 41 68.09 7.89 105 3.90* P<0.000 Lise 66 74.71 0.88

*P<0.05 anlamlı

Page 158: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

12

Tablo 1’ de görüldüğü gibi her üç alanın ilköğretim ikinci kademe ve lise puanları arasında P<0.05 düzeyinde anlamlı fark bulunmuştur. Her üç alanda da ilköğretim ikinci kademe ile lise de görev yapan öğretmenlerin yeterlilikleri açısından yüksek düzeyde bir farklılaşma olduğu söylenebilir. Buna göre beşinci denence red edilmiştir.

Bilişsel alan için ilköğretim/ ortaokul da görev yapan öğretmenlerin x=43.18:11=3.92 ile kendi yeterliklerini oldukça yeterli düzeyde değerlendirdikleri görülmüş ve buna göre 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir. Lisede görev yapan öğretmenleri ise x=47.24:11=4.29 olduğuna göre kendi yeterliklerini tamamen yeterli düzeyde değerlendirdikleri görülmüştür ve 1. derecede yeterli oldukları söylenebilir.

Devinsel alan için ilköğretim/ortaokul da görev yapan öğretmenlerin x=78.02:21=3.71 ile kendi yeterliklerini oldukça yeterli düzeyde değerlendirdikleri görülmüş ve buna göre 2. Derecede yeterli oldukları söylenebilir. Lisede görev yapan öğretmenlerin ise x=86.12:21=4.10 olduğuna göre kendi yeterliklerini oldukça yeterli düzeyde değerlendirdikleri görülmüştür ve buna göre 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir.

Duyuşsal alan için ilköğretim/ ortaokul da görev yapan öğretmenlerin x=68.09:18=3.78 ile kendi yeterliklerini oldukça yeterli düzeyde değerlendirdikleri görülmüş ve buna göre 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir. Lisede görev yapan öğretmenleri ise x=74.71:18=4.15 ile kendi yeterliklerini oldukça yeterli düzeyde değerlendirdikleri görülmüş ve buna göre 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir.

Bu bulguya göre bilişsel alana ilişkin davranışların öğrencilere verilmesinde lisede görev yapan öğretmenlerin daha yeterli oldukları şeklinde yorumlanabilir. Devinsel ve duyuşsal alana ilişkin verilerde ise her iki grubun 2. derecede yeterli olmalarına rağmen aralarındaki aritmetik ortalama farkı dikkat çekicidir. Her üç alan içinde lisede görev yapan öğretmenlerin ilköğretim ikinci kademede görev yapan öğretmenlerden daha yeterli oldukları sonucuna varılabilir. 4.2, Denence 8, “Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında, üstlendiği haftalık resim dersi yükü açısından önemli bir farklılık yoktur.” Şeklinde ifade edilmişti.

Page 159: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

13

Tablo 2’ deki veriler incelendiğinde deneklerin haftalık resim dersi yüküne ilişkin ortalamaları arasında anlamlı fark olduğu belirlenmiştir. Farklılığın hangi gruplar arasında olduğunu belirlemek amacı ile Scheffe t testi yapılmış ve elde edilen sonuçlar Tablo 3’ de verilmiştir.

Tablo 2: Haftalık Resim Dersi Yüküne Bağlı Olarak Bilişsel Alana İlişkin Varyans Analizi Sonuçları

Kaynak Sd Kareler

Toplamı Kareler

Ortalaması F Anlamlılık

Düzeyi Gruplar arası 2 561.322 280.661 9.515* P<0.000 Gruplar İçi 104 3067.499 29.495 Toplam 106 3628.822

*P<0.05 Anlamlı

Tablo 3: Puan Ortalamaları açısından Bilişsel Alana İlişkin Haftalık Resim Dersi Yükü Arasındaki Farklılıkların Scheffe t Testi Sonuçları

Gruplar

X Ders Yükü 1 2 3 41.5417 Grup 1 46.2222 Grup 2 * 47.4043 Grup 3 *

Görüldüğü gibi farklılık, ders yükü 15 ve daha az olanlar ile 16-21 ve 22 ve daha fazla olanlar arasında olduğu belirlenmiştir. Başka bir deyişle ders yükü 16-21 ve 22 ve daha fazla olan öğretmenlerin, ders yükü 15 ve daha az olanlardan daha yeterli oldukları görülmektedir. Ders yükü 15 ve daha az olan X=41.5417:11=3.7765 ise öğretmenlerin daha yeterli oldukları ve 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir. Ders yükü 16-21 arası olan öğretmenlerin X=46.2222:11=4.20 ise tamamen yeterli oldukları ve 1. derecede yeterli oldukları söylenebilir. Ders yükü 22 ve daha fazla olan öğretmenlerin X=47.4043:11=4.30 ise tamamen yeterli oldukları ve 1. derecede yeterli oldukları görülmektedir. Bu durumda ders yükü maaş karşılığının üzerinde (15 ve daha fazla) olan öğretmenlerin bilişsel alana ilişkin davranışları öğrencilere vermekte daha yeterli oldukları sonucuna varılabilir.

Tablo 4’ deki veriler incelendiğinde deneklerin haftalık resim dersi yüküne ilişkin ortalamaları arasında anlamlı fark olduğu belirlenmiştir. Farklılığın hangi

Page 160: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

14

gruplar arasında olduğunu belirlemek amacı ile Scheffe t testi yapılmış ve elde edilen sonuçlar Tablo 5’ de verilmiştir.

Tablo 4: Haftalık Resim Dersi Yüküne Bağlı Olarak Devinsel Alana İlişkin Varyans Analizi Sonuçları

Kaynak Sd Kareler

Toplamı Kareler

Ortalaması F Anlamlılık

Düzeyi Gruplar arası

2 2089.382 1044.691 9.676* P<0.000

Gruplar İçi 104 11228.579 107.967 Toplam 106 13317.962

*P< 0.05 anlamlı

Tablo 5 : Puan Ortalamaları açısından Devinsel Alana İlişkin Haftalık Resim Dersi Yükü Arasındaki Farklılıkların Scheffe t Testi Sonuçları

Gruplar

X Ders Yükü 1 2 3 75.0000 Grup 1 84.0833 Grup 2 * 86.2979 Grup 3 *

Görüldüğü gibi farklılık ders yükü 15 ve daha az olanlar ile 16-21 ve 22 ve

daha fazla olanlar arasında belirlenmiştir. Başka bir deyişle ders yükü 16-21 ve 22 ve daha fazla olan öğretmenlerin, ders yükü 15 ve daha az olanlardan daha yeterli oldukları görülmektedir. Ders yükü 15 ve daha az olan öğretmenlerin X=75.0000:21=3.57, ders yükü 16-21 arası olan öğretmenlerin X=84.0833:21=4.00, ders yükü 22 ve daha fazla olan öğretmenlerin ise X=86.2979:21=4.10 düzeyinde bir aritmetik ortalama ile oldukça yeterli oldukları ve 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir. Bu durumda ders yükü maaş karşılığının üzerinde (15 ve daha fazla) olan öğretmenlerin devinsel alana ilişkin davranışları öğrencilere vermekte 2. derecede yeterli olmalarına rağmen aritmetik ortalamalar arasındaki farktan dolayı daha yeterli oldukları sonucuna varılır.

Tablo 7’deki veriler incelendiğinde haftalık resim dersi yüküne bağlı

olarak farklılaşma görülmektedir. Farklılığın hangi gruplar arasında olduğunu

Page 161: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

15

belirtmek amacıyla Scheffe t testi yapılmış ve elde edilen sonuçlar Tablo 8 de verilmiştir.

Tablo 7: Haftalık Resim Dersi Yüküne Bağlı Olarak Duyuşsal Alana İlişkin Varyans Analizi Sonuçları

Kaynak Sd Kareler

Toplamı Kareler

Ortalaması F Anlamlılık

Düzeyi Gruplar arası

2 2089.382 1044.691 9.676* P<0.000

Gruplar İçi 104 11228.579 107.967 Toplam 106 13317.962

*P< 0.05 anlamlı

Tablo 8: Puan Ortalamaları Açısından Duyuşsal Alana İlişkin Haftalık Resim Dersi Yükü Arasındaki Farklılıkların Scheffe t Testi Sonuçları

Gruplar

X Ders Yükü 1 2 3 65.7083 Grup 1 72.9444 Grup 2 * 74.8936 Grup 3 *

Görüldüğü gibi farklılık ders yükü 15 ve daha az olanlar ile 16-21 ve 22 ve

daha fazla olanlar arasında belirlenmiştir. Başka bir deyişle ders yükü 16-21 ve 22 ve daha fazla olan öğretmenlerin, ders yükü 15 ve daha az olanlardan daha yeterli oldukları görülmektedir. Ders yükü 15 ve daha az olan öğretmenlerin X=65.7083:18=3.65, ders yükü 16-21 arası olan öğretmenlerin X=72.9444:18=4.05, ders yükü 22 ve daha fazla olan öğretmenlerin ise X=74.8936:18=4.16’lık bir aritmetik ortalama ile oldukça yeterli oldukları ve 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir. Bu durumda ders yükü maaş karşılığının üzerinde (15 ve daha fazla) olan öğretmenlerin duyuşsal alana ilişkin davranışları öğrencilere vermekte 2. derecede olmalarına rağmen aritmetik ortalamalar arasındaki farktan dolayı daha yeterli oldukları sonucuna varılır. Bilişsel, devinsel ve duyuşsal alana ilişkin veriler incelendiğinde sekizinci denencenin red edildiği görülmektedir.

Page 162: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

16

4.3, Denence 11, “Resim öğretmenlerinin, resim dersi programlarına ilişkin kendilerini yeterli görme düzeyleri arasında, görev yaptığı okulda atölye olup olmaması durumu açısından önemli bir farklılık yoktur.” Şeklinde belirlenmişti.

Tablo 9’da görüldüğü gibi her üç alanın atölye var veya atölye yok puanları arasında P<0.05 düzeyinde anlamlı fark bulunmuş ve denence 11’ e bağlı hipotez red edilmiştir. Her üç alanda da atölye var ile atölye yok cevabını veren öğretmenlerin kendilerini yeterli görmeleri arasından bir farklılaşma olduğu söylenebilir.

Tablo 9: Görev Yaptığı Okulda Resim Atölyesi Olup Olmadığı Durumuna Bağlı Olarak Bilişsel, Devinsel ve Duyuşsal Alana İlişkin t Testi Sonuçları

Atölye N X SS Sd t P Bilişsel Alan Var 54 44.05 6.07 105 3.03* P<0.000 Yok 53 47.35 5.15

Devinsel Alan Var 54 79.53 10.71 105 3.40* P<0.000 Yok 53 86.56 10.66 Duyuşsal Alan Var 54 69.46 8.64 105 3.26* P<0.000 Yok 53 74.94 8.73

*P<0.05 anlamlı

Bilişsel alan için, görev yaptığı okulda, atölye “var” cevabını veren öğretmenlerin, X=44.05:11=4.00 ile oldukça yeterli ve 2. derecede yeterli oldukları, atölye “yok” cevabını veren öğretmenlerin ise x=47.35:11=4.30’luk bir aritmetik ortalama ile tamamen yeterli ve 1. derecede yeterli oldukları görülmektedir.

Devinsel alan için görev yaptığı okulda, atölye “var” cevabını veren öğretmenlerin, X=79.53:21=3.78 ile oldukça yeterli ve 2. derecede yeterli oldukları, atölye “yok” cevabını veren öğretmenler ise X=86.56:21=4.12’lik bir aritmetik ortalama ile oldukça yeterli ve 2. derecede yeterli oldukları söylenebilir.

Duyuşsal alan için, görev yaptığı okulda, atölye “var” cevabını veren öğretmenlerin, X=69.46:18=3.85 ile oldukça yeterli ve 2. derecede yeterli oldukları, atölye “yok” cevabını veren öğretmenler ise X=74.94:18=4.16’lik bir

Page 163: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

17

aritmetik ortalama ile oldukça yeterli ve 2. derecede yeterli oldukları görülmektedir.

Bilişsel alan için atölye yok cevabını verenlerin 1.derecede yeterli, var cevabı verenlerin 2.derecede yeterli oldukları, devinsel ve duyuşsal alan için ise her iki cevabı verenlerin de 2. derecede yeterli oldukları görülmüştür. Ancak aritmetik ortalamalar arasındaki fark incelendiğinde devinsel ve duyuşsal alan için atölye yok cevabını verenlerin puanlarının yüksek olduğu görülmüştür.

Bu durumda görev yaptığı okulda resim atölyesi bulunmayan öğretmenler, resim atölyesi bulunan öğretmenlerden daha yeterli oldukları sonucuna varılmıştır. Atölyesi bulunmayan öğretmenlerin bilişsel, devinsel ve duyuşsal davranışların gerçekleştirilmesinde atölye ortamından mahrum oldukları için konuların yüzeysel geçiştirilmesi doğaldır. Atölye ortamından uzak oldukları için konular basite alınmakta ve hatta baz konular işlenmeden geçilmektedir. Bu durumda öğretmen kendisinin yeterliliği konusunda şüpheye düşmemekte ve atölye ortamının getireceği sorunlarla karşılaşmamaktadır. Konuların basite alınmasından dolayı kendisini yeterli görmesi gayet doğaldır.

5. DENEKLERİN RESİM İŞ DERSİ PROGRAMINI GEREKLİ GÖRME DURUMLARI Tablo 10’ da bilişsel alana dayalı yeterli görme düzeyi madde aritmetik

ortalamaları ve gerekli görme durumu yüzdelikleri verilmiştir. Tablo 10: Bilişsel Alan Dayalı Yeterli Görme Düzeyi Madde Aritmetik

Ortalamaları ve Gerekli Görme Durumu Yüzdelikleri

BİLİŞSEL ALAN YETERLİ

GÖRME DÜZEYİ GEREKLİ GÖRME DURUMU

ARİTMETİK ORTALAMA

GEREKLİ GEREKSİZ TOPLAM

X MADDE F % F % F % 4.65 1 104 97.2 3 2.8 107 100 4.66 2 107 100 - - 107 100 4.81 3 106 99.1 1 .9 107 100 4.40 4 105 98.1 2 1.9 107 100 3.90 5 100 93.5 7 6.5 107 100 3.84 6 100 93.5 7 6.5 107 100 3.82 7 104 97.2 3 2.8 107 100 4.37 8 107 100 - - 107 100 3.72 9 84 78.5 23 21.5 107 100

Page 164: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

18

3.79 10 106 99.1 1 .9 107 100 3.72 11 103 96.3 4 3.7 107 100

Dikkat edilirse resim öğretenlerinin kendilerini 1.derecede yeterli

gördükleri maddeleri gerekli görme yüzdelikleri diğerlerine oranla biraz daha yüksektir. Resim öğretmenlerinin kendilerini 1.derecede yeterli gördükleri maddeleri daha gerekli görmeleri doğaldır. Öğretmelerin daha iyi bildikleri konuları daha fazla gerekli gördükleri sonucuna varılabilir.

Tablo 11’ de devinsel alana dayalı yeterli görme düzeyi madde aritmetik

ortalamaları ve gerekli görme durumu yüzdelikleri verilmiştir. Tablo 11: Devinsel Alana Dayalı yeterli Görme Düzeyi Madde Aritmetik

Ortalamaları ve Gerekli Görme Durumu Yüzdelikleri

DEVİNSEL ALAN YETERLİ

GÖRME DÜZEYİ GEREKLİ GÖRME DURUMU

ARİTMETİK ORTALAMA

GEREKLİ GEREKSİZ TOPLAM

X MADDE F % F % F % 4.20 12 107 100 - - 107 100 4.22 13 107 100 - - 107 100 4.11 14 106 99.1 1 .9 107 100 4.07 15 107 100 - - 107 100 3.79 16 96 89.7 11 10.3 107 100

3.80 17 85 79.4 22 20.6 107 100 3.68 18 96 89.7 11 10.3 107 100 4.02 19 104 97.2 3 2.8 107 100 3.90 20 101 94.4 6 5.6 107 100 4.49 21 106 99.1 1 .9 107 100 3.90 22 101 94.4 6 5.6 107 100 3.54 23 74 69.2 33 30.8 107 100 3.77 24 93 86.9 14 13.1 107 100 3.99 25 105 98.1 2 1.9 107 100 3.63 26 81 75.7 26 24.3 107 100 3.67 27 107 100 - - 107 100 4.17 28 106 99.1 1 .9 107 100 4.18 29 107 100 - - 107 100 4.11 30 96 89.7 11 10.3 107 100 3.80 31 98 91.6 9 8.4 107 100 3.97 32 104 97.2 3 2.8 107 100

Page 165: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

19

Tabloya bakılırsa resim öğretmenlerinin kendilerini 1.derecede yeterli

gördükleri maddelerin gereklilik yüzdeleri yüksektir. Kendilerini yeterli gördükleri maddeleri daha fazla gerekli görmeleri doğaldır. 27.maddede 3.67’ lik bir aritmetik ortalama ile kendilerini yeterli görürken, bu maddeyi yüzde 100 gerekli bulmuşlardır. “Psikolojik Durumlarını Sanatsal Formlara Dönüştürebilme” amacını 3.67’lik aritmetik ortalama ile kendilerini yüksek derecede yeterli görmemişlerdir. Ama bu amacın yüzde 100 gerekli olduğu sonucuna varmışlardır.

Tablo 12’de Duyuşsal Alana Dayalı Yeterli Görme Düzeyi Madde

Aritmetik Ortalamaları ve Gerekli Görme Durumu Yüzdelikleri Verilmiştir.

Tablo 12: Duyuşsal Alana Dayalı Yeterli Görme Düzeyi Madde Aritmetik Ortalamaları ve Gerekli Görme Durumu Yüzdelikleri

DUYUŞSAL ALAN YETERLİ

GÖRME DÜZEYİ GEREKLİ GÖRME DURUMU

ARİTMETİK ORTALAMA

GEREKLİ GEREKSİZ TOPLAM

X MADDE F % F % F % 4.12 33 107 100 - - 107 100 3.75 34 107 100 - - 107 100 3.92 35 107 100 - - 107 100 3.99 36 103 96.3 4 3.7 107 100 4.15 37 107 100 - - 107 100 3.93 38 107 100 - - 107 100 3.93 39 107 100 - - 107 100 3.88 40 107 100 - - 107 100 4.23 41 107 100 - - 107 100 4.23 42 107 100 - - 107 100 3.88 43 107 100 - - 107 100 3.96 44 98 91.6 9 8.4 107 100 3.92 45 106 99.1 1 .9 107 100 3.91 46 107 100 - - 107 100 4.20 47 107 100 - - 107 100 4.35 48 107 100 - - 107 100 3.79 49 107 100 - - 107 100 4.05 50 107 100 - - 107 100

Tabloya bakılınca resim öğretmenlerinin duyuşsal alana ilişkin gereklilik

yüzdeleri çok yüksek olduğu görülür. Buradan resim öğretmenlerinin duyuşsal alana ilişkin davranışları daha fazla gerekli buldukları sonucuna varılabilir.

Page 166: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

20

Bilişsel, devinsel ve duyuşsal alanlara ait aritmetik ortalamalar

incelendiğinde 3. ve 4. dereceden yeterlilik durumuna rastlanmamaktadır. Bu durumda resim iş öğretmenlerinin yeterlilik düzeylerinin genellikle 1. ve 2. derecede yoğunlaştığı sonucuna varılabilir.

6. ÖZET-SONUÇ Bu araştırma ile Elazığ, Malatya, ve Samsun ile merkez ilköğretim okulları II. kademe ve liselerde görev yapan resim öğretmenlerinin resim dersi programları karşısında kendilerini yeterli görme düzeyleri ve bu programları gerekli görme durumları araştırılmaya çalışılmıştır.

Araştırma kapsamında bulunan toplam 107 resim öğretmenine ait bilgiler şöyledir.

Öğretmenlerin üçte ikisi erkek diğerleri bayandır. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu 30 ve aşağı yaş grubunda yer almaktadır. 41 ve yukarı yaş grubunda çok az öğretmen bulunmaktadır. Öğretmenlerin büyük çoğunluğunun hizmet süresi 10 yıl ve aşağıdır. Büyük bir kısmı eğitim fakültesi mezunu iken onları eğitim enstitüsü mezunları takip etmektedir.

Öğretmenlerin üçte ikisi lisede görev yapmaktadır. Büyük çoğunluğunun ana sanat dalı resimdir. Neredeyse onda dokuzluk bir kısmı alanı ile ilgili hizmet içi eğitim kursuna katılmamıştır. Öğretmenlerin büyük bir kısmının ders yükü maaş karşılığının üzerindedir. Sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları genel olarak takip ettikleri görülmüştür. Çoğunluk haftalık resim dersi saatlerinin artırılmasını önerirken, mevcut saatler yeterlidir cevabını verenler de dikkat çekicidir.

Öğretmenlerin çok az bir kısmı okulundaki atölyenin yeterli olduğunu söylerken çok az bir kısmı da atölyenin olmadığını ve gerekli de görmediğini belirtmiştir. Fakat genel olarak yarısının okulunda atölye olduğu diğer yarısının da olmadığı sonucuna varılmıştır.

Resim öğretmenlerinin büyük çoğunluğuna göre diğer branş öğretmenleri ve okul yöneticilerinin resim dersini kısmen gerekli gördükleri sonucuna varılmıştır.

Bilişsel, devinsel ve duyuşsal alan için yapılan testler sonucunda bayan ve erkek öğretmenler arasında “yeterlilik” açısından bir fark olmadığı görülmüştür.

Page 167: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

21

Öğretmenler arasındaki yaş farkının yeterlilikleri açısından bir fark oluşturmadığı sonucuna varılmıştır.

Öğretmenlikteki hizmet sürelerinin mezun oldukları okullarının yeterlilikleri açısından fark oluşturmadığı belirlenmiştir.

Lisede görev yapan öğretmenlerin ilköğretim okulları 2. kademede görev yapan öğretmenlerden kendilerini daha yeterli gördükleri sonucuna varılmıştır. Mezun olduğu ana sanat dallarına bağlı olarak yeterlilikleri arasında bir fark olmadığı görülmüştür.

Alanıyla ilgili hizmet içi eğitim kursuna katılanların çok az olduğu ve fark çıkmadığı görülmüştür. Ancak çok yakın bir anlamlılık düzeyinde kurslara katılanların kendilerini daha yetersiz gördükleri dikkat çekmiştir. Bu da öğretmenlerin yenilikleri ve gelişmeleri görüp karamsarlığa düşüp kendilerini yetersiz görmeye başladıkları şeklinde yorumlanabilir.

Resim dersi yükü maaş karşılığının üzerinde olan öğretmenler kendilerini daha yeterli olarak değerlendirmişlerdir.

Sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınları genel olarak takip ettikleri ve öğretmenlerin yeterlilikleri arasında bir fark olmadığı belirlenmiştir. Haftalık resim dersi saatlerinin nasıl olması gerektiği düşüncelerine bağlı olarak öğretmenlerin aralarında yeterlilik farkı olmadığı ortaya çıkmıştır.

Görev yaptığı okulda resim atölyesi bulunmayanlar resim dersi davranışları karşısında kendilerini daha yeterli olduğu görmüştür. Bu da öğretmenlerin atölye ortamına girmedikleri için bu ortamın getireceği sorunlarla karşılaşmamalarından dolayı kendilerini daha yeterli gördükleri şeklinde yorumlanmıştır.

Resim öğretmenlerinin programları gerekli gördükleri ancak, kendilerini daha yeterli gördükleri maddeleri daha fazla gerekli gördükleri sonucuna varılmıştır. Resim öğretmenlerinin karşılaştıkları temel sorunların başında, öğrencilerin, velilerin ve okul yöneticilerinin resim dersini gereksiz gördükleri sonucuna varılmıştır.

7. ÖNERİLER

• Öncelikle sanat eğitiminin önemi; seminerlerle, panellerle, basın yoluyla velilere, öğrencilere ve topluma aşılanmalıdır.

Page 168: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

22

• Çevrede sanatsal faaliyetler artırılmalıdır. Sanata ve sanat eğitimine ilgi duyanlar desteklenmeli, teşvik edilmelidir.

• Eğitim fakültelerinin sanat eğitimi bölümlerine alınan öğretmen adaylarında öğretmenlik vasıfları aranmalıdır.

• Sanat eğitimi bölümlerinin programları ile okullardaki sanat eğitimi ders programları arasında bir uyum sağlanmalıdır. Sanat eğitimi bölümlerinden mezun olan öğretmen adaylarına kendine güven ve cesaret duygusu aşılanmalıdır. Gerek sanat eğitimi bölümlerinde, gerekse okullarda atölye ve fiziki donanım yetersizliği ortadan kaldırılmalıdır.

• Sanat eğitimi dersinin diğer dersler kadar önemli olduğu, daha serbest bir ortamda yapılmasını gerektiği konusunda okul yöneticileri uyarılmalıdır. Ders programları yeniden gözden geçirilip, genel amaçları yeniden belirlenip zenginleştirilmelidir. Ders saatleri de artırılmalıdır.

• Hizmet içi eğitim kursları artırılmalı, ancak bu kurslar öğretmenlere güven ve cesaret duygusu verecek programlar dahilinde olmalıdır. Sanat ve sanat eğitimi ile ilgili yayınlar okul kütüphanelerinde artırılmalı, sürekli yayınlar izlenmelidir.

• Okullarda sanatsal faaliyetler artırılmalı, sergi, tiyatro, konser vb. faaliyetler yakından izletilip öğrenciler teşvik edilmelidir.

• Öğretmenlik uygulamasının süresi artırılmalı, sanat eğitimi bölümleri çevrelerindeki okullar ile işbirliği içinde olmalıdır.

• Ders yükü maaş karşılığının altında olan öğretmenler okul içerisinde kişisel çalışmalar yapmaya teşvik edilmelidir.

Bu alanla ilgili olarak şu araştırmalar yapılabilir.

• Resim programlarının genel amaçlarını öğretmenlerin gerçekleştirme düzeyleri ve bu düzeylerin gereklilik durumları öğrencilere uygulanacak bir anketle araştırılabilir.

• Milli Eğitim Bakanlığı’ nca belirlenen genel amaçların resim dersi amaçlarını ne derece kapsadığı araştırılabilir.

• Eğitim fakültelerinin resim bölümlerinin programları anket haline getirilip gereklilik düzeyleri resim bölümü öğretim elemanları ve öğrencilerine ayrıca resim öğretmenlerine uygulanıp elde edilen verilere göre programlar yeniden düzenlenebilir.

• Batı ülkelerinden sanat eğitimi ileri seviyede olan bir ortaöğretim okulunun sanat eğitimi dersi programı alınıp Türkiye’ deki resim öğretmenlerine uygulanır ve yeterlilikleri ölçülebilir.

• Batı ülkelerindeki ileri derecede sanat eğitimcisi yetiştiren bir bölümün programı ile Türkiye’ deki sanat eğitimcisi yetiştiren bir bölümün programı içerikleri de ele alınarak karşılaştırmalı analiz yapılabilir.

Page 169: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

23

• Yeni bir sanat eğitimi programı geliştirilerek programın güvenirlilik düzeyi ölçülür. Önceden tespit edilen ortaöğretimdeki öğrenci gruplarına program uygulanır ve sonuçları sayısallaştırılıp yorumlanır.

KAYNAKLAR Ataünal, A. (1994). Türkiye' de İlkokul Öğretmeni Yetiştirme ve Çağdaş Uygulamalar. Çağdaş Eğitim Dergisi. Ankara: Tekışık Matbaası. Sayı:197. s.12 Balamir, Bünyamin.(1996).Uygarlığın Anlamı Sanat Eğitiminde Saklıdır. Milli Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Basımevi Sayı: 131, ss.16-17. Balcı,Y. Baytekin. ve Özsoy, Vedat. (1996). Resim-İş Eğitimi Bölümlerinde Yeniden Yapılanma ve İsim Değişikliği. Mili Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Basımevi. Sayı:130, ss. 49-52. Balcı, Y. Baytekin. (1996). Sanat Eğitiminde Yeni Bir Yöntemsel Yaklaşım Resim İş Eğitimi = Sanat Eğitimi = Estetik + Sanat Eleştirisi + Sanat Tarihi+ Uygulama. Milli Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Basımevi. Sayı: 131, ss.18-19. Boğa, Ali. (1987). Sanat Eğitiminde Yetişkinlerin Görevleri. Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. Sayı: 2, ss.164-173. Boydaş, Nihat.(1996).Sanat Kültürü Yansıtır. Milli Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Basımevi. Sayı: 131, s.8. Etike, Serap. (1987). İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu ve Resim Öğretmeni Yetiştiren Programa Öneriler. Gazi Üniversitesi. Öğretmen Yetiştiren Yükseköğretim Kurumlarının Dünü- Bugünü- Geleceği, Tebliğler, Ankara: G.Ü. Matbaası. ss. 553-560. Etike, Serap. (1996). Sanat Eğitiminde Çocuğa ve Gence Sanattan Anlayan Bir Kişilik Kazandırmak Hedeflenir. Milli Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Basımevi. Sayı: 131 ss. 23-24. Gürol, Mehmet. (1997). Okul Sanayi İşbirliği. Ankara: Pegem Yayıncılık, (Birinci Baskı). Kınıklı, Ünsal.(1996), Atın Kolanında Bile Güzeli Arayanlara Selam, Mili Eğitim, Ankara: Milli Eğitim Basımevi, Sayı:131ss.34-35. Küçükahmet, L. (1986). Öğretim İlke ve Yöntemleri. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. Külahçı, G. Şadiye. (1984). Öğretmen Yetiştirmede Yeterliliğe Dayalı Eğitim Yaklaşımı. Eğitim ve Bilim Dergisi. Ankara: Şafak Matbaası. Sayı: 82. San, İnci. (1993), Türkiye’de Güzel Sanatlar Eğitimi. Eğitim Bilimleri Ulusal Kongresi- Bildiriler (Tarih 1990), Ankara: Milli Eğitim Basımevi. ss. 245-250.

Page 170: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

24

San, İnci. (1977). Sanatsal Yaratma Çocukta Yaratıcılık, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Telli, Hidayet. (1996). Eğitimin Genel Hedeflerinin Davranış Biçimine Dönüşmesinde Sanat Eğitiminin Katkısı Vardır. Milli Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Basımevi. Sayı: 131, ss, 41-43. Tunç, Handan. (1996). Sanat Eğitiminde Planlama ve Yenileştirme. Milli Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Basımevi. Sayı: 131, ss. 44-45. Türkoğlu, A. (1992). Eğitim Yüksek Okullarında Programa İlişkin Sorunlar. Öğretmen Yetiştiren Kurumların Dünü – Bugünü - Geleceği Sempozyumu. (Tarih 1987) Ankara. Uysal, Sayit. (1996). Sanat Eğitimi Üzerine, Milli Eğitim, Ankara: Milli Eğitim Basımevi, Sayı: 131, ss, 46-47.

Page 171: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

ELEŞTİRİ YAPMA BECERİLERİNİ GELİŞTİRMEYE İLİŞKİN DENEYSEL BIR ÇALIŞMA

AN EXPERIMENTAL STUDY ABOUT DEVELOPING OF CRITICISING ABILITY

Yrd.Doç.Dr. Nuriye SEMERCİ*

Özet Bu araştırmanın amacı, eleştiri yapma becerilerini geliştirmektir. Araştırma öntest ve

sonteste göre planlanmıştır. Araştırmanın sonucunda deney ve kontrol grubunun her ikisinde de eleştiri yapma becerisi gelişmiştir. Fakat, eleştiri yapma becerisi deney grubunda daha fazla gelişmiştir.

Anahtar Kelimeler: Eleştiri yapma, beceri geliştirme

Abstract The aim of this study is to develop of criticizing ability. The survey was planned

according to the design on the with pre-test and post-test. As a result of the survey, the criticizing ability was improve both experimental and control groups. But it was understood that the criticizing ability was more improvement the experimental group.

Key Words: criticizing, develop of ability

1. GİRİŞ Günümüzde meydana gelen hızlı gelişmeler birçok kurumu yakından

etkilemektedir. Bu kurumların içerisinde en önemlilerinden birisi eğitimdir. Çünkü; eğitim kurumları yetiştirdiği bireylerin niteliğiyle tüm diğer kurumları doğrudan etkiler. Dolayısıyle çağın gereklerine göre kendisini yenileyen bir kurum olma zorunluluğu vardır. Yetiştirdiği bireylerin de yeniliklere açık olma, kendisini sürekli yenileme, çok yönlü düşünebilme gibi niteliklere sahip olması gereklidir.

Eğitim kurumları bireylerin duyuşsal, psikomotor ve zihinsel davranışlarını istenilen yönde değiştirerek görevini yerine getirir. Bunu yaparken de ona gerekli olan bilgi ve becerileri kazandırmaya çalışır. Bu beceriler arasında en önemlilerinden birisi eleştiri yapma olmalıdır. Çünkü, birey eleştiri yaparak uyarıcıları daha kolay algılayabilir, yorumlayabilir ve değerlendirebilir. Başka bir deyişle, kendisi için önemli olan ya da olmayan noktaları ortaya çıkararak uyarıcılara bir anlam vermede kritik etme önemli bir özelliktir. *F.Ü. Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü

Page 172: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

Kritik etme, bir insanın, bir eserin, bir konunun doğru ve yanlış yanlarının bulunup gösterilmesi amacıyla yapılan bir inceleme işi olarak tanımlanabilir. Fakat, genelde olumsuz olarak anlaşılan kritik etme, insanlar tarafından pek hoş karşılanmayan bir kavramdır (Külahçı, 1995: 10). Ancak eleştiri yakınmak, kızmak, hakaret etmek, arkadan konuşmak olarak algılanmamalıdır. Eleştiri bir paylaşım, iletişim biçimi, düşünce alışverişi ve karşılıklı öğrenmedir (İnam, 1994: 64). Eleştirinin doğru yapılmasının önkoşulu, konu ya da kişileri anlamaktır. Yapılması gereken eleştiri; bilgi, hoşgörü, zeka ve mizah anlayışı içinde olmalıdır. Bu açıklamalardan sonra eleştiri; bireylerin kendi düşünme güçlerini geliştirme, kişiliklerine karşı güven oluşturma, reklam ve propagandaların olumsuz etkilerini giderme, iyiyi kötüden ayırma vb. davranışları göstermek olarak ifade edilebilir. Ancak; Türk Eğitim Sisteminde gerek ilköğretim gerekse yükseköğretimde öğrencilere ne düşünmesi, ne bilmesi gerektiği genellikle öğretmenler tarafından söylenir. Bir başka deyişle, var olan bilgi aktarılır. Sonuçta, var olan düşüncelerin öğrenciler tarafından da düşünmesi sağlanır. Bu şekilde yetişen öğrenci ise hangi bilgiyi neden aldığının farkına varamayan, hedefini bilmeyen, öğretmenin kendisine sunduğu bilgileri aynen hafızasına kaydeden, yani ezberleyen bireyler olarak ortaya çıkması kaçınılmaz olur.

Bilgilerin ezbere dayalı olarak kazanılması kısa sürede unutulmasına neden olduğu gibi öğrencinin bağımsız düşünmesini ve hareket etmesini de engeller. Çünkü, ezber öğrenciyi kalıplara sokar ve bir çok gereksiz bilgiyi de öğrenciye kazandırır. Öğrenciler, konular üzerinde sorgulama, irdeleme ve öğretmenleriyle tartışma olanağı bulamazlar. Bunun sonucunda ise düşünemeyen, düşünce üretemeyen öğrenci ortaya çıkar. Hatta, mezuniyet sonrasında da bu alışkanlıkları devam ederek duydukları, gördükleri ve okuduklarının doğruluğundan ya şüphe etmeden olduğu gibi kabul ederler ya da tamamen reddederler. Başka bir deyişle birey, başkasının düşüncesini kabul ederek kendi düşüncelerini ortaya koyamaz ve düşünce üretemez (Sayın, 1990: 27).

Bu düşüncelerden yola çıkılarak araştırma konusu belirlenmiş ve eleştiri yapma boyutunun bulunması nedeniyle Mikro Öğretim Dersi araştırmanın yapılacağı alan olarak seçilmiştir. Mikro Öğretim Dersinin genel amacı teorik bilgi ile uygulama arasında bir köprü kurmaktır. Öğretmen adayı, gerçek sınıf ortamına girmeden önce, daha kontrollü, küçültülmüş ve sınırlandırılmış bir öğretim ortamında deneme yapabilmektedir. Uygulama, daha önceden belirlenmiş kritik öğretim becerilerinin öğretmen adaylarında her defasında bir veya birkaç öğretim becerisinin denenmesi şeklinde yapılmaktadır (Külahçı, 1995: Kazu, 1996).

Mikro öğretim dersinde yapılan eleştiride, öğrencilerin denediği öğretim becerilerinin analiz edilerek uygulamada ortaya çıkan aksaklıkların veya iyi noktaların ortaya konulması önemlidir. Yapılan eleştirinin amacı; (a) Öğrencinin

Page 173: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

kendi kendisini analiz edip değerlendirerek geliştirmesi; (b) Arkadaşlarının sunularını inceleyip eleştirerek gerek onları, gerekse onlardan aldığı dönütle kendisini daha iyiye doğru geliştirmesine yardımcı olmaktır (Külahçı, 1995). Bu bilgilere dayanarak araştırmanın amacı şöyle belirlenmiştir.

1.1. Amaç Araştırmanın amacı, "Eleştiri becerisini geliştirmeye yönelik hazırlanan

öğretim metaryalinin kullanıldığı öğretim ortamı ile bu metaryalin öğrencilere verilip ancak öğretimde kullanılmadığı bir ortamın öğrencilerin eleştiri yapma becerilerini geliştirmedeki etkisini belirlemek" olarak ifade edilmiştir. Bu amaca ulaşabilmek için ise aşağıdaki denenceler test edilmiştir.

1. Deney ve kontrol grubunun ön eleştirileri puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark yoktur.

2. Deney grubunun ön eleştiri ve son eleştiri puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark yoktur.

3. Kontrol grubunun ön eleştiri ve son eleştiri puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark yoktur.

4. Deney ve kontrol grubunun son eleştirileri puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark yoktur.

2. YÖNTEM

2.1. Araştırmanın Modeli Araştırma deneysel bir çalışma olup öntest-sontest kontrol gruplu araştırma

modeline göre desenlenmiştir. Deneysel araştırma modelinin gereği olarak bir deney ve bir kontrol grubu oluşturulmuştur. Araştırmada deney ve kontrol grupları için farklı öğretim ortamı oluşturulmuştur. Eleştiri yapma becerisini geliştireceği düşünülen öğretim materyali her iki gruba da verilmiş ve tüm öğrencilerin bu materyali almaları sağlanmıştır. Her iki grup da materyalin gereklerini yerine getirerek, materyalde bulunan ve eleştiriye yönelik hazırlanan etkinliklere cevap vermiştir. Ancak deney ve kontrol grubunda materyalin kullanılması ve deneysel uygulama açısından farlılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar şöyle sıralanabilir:

a. Deney grubunda bu materyalin gerekleri aynen uygulanmıştır. Kritik düşünmenin daha rahat gelişebileceği varsayılan bir ortam hazırlanmış ve mikro öğretim dersinin çalışmalarının yanında öğrencilere materyalin gerektirdiği uygulamalar yaptırılmıştır. Materyalin kapsamında bulunan etkinliklerin sınıfta üzerinde tartışılarak yapılması sağlanmıştır.

Page 174: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

b. Kontrol grubunda ise, mikro öğretim dersi daha önceleri nasıl yürütülüyorsa o şekilde işlenmiştir. Bu uygulama kısaca şöyle açıklanabilir: Küçük gruplara ayrılan öğrencilerin kısa sunuları izlenir ve üzerinde sınıf tartışması yapılarak eleştirirler. Bu eleştiriler doğrultusunda mikro öğretime ilişkin olarak hazırlanmış olan Mikro Öğretim Modül'ünde bulunan değerlendirme ölçeklerine göre puan verilir (Külahçı, 1995). Kontrol grubunda da bu şekilde bir uygulama yapılmış ve materyalinin içinde yer alan etkinlikler üzerinde hiç bir çalışma yapılmamıştır. Etkinliklerin ev ödevi gibi yapılıp getirilmesi gerektiği söylenmiştir.

2.1. Evren ve Örneklem Araştırmanın evrenini, 1997-1998 öğretim yılı bahar dönemi içinde Fırat

Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi üçüncü sınıfta okuyan ve mikro öğretim dersini alan öğrenciler oluşturmuştur.

Örneklem grubunun seçiminde ise öğrencilerin, ÖYS Matematik puanları, ikinci sınıftaki (1996-1997 öğretim yılı), bahar ve güz dönemi akademik başarı ortalamaları olmak üzere üç ölçüt kullanılmıştır. Bu ölçütlere kümeleme analizi tekniği uygulanmıştır. Bu analizin sonucunda, evrende yer alan sınıfların hemen hepsinden değişik sayıda benzer özellikler taşıyan toplam 87 öğrenci örneklem kapsamına girmiştir. Bu öğrencilerden 76'sı araştırma kapsamına alınarak sayılarının en uygun şekilde eşitlenebileceği şekilde deney ve kontrol grubuna dağıtılmıştır.

2.2. Verilerin Toplanması ve Analizi Araştırmada veriler, Mikro Öğretim dersinin bir gereği olan; dersin başında

ve sonunda öğrencilere video-kaset yardımıyla izletilen örnek bir genel sunuya ilişkin yazılı olarak alınan eleştiriler alınarak toplanmıştır. Bu verilere ulaşmak için izlenen yol şöyledir: Mikro Öğretim Dersinin bir gereği, dersin başında yapılan örnek bir uygulamanın video kasetten izlettirilerek öğrencilerden eleştirilerinin alınmasıdır. Bu araştırmada da bu yol izlenmiş ancak daha önceleri sadece sözlü alınan eleştiriler çalışmanın gerekliliğinden dolayı yazılı ve bireysel olarak alınmıştır. Öğrencilerin serbest olarak düşünmelerini sağlamak amacıyla eleştirilerin hangi yönde olacağı, nelere dikkat edileceği vb. konularda hiç bir yönlendirme yapılmamıştır. Aynı uygulama dönemin sonunda tekrarlanmıştır. Bu uygulama sonucunda elde edilen veriler şu şekilde analiz edilmiştir:

Herbir öğrencinin izlediği örnek genel sunu ile ilgili ön ve son eleştirileri bu dersi veren üç farklı uzman tarafından birbirlerinden bağımsız olarak belirlenen kriterlere göre puanlanmıştır. Bu kriterler:

•Eleştirilerin hep olumsuz olup olmaması, •Eleştirilerin hep olumlu olup olmaması,

Page 175: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

•Eleştirilerin, örnek genel sununun, hazırlık, sunu ve değerlendirme bölümlerine göre yapılması, •Öneri verip vermedikleri, •Eleştirilerini bir yere dayandırıp dayandırmadıkları şeklinde sıralanabilir.

Daha sonra bu puanların ortalamaları alınarak her öğrencinin ön eleştiri ve son eleştiri puanı olarak kabul edilmiştir. Bu puanlar SPSS programında bağımsız gruplar t testi, eşli gruplar t testi yapılarak gruplara göre karşılaştırmalı olarak analiz edilmiştir.

3. BULGU VE YORUMLAR

3.1. Birinci Denenceye İlişkin Bulgu ve Yorumlar Deney ve kontrol grubu öğrencilerinin eleştiri puanlarının ortalamaları

arasında anlamlı fark olup olmadığını belirlemek amacıyla bağımsız gruplar t testi yapılmış ve Tablo 3.1.'de verilmiştir.

Tablo 3.1. Grupların Ön Eleştiri Puan Ortalamaları ve t Testi Sonuçları

Gruplar

N

⎯X

S

Sd t

Anlamlılık düzeyi

Deney

Kontrol

37

37

4.56

4.37

1.17

1.05

72

-0.74* P< .464

* P>.05

Tabloda, deney (4.56) ve kontrol (4.37) grubu öğrencilerinin ön eleştiri puan ortalamalarının birbirine oldukça yakın olduğu görülmektedir. İstatistiksel açıdan fark olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan t testi (-0.74) sonucunda da anlamlı fark olmadığı görülmüştür. Bu sonuç araştırma açısından grupların deneysel uygulamaya başlamadan eleştiri becerileri açısından da eşit olduğunu göstermektedir. Bu da araştırma için önemli ve dikkat çekici bir bulgudur.

3.2. İkinci Denenceye İlişkin Bulgu ve Yorumlar Yapılan deneysel çalışmanın sonucunda öğrencilerin eleştiri becerilerinin

gelişip gelişmediğini belirlemek ve deney grubunun ön eleştiri ve son eleştiri puanlarının ortalamaları arasında anlamlı bir fark olup olmadığını belirlemek amacıyla bağımlı gruplar t testi yapılmış ve sonuçlar Tablo 3.2.'de verilmiştir.

Page 176: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

Tablo 3.2. Deney Grubunun Ön ve Son Eleştiri Puan Ortalamaları ve t Testi Sonuçları

N

⎯X

S

Sd

t

Anlamlılık düzeyi

Ön eleştiri

Son eleştiri

37

37

4.56

6.09

1.05

1.01

36

-7.74* P< .000

*P< .05

Tablo 3.2. incelendiğinde deney grubunun ön (4.56) ve son (6.09) eleştiri puan ortalamaları arasında bir fark olduğu görülmektedir. İstatistiksel açıdan farklılığı belirlemek için yapılan t (t= -7.7) testi sonucunda P< .05 düzeyinde anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Buna göre, dersin sonunda öğrencilerin eleştiri yapma becerilerinde bir gelişme olduğu söylenebilir.

3.3. Üçüncü Denenceye İlişkin Bulgu ve Yorumlar Deney grubunun eleştiri becerisinin gelişiminin deneysel çalışmaya bağlı olup

olmadığının kontrol edilmesi amacıyla kontrol grubunun ön eleştiri ve son eleştiri puanları üzerinde bağımlı gruplar t testi yapılmış ve sonuçlar Tablo 3.3.’de verilmiştir.

Tablo 3.3. Kontrol Grubunun Ön ve Son Eleştiri Puan Ortalamaları ve t Testi Sonuçları

N

⎯X

S

Sd

t

Anlamlılık düzeyi

Ön eleştiri

Son eleştiri

37

37

4.37

5.22

1.17

1.37

36

-4.93* P< .000

*P< .05

Tabloda kontrol grubunun ön (4.34) ve son (5.22) eleştiri puan ortalamaları arasında bir farklılık olduğu görülmektedir. İstatistiksel açıdan fark olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan t testi (t= -4.93) sonucunda P< .05 düzeyinde anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Kontrol grubunun da ön ve son eleştiri puan ortalamaları arasında anlamlı bir farklılığın bulunması önemli bir bulgu olarak nitelendirilebilir. Bu bulgu, Mikro Öğretim dersinin önemli bir boyutunun eleştiri olmasının bir sonucu olarak yorumlanabilir.

Page 177: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

3.4. Dördüncü Denenceye İlişkin Bulgu ve Yorumlar Deney ve kontrol grubunun ön eleştiri ve son eleştiri puan ortalamaları

arasında anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Bu farklılıkta deneysel çalışmanın etkisi olup olmadığını ve grupların son eleştiri puan ortalamaları arasında anlamlı bir farklılığın bulunup bulunmadığını belirlemek amacıyla bağımsız gruplar t testi yapılmış ve sonuçlar Tablo 3.4.'de verilmiştir.

Tablo 3.4.. Grupların Son Eleştiri Puan Ortalamaları ve t Testi Sonuçları

Gruplar

N

⎯X

S

Sd t

Anlamlılık düzeyi

Deney

Kontrol

37

37

6.09

5.22

1.37

1.01

36

-3.10* P< .003

*P< .05

Tablo incelendiğinde deney (5.22) ve kontrol (6.09) grubunun son eleştiri puan ortalamaları arasında farklılık olduğu görülmektedir. Bu farkın istatistiksel açıdan anlamlı olup olmadığını belirlemek için yapılan t testi (t= -3.10) sonucunda P< .05 düzeyde anlamlı bir farklığın olduğu görülmüştür. Böylece H1 kabul edilmiştir. Grupların ön ve son eleştiri puan ortalamalarındaki farklılığın yanında deney ve kontrol grubu son eleştiri puan ortalamaları arasında da anlamlı fark bulunması, deneysel çalışmanın eleştiri yapmaya etkisinin olduğu yönünde yorumlanabilir.

4. SONUÇ ve ÖNERİLER Öğrencilerin ön eleştiri ve son eleştiri puanları arasında her iki grupta da

anlamlı farlılık ortaya çıkmıştır. Kontrol grubunda, deneysel çalışma onlara uygulanmasa da ön eleştiri ve son eleştiri puan ortalamalarının arasında anlamlı bir fark çıkması Mikro Öğretim Dersi'nin niteliği onların düşüncelerini daha tutarlı olarak değerlendirmeleri ve ifade etmelerine yardımcı olduğu söylenebilir. Ancak deney ve kontrol grubunun son eleştiri puanları arasında anlamlı fark çıkması araştırma esnasında yapılan uygulamanın daha etkili olduğunu göstermiştir. Ayrıca olumsuz olarak kabul gören eleştiri anlayışının bu dersi alan öğrenciler açısından değiştiğini de göstermektedir. Başka bir deyişle kendilerini ve karşılarındakilerini eleştirmekten çekinen öğrenciler uygun ortam hazırlandığında istenilen niteliklerde eleştiri yapabilecek duruma gelmektedir.

Yapılan bu çalışmada eleştiri yapma becerisinin geliştirilebileceği görülmüştür Bunu yapabilmek için ise öğretmenin kalıpların dışına çıkması, öğrencilerin kendilerini ifade edebileceği bir ortam hazırlaması gereklidir. Ancak eleştiri yapabilme üst düzeyde bir zihinsel faaliyettir. Bu nedenle, bu becerinin

Page 178: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

N. SEMERCİ, Eleştiri Yapma Becerileri

ilkokuldan yüksek öğretime kadar aşama aşama öğretmenlerin yardımıyla en üst düzeye çıkabilecektir. Özellikle eğitim kademelerinin ilk aşamalarında başlanırsa daha kolay ve birey üzerinde etkisi daha fazla olacaktır. Ortamın öğrenci aktifliğine dayanması, öğretmenin pasif olması bazı öğretmenleri korkutabilir. Ancak deneysel çalışma esnasında öğrencilerin bu durumu kullanarak istenilmeyen hiç bir davranışta bulunmadıkları da belirlenmiştir. Onlara güvenli bir ortam hazırlanması, onların merkeze alınması derslere olan ilgisini daha da artırmakta ve onların daha zevkle derslere katılmasına yardımcı olmaktadır.

KAYNAKLAR

İnam, A. (1994). Eğitimi Eleştirmek. Bilim Teknik. Sayfa: 64-67.

Kazu, H. (1996). Öğretmen Yetiştirmede Mikro Öğretim Yönteminin Etkililiği (F.Ü. Teknik Eğitim Fakültesi Örneği). Yayınlanmamış Doktora Tezi. Elazığ: F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Külahçı, Ş. (1995). Öğretmen Yetiştirme Modül Serisi, D-Mikro Öğretim. Ankara: Özışık Ofset Matbaacılık.

Sayın, Ş. (1990). Çağdaş Eğitimde Amaç ve Yöntem, Yaratıcı Toplum Yolunda Çağdaş Eğitim. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayınları 1. İstanbul: Cem Yayınevi.

Page 179: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

OKUL YÖNETİMİNDE BİR TÜR YARATICILIK: SİNERJİ Une Espece de Creatıvıte dans l’Admınıstratıon de l’Ecole: Synergıe

Fatih TÖREMEN*

ÖZET Bu çalışmada okul yönetiminde yaratıcı işbirliğine ulaşmak amacıyla okul yöneticilerinin

sinerji ortaya çıkarabilmeleri tartışılmaktadır. Bu amaçla makalede, sinerji kavramı, sinerji ve takım çalışması, sinerji ile liderlik özellikleri arasındaki ilişki, sinerji ve hiyerarşi bağlantısı ve sinerjik örgüt kültürü incelenmiş ve bir bakış açısı ortaya konmaya çalışılmıştır.

RESUMÉ

Dans cette article, on discute la capacité de créer la synergie des administrateurs d'école dans le but d'arriver à la synergie créative dans le menagement d'école. Pour cette raison, on y étudie les concepts synergie, synergie et travail en équipe, la relation entre la synergie et propriétés de leadership, la synergie et la hierarchie et enfin la culture organisationelle synergetique et l'on cherche à mettre en relief une nouvelle paradigme.

• Yrd. Doç. Dr. Fatih TÖREMEN, F.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, ftoremen@firat .edu.tr

GİRİŞ

Bitkiler yan yana dikildiği zaman kökler birbirine karışır ve toprağın niteliğini geliştirerek ayrı ayrı kaldıkları zamankinden daha iyi yetişir. İki tahta parçası bir araya konduğu zaman, ayrı ayrı taşıyabilecekleri ağırlıktan daha fazlasını kaldırır. Bu örnekleri hayatımızı saran bir çok olaydan çıkarmamız mümkündür. Birçok toplumda bireylerin enerjilerini bir araya getirerek ortak bir enerji ortaya çıkarmada, diğer bir deyişle birbirlerini güçlendirmede çok başarılı olamadıklarını ifade etmek için kullanılan deyimler vardır. Örneğin, Çinliler; “Bir Türk beş Çinli kadar zekidir, ama beş Türk bir Çinli kadar zeki değildir” derler. Bu Türklerin zihinsel anlamda enerjik olduğunu ama insanların birbirleriyle uyum sağlamasına yardımcı olan becerilerin yönlendirmesiyle ortaya çıkan ortak enerji anlamında sinerjik olmadığını ifade ediyor. Bu durum yurt dışına göç etmiş olan insan kaynaklarımızın oralarda elde ettiği olağanüstü başarılar da dikkate alındığında daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. İnsanımızın çalışmadığından yakınırız. Oysa, Almanlar “Sizin işçileriniz, diğer ülkelerin işçilerinden daha kabiliyetli, ama siz çalıştıramıyorsunuz, kabahat onların başındakilerin” demektedirler. Önemli olan

Page 180: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2

bireysel ve toplumsal ilişkilerimizde yaratıcı işbirliğine ulaşma çabasını sağlayıp sürdürebilmektir. Son yıllarda bu çabaların uluslararası arenada sıkça duyulduğuna ve hem daha verimli çalışmak, hem de rekabet edebilmek amacıyla sinerjinin ortaya çıkarılması düşüncesiyle şirket evliliklerinin gündeme geldiğine şahit olmaktayız.

SİNERJİ

Sinerji, bireylerin tek başlarına üretebileceklerinin toplamından daha fazla üretebilmek demektir. Cüceloğlu’na göre sinerji (1997: 368), bütünün parçaların toplamından daha büyük olduğunun ifadesidir. Bütünü oluşturan parçalar arasındaki ilişkiler, parçalardan bağımsız olarak bir anlam taşırlar ve bütüne anlam katarlar. Parçalar bu ilişkiler sayesinde anlamını kazanır ve diğer parçalarla bütünleşir.

Covey(1998: 281), sinerjisiz bir yaşamın, var olan potansiyelin kullanılmadığı ve geliştirilemediği için trajedi ve israf olduğunu vurgular. İnsanlar başarılı olmak için başkalarını küçültmeye, onların hatalarını ortaya koymaya, onları geçersiz ve güvenilmez kılmaya çalışırlar ve bu tür stratejilerle kazanacaklarını zannederler. Gerçek yaşam karşılıklı dayanışma ortamı olduğundan, başkalarını kötüleyen kişi bu arada kendi kendini de kötülemektedir. Ne var ki kullana geldiği kalıplar nedeniyle bunun farkına varamamaktadır. Kişiler kendi değerlerinde ve iç dünyalarında kopuk olup, güvensizlik duygusu içinde oldukları zaman, kendilerini açmaktan korkar ve savunucu iletişime daha sıkı yapışırlar. Bu nedenle kendi görüşlerinde ısrar ederler, herkesin kendi görüşlerini aynen kabul etmesini isterler, bu görüşlerden farklı görüşlerin mutlaka yanlış olması gerektiğine inanırlar ve açık iletişim kuramazlar. Açık iletişim kurulamayınca kişilerin gerçek düşüncelerini belirten farklılıklar ortaya çıkamaz; farklılıklar ortaya çıkıp her iki taraf bu farklılıklar üzerinde konuşamayınca sinerji oluşmaz (Cüceloğlu,1997:375).

Sinerji, etkili ve geçerlidir. Doğru bir ilkedir. Önceki bütün alışkanlıkların görkemli başarısıdır. Karşılıklı bağımlı gerçekliklerde etkili olmaktır. Ekip çalışması, takımın güçlendirilmesidir. Diğer insanlarla birleşmenin, yaratıcılığın gelişmesidir (Covey,1998:279). Malhotra’ya göre (1996) örgütlerde yaratıcılık için kilit öğrenme birimi eylem için birbirlerine ihtiyaç duyan kişilerdir. Sinerji insanların enerjilerinin birleşmesidir. Birleşen her şeyde olduğu gibi sinerji meydana geldiğinde de onu meydana getiren enerjilerden çok daha büyük enerji olur. Bu haliyle sinerji sadece enerjilerin birleşmesi değil, var olan enerjiden daha çoğunu yaratan bir yönetim ürünüdür. Liderlerin kurumlarında sinerji meydana getirebilmeleri için, empatik dinleme ve karşısındakinin fikirlerine saygıyı yitirmeden kendi fikir ve görüşlerini söyleyebilme yeteneklerine sahip olmaları gerekir. Çünkü sinerji içten etkileşimden doğar (Özden,1999:120) ve bu içtenlik ve etkileşimin ürettikleri olağanüstüdür (Covey,1998:287).

SİNERJİ VE TAKIM ÇALIŞMASI

Takım, potansiyel olarak birey zekasına göre daha büyük bir zekaya sahiptir. Takım halinde çalışma üyelerin gerçekten arzuladığı sonuçlara ulaşma kapasitesini geliştirme süreci olup ortak vizyon geliştirme disiplini üzerine kurulur. Ancak ortak vizyon ve yetenek yeterli olmayıp birlikte çalışma şeklinin bilinmesi de gereklidir.

Page 181: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3

Willard’a göre, (1994) sinerjik durumun oluşabilmesi için örgüt içerisinde "takım çalışması kültürü"nün oluşturulması gerekmektedir. Bu takım çalışması kültürü sürekli bir öğrenme çevresi oluşturma açısından oldukça kritik bir adım olacaktır.

Takım olarak çalışma disiplini takımların konuşmasının iki ayrı yolu olan diyalog ve tartışma pratiklerini layıkıyla uygulayabilmeyi de gerektirir. Diyalogda karmaşık içerikli sorunların özgür araştırılması birbirine derin bir kulak verme ve kendi görüşlerini askıya alma vardır. Bunun karşıtı olarak tartışmada farklı görüşler sunulur ve savunulur. Ortada alınması gerekli kararları destekleyecek en iyi görüş için bir arayış vardır. Diyalog ve tartışma potansiyel olarak birbirini tamamlayıcıdır, ama çoğu takımda bu ikisini birbirinden ayırma ve ikisi arasında bilinçli olarak gidip gelme yeteneğinin eksikliği duyulur (Senge, l990).

Sürekli üretici öğrenme yeteneğine sahip bir takım için, diyalog ve tartışma son derece önemlidir. Ama asıl güçleri ikisinin sinerji durumunda yatar. Başka bir deyişle grup bireysel olarak elde edilmeyen daha geniş bir “ortak anlam havuzu”na ulaşır. Parçaları bir bütüne toplamaktan çok, bütün parçaları düzene sokar, organize eder.

Öğrenen bir takımda tartışma diyalogun gerekli karşıtıdır. Öğrenen bir takım diyalogla tartışma arasında gidip gelmeyi başarır. Temel kurallar farklı olduğu gibi, amaçlar da farklıdır. Örgütlerde takım halinde öğrenmenin üç önemli boyutu vardır:

1. Karmaşık sorunlar üzerine iç görüsel bir düşünme ihtiyacı vardır. Takımlar, birçok zihnin tek bir zihinden daha zeki olma potansiyelinden nasıl yararlanacaklarını öğrenmelidirler.

2. Yenilikçi, eşgüdümlü eyleme ihtiyaç vardır. Örgütlere temayüz eden takımlar aynı türden ilişkiyi geliştirir, ortada operasyonel bir güven vardır. Takımın her mensubu diğer üyelerle bütünleşmiştir ve birbirlerinin eylemlerini tamamlayacak şekillerde davranacaklarına güvenirler.

3. Takım mensupları diğer takımlar üzerinde de önemli etkileyici rol oynayabilir. Öğrenen bir takım diğer öğrenen takımları sürekli olarak geliştirir ve bunu takım halinde öğrenme pratik ve becerilerini daha geniş bir şekilde telkin ederek yapar (Senge,1990).

Geleneksel örgütlerde ekip çalışması ya hiç yoktur ya da tesadüfen ortaya çıkar. Rekabetçi ortam bunu engeller. Dikkat, eğitimin yan faydalarından yararlanmak için rekabet eden yıldız elemanlar üzerindedir. Takımlarda yer alması istenenler aynı işleri kendi başlarına daha hızlı ve daha kolay yapabileceklerini düşünürler. Sinerji hakkında bir şeyler duymuşlardır, ama gerçekte böyle bir deneyimleri olmamıştır.

Takım çalışmasının tercih edilen bir çalışma biçimi olarak kabul görmesi oldukça zordur. Çünkü, bu kurumun kültüründe, değerlerinde ve normlarında bir değişikliğe işaret eder. Amaç, bireylerin birbirlerinden bir şeyler öğrenmeleri ya da takım olarak dışarıda kendilerine gereken deneyimi kazanmalarıdır. Bunu yapmak için, gruplar kendilerini bir takıma dönüştürecek davranışları öğrenmeleri gerekir (Braham,1998: 35).

Wallace(1998), “Takım çalışması sayesinde sinerji: "İlköğretim okul liderliği" adlı çalışmasında kıdemli bir öğretmen başkanlığında oluşturulan yönetim takımı

Page 182: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

4

(management team) ile geleceğin okullarının yönetimine katkıda bulunmayı öngörmektedir. Wallace, bu takımların çalışma şeklini çerçevelemek amacıyla 150 kıdemli öğretmene anket uygulayarak takım çalışmasından ortaya çıkacak olan sinerjiyi resmetmeye çalışmıştır.

Takım halinde öğrenmenin bir takım becerisi olduğu tekrar tekrar vurgulanmalıdır. Öğrenen takımlar birlikte öğrenmeyi öğrenirler. Takım becerilerinin geliştirilmesi, bireysel beceririn geliştirilmesinden daha zordur. Bu nedenle öğrenen takımların pratik alanlarla birlikte pratik yapma yollarına ihtiyaç vardır. Bu şekilde kollektif öğrenme becerilerini geliştirebilirler (Senge, l990). Bir okula rehberlik eden takımdır. Takım içerisinde öğretmenler birbirlerinden öğrenme ve enerjilerini sinerjiye dönüştürme avantajına sahiptirler. Takımla çalışma deneyimi öğretmenlerin karşı karşıya kaldıkları problemlerin yapısını değiştirir (Nixon,1996: 98). Öğrenen takım kurma, sinerji yaratmada kritik bir adım olacaktır.

SİNERJİ VE LİDERLİK

En yaygın tanımlara göre, “lider, grup çabasını koordine eden kişi” olarak tanımlanabilir (Aytürk,1999:15). “Yönetim, grup çabasıyla işleri başarma sanatıdır”(Aytürk,1999:1). Bu çaba liderin bireylerin zekalarını birleştirerek grup zekasını örgütün yararına kullanmasının ifadesidir. Sinerjik lider, çalışanları günlük hayatın sıkıntı ve monotonluğundan kurtararak, onlarla birlikte olmanın heyecan ve avantajlarını kullanmaları konusunda motive eder. İnsanlar sinerjik ortamı solukladıktan ve sinerji heyecanını hissettikten sonra tekrar geriye dönmek istemezler, yeni, farklı ve daha açık amaçlara odaklanarak sinerjik durumun sürekliliğini yakalamaya çalışırlar.

Sinerji, ilke merkezli liderliğin özüdür. Bir katalizör görevi yapar, birleştirir ve insanların içindeki en büyük güçleri açığa çıkarır. Şimdiye kadar incelediğimiz bütün alışkanlıklar, bizi sinerji denilen mucizeyi yaratmaya hazırlar (Covey,1998: 279).

İnsanlar sinerjiyi dayanak olarak kabullenip yaşamlarında kullanılabilecek hale geldikleri zaman daha yaratıcı, daha etkili ve daha mutlu olurlar. Sorumlu, proaktif, bireysel insan potansiyellerinden hareketle birbirlerinden güçlenen insanların üzerlerine aldığı görevlerdeki başarılar ve bu insanların çalıştıkları kurumların ulaştıkları düzey her zaman şaşırtıcı olmaktadır. Liderin yalnızca insanları yönetmeye çabaladığı bir ortamda sinerjinin ortaya çıkması mümkün değildir. Ancak, sinerji yöneticilik mesleğinde gerekli olan duygusal yetenek ve becerilerin en önemlilerinden birisi sayılmaktadır.

SİNERJİYİ ORTAYA ÇIKARAN LİDER YETENEKLERİ:

1. Empatik dinleme Empati, başkalarının seslerinden, yüz ifadelerinden duygularını okumak ve

hislerini anlamaya çalışmaktır. Bu o insana karşı geliştireceğimiz davranışlarda ve göstereceğimiz tepkilerde etkili olacaktır(Cafoğlu,1998:62). İnsanların çoğu anlamaktan ziyade, anlaşılmak ister. Başkası konuşurken onları anlamaya çalışmaktan ziyade, onun söylediklerine nasıl cevap vereceğini düşünür. Bu kimseler ya konuşuyor, ya da konuşmaya hazırlanıyorlardır (Cüceloğlu,1997:361). Bu açıdan bakıldığında okul yöneticilerinin bu bilinç düzeyinde sürdürdükleri tüm ilişkilerinde öğretmenler ve öğrencileriyle aralarında bir çok iletişim probleminin ortaya çıkması muhtemeldir. Oysa

Page 183: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

5

empatik dinleme önce anlamaya çalışmaya dayalıdır. Empatik dinleme, benlik ve gururu bir tarafa bırakarak kişiyi anlamak amacıyla kullanılan aktif dinlemedir. Aktif dinleme, kişiyi kullanma amacıyla kullanılırsa sadece bir teknik olur ve olumlu sonuç alınamaz. Empatik dinleme kişiyi anlamayı, görüş açısını yakalamaya çalışmayı birinci plana koyar. Empatik dinleme kişinin duygusal banka hesabında olumlu yatırımlara yol açar. O kişiyle iyi ilişkiler geliştirebilmek için en sağlam temeli atar.

Empatik dinlemenin kendi dışında bir amacı yoktur, psikolojik anlamda o kişi olursunuz; böylece onun geçerliğini kanıtlamış olursunuz (Cüceloğlu,1997:362). Okulda sinerji oluşturma yöneliminde olan okul yöneticilerinin öğretmen ve öğrencilerin yaşantıları gözüyle olaylara yaklaşarak onları anlama çabası içerisinde olmaları bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

2. Fikirlere saygı ve farklılıklara değer verme

İkisi de aynı olan kişilerin yalnızca birisine ihtiyaç vardır. Aynı olmak bir olmak değildir. Tekdüze, tek biçim olmak, birlik olmak anlamına gelmez. Birlik ya da bir olmak, birbirini tamamlamak demektir, aynı olmak değil, aynı olmakla yaratıcı bir şey yapılamaz, sinerjinin özü, farklılıklara değer vermektir (Covey,1998:293).

İnsanların ilgi alanları, umutları, hedefleri, kaygıları, geçmişleri, değer yargıları ve paradigmaları birbirinden farklıdır. Bu farklılık sinerjik anlamda bir dezavantaj olmaktan öte, yeni bakış açılarının ortaya konacağı toplam enerji anlamında yararlanılabilecek bir kaynak olarak görülmelidir.

Farklı birimlerin bir araya gelerek, o birimlerin tek başına ulaşamayacağı güçte yeni bir senteze ulaşmasına sinerji denir. Bu anlamda fikirlere saygı kişilik ve konum farklarını odak noktasına dönüştüren olumsuz enerjiyi yok eder. Odak noktası, sorunları tümüyle anlamak ve onları iki tarafa da yararlı olacak bir biçimde çözmek olan, işbirliğiyle ilgili olumlu bir enerji yaratır(Covey, 1998:234). Bu durum insanların dünyayı kendi gerçekleriyle ve görebildikleri yönleriyle kavradıklarını kabullenmek demektir. Böyle durumlarda yapılması gereken, farklı olana değer vererek onun farklılığının sinerjik sonuca katkısını ortaya koymasına ortam hazırlamak olmalıdır. Çatışma ve kavgalara kapalı, yaratıcılığa ve zenginlikleri takdire açık bu durum sinerjinin ortaya çıkışına kaynaklık edebilecektir.

3. İç güven ve risk alma

Güvenleri olmayan insanlar bütün gerçeklerin kendi paradigmalarına uyması gerektiğini düşünürler. Başkalarını kendilerine benzetmeye müthiş gereksinim duyarlar. Diğerlerini kalıba sokmak ve onların kendileri gibi düşünmesini sağlamak isterler. İlişkinin gücünün aslında başka bir bakış açısının varlığına bağlı olduğunu anlayamazlar(Covey,1998:292).

Sinerjinin asıl kaynağı kişinin iç yaşamıdır. Kişinin içindeki sinerji, kişiler arası sinerjinin temelini oluşturur. Kalıplarının içine sıkışıp kalmış ve onların ötesinde hiçbir seçenek göremeyen insanlarda ve güven dolu bir ilişki ortamı bulunmadığında kişiler arası sinerji beklemek boşunadır. Kendi kendini yeniden inşa edememiş kişi, ancak öğretildiği tek boyut içinde yaşamaya çalışacak ve onun ötesindeki bütün alternatifleri

Page 184: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

6

itecektir. Kendi kişiliği içinde bütünleşmiş, sinerjisini kurmuş kişi analitik, yaratıcı ve sezgisel düşünceye ulaşmıştır(Cüceloğlu,1997:377).

Sinerji yaratıcılığı içerir. Yaratıcılıkta önemli ölçüde risk bulunduğu için birçok kişi sinerjiyi riskli bulur. Risk altına girebilmek için kişinin iç dünyasının sağlam temeller üzerine oturmuş olması gerekir. Bu iç güven olmadan kişi riskli girişimlere atılmaya cesaret edemez, farklılıklara kendini açamaz, çekinir (Cüceloğlu,1997:369). İnsanlar belirsizliğe karşı büyük bir hoşgörüye sahip değillerse, güven duygusunu, ilkelere ve iç değerlere karşı dürüstçe bağlılıklarından sağlamıyorlarsa, yüksek düzeyde yaratıcı çabalara katılmak onların hiç de hoşuna gitmeyecektir. Serüven ruhu, keşif ruhu, yaratıcılık ruhuyla başlamak için olağanüstü bir iç güvenlik ister (Covey,1998:280). Bu anlamda okul yöneticisinin iç güven sağlamış olması, okulda risk alma ve dolayısıyla çalışanların birbirlerini güçlendirmelerini sağlama çabası konusunda atılımda bulunması açısından kritik bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sinerjinin ortaya çıkarılması ile liderlik davranışları arasındaki ilişki Wedqood tarafından yapılan araştırmada ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır (Mackenze,1987:125):

a) Sinerjiyi engelleyen lider davranışları:

Saldırganlık: Başkalarına saldırgan bir tavırla karşı çıkmak. Herkesi küçük görüp eleştirmek.

Engelleyicilik: İnatla itiraz etmek. Başkalarının görüşlerini reddetmek. Konuyla ilgisi olmayan kişisel tecrübelerini söylemek.

Çekimserlik: Tartışmalara katılmamak, kişilerle tek tek konuşmak, hayale dalıp kendi kendine not almak.

İhtiras: Konumunun bilincinde olup sürekli böbürlenerek konuşmak. Uçarılık: Konuya odaklanmamak ve konuyu sürekli değiştirmeye çabalamak. Despotluk: Hep söz almak isteğinde olmak. Baskı yaparak konuşup grubun

yönetimini ele geçirmeye çalışmak. Bencillik: Kendi görüş ve arzuları için herkesin zamanından çalmak. Şeytanlık: Sırf tartışma olsun diye zayıf tarafı tutarak, grup dinamizmine engel

olmaya çalışmak.

b) Sinerjiyi destekleyen lider davranışları:

Girişimcilik: Tartışmalar için yeni ya da farklı fikirler öne sürmek. Sorunlara olumlu yaklaşmak.

Önerici olmak: Konuyla ilgili görüş ve düşüncelerini ileri sürmek. Ayrıntıcı olmak: Başkalarının öneri ve fikirlerinden yola çıkıp ayrıntılara inmek. Sınayıcılık. Grubun karara hazır olup olmadığını anlamak için sorular sormak. Özetleyicilik. Herhangi bir konuyla ilgili tartışmayı gözden geçirerek konuyu

toparlamaya çalışmak.

SİNERJİ VE HİYERARŞİ

Hiyerarşik örgüt kültürü, çalışma hayatı tarafından yapısallaştırılmıştır. Bu örgüt kültüründe liderler çok iyi bir koordinatör ve organizatördürler. Örgütte mevcut düzeni

Page 185: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

7

sürdürmek çok önemlidir. Uzun vadede verimlilik ve durağanlıkla ilgilenilir. Formal kurallar ve politikalar örgütte birlikte bulunmaktadır (Çelik,1997:19).

Merkezi otorite, belirginleştirilmiş yetki sınırları, uzmanlaşma ve beceri, belirgin işbölümü, kurallar ve yönetmelikler ile personel arasındaki kesin ayırım esaslarına dayalı olan hiyerarşik sistem sinerjinin ortaya çıkarılmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Hiyerarşik sistem kitlelerin bilgisiz olduğu ve toplumların lidersiz olamayacağı düşüncesine dayanır(Bursalıoğlu,1994:197). Çünkü hiyerarşik sistemde merkeze alınan olgu, ast-üst ilişkileridir. Bu ilişkilerin nasıl olacağı önceden belirlenmiştir. Bu tür bir sistem üretkenliği köreltmekte ve çalışanları belirli sınırlar içerisine hapsetmektedir. Sinerji ise merkeze yaratıcılığı almaktadır.

SİNERJİK ÖRGÜT KÜLTÜRÜ

Örgüt kültürü, örgüt üyelerinin paylaştığı duygular, normlar, etkileşimler, etkinlikler, beklentiler, varsayımlar, inançlar, tutumlar ve değerlerden oluşmaktadır(Çelik,1997:36). Bir örgütü meydana getiren birey ve unsurların birbirleriyle olan ilişkileri, bir örgüt içinde sinerjik bir kültür yaratılmasını sağlayan güçtür. İlgi ne kadar içtense, sorunların çözümlenmesine ve çözülmesine katılım o kadar içten, bireylerin açığa çıkan yaratıcılığı da o kadar büyük ve ortaya çıkan ürüne karşı bağlılığı da o denli sıkı olur(Covey,1998:302)

Bir örgütte sinerjik iletişim söz konusu olduğunda örgüt çalışanları daha fazla anlayışlı olma, karşılıklı öğrenme ve sezgi güçlenecek ve bu durum gelişmeye açık bir örgütün oluşmasına katkıda bulunacaktır. Sinerjinin ortaya çıkması, yeni sezgi ve seçeneklerin yaratılmasında önemli unsurlardan birisi de örgütte çalışanların birbirlerinin etkilerine açık olmalarıdır.

Sinerjik örgüt kültürünün önemli unsurlarından birisi de takım çalışmasının sinerjiyi ortaya çıkaracak etkililik özelliklerine sahip olmasıdır. Bu anlamda sinerjiyi ortaya çıkaracak örgütün temel dinamiklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Karşılıklı anlama ve anlaşma, 2. Açık iletişim, 3. Karşılıklı güven, 4. Karşılıklı destek, 5. Bireylerarası farkların etkili yönetimi, 6. Takımın seçici kullanımı, 7. Liderlik(Balcı,1995:86).

Okul liderinin sinerjik ve yaratıcı çabalar için verimli bir çalışma alanı ve güvenli bir çalışma ortamı ortaya çıkarması bir zorunluluktur. Çünkü insanlar ancak gerçek düşüncelerini rahatlık ruhunun, açıklığın, işbirliğinin ve yakın dostluğun kendilerine sunduğu cesaret ortamında açığa çıkarırlar. Bu durum öğretmenlerin deneyimlerini ve sezgilerini ortaya koyacak ortamı bulmalarına, kuşkularını açık bir şekilde dile getirmelerine olanak sağlayacaktır. Ardından yeni hedef ve projelerin ortaya çıktığı görülecektir.

Page 186: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

8

SONUÇ

Sinerji, insanların enerjilerinin birleşmesi olarak görülse de birleşen her şeyde olduğu gibi sinerji meydana geldiğinde de onu meydana getiren enerjilerden çok daha büyük bir oluşum ortaya çıkacaktır. Bu haliyle sinerji sadece enerjilerin birleşmesi değil, var olan enerjiden daha çoğunu yaratan bir yönetim ürünüdür.

Sinerji, ilke merkezli liderliğin özüdür. Bir katalizör görevi yapar, birleştirir ve insanların içindeki en büyük güçleri açığa çıkarır. Sinerjinin ortaya çıkabilmesi için liderin önce anlamaya çalışmaya dayalı olan empatik dinleme, insanların ilgi alanlarının, umutlarının, hedeflerinin, kaygılarının, değer yargılarının ve paradigmalarının birbirinden farklı olduğu ve bu farklılığın sinerjik anlamda bir dezavantaj olmaktan öte yeni bakış açılarının ortaya koyacağı toplam enerji anlamında yararlanılabilecek bir kaynak olarak görüldüğü düşüncesine dayalı fikirlere saygı ve farklılıklara değer verme ve iç güven ve risk alma yöneliminde olması gerekir. Okul lideri saldırganlık, engelleyicilik, çekimserlik, ihtiras, uçarılık, despotluk, bencillik ve şeytanlık gibi sinerjiyi engelleyecek davranışlardan uzak durmalıdır.

Kitlelerin bilgisiz olduğu ve toplumların lidersiz olamayacağı düşüncesine dayanan ve merkezi otorite, belirginleştirilmiş yetki sınırları, kurallar ve yönetmelikler ile personel arasındaki kesin ayırım esaslarına dayalı olan hiyerarşik sistem (emir komuta zinciri) sinerjinin ortaya çıkarılmasının önündeki en büyük engellerden biridir.

Sinerjiyi ortaya çıkaracak takımın temel dinamikleri karşılıklı anlama ve anlaşma, açık iletişim, karşılıklı güven, karşılıklı destek, bireylerarası farklılıkların etkili yönetimi, takımın seçici kullanımı ve liderliktir.

Öğretmenlerin gerçek düşüncelerini rahatlık, açıklık, işbirliği ve yakın dostluğun kendilerine sunduğu cesaret ortamında açığa çıkarmaları için okul liderinin sinerjik ve yaratıcı çabalar için verimli bir çalışma alanı ve güvenli bir çalışma ortamı ortaya çıkarması, sinerjiyi engelleyen davranışlardan uzak durması ve sinerjiyi ortaya çıkaran davranışları benimsemesi bir zorunluluktur. Bu durum öğretmenlerin deneyimlerini ve sezgilerini ortaya koyacak ortamı bulmalarına, kuşkularını açık bir şekilde dile getirmelerine olanak sağlayacaktır. Ardından yeni hedef ve projelerin ortaya çıktığı görülecektir.

KAYNAKLAR

Aytürk, N., Yönetim Sanatı. Yargı Yay. Ankara, 1999. Balcı, A., Örgütsel Gelişme. Pegem Yay. No:18. Ankara, 1995. Braham, J.B., Öğrenen Bir Organizasyon Yaratmak. (Çev. Ali TEKCAN) Rota Yayınları, Etkin Yönetim Dizisi.18 İstanbul, 1998. Bursalıoğlu, Z., Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış. Pegem Yay, Ankara, 1994. Cafoğlu, Z., TKY ve İnsan. Yüskek Öğretimde Toplam Kalite Yönetimi

Prensiplerinin Uygulanması. Haberal Eğitim Vakfı, Ankara, 1998. Covey, S: R:, Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı. (Çev: Gönül Suveren, Osman Deniztekin)

Varlık Yay.1998. Cüceloğlu, D., İyi Düşün Doğru Karar Ver. Sistem Yay. İstanbul, 1997. Çelik, V., Okul Kültürü ve Yönetimi. Pegem Yay. Ankara, 1997.

Page 187: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

9

Mackenze, R.A. Zaman Tuzağı. İlgi Yay. İstanbul, 1987. Malhotra,Y., “Organizational Learning and Learning Organizations: An Overview” (WWW document)http.//www.brint.com/papers/orglreng.htm. 1996. Nixon, J., Martin J., McKeown,P., Ranson, S., Encouraging Learning. Towards a Theory of the Learning School. Open University Press. Buckihghanm. Philadelphia, 1996. Özden, Y., Eğitimde Dönüşüm. Eğitimde Yeni Değerler. PEGEM Yay. Ankara, 1999. Senge, P.M., “The Leader's New Work: Building Learning Organization”, Sloan Management Review. Fall, l990, s7-23. Wallace, M., Synergy through teamwork:Sharing Primary School Leadership. Annual

Meeting of the Amercan Educational Research Association. San Diego, April, 1998.

Willard, B., Annual Leadership Development Prework. IBM Canada, Leadership Development. [email protected]. 1994.

Page 188: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

İLKÖĞRETİMDE DENETİMİN ETKİLİLİĞİ İÇİN YENİ BİR İLETİŞİM MODELİ ÖNERİSİ

A New Communication Model Suggestion for Effective Supervision in Primary Education Bilal YILDIRIM∗

ÖZET

Eğitim sisteminde öğretmenler eğitim öğretimin en kritik unsurudur. Öğretmenlere mesleki açıdan yapılacak yardım öğrencilerin başarısına yansımaktadır. Öğretmenlerin mesleki gelişmesinde onlara en yakın olanlar da müfettişler ve meslektaşlarıdır. Bunun için öğretmenlerle müfettişler arasındaki ve öğretmenlerin kendi aralarındaki iletişim çok önemlidir. Sağlıklı iletişim çağdaş iletişim araçlarıyla ve uygun ortamlarda gerçekleştirilebilir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın merkez ve taşra teşkilatını tamamen kapsayacak şekilde internet bağlantılı bilgisayar ağının kurulması, sağlıklı iletişim için gereken ortamı oluşturabilir. Özellikle öğretmenlerin kendi aralarında ve müfettişlerle iletişiminin sağlıklı olarak sağlanması mesleki gelişme ve iş doyumu için çok önemlidir. Buna yönelik olarak bu çalışmada bir iletişim modeli önerisi sunulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Denetim, iletişim.

ABSTRACT In system of education, teachers are most critical compenent for training and teaching. Occupational leading to teachers reflects to students. Supervisors and other colleagues are most closed to teacher to lead about occupational improvement. Couse of that communication between supervisor and teacher and among teachers is very important. Healthy communication can be bulit only in suitable situation and modern communication tools. If net of computer with internet can be built including all Central departmants of Ministry of National Educational and remote units it can be provide to communicate healthy. Especially, it is important providing healthy communicating between supervisors and teachers and among teachers and teachers job satisfaction. In this article, it is recommended a model of communication. Key Words: Supervision, communication. Denetim önemli bir yönetim sürecidir. Tüm örgütlerde işgörenlerin neler yaptığının bilinmesi, işlerin nasıl yürüdüğünün ve amaca yönelik eylemlerin ne derece gerçekleştirildiğinin bilinmesi yönetimsel bir zorunluluktur. Bu denetim örgüt içi bir birim tarafından olduğu gibi bireylere özdenetim bilinci kazandırılarak da gerçekleştirilebilir. Çağdaş yönetim anlayışında kalite bilinci için özdenetim öne çıkarılmaktadır. Kalite, özdenetim bilincinin içselleştirilmesi ile elde edilebilir.

Denetim, işleyen yapı içerisindeki gelişmelerin amaçlara uygunluğu açısından izlenmesi ve gerekli önlemlerin alınması sürecidir (Aydın,1986:1). Mekanik olarak işleyen sistemlerin denetiminde işleyişin aksamasının sonuçları hemen görülebilir ve önlemlerin alınması yönünde gerekli girişimler başlatılabilir.

∗ Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.

Page 189: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Sosyal örgütlerde işleyişin aksamasının sonuçları daha geç ve güç anlaşılabilir ve önlemlerin alınması daha uzun süreyi ve çabayı gerektirebilir. Denetim, örgütün kendi varlığının ve işleyişinin sürdürülmesi için zorunludur. Denetimin amacı, örgütsel amaçların gerçekleştirilme derecesini belirlemek ve gerekli önlemleri zamanında almaktır (Aydın,1986:1). Eğitim kurumlarında denetim, eğitim-öğretim açısından öğretmenlere verilen bir danışmanlık hizmeti olarak görülmektedir.

Okullar en esnek ve hareketli sosyal örgütlerdir ve toplumların

geleceklerini şekillendirecek yeni nesillerin yetiştirildiği yerlerdir. Bireyin eğitiminde ilköğretimde görev yapan öğretmenlerin işlevi çok önemlidir. Hem kişilik gelişimi açısından hem de medeni dünyayı tanıma açısından ilköğretim, bireyin hayatında derin izler bırakan, onu geleceğe ve hayata hazırlayan en önemli eğitim basamağıdır. Birey ilk olarak okumayı-yazmayı, sorumluluk almayı ve kurallara uymayı burada öğrenir. İlköğretimde kazanılan öğrenme, çalışma sistemleri ve alışkanlıkları sonraki eğitim aşamaları için de temel oluşturmaktadır.

Öğrenmenin temelinde iletişim yer alır. Birey nesne, olgu, olay ve bilgiyi

uygun şekilde iletişime girerek gerçek anlamda öğrenebilir. İletişim en az iki obje arasında karşılıklı bilgi ve duygu alış-verişidir. Tek yönlü iletişimden söz edilemez. Buna ancak iletim denebilir. İletilenin gerçekten alınıp alınmadığının anlaşılması gerekir ki bir sonraki bilgi ve duygunun paylaşılmasına geçilebilsin.

İletişime geçebilmenin en önemli gerekliliği güvendir (Sipahi, 2000:5).

Birey kendisiyle iletişim kurmaya çalışanın gerçekten bunu isteyip istemediğini ve ne amaçla bunu yapmak istediğini bilmek ister. Karşısındakinin her hareket ve sözünde bir ayrı anlam ve altında bir başka amaç arayan bir insanla iletişim kurulamaz. Sorunların çözümü isteklilikle ve karşılıklı olarak oluşturulacak iletişime bağlıdır. Sorun çözücülük önemli bir beceridir. Daha önemlisi sorunun ortaya çıkmasını engelleyebilecek önlemlerin alınmasıdır. Ancak her kurumda ve eylemde bir takım sorunların ortaya çıkması her zaman olasıdır. Akıllı insanlar tecrübelerinden güç alarak hareket etmeyi yeğlerken, bilge insanlar hem tecrübesinden hem de kendisinin dışındakiler tarafından elde edilen birikimleri ustalıkla kullanarak bunların bir sentezini oluşturabilenlerdir. Bilge insanın farkı, iletişim kurabilmedeki becerisidir (Sipahi,2000:5). İletişimde diğer önemli bir unsur empatidir. Karşınızdaki insana onu tam olarak anladığınızı kesinlikle hissettirmeniz gerekir. Eğer karşınızdaki insanı anladığınızı ona anlatamazsanız, siz kendi düşüncelerinizi ona dinletemezsiniz. Kendinizi ve fikirlerinizi anlatma imkanı bulamazsınız. Kendi konumlarına duygusal ve mesleki açıdan derinden bağlılık içinde olanlar karşısındakini dinlemede güçlük çekerler (Covey,2000:3-4).

Page 190: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Karşıdaki insanın bizden ne beklediğinin bilinmesi ve bizim ne vermek istediğimizin ona iletilmesiyle iletişim kurulabilir. Konum itibariyle sadece kendi konumu ya da mesleğinin gereğinin dışına çıkamayan insanlar, yalnızca kendilerini kendilerine anlatabilirler. Konuşulan hemen her konuda birey kendi mesleği ve konumuyla ilgili bir bağlantı kurmaya çalışır ve karşısındaki için onun ne kadar anlamlı olup olmadığını düşünmeden kendince anlamlı ve önemli olduğuna inandıklarını dile getirmeye ve vurgulamaya çalışırsa asıl maksat gözden kaçar. Bireyin beklentisi ve ihtiyacı ile anlatılanlar ya da vurgulananlar arasında bir yakınlığın olması gerekir. Bunun yanında karşıdaki insanın düşünce ve beklentilerini dile getirmesine fırsat verilmesi, onun daha iyi dinlemesine ve güven duymasına yol açar.

İletişim kurmak için bir sorunun olmasını beklememek gerekir. Sorun

olmadan iletişim kurmayı öğrenmek ve uygulamak, sorunun ortaya çıktığı zaman onu paylaşmak ve çözmek için bireyde bir güven ve isteklilik oluşturacaktır. Bir babanın çocuğu ile iletişim kurabilmesi için derslerinden başarısız olmasını, ya da parasal, sosyal veya diğer sebeplerle çocuğunun kendisine yaklaşmasını beklememesi gerekir. Farklı zamanlarda ve hemen her konuda çocuğuyla rahatça konuşabilen ve ona zaman ayıran ve bunu çocuğuna hissettiren baba, çocuğunun tüm sıkıntılarını başkalarından değil, doğrudan çocuğundan öğrenme şansını bulacaktır. Her zaman şikayet konusu olan iletişim kuramamanın gerisindeki temel etkenlerden birisi, sorun çıkmadan onun çözümü ile ilgili rahat konuşabilmeyi sağlayacak ortamın ve güvenin oluşturulamamış olmasıdır.

Eğitim kurumlarında sıkça şikayet konusu olan denetimdeki başarısızlık ve

anlaşmazlıklar, temelde iletişim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Özellikle ilköğretim düzeyinde okul sayısının ve buna bağlı olarak öğretmen sayısının çokluğu ve yerleşim yerlerinin çeşitliliği, iletişim kurmayı zorlaştırmaktadır. Buna, ulaşım güçlüklerini ve denetmen yetersizliğini de eklemek mümkündür. Çok kısa süreli görüşmelerde sağlıklı iletişimin kurulması ve sorunların ortaya konması pek mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte öğretmenler, çoğunlukla sorunlarını gizleme eğilimindedirler. Çünkü sorunlar birer eksikliktir ve bunlar müfettişlerce hoş karşılanmazlar. Yapılan araştırmalarda öğretmenler çözüm beklemedikleri, yani çözülebileceğine inanmadıkları için sorunlarını dile getirmeyi düşünmediklerini belirtmektedirler (Yıldırım,1996:47-90). Öğretmenler arasındaki yaygın inanış, müfettişlerin misyonunun sorun çözücü değil, açık arama olduğu yönündedir. Sorunsuz ve etkili iletişimle bu inanış kırılabilir.

Okulu geliştirmenin, diğer bir ifadeyle başarının artırılmasının en önemli

etkenlerinden birisi çalışılan ortamın uygunluğudur. Burada öğretmenin rahat çalışmasını sağlayacak, onun motivasyonunu artıracak olan sosyal ve duygusal

Page 191: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ortamın geliştirilmesi vurgulanmaktadır. Bunun için öğretmenlerden çok yönetici ve müfettişlere yönelik olması gereken bazı önemli noktalar üzerinde durmak gerekmektedir (Sergiovanni and Starratt, 1993:66-67):

1- Öğretmenlerin profesyoneller tarafından değerlendirilmesi gerekir.

Ancak bu mevcut sistem içerisinde bürokratik biçimde okulda izlenerek yapılmakta ve yetersiz kalmaktadır.

2- Öğretmenlere, yöneticilere ve müfettişlere yönelik olarak yüksek düzeyde ahlaki sorumluluk ve güven standartlarının oluşturulması gerekir. Güven için de güvenirlik esastır.

3- Öğretmenlerin dış sebeplerden çok, bireysel ilgileriyle motive oldukları kabul edilmelidir.

4- Öğretmenlerin neyin önemli, neyin daha mantıklı ve amaca uygun olduğuna karar verebilmesi ve bireysel olarak bunları yapabileceğinin kabul edilmesi iletişim açısından önemlidir.

Öğretmenlere yalnızca bürokratik görevler yüklenmekte ve ona

güvenilmemektedir. Yaptıkları yalnızca bürokratik olarak, olması gerekenlere uygunluğu açısından değerlendirilmektedir. Müfettişlerin yaptığı genelde öğretmenlere ne yapmaları gerektiğini söylemek ve sonra onu kontrol etmektir. Öğretmenler de uzmanlık gelişmeleri için sorumluluk alma kapasitelerini kabule yanaşmamaktadırlar. Bu nedenle müfettişler aracılığıyla hizmetiçi eğitim programlarına ihtiyaç vardır. Öğretmenler teftişte bir obje gibi olmaktan çekinmektedirler. Zamanla her şeyin müfettişlerce kendilerine sunulması ve ne yapmaları gerektiğinin onlara yazılı olarak verilmesinin sonucu, müfettişlere bağımlılık oluşmaktadır.

Tüm bunlara bakıldığında stratejilerin müfettişlere göre değil öğretmenlere

göre yapılması, onların inanç ve amaçlarının dikkate alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Müfettişler öğretmenleri, ancak kendi bireysel ilgileri üzerine odaklanan stratejilerle motive edebilirler. Müfettişler burada bir ikilem içerisindedirler. Bir bürokrasinin, yani bakanlığın sunduğu ve oluşturduğu kuralları uygulama ve kollama ile, öğretmenlerin bireysel ilgilerinin geliştirmesiyle elde edilebilecek başarıyı yakalamak için öğretmenlere destek olma arasında kalmaktadırlar.

Bürokratlar sisteme bağlıdır. Onlar belirlenen sistemin işleyişinden

sorumludur ve denetim bunun kontrolü için düzenlenmiştir. Profesyoneller bunun aksine, çalışma sistemlerinde alışılmışın dışında ve üstünde hareket ederler. Öğretimde çalışma sistemleri senaryodan çok referans noktalarına dayanır (Sergiovanni and Starratt, 1993:68-69).

Page 192: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Öğretmenlerin işlerinden doyum sağlamaları ve başarılı olmaları için onların ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir. Ekonomik ihtiyaçlar ülkenin genel eğitim ve bütçe politikasıyla düzenlendiğinden yönetici ve müfettişlerin öğretmenlere bu konuda istenen düzeyde, hatta hiç yardım etme şansı yoktur. Ancak sosyal ihtiyaçların karşılanması, mesleki gelişmelerinde onlara yardımcı olunması, öğretmenlerin gelişmesi ve başarısı yönünde etkili olmaktadır. Bu yönde öğretmenlerin kararlara katılımları sağlanabilir, düşünce ve önerileri dikkate alınarak motivasyonları sağlanabilir. Kendisini güven içinde hisseden, değerli olduğunu algılayan öğretmenlerin kendilerini işlerine vermeleri ve başarılı olmaları beklenebilir.

Bürokratik Denetim Sistemi Kaynak: Sergiovanni and Starratt, 1993.

Bürokratik denetim sisteminde öğretmenlerin moral düzeyi ve iş doyumu

düşüktür. Çünkü onlardan, sadece kendilerine sunulan bir çerçeve içerisinde çalışmaları istenmektedir. Herhangi bir yenilik ve değişiklik yapma fırsatı verilmemektedir. Bu sistemdeki denetim anlayışı, sistemin işleyişinin kontrolüdür. Öğretmenler yalnızca mevcut kuralları işletmekle, denetmenler de sistemin işleyip işlemediğini kontrol etmekle görevlidirler. Bu uygulamanın sonucunda öğrenci başarısı düşük olmaktadır. Profesyonel Denetim Sistemi

Kaynak: Sergiovanni and Starratt, 1993.

Çalışma Sistemi Amaçlar Program Öğretim metotları Değerlendir-me sistemleri

Resmi görevli olarak öğretmen

Teftiş gözlemcileriİzlenecek kurallar, Sistemin kontrolü

Düşük düzey Düşük

öğrenci başarısı

Öğretmenin iş doyumu başarı sözleşmesi içindir

Yüksek Çalışma düzey

Bilgilendirme için kavramlar verme

sistemi Amaçlar Program Öğretim modelleri Değerlendir-me sistemleri

Yüksek öğrenci başarısı

ÖğretmenÖğretmen

profesyonel bir karar verici ve bir lider

Doyumu, Görüş birliği Etkililik

Page 193: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Profesyonel denetim sisteminde öğretmenler işlerini anlamlı olarak algılamaktadırlar ve iş doyumları yüksektir. Çünkü karar verici konumunda öğretmen de vardır. Bu yolla öğretmenler işlerini önemli ve çabaya değer bulmaktadır. Denetimin kendileri için ve öğrenciler için daha iyi öğrenme ve öğretme yollarının öğrenilmesi yönünde bir fırsat ve gereklilik olarak görmektedir. Yine öğretmenler bu denetim anlayışında kendileri sorumluluk alma ve bunu yerine getirme istek ve eğilimi göstermektedirler. Öğretmenler işlerinde anlamlılık, kontrol ve kişisel sorumlulukla bir araç olmaktan çok, bir merkez olarak tecrübe kazanırlar. Onlar tanımlanan davranışların kendi seçimleriyle oluştuğuna inanırlar. Aksine öğretmenler kendilerini bir araç gibi hissederlerse, gereken davranışların bir zorlama olduğuna inanırlar ve insanlar da zorlamayla başarılı olamazlar. İnsanların kendilerini bir araç gibi hissetmeleri bir güçsüzlük ve etkisizlik algısıdır. (Sergiovanni and Starratt,1993:68-69). Öğretmenler kendilerini eğitim-öğretimin önemli bir parçası olarak görmek isterler. Bir araç ya da sadece yönlendirilecek bir kişi olarak görülen öğretmen, ancak yasal işlemleri yerine getirmeye çalışır. Hatta bu aşamada bile isteksizlik ve yetersizlik sıkça görülmektedir. Öğretmenler müfettişlerden sürekli bilgilendirilmelerini ve yeniliklerin kendilerine aktarılmasını beklerler. Eğer öğretmenlerde bu isteklilik görülmüyorsa işleyişte bir aksaklık aranmalıdır. Uzun yıllar süren ve öğretmenler arasında genel yargı olarak yer eden müfettişin sadece açık arama ve öğretmeni azarlama algısının değiştirilmesi gerekmektedir. Yapılan birçok araştırmada öğretmenler müfettişlerin kendilerine yeterince destek sağlamadığını ve hatta sürekli hata aradığını belirtirken, müfettişler yeterince yardımcı olduklarını belirtmektedirler. Burada bir çelişki vardır: Ya öğretmenler ne istediklerini yeterince bilememekte ya da müfettişler yardımın nasıl yapılacağını yeterince bilememektedir. Yıldırım tarafından yapılan bir araştırmada halk eğitimi alanında ilköğretim müfettişleri öğretmenlere yeterince yardımcı olmaya çalıştıklarını belirtirken, öğretmenler hemen hemen hiç yardım görmediklerini belirtmektedirler (Yıldırım,1996:44-90). En önemli noktalardan birisi öğretmenlerin motivasyonudur. Öğretmenler nasıl motive edilebilir sorusuna cevap aranmalıdır. Özellikle 21.yüzyılının eğitim sitemindeki öğretmenleri neler motive edebilir? Yeterince para mı, ona sosyal statü kazandırmak mı yoksa karar sürecine katarak işlerini kendilerine mal etmek mi? Acaba onlara değer vererek sorunsuz iletişim kurulabilir mi? Öğretmen müfettişe ancak bir problemi olduğu zaman mı baş vurmalıdır, yoksa her zaman

Page 194: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

her konuda bir yardımcı ve destek kaynağı olarak algılayıp kendisini ona yakın görerek mi baş vurmalıdır? Motivasyon moral yargılamanın bir parçası olarak psikolojik ihtiyaçların bir ifadesidir. Motivasyon teorisi kendi içerisinde üç gruba ayrılabilir: Birincisi, uyum için ödül ve cezalandırmadaki değişimi; ikincisi, bireyin kendi işindeki doyum tecrübesi için fırsatlar desteklenerek uyumun aranması; üçüncüsü, bunların moral yargılama sonucu uyumun oluşması fikridir (Sergiovanni and Starratt, 1993:69-71). Güdüleme ile motivasyon eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Güdü, bireyin bilinçli davranışlarının dayanağı olarak gösterdiği güçtür. Başaran’a göre güdü, bireyi bir amaca ulaştırmak için davranışa iten, harekete geçiren, bireyin davranışlarını güçlendiren, etkinleştiren, yönelten bir iç güçtür ve bireyin yaşantısıyla oluşur. Güdü, davranışların kaynağı, sürdürücüsü ve yöneticisidir (Balcı,1992:21). Bireyin motive edilebilmesi ihtiyaçlarının karşılanmasıyla doğru orantılıdır. Güdülenmede ilgi ve ihtiyaçların yanında duygular da etkilidir. Bireyleri harekete geçiren, onları işin içine çeken, cezbeden şeylerin neler olduğunun bilinmesi başarı için çok önemlidir. Bir okul müdürüne kendisini neyin motive ettiği sorulduğunda, başarılı olmak için yerinde bir karar almış olmanın kendisini çok mutlu ettiğini belirtmektedir. Başarılı yeni bir program, yeni bir yaklaşım, yeni bir öğretmen onu mutlu etmektedir ve başarı için daha çok çabaya yöneldiğini belirtmektedir. Öğrencilerin başarısı için bir şeyler yapabilmiş olmanın kendisini motive ettiğini belirtmektedir. İnsanın doğasının ne olduğu, ihtiyaçlarının, amaçlarının ve beklentilerinin neler olduğunun iyi anlaşılması gerekmektedir (Sergiovanni, 1992:18-19). Bireyi motive eden ve isteklendiren şeylerin bilinmesi için, insan potansiyelinin bilinmesi gerekir. Bireyler birbirlerinden farklıdır, beklentileri ve ihtiyaçları da farklıdır. İçinde yaşadıkları çevre ve geleceğe ilişkin beklentiler, bireylerin eğilim ve isteklerini şekillendirir. Eğitim örgütlerinde çalışan ve eğitici konumunda bulunan bireyleri motive eden en önemli unsur, büyük oranda öğrencilerinin başarısı ve bunun yanında meslektaşlarının, özellikle üst konumdaki yönetici ve deneticilerin kendilerine karşı tutum ve yaklaşımlarıdır. Yönetici-öğretmen ve öğretmen-müfettiş arasındaki ilişkiyi genel anlamda yönetici ve müfettişlerin tutum ve yaklaşımları şekillendirir. Öğretmenin başarısı için onun yeni ve değişik uygulama ve gelişmelerden haberdar edilmesi gerekir. Özellikle kırsal alanda görev yapan öğretmenlerin bu alandaki sıkıntıları daha fazladır.

Page 195: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Müfettişleri Kurulu Yönetmeliğinde (M.E.B.,1990, mad.34) belirlenen Rehberlik ve İşbaşında Yetiştirme, Teftiş ve Değerlendirme, İnceleme, Soruşturma görevlerini yürütmekle yükümlü kılınan ilköğretim müfettişleri, her öğretmeni bir öğretim yılı içerisinde en az iki kere ziyaret etmektedir. Bu bir teamül halini almıştır. Ancak bazan yalnız bir kere öğretmenle müfettiş bir araya gelebilmektedir. Birisi rehberlik amaçlı diğeri denetim amaçlı olan bu ziyaretlerde öğretmeni ve başarısını ölçmek ve değerlendirmek, rehberlik yapabilmek için sürenin yeterli olduğu söylenemez. Bu süre içerisinde müfettişin öğretmene ne kadar yardımcı olabileceğini kestirmek güç değildir. Kısa süreli gözleme dayalı sorunlar ya da başarılar gözlenip öğretmen değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Bu da oldukça yetersiz kalmaktadır. Diğer taraftan bir köy okulunda görev yapan bir öğretmen, o okulun hem öğretmeni hem de müdürüdür. Bu sebeple ivedi ve süreli yazışmalara cevap verebilmek ve okulun veya kendisinin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kısa aralıklarla şehre gelmek zorundadır. Yapılacak işlerin çoğu mesai saatleri içerisinde yapılacak işlerdir ve resmidir. Eğer öğretmen bağlı bulunduğu milli eğitim müdürlüğüne gelirse okulu kapatmak zorundadır. Okul kapanırsa öğrenciler zarar görmekte ve üstleri tarafından bu durum olumlu karşılanmamaktadır. Okulu kapatmazsa, resmi işlemleri yürütemeyecek ve yine üstleri tarafından hoş karşılanmayacaktır. Öğretmen burada bir ikilem içerisindedir.

Bu durum şehir okullarında da yönetici açısından bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Yöneticileri okulunda bulmak çoğu zaman güçtür. Merkezlerdeki okulları ilgilendiren bir gelişme olduğunda telefon zinciri kullanılmaktadır. Bu hızlı bir iletişim uygulamasıdır ama tam bir çözüm değildir ve uzak yerleşim yerlerindeki okullara ulaşmak güç olmakta ve masraflı olmaktadır. Ayrıca bir haberin sürekli tekrarlanması, onun özündeki bazı ifadelerin değişmesine ve yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır. Hatta köy okullarını da bu zincire katmak gerekse bu çok uzun zaman alacaktır ve iletişim zayıflayacaktır.

İlköğretimde denetimin etkililiği ve okulların başarısı açısından iletişim

sisteminin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bunun için yeni bir uygulama olarak internet sistemi kullanılabilir. Günümüzde hemen her köyde telefon şebekesi bulunmaktadır. Olmayan yerlere de kısa sürede kurmak mümkündür. Bu hizmet oralarda yaşayan tüm insanların temel ihtiyaçları arasındadır. Her okula bir telefon aboneliği verilerek bir çözüm başlatılabilir. Çok acil ve belli okullara ya da öğretmenlere yönelik durumlarda telefonla haberleşme sağlanabilir.

İkibinli yılların başlangıcında tüm dünya internete yönelmekte, sanal

şirketler ve ülkeler kurulmaktadır. Eskiden bayramlarda ve diğer önemli günlerde

Page 196: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

gönderilen tebrik kartlarının yerini günümüzde e-mailler almaktadır. Dünya ticaretinin yönü ve ağırlığı sanal ortamlarda alış-verişi ve E-Ticaret denilen internet şirketlerine doğru kaymaktadır. Bankaların çoğunluğu müşteri memnuniyeti ve hızlı işlem için internet bankacılığına ağırlık vermektedir.

Eğitim kurumlarının da bu teknolojik gelişmelere ayak uydurmaları

gerekmektedir. Her okula internet bağlantılı bir bilgisayar ağı kurulabilir. Bu ağ bir ildeki tüm okulları birbirine bağladığı gibi tüm Türkiye’deki okullarla bağlantı kurma imkanı da oluşturulabilir. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı tüm eğitim kurumları bu ağla birbirine bağlanır. Bir ildeki tüm okulları ilgilendiren bir genelge, toplantı duyurusu, yeniliklere ilişkin uygulamalar, eğitim-öğretimi ilgilendiren yeni gelişmeler, personelin özlük haklarına yönelik gelişme ve uygulamalar bu ağ üzerinden izlenebilir. En önemlisi, öğretmenler mesleki yenilik ve gelişmeleri, özlük haklarıyla ilgili değişiklikleri çok kolay ve hızlı olarak takip edebilirler. Eğitim-öğretim uygulamalarında yeni bilgilere öğretmen sınıf ortamında öğrencilerle birlikte ulaşarak ve onu kullanarak öğrencilerin bilgilerini artırdığı gibi ufuklarını da genişletir. Eğitim-öğretim dört duvar arasından çıkarılarak global vizyona sahip entelektüel genişlik kazanır.

Bürokratik kültür olarak da tanımlanan (Özen,1996:8) meslek kültürünün

kurumsallaşması, öğretmenler arasında yaygınlaşması ve geliştirilmesi için öğretmenlerin meslektaşlarıyla etkileşim içerisinde bulunması gerekmektedir. Aynı zamanda öğretmenin en yakın danışmanı ve yardım alabileceği kişiler olarak müfettişlerle iletişimin yoğunluğu ve kalitesi de önemlidir.

Yeterli iletişim ve buna bağlı etkileşim için öncelikle fiziki yakınlık şarttır.

Özellikle Türkiye şartlarında köy okullarında görev yapan öğretmenlerin ulaşım ve iletişim imkanları sınırlıdır. Yerleşim yerine ulaşım araçlarının gidebilmesi ve telefon gibi haberleşme araçlarının bulunması etkileşim için yeterli değildir.

Hızla gelişen ve değişen global değişmeler, ekonomik, teknolojik ve

entelektüel açıdan bireyleri etkilemektedir. Çağın gereklerine göre kendisini yenileyemeyen öğretmenlerden çağdaş toplumun geleceği olan yeni nesilleri çağa uygun olarak yetiştirmeleri beklenemez. Bunun için sürekli desteğe, rehberliğe ihtiyaç vardır. Bu da büyük oranda öğretmenlere müfettişler tarafından sağlanabilir. Çünkü her okula ve her köye giden müfettişlerdir. İletişimin sağlıklı kurulabilmesi için sağlıklı ve çağdaş iletişim sistemine ihtiyaç vardır. Yirmibirinci yüzyılın en hızlı, en sağlam ve en popüler iletişim aracı internettir. Bu sebeple öncelikle ülkedeki tüm illeri ve okulları kapsayacak bir internet ağının kurulması ve ilgililerin bu konuda eğitilmesi gerekmektedir.

Page 197: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Oluşturulan internet ağıyla günün her saatinde bilgiye ulaşma, alma, kullanma, bilgiyi sunma ve geliştirme imkanı sağlanabilir. Müfettiş evinden, iş yerinden öğretmeni bilgilendirebilir, sorunlarına çözüm bulmada onlara yol gösterebilir. Öğretmen hem müfettişlerden, hem diğer meslektaşlarından, hem de dünyadaki tüm gelişmelerden yararlanabilir.

Öğretmenler müfettişleri çoğu zaman iş yerlerinde bulmakta güçlük

çekerler. Çünkü az sayıdaki müfettiş dağınık ve çok sayıdaki okulları ziyaret etmek durumundadır. Eğer internet üzerinden iletişim ağı kurulabilirse hem müfettişler hem de öğretmenler hatta yöneticiler de zaman kazanacaktır. Müfettişler arasında iş bölümü yapılarak belli sayıda müfettiş bürolarda tutulur ve yüz yüze iletişim için de öğretmenlere fırsat verilebilir.

İnternet Bağlantılı İletişim Sistemi Modeli

DÜNYA

TÜRKİYE

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

İL MİLLİ EĞİTİM

MÜDÜRLÜĞÜ İlköğretim Müfettişleri Kurulu Başkanlığı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü

Diğer Ülkeler (Global İnternet Ağı)

Diğer Kurumlar Diğer İller

Diğer Birimler

Okullar

Bu modelde tüm yazışmalar, duyurular ve gelişmeler internet aracılığıyla ülkedeki tüm birimlere aynı anda ve çok kısa zamanda ulaştırılabilmektedir. Sistemdeki her birim birbirleriyle ve üst sistemlerle doğrudan bağlantı kurabilme şansına sahiptir. Çok yönlü iletişim olanağı sağlanmaktadır. Atamalar ve yer değiştirme istek ve uygulamaları da internet üzerinden yapılmaktadır. Öğretmenler okullarına müfettişin ne zaman geleceğini bilmektedir. İhtiyaç duyduğu bilgileri internet üzerinden alabilmekte ve müfettişlerle elektronik mektuplaşma yoluyla iletişim kurabilmektedir. Hatta canlı olarak yazılı, sözlü ve görüntülü iletişim sağlanabilmektedir. Milli Eğitim Bakanlığının http://www.meb.gov.tr. internet adresi sadece duyurular, sınav sonuçları, atama sonuçları gibi bilgileri içermektedir. Bu site iyi bir gelişmedir ama henüz genel ve yetersizdir. Bu sitenin dışında kapalı sistem olarak yalnızca Milli Eğitim

Page 198: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Bakanlığı birimlerini kapsayan ve yine aynı zamanda önerilen modelde de belirtildiği gibi tüm dünyaya da erişim imkanı veren bir ağın kurulması daha çağdaş ve verimli bir uygulama olacaktır. Ancak bunun için öncelikle tüm ilköğretim müfettişlerinin ve öğretmenlerin en azından bilgisayarı ve interneti kullanma düzeyinde yetiştirilmesi gerekmektedir.

Bu modelin başarısı için, sistem işlevsel olarak kurulmalıdır. İlgili bireyler, bilgi, beceri ve zihniyet açısından bu uygulamaya hazırlanmalıdır. Çünkü sistemi işletenler insanlardır. İnsanların örgütsel amaçlar doğrultusunda yeterli ve istekli hale getirilmesi etkililik için önemli bir temel unsurdur. En iyi yöntemle bile yetersiz insanlar eliyle en kötü sonuçların alınması kaçınılmazdır. Yirmibirinci yüzyılın Türkiye’sindeki eğitim sisteminin, içinde yaşanılan ve gelişmiş ülkelerin çok büyük değer verdiği yeni binyılın gereklerine göre yeniden şekillenmesi, yeniliklerin ve değişimin sürekliliğinin sağlanması, eğitimcilerin bu yönde yetiştirilmesi gerekmektedir. Önerilen modelin geliştirilmesi ve uygulanması umulmaktadır. En iyi yatırım, toplumların geleceklerinin garantisi olan eğitime yapılan yatırımdır.

Kaynaklar: Aydın, Mustafa, (1986), Ankara, Çağdaş Eğitim Denetimi, İM yayınları, 2.

Baskı. Balcı, Esergül, (1992), Ankara, Ödüller, Güdüleme Kuramları ve Türkiye’de

Öğretmen Ödülleri, Adım Yayıncılık. Covey, Stephen R. (2000), İstanbul, Farklılıkları Uzlaştırmak, Executive

Excellence, Mart-2000(3-4), S.35. Özen, Şükrü ,(1996), Ankara, Bürokratik Kültür-I, Türkiye ve Orta Doğ Amme

İdaresi Enstitüsü Yayını, Takav Matbaası. Resmi Gazete, 27.10.1990 tarih ve 20678 sayı, Milli Eğitimi Bakanlığı

İlköğretim Müfettişleri Kurulu Yönetmeliği, Ankara. Sergiovanni, Thomas J. (1992), San Francisco, Moral Leadership, Jossey-Bass

Publishers inc. Sergiovanni, Thomas J. and Starratt, Robert J. (1993), Supervision, USA,

McGraww-Hill,Inc. Sipahi, İsmet, (2000), İstanbul, İletişimde Güven Gereklidir, Executive

Excellence, Mart-2000(5), S.35. Yıldırım, Bilal, (1996), Bolu, Halk Eğitiminde Denetimin Etkililiği,

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Page 199: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

EĞİTİMDE DEMOKRATİK LİDERLİK VE İLETİŞİM

Arş.Gör.Sinan YÖRÜK* Yrd.Doç.Dr.İbrahim KOCABAŞ**

ÖZET

Yaşadığımız toplumda, özellikle eğitim yönetimindeki liderliğin türü ve niteliği son derece önemlidir. AB’ye hazırlandığımız şu günlerde ülkemizde tartışılarak oturtulmaya ve yaşanır hale getirilmeye çalışılan konu demokrasidir ve ülke genelinde yönetimin tüm kademelerinde demokrasinin yerleşmesi ve demoktratik liderlik üzerinde çokça durulmaktadır. Demokratik liderlik komple bir liderliktir. Birçok öğesi vardır. Katılım, eşitlik ve özgürlük, uzlaşma, iletişim, duygusal zeka (insan ilişkileri), işbirliği; gücün kullanımı, demokratik kültür, demokratik liderlikte kalite bu unsurların maksimum seviyede eşgüdümüyle gerçekleşir. İletişim, öğesinin demokratik liderlik üzerindeki etkisi tartışmasızdır. Zira örgüt içinde ortaya çıkan moral bozukluğu, örgütte katılımın azalması ve örgütte koordinasyonun sağlanamaması, liderlerin iletişim becerisine sahip olmasını gerektirir.

Anahtar Kelimeler:

Demokrasi, iletişim, liderlik

SUMMARY

"Democratic Leadership and Communication in Education" Today, the type of leadership and its character is very important particularly in the educational management in the current society. Democracy is a popular subject which is tried to be established and discussed in our country in the days that we try to become a member of European Union. In order to establish democracy in all levels of administrations, democratic leadership has taken quite much emphasis. Democratic leadership is a whole itself. It has many features. It can only be accomplished with the maximal coordination of these items that are contribution, equality, freedom, tolerance and reconciliation, communication, emotional intelligence (human relationships), cooperation and collaboration, utilization of labor, democratic culture, quality in the democratic leadership. The effect of "the communication" on the democratic leadership is unnecessary to be discussed. Because, the leaders who has the ability to communicate with others are essential to prevent the failure of coordination, the decrease of contribution and moral depression occurred in the organization. Key words: Democracy, communication, leadership

* Fırat Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü. ** Fırat Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü.

Page 200: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

1. GİRİŞ

21. yy’a girdiğimiz şu günlerde globalleşen dünyada demokrasi ve onun öğeleri

olan özgürlük ve eşitlik, katılım, işbirliği v.b. kavramlar popüler konu olmakta ve

insanları bu kavramlar etrafında birleştirmektedir. Bu kavramlarla birlikte eğitim

yöneticilerinin üzerinde durdukları kavramlardan bir tanesi de liderlik kavramıdır. Liderin

örgüt üzerindeki etkisi üzerine birçok araştırma yapılmıştır. Liderlerin örgütler üzerinde

otoriter ve demokratik liderlik tipleri sergiledikleri görülmüştür. Yapılan araştırmalar

sonunda liderlerin demokratikliği tartışılmaya ve otokratik liderliğe duyulan isteksizlik,

yönetilenler tarafından dile getirilmeye başlanmıştır. Demokratik liderlik bir sembol mü

yoksa bir yaşantı ürünü davranışların bir sonucu mudur? gibi sorularla demokrasinin

öğeleri irdelenmeye ve bu öğelerle demokrasi arasındaki ilişki ortaya çıkarılmaya

çalışılmaktadır. Demokratik liderlik başta katılımcılığı, işbirliğini ve yukarıda saydığımız

kavramlarla içli dışlıdır. Demokratik liderliğin temelinde örgüt içi uyumun önemli olduğu

bilinen bir gerçektir. Örgüt içi katılımın sağlanmasında diğer öğeler gibi çok önemli olan

bir kavram da iletişimdir. İletişim engellerini kaldırmada insanları katılımcı

yapamazsınız. Örgüt içi mesajlardaki şifreleri çözmek iletişim öğesini bilmeye bağlıdır.

Demokratik Liderlik

Yaşadığımız demokratik toplumda, özellikle eğitim yönetimindeki liderliğin türü

ve niteliği son derece önemlidir. Eğitim, bu çalışmanın birinci bölümünde tartışılan kişi

ve toplum yaşamındaki önemi nedeniyle, yeterli bir eğitim sisteminin yaratılması ve bu

sistemin çağdaş gelişmelere uyarlanarak yaşatılması için üstün niteliklere sahip liderliğe

olan gereksinme büyüktür. Demokrasiye, halkın gücüne, eğitimin toplumsal, ekonomik

ve siyasal gelişmedeki önemine içtenlikle inanmış olmak, eğitimin temel değer ve

ideallerini benimsemek, belirli bir süre başarılı öğretmenlik yaşantısına sahip olmak,

yönetim alanında yeterli bir eğitim almış olmak, alt ve üst sistemlerle sağlıklı iletişim ve

etkileşimde bulunabilmek, yönetimde liderlik için aranan niteliklerdir (Kaya, 1996:147-

148).

Page 201: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Başlangıçta liderler aniden ortaya çıkarlar. Görevleri tamamlayıcı ve ücretsizdir.

Bir süre sonra, profesyonel lider olurlar. Bu aşamada, sürekli ve değişmezdirler.

Sistemlerin tutucu kalması nedenlerinden biri de budur. Böyle liderler, statülerini

tehlikeye düşürecek girişimlerden kaçınırlar. Hatta statülerini korumak için, sistemleri

amaçlarından bile saptırabilirler. Ancak böyle kurumsal sürüklenmelere, liderler kadar,

yapısal bozuklukları bahane eden izleyenler de yol açabilir.

Liderler varsayımlarını kurumsal yapılar değil, insan davranışları üzerine kurmak

zorundadır. Özellikle demokratik liderler, kurumların yapısından çok, grupların ilişkileri

üzerinde çalışırlar. Zaten sistem teorisi de, yapıdan çok ilişkiyi önemser. Günümüzde

yapı ve süreç üzerinde yoğunlaşan yönetim anlayışı, liderliğin önemini gölgelemiştir.

Halbuki yenilik ajanları liderlerdir, çünkü büyük amaçlara ve değerlere yönelecek

izleyenleri, liderlerin ön seziye dayalı yetenekleri sağlar. Liderler sadece çevrelerine iyi

görünebilmek için değil, doğru ile yanlışı seçebilecek ve bu seçimlerini savunabilecek

dürüstlüğü gösterebilmek için ahlaklı olmalıdır. Bu konuda gerekli perspektif ve aklın

kazanılmasında, klasik genel eğitimin katkısı olacaktır, liderin görevi katılımı

sağlamaktır. Bu tür liderlik, insanları değil, gücü kullanmaktır ki, dama oyunundan,

santranca geçiş gibidir. Fakat demokratik liderlik, satrançtan da öteye geçer. Liderlik

taşlar arasında ayrım yapmadan, bütün izleyenlere aynı değeri vermesini ve davranışı

göstermesini gerektirir. Liderin başarısı izleyenler grubunun bütünlüğünü sürdürmesine,

hatta onu büyütmesine bağlıdır. Ancak, fiziki büyümeyi sağlayan örgütsel liderlik yeterli

değildir. Bu gruba bazı değerlerden oluşan bir karakter kazandıracak kurumsal liderlik de

gerekir. Çok partili döneme geçişimizden sonra, 40-50 milletvekili ile parlamentoya

giren partilerin bugün tabelalarının bile kalmayışı, liderlerin ikinci rolü oynamaktaki

başarısızlığından dolayıdır (Baymur, 1990:283).

Modern dünyada farklı değerleri, gelenekleri ve görüşleri koruyacak en güvenilir

yol demokrasidir; çünkü bu yol, kurumlara ve bireylere devletin tanımadığı bir serbestlik

tanır. Diktatörlük istenmedikçe demokrasinin alternatifi yoktur. Diğer bir deyişle, eğer

demokrasi var olmasaydı biri onu icat etmek zorunda kalacaktı. Demokrasinin bazı

felsefecileri, lider-izleyen ilişkisinin eşitlik kavramına aykırı olduğu gerekçesiyle,

Page 202: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

liderliğe karşıdırlar ve liderin rolünü küçümserler. Ancak, demokrasi kendi kendine

gerçekleşmez, onu gerçekleştiren araç liderliktir. Bir ideolojiden çok gelişim olan

demokrasinin iki ideali, özgürlük ve eşitlik, çatışma durumundadır. Bu çatışma liderlik

stilini de etkiler, çünkü birincisi en az karışan, ikincisi de en çok karışan yönetimi

gerektirir. Yaratıcılık, serbest düşünce, araştırma gibi eylemlere yer verilmediğinden,

eğitimin niteliği düşüktür. Programlar birkaç yöneticinin fikir ve yararlarına dönük,

öğretim yöntemleri tek düzedir. Birçok kişi altındaki yönetimde, politik düzen eğitim

girişimi ile sıkı bir işbirliği kurmak gereksinmesi duyar, çünkü demokrasiyi yaşatan

eğitimdir. Bu gerçeğin anlaşılması, eğitimde fırsat eşitliğini kolaylaştırır ve her birey

eğitimden yararlanır. Sadece bireyin değil toplumun da iyiliği eğitimden beklenince

demokraside yalnız yönetenler değil, yönetilenler de eğitimi destekler. Böylece eğitim

amaçlarının kararlaştırılmasında, ikincilere de söz hakkı tanınır. Eğitimin nicelik ve

niteliği artar. Program ve sınıfta, öğretmen, öğrenci ve öğrenme ön plana geçer. Demek

ki, bir toplumdaki eğitim girişiminin amaçları, görevleri ve yapısından, o toplumun nasıl

yönetildiği anlaşılabilir (Bursalıoğlu, 1991:673).

Eğitim yönetiminin en önemli özelliği, yetki ve sorumlulukların paylaşıldığı,

kararların birlikte alındığı, izleyicilerin değil, işbirliği yapan arkadaşların söz konusu

olduğu demokratik liderliği gerektirmiş olmasıdır. Bununla birlikte, bazı durumlarda,

demokratik liderliği geliştirmek için yönetici pek çok engeli yenmek zorundadır. Hunt ve

Pierce’in belirttiği gibi, pek çok eğitim örgütünde, geleneksel otoriter liderlik iç ve dış

etkenler tarafından öylesine benimsenmiştir ki, demokratik liderliğe geçişteki

değişikliklerin son derece dikkatle başlatılması gerekir. Otoriter liderliğe alışan kimseler,

her zaman, daha fazla özgürlüğü kucaklamak için koşmazlar. Bu çekingenliğin nedeni,

yalnızca aldırmazlık ve alışılmış otoriter hava değildir. Gerçekte pek çok kişi, demokratik

yöntemlerden, planları ve sorumlulukları paylaşmaktan kaçarlar (Kaya, 1996:148).

Liderleri otoriter ve demokratik olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür.

Otoriter lider daha ziyade geleneksel toplumlarda tutulur. Böyle bir lider, otoritesini ve

sorumluluğunu işgal ettiği makamdan alır. Adorno, otoriter kişilik üzerinde yaptığı bir

inceleme sonunda bu gibi kişilerde şu ortak niteliklerin bulunduğunu saptamıştır:

Page 203: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

a. Topluma uymaya büyük bir önem verme,

b. Değişmez (rigid) bir kişiliğe sahip olma ve değişiklikten hoşlanmama,

c. İdarede amir-memur ilişkilerine önem verme,

d. Gücü elinde tutan kişi ve gruplara dönük olma,

e. Etnosantrik, yani yabancı ve azınlık gruplarına müsamahasız olma,

f. Tutucu ve geleneklerine bağlı görünme,

g. Başkalarının cinslik suçlarına aşırı ilgi gösterme (Baymur, 1990:282).

Bugün daha demokratik olan lider tipi tutulmaktadır. Demokratik toplumlarda

insan, liderlik görevini, başkalarının kendisini lider olarak seçmeleri ve bu görevde ona

saygı göstermeleri sonucu elde eder. Hatta modern toplumda liderlik yaygınlaşmakta, bir

kişi üzerinde toplanmamakta; zaman zaman ileri sürdüğü fikirlerin toplumca ilginç

bulunmasına göre şahıstan şahısa değişmektedir. Tam demokratik bir toplumda herkes,

topluma en çok katkıda bulunabileceği bir anda liderlik görevi ile karşılaşır (Baymur,

1990:282).

Demokratik ve otokratik liderlik konularında yapılan araştırmalardan birisi de

Lewin ve arkadaşları tarafından yapılmıştır: Resim, modelaj ve çeşitli elişleri yapılan bir

çocuk kampında, çocuklar üç gruba ayrılır. Bunlardan birinci gruba çok demokratik

davranan bir lider veriliyor. Bu grupta çocuklar yapacakları işleri kendileri

kararlaştırıyorlar. İstedikleri ile işbirliği yapabiliyorlar. Lider, onlarla birlikte çalışıyor ve

ancak onlar istediği zaman yardımda bulunuyor ya da yol gösteriyor. İkinci grupta lider

otoriter davranıyor, öğrencilere vazife veriyor, işlerin nasıl yapılacağını gösteriyor, iyi

çalışanları övme yoluyla ödüllendiriyor. Üçüncü gruptaki lider çocukları tamamıyla

başıboş bırakıyor, onlara hiç bir durumda karışmıyor. Üç grupta çocukları kendi başlarına

çalışmaya bırakıyorlar. Demokratik liderle çalışan çocuklar, otoriter liderle çalışan

çocuklara göre aslında daha az iş çıkarmışlardır. Fakat başlarından öğretmenleri gidince

demokratik liderle çalışan çocukların iş veriminde çok az bir azalma görülüyor (iş verimi

% 50’den %46’ya düşmüştür). Bu gruptaki çocuklar, işe ilgi göstererek hevesle çalışmaya

Page 204: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

devam ediliyorlar. Birbirleri ile ahenk içinde işbirliği yapıyorlar, daha yaratıcı nitelikte iş

çıkarıyorlar. Otoriter liderle çalışan çocuklar, yalnız başına kaldıkları zaman işin verimi

birden düşüyor (%70’den % 29’a). Öğrencilerden bir kısmında kavga etme ve

saldırganlık eğilimi görülüyor, aralarında sert tartışmalar oluyor ve düşmanlık hisleri

beliriyor. Bu gruptaki öğrencilerin diğer bir kısmında ise fazla yumuşak başlılık ve

uysallık görülüyor; fakat bunlar da, lider başlarında olmadıkça çalışmıyorlar. Tamamıyla

başıboş bırakılan üçüncü grupta çocuklar arasında ilgisizlik, pasiflik ve can sıkıntısı

görülüyor. Bunlarda iş verimi %33 olarak belirlenmiştir (Baymur, 1990:283).

Demokratik lider yetiştirebilmek eğitim yönetimi konusunda alınacak eğitime

bağlıdır. Yapılan araştırmalar şunu ortaya koymuştur: Artık liderin etkiliğinin artması

liderin astlarını örgüt kararlarına katması, yöneticilerin insan ilişkileri konusunda yeterli

eğitimi alması gerektiğini ortaya koymaktadır (Çelik, 1994:28-32).

Ben okulumda demokratik bir yönetim sergilemek istiyorsam bunun alt yapısını

oluşturmalıyım. Demokratik kültürü gerek okul içinde gerekse okul dışında yerleştirmek

istiyorum. Bununla ilgili önce plan yapmalıyım. Hangi aşamalar sonunda demokratik bir

kültür oluşturabilirim. Demokratik kültür oluşturabilmek ve demokratik yönetim

sergileyebilmek için benim okulumun misyonu var mı? Planladığım konuyu

değerlendirmeye tabi tutuyor muyum? Demek ki demokratik lider aynı zamanda stratejik

bir yönetim sergileyebilmelidir ki demokratik bir ortam oluşsun (Çelik, 1994:28-32).

Yöneticilerin yöneticiliklerinde verimin artması yönetim süreçlerinin iyi

işlemesine bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu süreçler a) Karar verme, b) Planlama, c)

Örgütlenme, d) İletişim, e) Eşgüdüm f) Değerlendirme

Bu unsurların hepsi demokratik yönetim için de geçerli ve demokratik liderliğin

özellikleriyle paralellik göstermektedir. Lider, demokratik bir yönetim sergileyebilmesi

için karar sürecine astlarını katmalı, planlama sürecini astlarıyla planlamalı, okulun ve

demokrasinin amaçları doğrultusunda astlarını örgütlemelidir. Astları ne kadar kabiliyetli

olursa olsun, herkesin örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Demokratik lider aynı zamanda

iletişimde de başarılı olmalıdır. İletişim kanallarını açık tutan, olup bitenlerden

öğretmenleri haberdar eden lider, astlarını kararlara daha çabuk katacak ve okulda

Page 205: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

demokratik bir kültür oluşturmuş olacaktır. Demokratik yönetim için verimliliğin

artabilmesinin bir diğer şartı ise eşgüdümdür. Yani okul örgütünde birimler arasında

işbirliğinin sağlanmasıdır. Demokratik yönetimde yardımlaşma vardır. Bu yardımlaşmayı

ortaya koyacak olan da liderlerdir. Lider kendisini adeta astları ve okul kültürü için

yardımcı kabul etmelidir.

İletişim

İletişim latince bir kelime olan lammuricore fiilinden gelmektedir. Anlamı ortak

kılmadır. Geniş anlamıyla iletişim, istenen sonuçları başarmak ve davranışları etkileme

konularıyla insanlar arasında sözlü ya da sözlü olmayan diğer araçlarla anlayış sağlamadır

(Can, 1992:240).

Örgüt, bir iletişim ağı olarak düşünülebilir. İletişim, örgüt içinde karar

örnekleminin yayılmasını sağlayarak karar sürecinin gerçekleşmesine de yardımcı olur.

Görüş ve anlayıştaki katılmayı artırmak yoluyla iletişim, sistemin parçalarını bir araya

getirir ve kaynaştırır. Aynı zamanda, yetkinin görevlerini de destekler ve gerçekleştirir.

Koordinasyonu sağlayan araçlardan en güvenilir ve etkili olan iletişimdir (Bursalıoğlu,

1982:151).

Örgütsel iletişim genel olarak formal ve informal olarak iki kategoride

toplanabilir.

a) Formal (Resmi, biçimsel) iletişim:

Formal iletişim örgütteki hiyerarşik otorite yapısıyla ilgilidir ve rasyonel,

planlanmış bilgi akımının sağlandığı kanallardan oluşur. Örgüt şemaları ve yönetmelikleri

kimin kiminle iletişim kuracağını açık olarak belirtir.

a. Formal İletişim

1. Yukarıdan Aşağıya İletişim

Örgütün üst düzeylerinden aşağı düzeylere doğru iletişimdir. Yukarıdan aşağıya

iletişim genellikle yazılı iletişimdir (Ergun ve Polat, 1978:188).

Page 206: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2. Aşağıdan Yukarıya Doğru İletişim

Hiyerarşinin alt düzeylerinden, üst düzeylerine iletilen bilgi ve haberlerdir.

Yukarıya doğru iletişim genellikle astın verdiği rapor ve tepkilerden oluşur.

3. Yatay İletişim

Aynı örgütsel düzeydeki kişi ve birimler arasında yapılan iletişimdir. Yatay

iletişim koordinasyonunun sağlanmasında önemlidir (Can, 1992:250).

4. Çapraz İletişim

Formal iletişim kanalları biraz önce açıklandığı gibi üç türde gelişir. Ancak bazı

durumlarda iletilen bilginin niteliğine göre çapraz bir yol izlendiği de görülebilir. Söz

gelimi bir örgütün üretimden sorumlu genel müdür yardımcısı, yeni alınan ve deneme

çalışmasında olan bir makinenin teknik özelliklerini öğrenmek isteyebilir. Bu durumda

normal olarak, emir komuta zincirindeki tüm bağlantıları dolaşması gerekir. Bu ise,

zaman, enerji ve emek kaybına yol açar. Bunu önlemek için yönetici doğrudan o proje

üzerinde çalışan mühendis bilgisine başvurabilir (Can, 1992:251).

b) İnformal (Gayri Resmi) İletişim

İnformal iletişim kişiler arası ilişkiler ağı yoluyla çalışır ve örgütün informal

yanını işletir. İnformal iletişim, üyelerin örgüte karşı takındıkları tutumların bir

göstergesidir. Formal iletişim sistemi ne kadar bozuk olursa, informal iletişim ve

söylentiler de o derece artar. Bunların sonucu olarak, örgütte asıl görevi kaynaştırma olan

iletişim, çözülme görevi yapar. Bunun sonucu olarak, grupların dağılması, kliklerin

oluşması, moral düşmesi vb. görülmeye başlar (Bursalıoğlu, 1982:152).

Eğitim yöneticisinin izleyeceği iletişim stratejisi ve ilkeleri şöyle özetlenebilir:

1. Girişimi başkalarından önce ele almak,

2. Çevresindekilerin katılma ve işbirliğini sağlamak,

3. Çevredeki liderleri de çalışmalara katmak,

4. Katılanları güdülemek,

Page 207: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

5. Başarılan işleri ortaya koymak,

6. Söylentilere gerçeklerle engel olmak,

7. İletişim engellerini bilmek ve değerlendirmek,

8. Önemli haberleri tekrarlamak,

9. Her iletişim aracından yararlanmak,

10. İletişimi aralıksız sürdürmek,

11. Destek ve karşıt güçleri tanımak (Bursalıoğlu, 1982:158).

Okul yönetiminde lider, iletişimci olarak herkesin paylaşacağı bir vizyon

oluşturmalıdır. Okul yöneticisi, okulun etkinlik ve programlarının anlaşılmasını etkili bir

iletişim kurarak sağlayabilir. Etkili iletişim üç düzeyde gösterilebilir: Birebir ilişkiyle,

küçük gruplarla ve büyük gruplarla iletişim kurabilir. Okul çevresinin, velinin ve geniş

toplulukların okulun vizyonunu paylaşması yoluyla etkili bir iletişim kurabilir. İletişimci

olarak okul yöneticisi, etkin dinleme, grup içi ilişkileri anlama ve okulu etkileyen

çevresel güçleri tanıma konusunda uzman olmalıdır (Çelik, 1999:46-47).

Demokratik lider öğretimsel liderdir. Öğretimsel lider de örgütte vizyon geliştiren

liderdir. Vizyon, amaçlara açıklık getirmekle birlikte, öğretmen ve öğrencilerin karşılıklı

saygı anlayışı içinde birbirlerini daha iyi anlamalarına yardımcı olur. Vizyon, değerler ve

anlamların altında yatan olay ve etkinlikleri anlama konusunda okul yöneticisinin

liderliğine sembolik bir boyut kazandırır. Sembolik liderler, vizyonla daha iyi iletişim

kurar. Böyle liderler, okul ortamında herkes tarafından paylaşılan ortak amaç duygusu

oluşturur. Etkili iletişim iyi bir vizyon oluşturmayla kurulabilir. Bu bakımdan okul

yöneticisinin iletişimcilik rolündeki başarısı, büyük ölçüde güçlü bir vizyon

oluşturmasına bağlıdır (Çelik, 1999:47).

İletişimci olarak okul yöneticisinin rolleri şunlardır:

1. Çift yönlü iletişim kurar ve öğretmenleri gerçekçi olarak değerlendirir.

2. Özlü ve açık olarak konuşur ve yazar. Örgütsel iletişim sağlamada güzel

konuşma ve yazma becerisine sahiptir.

Page 208: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3. Çatışma yönetimi stratejilerini uygulamaya çalışır. Çatışma durumlarına

açıklık getirir ve çatışmaları etkili bir biçimde yönetir.

4. Sorun çözme tekniklerini öğrenerek, grubun eylem yönünü seçmesini

kolaylaştırır.

5. Öğrenci, veli ve öğretmen arasında güçlü bir etkileşim sağlayarak grup

sürecini yönetir.

6. Bir grup üyesi gibi çalışır; grup üyelerinin güçlü ve zayıf yönlerini

değerlendirir. Kişisel ve grup hedeflerini birbiriyle bütünleştirir (Çelik,

1999:47-48).

Toplum bilimcilerin liderliğe, liderler ve izleyenler arasındaki etkileşim olarak

bakmaları, bu konunun en önemli başlangıcıdır. Taraftarlarınız olmadan lider

olmayacağınız açıktır. Rehberliğinizi ve etkinizi kabul eden çalışanlarınız olmazsa grup

lideri olamazsınız.

Peki lider nasıl taraftar toplar? Bu sorunun yanıtı tüm insanların gereksinimleri

olduğu ve bu gereksinimleri karşılamak için nasıl uğraş verdikleri anlaşılınca açıkça

ortaya çıkar. Liderlerin nasıl taraftar bulacağını şöyle söyleyebiliriz: Bireylerin çoğu

gereksinimleri, insanlarla olan ilişkileriyle karşılanır (Gordon, 1997:17-18).

Bu nedenle iletişim gereksinimlerin karşılanmasında en güvenilir araçtır. Bu

gereksinimleri karşılamak insanlarla iletişime geçmeye bağlıdır. Lider de bir örgütte

yapılan işlerin hepsini yapamaz, bütün rolleri üstlenemez. O nedenle lider örgütteki

bireylerle o örgütün sorumluluklarını paylaşabilir. O da örgütteki bireylerle iletişime

geçmeye bağlıdır.

Demokratik liderlik, iletişimin çok kuvvetli olduğu örgütlerde ortaya çıkar.

İletişimin tam sağlanabilmesi iyi bir beceriyle ortaya konulmasıyla gerçekleşir. Bunlar;

- Gündemi duyurmak -Kolay ulaşılabilir olmak

-Muhalefeti kabul etmek -Sıklıkla tebrik etmek ve övmek

-Dış gücünü ve sembolleri kullanmak -Çalışanları küçük düşürmemek

Page 209: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

-İlgi göstermek -Doğru sözcükler kullanmak

-Sabretmek -Dinlemek (Walter, 1999:69-78).

Etkili bir iletişimin var olması için ekip üyelerinin birbirlerine saygı ve güven

duyması gerekir. Ekip içinde canlı enformasyon akışı ancak ekibin iletişimine, samimiyet

ve güveninin egemen olmasıyla olur. Samimiyet ve güven ise ancak ekip etkili bir

iletişime sahipse vardır (Weiss, 1993:70-71).

Bir örgütte bireylerin kararlarının niteliği, ekipteki enformasyon akışına ve ekip

üyelerinin birbirlerinden etkilenme konusundaki istekliliklerine bağlıdır. İnsan

birbirleriyle konuşmaya özendirilmedikçe bunların hiçbiri gerçekleşmez.

Birbirlerine söyleyecek sözleri olmayan ekip üyeleri misyonlarını, kendilerinin

veya başkalarının ekipteki rollerini anlamazlar ya da korku, boy ölçüşme ihtiyacı veya

kendilerini ifade etme yeteneksizliği yüzünden büyük bir olasılıkla iletişime girmezler.

Çalışma saatleri sırasında işçilerin kendi aralarında konuşmasını engelleyen işyeri,

üretkenliğin korunduğu değil, düştüğü bir durumla karşılaşabilir (Weiss, 1993:72).

Koruma ya da enformasyon verme gibi bazı davranışlar nasıl yüksek performansı

besliyorsa, zorbalık gibi davranışlar da bunu engeller. İletişim kurmanın belirli yolları da

bir kişinin konuşma ya da dinleme biçimi yüksek performansı ya besler ya da engeller.

Gözlenebilir her davranış işçileri grup içerisinde nasıl davranacakları konusunda

eğitmenin bir aracı haline gelir. Örneğin insanlar konuşurken, alışkanlıktan dolayı da

farkında olmadan araya girmek onları konuşmayı kesmeye yöneltir. Ayrıca düşünce, fikir

ya da duyguların açık değiş tokuşunu engeller.

Bazı liderler dayatmacı tipler olarak karşımıza çıkar. Zaten bu yüzden

seçilmişlerdir. Güçlü, sözünü sakınmaz, zeki ve hükmedicidirler. Konuşmaları sert ve

dolaysızdır. Sık sık söze karışırlar; başkaları problemi düşünme fırsatı bulmadan

çözümler önerirler. O zaman insanlar, yöneticilere olan inançlarını yitirir ve geri

çekilmeye yönelirler. Başka yöneticiler ise yetenekli olmalarına rağmen, daha

çekingendir. “Burada ileri-geri konuşmuyoruz” mesajını verirler. Ekibin bir iletişim

merkezi yoktur ve çoğunlukla kimse bir başkasıyla konuşmaz. Ekip üyeleri kendi

Page 210: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

aralarında konuşsalar bile önemli bilgiler ortaya çıkmaz ya da gerçeklerin yerini

dedikodular alabilir. Güven düzeyleri düşer ve nihayet yönetici dışında biri fiilen ekip

liderliğine “seçilir” (Weiss, 1993:74).

Böylece lider, iletişim engellerini aşarak örgüt içinde katılımı üst seviyede

sağlayacak ve demokratik yönetim biçimi ortaya çıkacaktır. Okul örgütünün içi ile ve

okul örgütünün çevresiyle iletişimde başarılı olamayan lider bulunduğu çevrede

demokrasiyi ve onun ilkelerini gerçekleştiremeyecek, gerçekleştirse de tam demokratik

liderlik sergileyemeyecektir.

SONUÇ

Eğitimde demokratik liderlik iletişim ve onun öğelerini bilmeyle gerçekleşir.

Eğitim lideri okul içi ve okul dışı iletişimi çok iyi sağlamalıdır. Formal iletişimle beraber

informal iletişimi de kullanmalıdır. Girişimi başkalarından önce ele almalı,

çevresindekilerin katılma ve işbirliğini sağlamalı, çevredeki liderleri de çalışmalara

katmalı, katılanları güdülemeli, söylentilere gerçeklerle engel olmalı, iletişim engellerini

bilmeli, her iletişim aracından yararlanmalıdır. İletişimde başarılı olmayan yöneticinin

okulda demokratik bir iklim oluşturması mümkün değildir. Bunun için demokratik

liderlikte iletişimin önemi oldukça fazladır.

KAYNAKLAR

Baymur, F. (1990), Genel Psikoloji. İstanbul: İnkılap Kitabevi.

Bursalıoğlu, Z. (1982), “Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış” Ankara: Eğitim Bilimleri

Fakültesi Yayını.

_______. (1991), “Eğitimde Yenileşme ve Demokratik Liderlik” A.Ü. Eğitim Fakültesi Dergisi,

A.Ü. Basımevi.

Can, H. (1992), Organizasyon ve Yönetim. Ankara: Adım Yayıncılık.

Page 211: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Çelik, V. (1994), “Etkili Bir Okul için Stratejik Yönetim” Eğitim ve Bilim Dergisi.

_______. (1999). “Eğitimsel Liderlik” Ankara: Pegem Yayınları.

Ergun, T., Aykun, P. (1978), “Kamu Yönetimine Giriş” Ankara: TODAİE Yayını.

Gordon, T. (1997), (Çev: Birsen Özkan) “Etkili Liderlik Eğitimi” İstanbul: Sistem Yayıncılık.

Kaya, Y.K. (1996), Eğitim Yönetimi. Ankara: Bilim Yayınları.

Walter, J. (1999) “Liderlik” Çev: E.Sabri Yarmalı. İstanbul: Hayat Yayınları.

Weiss,D.H. (1993). “Başarılı Ekip Oluşturma” Çev. Erhan Tuskan. İstanbul: Rota Yayınları.

Page 212: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

313 NUMARALI TİMAR RUZNÂMÇE DEFTERİ VE BU DEFTERDE HALEB VİLÂYETİ İLE İLGİLİ BAZI TESPİTLER

Yrd. Doç. Dr. Enver ÇAKAR*

ÖZET

Osmanlı İmparatorluğu’nda ülkenin genel durumunu ve vergi kaynaklarını tespit etmek maksadıyla genel tahrirler yapılır ve tahrir sonuçları Tahrir Defteri adı verilen defterlere kaydedilirdi. Yeni bir tahrir yapılana kadar, tahririn yapıldığı sancak veya eyaletin işleri bu defterlere göre düzenlenirdi. İki tahrir arasında meydana gelen değişiklikler ve gelişmeler ise Ruznâmçe adı verilen defterlere kaydedilirdi. Bu bakımdan, timâr düzeni, tayin ve atamalar sebebiyle de, idarî alanda meydana gelen değişmelerin ve gelişmelerin takip edilmesinde timâr-ruznâmçe defterleri büyük bir öneme sahiptirler. Çalışmamıza esas teşkil eden timâr-ruznâmçe defteri, Başbakanlık Arşivi, Tapu-Tahrir Defterleri Tasnifi’nde 313 numara kayıtlı bulunmaktadır. Söz konusu defter, 1558 tarihli olup, Haleb vilâyetinin yanı sıra Rum, Erzurum, Şam, Basra ve Lahsa, Diyarbekir, Van, Zulkadriye ve Bağdat vilâyetleri timâr kayıtlarını da ihtiva etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Ruz-nâmçe, timâr, Haleb, sancak, vilâyet. THE NUMBER OF 313 OF TİMAR-RUZNÂMÇE DEFTERİ AND SOME RESEARCHES

ON THIS DEFTER AS REGARDS THE PROVINCE OF ALEPPO

SUMMARY In The Ottoman Empire, general tahrirs (land registers) were made and than the results of this tahrirs were registered in The Tahrir Defters. Until a new tahrir was written, the procedure and operation in provinces were regularized as to the existent tahrir. The differents which came into seing between the former tahrir and the latter tahrir were registered in the Ruznâmçe Defters (rough day-book of current financial transactions in a goverment office).

Thanks to these defters, we have been following all of changes and developments on the place of the administration. The Timâr-Ruznâmçe Defteri which I have used for writing this article is recorded on The number of 313 of Tapu-Tahrir Defterleri Tasnifi in Başbakanlık Arşivi. This defter was written in 1558.

Key Words: Ruz-nâmçe, timâr, Aleppo, sanjak, province. Farsça kökenli olan ve ruz (gün) ile nâmçe (yazılmış) kelimelerinin birleşiminden meydana gelen ruznâmçe deyimi, lûgatte, her günkü olay veya masrafı yazmaya mahsus el defteri manâsına gelmektedir.1 Önceleri “Ruznâme” olarak adlandırılan bu defterlerin değişik şekilleri vardır. Asıl hazine muameleleri için tutulan ruznâmçe yanında defterdarlığa bağlı büroların ihtiyacına göre tutulan ruznâmçeler de bulunmaktadır. Meselâ

* Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. 1 Şemseddin Sâmî, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul, 1989, s. 674.

Page 213: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2

teşrifatçının tuttuğu bir teşrifat ruznâmçesi vardır ki, bu da bir dereceye kadar hazine ile alakalıdır. Zira atamalar ve elçi ağırlamaları dolayısıyla giydirilen hil’atler, ödenen bahşişler, kabul edilen pişkeşler sebebiyle hazineye eşya, hatta para giriş çıkışı oluyordu. Ayrıca ibtidadan timar verme, terfi, nakil, becâyiş gibi sebeplerle timâr kayıtlarının günü gününe tutulduğu timâr ruznâmçesi de vardır.2

Osmanlı İmparatorluğu’nda ülke dahilindeki gelir kaynaklarını ve miktarlarını tespit edebilmek maksadıyla belirli dönemlerde genel sayımlar yani tahrirler yapılırdı.3 Sancak veya vilâyet bazında yapılan bu sayımların neticeleri Tapu-Tahrir Defteri adı verilen defterlere yazılırdı. Tahrir neticelerinin bütün ayrıntıları ile yazıldığı ana defterlere Mufassal, sadece timâr gelirlerinin yazıldığı defterlere ise İcmâl defteri adı verilmektedir. İki tahrir arasındaki süre içerisinde timâr düzeni konusunda meydana gelen değişmeler ve gelişmeler ise Timâr-Ruznâmçe defterlerine kaydedilirdi. Bundan dolayı, timâr düzeni ve bu arada tayin ve atamalar sebebiyle de idarî alanda meydana gelen değişmelerin ve gelişmelerin takip edilebilmesinde timâr-ruznâmçe defterleri büyük bir öneme sahiptirler. Çalışmamıza esas teşkil eden timâr-ruznâmçe defteri, 1558 tarihli olup, Başbakanlık Arşivi, Tapu-Tahrir Defterleri Tasnifi’nde 313 numara kayıtlı bulunmaktadır. Bu defter, toplam 539 sayfadan ibarettir ve Haleb vilâyetinin yanı sıra Rum, Erzurum, Şam, Basra ve Lahsa, Diyarbekir, Van, Zulkadriye ve Bağdat vilâyetleri timâr kayıtlarını da ihtiva etmektedir. Haleb vilâyeti ile ilgili olan kısım, defterin 225-280. sayfaları arasında bulunmaktadır. 313 numaralı timâr-ruznâmçe defterinde, yukarıda bahsedilen vilâyetlerde, iki tahrir arasında tevcih edilmiş olan veya bu sırada çeşitli sebeplerle değişikliğe uğramış olan has, zeâmet ve timârlarla ilgili kayıtlar yer almaktadır. Defterin tutulmasında şu usul takip edilmiştir: Önce kaydın baş kısmına kayıt işleminin yapıldığı gün belirtilmiştir. Meselâ, Haleb vilâyeti kayıtlarının yer aldığı ilk sayfa (s. 225) “Yevmü’l-ehâd fî 24 Muharrem sene 966” kaydı ile başlamaktadır. Bundan sonra, dirliğin bulunduğu nahiyenin ve bu nahiyenin bağlı bulunduğu sancağın ismi ve arkasından da dirliğin çeşidi (has, zeâmet veya timâr) ile sahibinin ismi ve dirliğini meydana getiren gelirler (şehir, köy, mezraa veya cemâatlerden sağlanan vergi gelirleri) alt alta ve yan yana olacak şekilde yazılmıştır. Kaydın sonunda bunların toplamı verilmektedir. “Yek”ûn” olarak ifade edilen bu toplam aynı 2 Halil Sahillioğlu, “Ruznâmçe”, Tarih Boyunca Paleoğrafya ve Diplomatik Semineri 30 Nisan-2 Mayıs 1986, Bildiriler, İstanbul, 1988, s. 115. 3 Tahrirlerin yapılması husunda ayrıntılı bilgi için bkz. Halil İnalcık, Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, Ankara, 1987; Halil Sahillioğlu, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, 1989; Ö. Lütfi Barkan, “Türkiye’de İmparatorluk Devirlerinin Büyük Nüfus ve Arazi Tahrirleri ve Hakana Mahsus İstatistik Defterleri (I)”, İÜİFM, II/1 (1940), s. 20-59; Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi, Ankara, 1985; Enver Çakar, “H. 931 (M. 1524-1525) Tarihli ve 125 Numaralı Halep İcmâl Defterinin Tanıtımı ve Tahlili”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 90 (1994), s. 115-130.

Page 214: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3

zamanda dirliğin toplam miktarını da göstermektedir. Şayet dirlik geliri farklı nitelikteki gelirlerden oluşuyorsa bunlar ayrı ayrı toplanmış ve açılan bir “cem‘an” hanesinde bunların da genel toplamı verilmiştir. “Cem‘an” veya “yekûn” olarak belirtilen gelirin tamamı bir şahsa verilmemiş ise, bu defa ne kadarının söz konusu kişiye verildiği, açılan bir “hisse” hanesinde ayrıca ifade edilmiştir (meselâ, “yekûn: 5.000, hisse-i Mehmed: 2.000)4. Bütün bu işlemlerden sonra, dirliğin tevcih tezkiresi, tarihi ve tezkireyi veren Haleb vilâyeti beylerbeyinin adı yer almaktadır. 313 numaralı timâr-ruznâmçe defterindeki Haleb vilâyeti ile ilgili bilgileri, idarî, iktisadî ve sosyal açılardan değerlendirmeye çalıştık. Buna göre, söz konusu defterden şu bilgiler açığa çıkmaktadır:

I. İDARİ DURUM İLE İLGİLİ TESPİTLER

Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nda temel idarî birim sancak’tır. Sancaklardan beylerbeylik, vilâyet veya eyâlet denilen daha büyük idarî birimler oluşmuştur. Beylerbeyi eyalette hükümdarın otoritesini temsil eden en yüksek yöneticidir. Eyaletin her sancağına doğrudan doğruya merkezden bir sancakbeyi atanırken, bunlardan Paşa sancağı diye adlandırılan biri doğrudan beylerbeyinin yönetimine bırakılmıştır. Aslında beylerbeyleri ve sancakbeyleri, en ufak sipahiye kadar uzanan timâr sistemi zincirindeki askerî sınıf mensuplarıdırlar. Fakat timâr sistemi imparatorluk yönetimine temel olduğundan bunlar aynı zamanda mülkî yöneticiler idi. Bu yöneticilerin tümü kul sisteminden yetişme, bağlılıkları daha önceki görevlerinde denenmiş, devlete ve hükümdara yararlılıklarından dolayı terfi ettirilerek bu göreve getirilmiş kimselerdi.5 İncelediğimiz deftere göre, 1558 yılında (hicri 966) Haleb vilâyetine bağlı bulunan sancaklar, Haleb (paşa sancağı), Adana, Tarsus, Selemiye, Hamâ, Birecik, Ma‘arra, Uzeyr, Hıms (veya Hums), Bâlis ve Kilis’tir.6 Bu zamanda Haleb beylerbeyi Haydar Paşa’dır. Haydar Paşa, kendisinden önceki beylerbeyi Ferhâd Paşa’nın vefatı üzerine, 25 Temmuz 1557 (9 Şevvâl 965) tarihinde bu göreve atanmıştır. Aynı dönemde Arab Cânibi Defterdarı Murad Çelebi’dir7. Arab Cânibi Defterdarılığı, Yavuz Sultan Selim’in Doğu Anadolu ve 4 Timâr-ruznâmçe defterlerinin tutulmasında takip edilen yöntem, timâr-icmâl defterlerinin tutulmasındaki yöntem ile büyük bir benzerlik göstermektedir. Timâr-icmâl defterlerinin tutulması hususunda ayrıntılı bilgi için bkz. Halil İnalcık, Aynı eser, Giriş, s. VIII-XXIII; Enver Çakar, Aynı makale, s. 115-116. 5 Yaşar Yücel, “Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona Dair Genel Gözlemler”, Belleten, XXXVIII/152, Ankara, 1974, s. 665. 6 563 numaralı Maliye Ahkâm Defteri’ne göre, 1568-1574 yılları arasında da Haleb vilâyeti aynı sancaklardan teşekkül etmektedir (bkz. İ. Metin Kunt, Sancaktan Eyalete, 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, İstanbul, 1987, s. 129. 7 Murad Çelebi ed-Defterî, Kilidü’l-bahr Hisarı’ndan (Çanakkale) bir askerin oğludur. Nakkaş Ali adındaki defterdarın yanında çalışarak hazine kâtipliğine girdikten sonra iki kez Haleb defterdarı

Page 215: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

4

Suriye’yi ele geçirmesinden sonra, buraların mali işlerine bakmak üzere, Rumeli ve Anadolu defterdarlıklarına ilaveten, bir üçüncü defterdarlık olarak teşkilatlandırlmıştır. Bunun şefi olan Arab Defterdarı, devlet merkezinde oturmayıp muamelâtının kolay yürümesi için Haleb’de oturuyordu.8 1. Haleb Sancağı Haleb sancağı, aynı adla anılan vilâyetin merkez sancağı yani paşasancağıdır. Burası doğrudan Haleb beylerbeyi tarafından yönetilmektedir. Haleb sancağının, incelediğimiz defterde ismi geçen nahiyeleri Altun-özü, Amik, Bâb, Cebel-i Akra‘, Cebel-i Benî Alim, Cebel-i Barîşa, Cebel-i Sem‘ân, Hârim, Kuseyr, Matah, Menbiç, Râvendân, Rûc, Sermîn ve Şuğr’dur.

1558 yılında, beylerbeyinden sonra, Haleb sancağında vazife yapan en mühim ikinci kişi Alaybeyi Behrem’dir. Alaybeyi, bir sancaktaki timârlı sipahilerin en yüksek âmiri olup, serbest dirlik tasarruf ederdi. Alaybeyi sancak sipahilerinin arzuları dikkate alınarak beylerbeyi veya sancakbeyinin arzı üzerine tayin edilmekte, kadı veya beylerbeyi arzı ile de vazifesine son verilebilmektedir. 9 Haleb sancağında bu zamanda vazife yapan adını tespit edebildiğimiz diğer görevliler ise, Abdurrahman, Bayındır, Mustafa, Mahmud ve Tanrıbuyurdu avuşlar10 ile, zuemâdan (zeâmet erbabı) Mehmed, Bali ve Mustafa’dır.

ın (görevi defterde belirtilmemiştir)

ağlı bulunan nahiyelerden ise Kara İsalu e Berendi’nin adları zikredilmektedir.

ncağın zikredilen nahiyeleri ise arsus, Kosun, Ulaş, Kuş-temür ve Kalkan’dır.

ç 2. Adana Sancağı 1558 yılında Haleb vilâyetine bağlı bir sancak olan Adana’nın sancakbeyi Piri’dir. Bundan başka Kubad Paşa’nkethüdâsı Mesih’in de adı geçmektedir. Bu zamanda Adana sancağına bv 3. Tarsus Sancağı Tarsus sancakbeyi Ferruh Bey’dir. SaT

olmuş ve sekiz yıl bu görevde kalmıştır. Buradan Anadolu defterdarı ve sonunda başdefterdar olan Murad Çelebi ölünceye kadar bu görevde kalmıştır (Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, c. I, (Haz. B. Sıtkı Baykal), Mersin, 1992, s. 313. 8 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara, 1984, s. 327. 9 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara, 1989, s. 46. 10 Çavuşlar, timâr erbabından olan bütün devlet büyüklerinin, sancakbeyi ve beylerbeyilerin hasları ile alaybeylerinin vb. dirliklerini teşkil eden yerler kanunca “serbest” kaydını taşıdıkları için, buraların her türlü idaresini ve asayişini yürütme yetkisinde olan görevlilerdir (Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, c. II, İstanbul, 1977, s. 116.

Page 216: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

5

4. Selemiye Sancağı Selemiye sancakbeyi Nimetullah, çeribaşısı da Mustafa Bey’dir. Çeribaşı, sipahi, müsellem, voynuk ve evlad-ı fatihan gibi askeri teşekküllerin zabitleri olup, sancak alaybeyinden sonra en yüksek rütbeli sipahi subayıdır ve serbest

mâr tasarruf ederdi.11

e Kılıç

ve

â sancağının defterde adı geçen nahiyeleri ise Hamâ, Şeyzer ve ârin’dir.

eribaşısı da üseyin’dir. Sancağın adı geçen nahiyeleri ise Birecik ve Sürûc’tur.

, çeribaşısı da li’dir. Defterde adı geçen nahiyeleri ise Ma‘arra ve Kefr Tâb’dır.

âlemi12 de Mustafa’dır. Sancağın nahiyeleri ise zeyr, Derbsâk ve Bakrâz’dır.

îrahur Ferhâd Cerkis, çeribaşı

Hums sancağının defterde adı geçen nahiyeleri ise Hums ve Mastak’tır.

ti 5. Hamâ Sancağı Bu dönemde Hamâ sancağının sancakbeyi Hüsrev Bey’dir. Hüsrev Bey bu göreve Niğde sancakbeyi iken, 20 Ocak 1558 tarihinde atanmıştır. Hüsrev Bey’den önceki sancakbeyleri ise sırasıyla Kurd Bey, Kaytaş Bey vBey’dir. Bunlardan Kılıç Bey’in 1554 yılında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Tespit edebildiğimiz diğer görevliler ise sancak alaybeyi Sinan çeribaşısı Sinan ile zuemâdan Seydi Veli, Mir Ali Hasan ve Sinan Kethüdâ’dır. HamB 6. Birecik Sancağı Sancakbeyi Sinan Bey, sancak alaybeyi Mehmed, çH 7. Ma‘arra Sancağı Sancakbeyi Sinan Bey olup, bu göreve, Kırşehir sancakbeyi iken, 27 Aralık 1558 günü tayin edilmiştir. Sancağın alaybeyi Kurd BeyA 8. Uzeyr Sancağı Defterde sancakbeyinin ismi geçmemektedir. Bunun dışında, sancak alaybeyi Mehmed Çavuş, mîr-iU 9. Hums Sancağı Sancakbeyi Hüseyin Bey’dir. Hüseyin Bey, kendisinden önceki sancakbeyi Yunus Bey’in vefatı üzerine bu göreve tayin edilmiştir. Sancağın diğer görevlileri ise Yunus Bey’in kethüdâsı Behrem b. Abdullah, mKadem, mîr-i âlem Hüseyin ile zuemâdan Ali’dir.

11 Mehmet Ali Ünal, Aynı eser, s. 47. 12 Padişah, beylerbeyi ve sancakbeyi gibi önemli devlet yöneticilerinin sancaklarından sorumlu olan görevlilerdir.

Page 217: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

6

10. Kilis (Ekrâd) Sancağı Sancakbeyi Canbulad Bey’dir.13 Canbulad Bey’in kethüdâsı ise Şaban adında biridir. Ayrıca defterde sancakta bulunan zuemâlardan Hüsrev Kethüdâ ile Haydar’ın isimleri de zikredilmektedir. Defterde adı geçen nahiyesi ise A‘zâz’dır.

görev yaptığı belirtilmeyen Ahmed ey’in de sancakbeyi olarak adı geçmektedir.

i hareketliliği bu

ğrayan s, zeâmet ve timârlar aşağıda ayrı ayrı başlıklar altında ifade edilmiştir.

ı yer almaktadır. Bu hasların gelir çeşitleri ile toplam miktarları aşağıdaki gibidir.

ylerbeyi Haydar Paşa’nın Hasları

11. Bâlis Sancağı Sancakbeylerinden Şefakat Bey’in adını tespit edebilmekteyiz ki, bu zat 1555 yılında vefat etmiştir. Ayrıca ne zaman B

II. İKTİSADİ DURUM İLE İLGİLİ TESPİTLER İncelediğimiz 313 numaralı timâr-ruznâmçe defterinde, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, özellikle has, zeâmet ve timârlar hakkında bilgi bulunmaktadır. Bunlar devlet görevlilerinin maaşları olup, yıllık olarak hesap edilmekte ve ihtiyaç halinde arttırılmaktadır. Timâr gelirleri her tahrirden sonra yeniden düzenlendiği için iki tahrir arasında meydana gelen değişikler de ruznâmçelere kaydedilmektedir. Bu bakımdan idarî ve iktisadî alanlardakdefterler vasıtasıyla takip edebilmek mümkün olabilmektedir. 1558 yılında Haleb vilayetinde yeni tevcih edilen veya değişikliğe uha

1. Haslar Söz konusu timâr ruznâmçe defterinde Haleb beylerbeyi Haydar Paşa ile

Hamâ sancakbeyi Hüsrev Bey’in ve Ma‘arra sancakbeyi Sinan Bey’in haslar

1.1. Haleb Be Mahsuller14 1-Mahsûl-i bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i arûsâne-i nefs-i Haleb,

3-Mahsûl-i rüsûm-ı berevât-ı mîr-i mîrân, fî sene: 5.000

fî sene: 130.000 2-Mahsûl-i serasesiye-i nefs-i Haleb, fî sene: 9.000

13 Canbulad ailesi vaktiyle Kilis taraflarına yerleşmiş büyük bir Türk (veya Ekrâd) ailesidir. Bunların Eyyubiler’den oldukları hakkında da bir rivayet vardır. Şimdi bu aile Lübnan’dadır ve mezhep itibariyle Dürzi’dir. Aileye adını veren Canbulad b. Kazım el-Kurdî çocukluğunda bir müddet Osmanlı sarayında bulunmuş ve sonra Kilis emaretine tayin edilmiştir. Canbulad Haleb civarını eşkiyadan temizlediği için büyük bir şöhret kazanmış ve II. Selim zamanında yapılan Kıbrıs seferine iştirak ettikten sonra, 1572’de Kilis’te vefat etmiştir (M. C. Şehabeddin Tekindağ, “Canbulat maddesi”, İA, III, s. 22; Peçevi Tarihi, s. 38. 14 Bütün rakamlar akçe olarak verilmiştir.

Page 218: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

7

4-Mahsûl-i nısf-ı bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve ârûsane-i nevâhî-i livâ-i Haleb gayr-i ez hâshâ-i hazret-i pâdişâh-ı âlem-penâh ve ze‘âmethâ-i zuemâ ve timârhâ-i serbest, fî sene: 44.000 5-Mahsûl-i bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i arûsâne-i nefs-i Antakya ma‘a serasesiye-i nefs-i mezbûr, fî sene: 12.000 Yekûn: 200.000 Nahiyelerden Sağlanan Gelirler 1-Cebel-i Sem‘ân 98.930, 2-Sermîn 36.856, 3-Amik 44.330, 4-Kuseyr 19.476, 5-Süveyde 7.500, 6-Bâb 60.000, 7-Hârim 19.500, 8-Rûc 40.000, 9-Menbiç 3.502, 10-Altun-özü 33.500, 11-Şeyzer 74.930, 12-Şuğr 18.514, 13-Cebel-i Akra‘ 8.970, 14-Derbsâk 5.346, 15-Ma‘arra 43.751, 16-Cebel-i Benî Alim 2.050, 17-Kefr Tâb 48.738, 18-Hamâ 28.800, 19-Bârîn 6.404, 20-Mastâk 9.730, 21-Tarsûs 54.782, 22-Kosun 39.300, 23-Ulaş 1.737, 24-Kuş-temür 3.500. Cem‘an (Genel Toplam): 907.34215 1.2. Hamâ Sancakbeyi Hüsrev Bey’in Hasları Mahsûller 1-Mahsûl-i bâd-ı hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i arûsâne-i nefs-i Hamâ ma‘a serasesiye-i nefs-i m., fî sene: 54.000 2-Mahsûl-i nısf-ı bâd-ı hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i arûsâne-i nâhiye-i Hamâ ve Bârîn ma‘a nâhiye-i Şeyzer ve Mastak gayr-i ez hâshâ-i hazret-i pâdişâh-ı âlem-penâh ve zeâmethâ-i zuemâ ve timârhâ-i serbest, fî sene: 80.000 3-Mahsûl-i çayır-ı handek-i Kal‘a-i Hamâ, fî sene: 500 Yekûn: 134.500 Nahiyelerden Sağlanan Gelirler 1-Hamâ 146.309, 2-Bârîn 62.480, 3-Şeyzer 11.000 Cem‘an: 219.789 4-Kırşehri 48.608, 5-Hacı Bektaş 17.053 Cem‘an: 66.000 Hisse-i müşârünileyh: 46.285 Cem‘an: 400.574 1.3. Ma‘arra Sancakbeyi Sinan Bey’in Hasları Mahsûller 1-Nefs-i Ma‘arra: 23.520 2-Mahsûl-i bâc-ı bâzâr-ı siyâh ma‘a ihtisâb ve bâc-ı ağnâm-ı kassâbân, fî sene: 6.000 3-Mahsûl-i bâc-ı kavâfil der nefs-i Ma‘arra, fî sene: 13.000

15 Bizim yaptığımız hesaba göre 907.270 akçe olmaktadır.

Page 219: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

8

4-Mahsûl-i nısf-ı bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i arûsâne-i nâhiye-i Ma‘arra ma‘a nâhiye-i Kefr Tâb gayr-i ez hâshâ-i pâdişâh-ı âlem-penâh ve zeâmethâ-i zuemâ ve timârhâ-i serbest, fî sene: 46.540 Yekûn: 89.060 Nahiyelerden Sağlanan Gelirler 1-Ma‘arra 84.890, 2-Kefr Tâb 26.050 Cem‘an: 200.000 3-Bektaşlu (der livâ-i Aksaray) 40.185, Hisse-i Mirlivâ: 12.760, 4-Kazâ-i Koçhisâr 41.380 Cem‘an der livâ-i Aksaray 54.160 Cem‘an: 254.160 2. Zeâmetler İncelediğimiz ruznâmçe defterinde Haleb vilâyeti sancaklarında bulunan bazı zeâmetler de yer almaktadır. Bu zeâmetlerin sancaklara göre dağılımı aşağıdaki gibidir. 2.1. Haleb Sancağı Toplam üç zeâmetin adı geçmekte olup, bunların ikisi Rûc nahiyesinde, diğeri de Sermîn nahiyesindedir. Rûc nahiyesindeki zeâmetler Arab Canibi Defterdarı Murad Bey’in oğulları olan Mehmed ve Mustafa’ya tevcih edilmiştir. Bunlardan ilkinin zeâmeti 29.050, diğerininki de 25.194 akçedir. Sermîn’de bulunan ve miktarı 20.500 akçe olan zeâmet ise Bali adında birisine aittir ki, defterde bunun görevi hakkında bilgi verilmemiştir. 2.2. Adana Sancağı Sadece bir tane zeâmetin adı geçmektedir. Kara İsalu nahiyesinde yer alan ve Kubad Paşa’nın kethüdâsı Mesih’e ait olan bu zeâmetin geliri 20.943 akçedir.

2.3. Kilis Sancağı A‘zâz nahiyesinde yer alan 2 zeâmet hakkında bilgi bulunmaktadır. Bunlar

Hüsrev Kethüdâ ile Haydar adında birisine ait olup, Hüsrev’in zeâmeti 15.543 akçe, Haydar’ın zeâmeti de 21.000 akçedir.

2.4. Birecik Sancağı Birecik nahiyesinde Sancakbeyi Sinan Bey’in oğlu Ahmed’e ait olan

20.500 akçe tutarındaki sadece bir zeâmetten bahsedilmektedir. Bu zeâmetin geliri kısa bir süre sonra 29.540 akçeye terakki ettirilmiştir.

Page 220: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

9

2.5. Hums Sancağı Sadece bir zeâmetin kaydı vardır. Hums nahiyesinde bulunan ve Arab

defterdarı Murad Çelebi’nin kardeşi Ali’ye ait olan bu zeâmetin miktarı 20.084 akçedir.

2.6. Hamâ Sancağı Bârin nahiyesinde Sinan Kethüdâ’ya ait olan bir zeâmet kaydı vardır.

Bunun da miktarı 20.000 akçedir. Görüldüğü gibi defterde yer alan zeâmetlerin toplam sayısı 10 olup,

bunların gelirleri 15.543-29.540 akçe arasında değişmektedir. Sadece bir zeâmetin geliri 20.000 akçeden azdır. Bu zeâmet aslında timâr olup, terakkilerle zeâmet haline getirilmiştir. Bunun dışında kalan zeâmetler, genel kaideye uygun olan yani geliri 20.000-100.000 akçe arasında olan zeâmetlerdir.

3. Timârlar İncelediğimiz ruznâmçe defterinde çok sayıda timâr kaydı da

bulunmaktadır. Bu timârlar, Haleb, Adana, Ma‘arra, Uzeyr, Hamâ, Birecik, Hums ve Kilis sancaklarında bulunmaktadır. Söz konusu defterde yer alan timârların miktarları ile sahiplerinin isimleri aşağıdaki Tablo-I’de gösterilmiştir.

Tablo-I’de de görüleceği üzere 313 numaralı defterde Haleb vilayeti dahilinde yer alan toplam 47 timârın kaydı bulunmaktadır. Bu timârların gelirleri 1.221-16.600 akçe arasında değişmektedir. Haleb vilâyetinde geliri 5.999 akçeye kadar olanlar tezkiresiz timâr, bundan fazla olan bütün timarlar ise tezkireli timâr olarak kabul edilmektedir. Tezkiresiz timârlar bizzat beylerbeyi tarafından, tezkireli olanlar ise merkezden tevcih edilmektedir. Defterde mevcut timarların 19’u tezkireli, 28’i de tezkiresizdir.

TABLO-I

TİMARLAR S. NO TİMAR SAHİBİNİN ADI GELİRİ16

SANCAĞI NAHİYESİ 1 Hüseyin b. Saruban Kasım 2.150 Haleb Menbiç 2 Mehmed b. Dolunay 6.000 Haleb Menbiç 3 Mehmed b. Sinan 6.250 Haleb Menbiç 4 Mehmed b. Abdullah 5.040 Haleb Menbiç 5 Hüseyin b. Cüneyd 1.700 Haleb Menbiç 6 Hacı b. Hızır 2.284 Haleb Râvendân 7 Mahmud 6.000 Haleb Kuseyr 8 Şaban17

8.000 Haleb Rûc 9 Ahmed 2.000 Haleb Hârim

16 Rakamlar akçe olarak verilmiştir. 17 Kilis Sancakbeyi Canbulad Bey’in kethüdâsıdır.

Page 221: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

10

10 Mehmed 10.000 Haleb Cebel-i Barîşa 11 Mehmed veled-i Ali 5.000 Haleb Cebel-i Barîşa 12 Murad18

1.221 Haleb Cebel-i Akra‘ 13 Mehmed19 3.240 Adana Kara İsalu 14 Şüca‘20 14.596 Adana Berendi 15 Mehmed veled-i İskender Subaşı 9.446 Ma‘arra Ma‘arra 16 Nusret 9.496 Ma‘arra Ma‘arra 17 Bayram b. Abdullah21

6.200 Ma‘arra Ma‘arra 18 Ahmed ve Ali veledân-ı Ahmed 3.250 Ma‘arra Ma‘arra 19 Behram22 6.700 Ma‘arra Ma‘arra 20 Hacı Hüsrev b. Abdullah 5.191 Ma‘arra Ma‘arra 21 Ömer 3.100 Ma‘arra Ma‘arra 22 Mustafa Çavuş 7.599 Uzeyr Uzeyr 23 Mehmed 11.000 Uzeyr Uzeyr 24 Yusuf 5.066 Uzeyr Uzeyr 25 Mustafa23 9.099 Uzeyr Derbsâk 26 Yusuf Ali b. Abdullah 4.400 Uzeyr Bakrâz 27 Mehmed ve Ahmed veledân-ı

Derviş 2.310 Hamâ Menâsif

28 Ahmed b. Mustafa 2.000 Hamâ Şeyzer 29 Abdülkerim b. Seydî 2.000 Hamâ Şeyzer 30 Mehmed 4.500 Hamâ Şeyzer 31 Ahmed b. Murtazâ 1.100 Hamâ Şeyzer 32 Kurd b. Mustafa 2.800 Hamâ Şeyzer 33 Keyvan b. Abdullah (Mîrahur) 5.999 Hamâ Bârin 34 Mehmed 6.000 Hamâ Bârin 35 İsmail b. Şeyh Ali 10.000 Hamâ Bârin 36 Dündar veled-i Nimetullah Bey24

6.000 Birecik Birecik 37 Ali ve Yusuf veledân-ı Davud 2.500 Birecik Birecik 38 Satılmış ve Tilemiş veledân-ı

Şeyhî 2.500 Birecik Birecik

39 Kubad25 2.863 Birecik Sürûc 40 Abdi b. Hasan 2.000 Hums Hums 41 Hüsrev b. Abdullah26 3.300 Hums Hums 42 Sultan Ahmed ve Humsî

veledân-ı Kara Mehmed 2.400 Hums Hums

43 Ali b. Abdullah 5.000 Hums Hums

18 Haleb Beylerbeyi Haydar Paşa’nın Kapu Kethüdâsıdır. 19 Bârin kalesi dizdârıdır. 20 Piri Paşa’nın kethüdâsıdır. 21 Yunus Bey’in kethüdâsıdır. 22 Yunus Bey’in kethüdâsıdır. 23 Uzeyr sancağı mîralemidir. 24 Selemiye sancakbeyinin oğludur. 25 Müteveffâ Bâlis Sancakbeyi Şefakat Bey’in kethüdâsıdır. 26 Müteveffâ Hamâ Sancakbeyi Kılıç Bey’in kethüdâsıdır.

Page 222: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

11

44 Ferhad Cerkis27 4.000 Hums Hums

45 Davud 10.300 Hums Hums 46 Behyûd 16.600 Kilis A‘zâz 47 Kaydaş 9.000 Kilis A‘zâz

III. CEMÂATLER (AŞİRETLER) 313 numaralı ruznâmçe defterinde, Haleb vilâyetinde bulunan ve vergi

gelirleri timâr olarak verilen bazı cemâatlerden de bahsedilmektedir. Bu cemâatlerin adları ve bulundukları yerler aşağıdaki Tablo-II’de ifade edilmiştir.

TABLO-II

CEMÂATLER S. NO CEMAATLER SANCAĞI NAHİYESİ

1 Sarı Hacı Adana Kara İsalu 2 Güdenlü Adana Kara İsalu 3 Kayacı Adana Kara İsalu 4 Satlu Adana Kara İsalu 5 Uçarı Adana Kara İsalu 6 Yakublu Adana Kara İsalu 7 Küçük Ekizce Adana Kara İsalu 8 Üç Haslu Adana Kara İsalu 9 Hecelü Adana Kara İsalu

10 Kartoy Adana Kara İsalu 11 Hamânin Hamâ Şeyzer 12 Tâhir Hâslu Hamâ Kefr Tâb 13 Küçük Damlu Hamâ Kefr Tâb 14 Kara Tell Köyü Hamâ Kefr Tâb 15 Hoşkadem Hamâ Kefr Tâb 16 Al-i İbrahim Haleb Amik 17 Bereketlü Uzeyr Uzeyr 18 Ordu-yu Cihanşah Bey Uzeyr Derbsâk 19 Hacı Kısalu Tarsus Tarsus 20 Budaklu Tarsus Tarsus 21 Ağaç Tarsus Tarsus 22 Musa Gölü Tarsus Tarsus 23 Saçaklu Tarsus Tarsus 24 Hacı Sinemlu Tarsus Tarsus 25 Tahtalu Tarsus Kosun 26 Bakmayalu Tarsus Kosun 27 Kara Mahmudlu Tarsus Kuş-temür 28 Eski Ulaşlu Tarsus Ulaş

27 Müteveffâ Hums Sancakbeyi Yunus Bey’in mirahurudur.

Page 223: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

12

SONUÇ

Timâr Ruznâmçe defterleri, sancak ve vilâyet (eyâlet) yönetimine tayin edilen beylerbeyi ve sancakbeyleri ile alaybeyi, çeribaşı, kethüdâ, çavuş, zâim ve sipahiler gibi görevlilerin isim ve gelirleri ile timâr sisteminin işleyişini tespit açısından son derecede önemli kaynaklardır.

Ruz-nâmçe defterlerinde bir sancak ya da vilâyetin idarî ve iktisadî vaziyetini bütün yönleri ile tespit edebilmek mümkün olmamakla birlikte, sancak ya da vilâyet yönetiminde zaman içerisinde meydana gelen değişmeler ve gelişmeleri bu defterler sayesinde tespit edilebilmekteyiz.

KAYNAKLAR AKDAĞ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, c. II, İstanbul, 1977. BARKAN, Ö. Lütfi, “Türkiye’de İmparatorluk Devirlerinin Büyük Nüfus ve Arazi Tahrirleri ve Hakana Mahsus İstatistik Defterleri (I)”, İÜİFM, II/1 (1940), s. 20-59. ÇAKAR, Enver, “H. 931 (M. 1524-1525) Tarihli ve 125 Numaralı Halep İcmâl Defterinin Tanıtımı ve Tahlili”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 90 (1994), s. 115-130. İNALCIK, Halil, Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, Ankara, 1987. KUNT, İ. Metin, Sancaktan Eyalete, 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, İstanbul, 1987. PEÇEVİ İBRAHİM EFENDİ, Peçevi Tarihi, c. I, (Haz. B. Sıtkı Baykal), Mersin, 1992. SAHİLLİOĞLU, Halil, “Ruznâmçe”, Tarih Boyunca Paleoğrafya ve Diplomatik Semineri 30 Nisan-2 Mayıs 1986, Bildiriler, İstanbul, 1988, s. 113-121. SAHİLLİOĞLU, Halil, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, 1989. TEKİNDAĞ, M. C. Şehabeddin, “Canbulat maddesi”, İA, III. UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara, 1984. ÜNAL, Mehmet Ali, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara, 1989. YEDİYILDIZ, Bahaeddin, Ordu Kazası Sosyal Tarihi, Ankara, 1985. YÜCEL, Yaşar, “Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona Dair Genel Gözlemler”, Belleten, XXXVIII/152, Ankara, 1974, s. 665.

Page 224: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ÖZET

NUTUK’TAKİ İFADELERİYLE ATATÜRK VE MİLLİ BİRLİK (VAHDET-İ MİLLİYE)

Atatürk’ün Nutuk’unda milli mücadelenin safhalarının yanı sıra Atatürk’ün şahsiyeti, tarihi aksiyonu, devlet adamı, komutan ve inkılap lideri vasıflarını da görmekteyiz. Atatürk’ün fikir cephesindeki en önemli kavramlardan birisi de milli birliktir.

Anahtar Kelimeler: Nutuk, Milli Birlik

SUMMARY

ATATÜRK AND NATİONAL UNITY İN HİS SPEECH We can see Atatürk’s personality, historical action, his qualifications such as

statesman, commander and as a reform leader besides the stages of National Struggle in his Speech.

One of the most important concepts of Atatürk’s ideas is national unity Keywords: Speech, National Unity

Page 225: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

NUTUK’TAKİ İFADELERİYLE

ATATÜRK VE MİLLİ BİRLİK

(VAHDET-İ MİLLİYE)

Mehmet ÇEVİK*

Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı zaman gördüğü ve sonradan

tasvir ettiği durum tam bir karışıklık ve dağılmışlık manzarasıdır. Onun bütün aksiyonuna

hakim olan ana fikir ve "durum şuuru” işte bu manzarasıdır kaynaklanır: Önce tek bir

hedef kurtuluş, ümit azim ve kararı etrafında birleştirmek, top yekün birlik ve beraberliği

sağlamak, bütün siyâsi ve askerî faaliyetleri bu zemine dayandırmak Bu yapılmadıkça

“Vahdet-i Milliye" temin edilmedikçe ne askeri, ne de siyâsi zaferlerin kazanılması

mümkün değildir. Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 dan 23 Ekim 1923’e kadar sahip olduğu

aksiyon felsefesinin hareket noktası ve ilk prensibi "Vahdet-i Milliye"dir. Cumhuriyetin

temelinde de bu vardır. Bunun içindir ki Atatürk yer yer düşünülen kurtuluş çarelerinin

ve bu maksatla kurulan dağınık, mahalli teşkilâtların, hatta çete savaşlarının kafi

olmadığın ve maksadı gerçekleştiremeyeceğine, inanır.

Nutuk’un sonunda da söylediği gibi “Millet fakr u zaruret içinde harap ve bîtâb"

(Nutuk, c II, s.898) düşmüştür Yorgun, bezgin, hatta ümitsizdir.

Düşman devletler sürekli tecavüz halindedir. Padişah ve hükümet âcizdir. Üstelik

açık ve gizli birtakım faaliyetlerle milli şuur felce uğratılmak, böylece yabancı

müdahalesine ve manda nev’inden himayelere zemin hazırlanmak istenmektedir.

Fakat ilk ümit belirtilerinden itibaren, Türk Milleti kurtuluşun hangi noktada.

olduğunu hissetmiştir. Bu nokta bütün millet:in etrafında temerküz edeceği "Vahdet-i

Milliyedir”Her şey buna bağlıdır. İçinde yaşanılan 'kaotik" ve "trajik" durumlardan

kurtuluş, milli mücâdelenin zafere ulaşması, onun tabiî sonucu ve kaçınılmaz tarihi akışın

neticesi olan milli devletin kuruluşu, hepsi daha başta milletçe bir ve beraber olmayı şart

* Yrd. Doç. Dr., Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ELAZIĞ

Page 226: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

koşar. Fakat bu bütün memlekette yaygın, hakim bir aktif temayül, bir ana fikir haline

gelmeden önce Türk Milletinin ruhunda ve vicdanında belirmiştir. Daha İzmir’in işgaliyle

başlayan millî nümayişler, kurulan mahallî .teşekküller, hatta çete savaşları. işte bu ruhun

tecellisidir.

Nitekim Atatürk bunu şöyle belirtmiştir :

"Yer yer efrad-ı milletimiz, yekdiğerini aramağa, bulmağa başladı. Bunun

neticesi olarak teşkilât meydana geldi. Devletimizin istiklâlini mahvetmeğe çalışan

ecânîb, milletimizden böyle bir ruhun tecelli edeceğine intizâr etmiyorlardı. Böyle bir

milletin hakk-ı bekası olamaz, kararını ittihazda bir millet mevcudiyeti, nazâr-ı dikkate

alınmadı. Milletimizin' hadisât' ve dârâbat neticesi olarak yer yer taazzuv etmesine

ehemmiyet vermemişlerdi. Bu ehemmiyet verilmeyen parçaların müdafaa etmek

istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin. kabul ettiği nokta-i esasi: Kuvâ-yı

Milliye’nin amil, irâde-i millîyenin hâkim olmasıdır. Ve bu teşkilatın ruhu budur (Karal,

1981, s 12-13)

Burada geçen "taazzuv" kelimesinin derin bir mânâsı vardır.

Atatürk sıralarda uyanan ruh halini, kollektif psikolojinin en doğru tezahürü

olarak söz konusu kelime ile ifade etmiştir. Bu millete yeni bir sosyal organizma fikrinin

yeniden şekillenmesi ve bütünleşmesi demektir. Zira "Kuvâ-yı Milliye’nin âmil irâde-i.

millîye’nin hâkim olması ancak bu sayede mümkün olabilmiştir.

Atatürk Eylül 1919’daki bir konuşmasında bu vâkayı: “Şarktan ve Garpten

yükselen sadâ-yı millet, Anadolu’nun en ücra köşesinde mâkes buldu. Binaanaleyh millî

cemiyetler düşmanın esaret boyunduruğuna girmemek maksadıyla milli vicdânın azîm ve

irâdesinden doğmuş yegâne teşkilat oldu.” şeklinde ifade eder. (Karal 1981 s12-13)

Yine Atatürk, 22 Eylül 1919 günü Amerikalı General Harbord ile Sivas’ta yaptığı

bir görüşmede, O’na millî mücâdelenin maksadını şöyle anlatmıştır:

"Generale, harekât-ı milliye’nin maksat ve gayesi ve teşkilat ve Vahdet-i

Milliye’nin sebeb-i zuhuru, anâsır-ı gayri müslimeye karşı olan hissiyat ve ecnebilerin

memleketimizdeki menfı propagandası ve icraatı hakkında mufassalan ve müdellelen

beyanatta bulundum. "(Nutuk, c.I, s.172).

Page 227: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

General Harbord, Sivas Konresi kararına uyularak A.B.D. Senatosu tarafından

teşkil edilip Türkiye’ye gönderilen bir kurulun başkanı sıfatıyla Türkiye’ye gelmişti. Bu

kurul, Türkiye`de Ermeni ve manda meselesi hakkında bir rapor hazırlayıp senatoya

sunmakla. vazifelendirilmişti. Bu kurulda Ermeni asıllı subaylar da mevcuttu.

Atatürk bu görüşmede milli mücâdelenin sebep ve gayesini anlatmış ve bunun

başta A.B. D. senatosu olmak üzere dünya kamuoyuna duyurulmasını sağlamıştır.

Nitekim Emeni meselesiyle ilgili görüşmeler kongrede Türkiye lehinde neticelenmiştir.

Fakat, Atatürk’ün bahsettiği teşkilat ve "Vahdet-i Milliye’nin ortaya çıkışı başka sebepler

yanında ecnebilerin memleketimizdeki menfi Propaganda ve faaliyetlerine bir tepkinin de

ifâdesidir. Teşkilât-ı millîyenin gayr-ı müslîm unsura bakışsı da yine onların bu menfi

gayretlerinin bir neticesidir. Bununla beraber, millî , kuvvetler karşısında ihanet içinde

olanlar sadece gayrimüslimler veya Avrupa’nın menfî faaliyetlerini yürütenler değildir.

Bunların yanında memleket içersindeki bazı muhteris işbirlikçiler veya ard niyetli

kimseler ya bu hislerinin icabı, ya. da İstanbul Hükümetinin ve Avrupa devletlerinin

kışkırtması sonucu çeşitli ayaklanmalara sebep olmuşlardır. Bu, memleket dahilindeki

"Vahdet-i Milliye" yi en fazla zedeleyen âmildir. Ancak bazen teşkilâtlı kuvvetler, bazen

de eşkıya hareketleri şeklinde kendini gösteren bu şahıs ve olaylara karşı sert tedbirler

alınmaktan geri kalınmamıştır. Atatürk kongre öncesi Sivas’a çektiği bir telgrafta şu

talimatı verir :

"Telgrafhâne tamamen kontrol. altına alınacaktır. Bir zabit komutasında bir

manga asker ikâmet edecektir. Vâki olduğu gibi telgrafhaneyi işgal ve memurini tazyik

ederek vahdet-i meşrü’a-i milliye aleyhinde tahdiş-i ezhânı mücip ve âsâyişi muhil

teşebbüsâtta bulunacak hainler kat’iyen men edilecektir. " (Nutuk, c.I, s.254).

Buda gösterir ki "Vahdet-i Milliye" nin karşısında dört mühim engel vardır:

1- İstanbul Hükümetinin faaliyetleri.

2- Avrupalıların faaliyetleri

3- Azınlıkların faaliyetleri.

4- İç ayaklanmalar. (iç ayaklanmalar üzerinde diğer üç unsurunda tesirleri vardır.)

Page 228: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

görüldüğü üzere, bu dört engelin ki hemen hepsi teşkilâtlı kuvvetlerdir-

Atatürk’ün dilindeki ifadesi, en geniş mânâ ve şümulüyle "İhanet" tir. Atatürk Milli

mücâdele esnasında. “Vahdet-i Milliye" yi bu ihanete, bu bölücü unsur ve faaliyetlere

karşı kuvvetlendirmeye çalışmıştır. meselâ Cemal Paşâ’ya (İstanbul Hükümet-i Harbiye

nazırı) yazdığı şifre telgraflarda Milli mücâdele aleyhinde faaliyet gösterenlerin ancak

Vahdet-i Milliye sayesinde bertaraf edildiğini ve edileceğini belirtmektedir:

(31/I0/19I9 ) "Adapazarı: havalisinde, hükümet ve teşkilat-ı milli-ye aleyhinde

cereyân eden vak’a malûm-ı sâmîleridir. Bu vak’a vahdet-i milliye’nin azmi ve

hükümet-i seniyenin tedâbîr-i musibe ve kat’iyesı sayesinde bertaraf edilmiş ise de henüz

oralarda tohum-ı fesat mevcut bulunmaktadır. Milletin vahdet-i karşısında, tamamen

mahvü nabût olacağına şüphe yoktur. “ (Nutuk, c.I s.264 .)

Görüldüğü gibi Atatürk tam bir güvenle her türlü yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin

milletin birlik ve beraberliği sayesinde yok edileceğine inanır. Fakat bir noktada bu da

yeterli değildir. Zira damat Ferit, A1i Kemal ve Sait molla tarafından tertiplenen bir

melanet olarak vasıflandırdığı hareketin padişaha iletilmesini ister. Atatürk’ün bu yola

başvurmasının, bu maksatla İstanbul Hükümetinin bazı üyeleriyle yazışmasının ve

hadiselerden padişahı haberdar etmeleri istemesinin iki mühim sebebi vardır: Birincisi,

görünüşte İstanbul erkanı ile Vahdet çarelerini aramak ve mümkün olduğu kadar iyi

münâsebetleri devam ettirmektir. İkinci sebep ise, İstanbul hükümetinin sevk ve idare

ettiği bazı menfi hareketlerden Padişahın haberdar olmağına inanması, padişahın

meselelerden haberdar olduğu takdirde İstanbul’daki bazı zevat tarafından yürütülen

provokasyonları önleyebileceği ümididir. Fakat gizli başka sebep dahâ vardır: Padişahı

hadiselerden her ne suretle olursa olsun haberdar etmek buna rağmen bizzat padişah

gerekli tedbirleri almazsa meydana gelecek ikilik ve çatışmadan tamamen l İstanbul’u

mes’ul tutmak... Bunun neticesi olarak, İstanbul karşında Anadolu’nun vahdet ve

tesânüdü daha da artacaktır. Zira Anadolu anlayacaktır ki. sadakatle bağlı olduğu padişah

bile kendisine karşıdır veya hiçbir şekilde ümit bağlanacak bir kudrete sahip değildir.

Hemen belirtelim ki milli mücâdele sadece dış düşmanlara karşı bir savaş değildi. Bizzat

Page 229: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Anadolu’nun yahut Onu temsil eden Ankara’nın İstanbul’a karşı da bir mücâdelesiydi.

işte yukarıdaki gizli sebep bir neticeye yaklaştıkça Anadolu daha müstakil hale gelecek

ve milli hareketin meşruiyeti kendiliğinden gerçekleşecekti. nitekim Atatürk yukarıda

bahsedilen telgrafın devamında:

“Milletin ve teşkilâtın bu gibi erâcife elbette atf-ı ehemmiyet eylemiyeceği

bedîdâdır. Erbab-ı mefsadetin yalanlarla Vahdet-i Milliye’yi " lekedar etmek istediklerini

ileri sürerek mahallinde hükümet-i seniye tarafından resmen tekzibi suretiyle her türlü

suitefehhümün izalesi ve bu eşhâs-ı muzırra hakkında tedkikat-ı lâzime bîl-ifâ tâkibât-ı

kanuniyeye tevessül kılınması hayati bir mesele addolunmaktadır, efendim: derken bunu

hissettirir (Nutuk, c.I, ş 2.264.)

Yine bir başka telgrafında:

(3/11/1919) "Heyet-i Temsiliyemizin teşki1ât ve Vahdet-i Milliyeyi ihlâl edecek

en ufak bir hale karşı müsâmahakâr davranmayacağını elbette mazur görürsünüz."

(Nutuk c.1 s.279-280. ) demek suretiyle Anadolu’daki Vahdet-i Milliyenin temsilcisi olan

Heyet-i Temsiliye’nin kararlılığını ifade etmektedir. Atatürk bu arada İstanbul ile

münasebetlerin kesilmesi ve karşı tedbirlerin alınması hususunda meşru bir zemin

arayışına girmiştir. Nitekim daha sonraki hadiseler, İstanbul hükümetinin otoritesini

millet nazarında yıkmak, böylece Anadolu kuvvetlerini müstakil bir hale getirmek

maksadını ortaya çıkarmıştır: işte bu bağımsız düşünme ve hareket etme, neticede yine

bağımsız bir idarenin kuruluşunu kuvvetlendiren önemli bir âmil olmuştur.

Nutukta Atatürk ün bu fikir ve davranışı kabu1 ettirme ve meşrulaştırma

gayretleri ve bu maksatla İstanbul hükümetinin çeşitli .temsilcileriyle yapmış olduğu

yazışmalar önemli bir yer tutar. bu yazışmamalar daha ziyade Cemal Paşa ve Tevfik Paşa

ile yapılmıştır. Bunların mühim kısmı “Vahdet-i Milliye" hususundadır Bazı örnekler

şunlardır:

(Cemal Paşâ ya l1/l2/19l9) “Memleketin mukadderatını temin edecek yegâne

kuvvet vahdet-i. milliye olduğu. ve bunu idâme eyliyecek de teşkilât-ı milliye bulunduğu

malumdur. Bu vahdet ve teşkilatın vatanı inkisamdan kurtaracak devlet ve milletin

Page 230: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

istiklâlini teminden ibaret olan gaye-i mukaddesesini bozmaya çalışanlar da İstanbul’daki

erbâb-ı mefsadettir (Nutuk c. S 286)

(Cemal Paşâ ya:11/12/19l9 ) "Anadolu’da fikr-i intizam ve emmiyet-i kalbiyenın

muhtel olduğu doğru değildir, belki sâkıt Damat şerif Paşa Kabinesi zamanında husule

getirilmiş olan bu ihtilâl-i efkâr ve emniyetsizlik ahîren Vahdet-i Milliye sayesinde zâil

olmuştur." "Hükümet-i sakıtanın millete düşman, düşmanlara dost olarak takib etmiş

olduğu siyaset-i hâinânenin mirası olan aydın Cephesinde para dercinde, belki bazı

uygunsuzluklar olmuş olabilir. şu kadar k:i Sivas Umûmi Kongresi ile taazzuv eden

Vahdet-i Milliye ve Harbiye nezaretinin himâmet ve muavenet-i vatanperveranesi

sayesinde bu gibi hallerin de önü alınmış demektir" (Nutuk c.1 s. 306. )

Görüldüğü gibi Atatürk’ün üzerinde durduğu en mühim nokta, Vahdet-i

Milliyenin memleketin mukadderatını temin edeceği ve Sivas ûmumi kongresinin bir

neticesi olduğudur. Bu itibarla Sivas kongresi Vahdet-i Milliyenin temini bakımından en

mühim rolü oynamıştır. Çünkü bu kongre millî irâdeyi temsil niteliğine sahiptir. Bu şu.

demektir ki milli irâdenin varlık şartı ancak milli birliğin var olmasıdır. Bu bakımdan

"Heyet-i Temsiliye" hem millî birliğin, hem de milli iradenin temsil edildiği kuruluştur.

Bu telgrafta dikkate şâyân bir görüş daha vardır. "ihtilali. efkâr" ve "emniyetsizliğin"

"Vahdet-i Milliye" sayesinde ortada kalktığı hususu mühimdir. Atatürk çok doğru olarak

millî birliğin aynı zaman fikir ve inanç birliği demek olduğuna, fertler arasında tam bir

güven duygu yarattığına kanidir. Bu ise sosyal tesanüdün kendiliğinden var olması ve

böyle bir dayanışmanın her türlü anarşi ve parçalanmayı önleyen, en sağlam bir zemin

vücuda getirmesi demektir. Osmanlı Türkçe’sinde “ihtilâl" kelimesinin bir mânâsı da

altüst olma, karışıklık, hercümerç, yani "anarşi"dir.

Aslında Atatürk hiçbir İstanbul hükümetiyle hiçbir zaman mutabakat

sağlanamayacağı kanaatindedir. Çünkü bu hükümetler "millete düşman, düşmanlara dost

olarak" haince bir siyaset takip etmekte ve "Vahdet-i Milliye”yi bozmak için her tedbire

başvurmak tadırlar. Bu marifet sadece Damat Şerif Paşa'nın işi değildir ve millet buna

hiçbir şekilde müsaade etmeyecektir.

"Dahiliye Nazırı Damat Şerif Paşa, tereddütsüz ve aramsız Vahdet-i Milliye'yi

bozacak, milleti her gün tevâli ve tevessü etmekte bulunan tecavüzler karşısında sâkit ve

Page 231: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

âtıl tutacak tedbir almaktan geri durmuyordu." (c.I, s.290.) "Devletin umûr-u dahîliye ve

siyasîyesinin katiyen iştirak kabul etmediği bir hakikat oImakla beraber emsâli nâ-

mesbuk vaziyet-i hâzırda da vatan ve milletin mukadderatını temin edecek olan teşkilât-ı

milliye'yi bilerek bilmiyerek zâafa düçar eyliyecek ve Vahdet-i Milliye'yi , ihlâl edecek

hiçbir muameleye milleti muvafakat edemeyeceği de pek meşrû ve tabiidir." (Nutuk c.I,

s.290-291.)

Görüldüğü gibi Atatürk milleti temsil etme yetkisinin ancak Vahdet-i Milliye’yi

sağlamış olan “Teşkilatı milliye”ye ait olduğu görüşündedir. Tek meşrû ve müstakil

kuvvet odur. Anadolu ile İstanbul arasındaki büyük uçurum asıl bu meselede

derinleşmektedir. 0 kadar ki, İstanbul hükümeti bir taraftan halk arasında birlik ve

beraberliği dağıtmaya çalışırken, öte yandan milli orduyu da zedelemeye uğraşmakta,

komutan nakilleri vasıtasıyla teşkilat-ı milliyeyi zaafa uğratmak istemektedir. Meselâ,

İstanbul hükümetinin İstanbul'da bulunan erkânı kolorduları başına geçirmek

düşüncesiyle Ankara'da Yirminci Kolordu Komutanlığına Ali Fuat Paşa’nın yerine

Ahmet Fevzi Paşa’yı getirmek teşebbüsü “Vahdet-i Milliye”yi parçalama maksadını

gütmekten başka bir şey değildir:

“Ali Fuat Paşa’nın kumandadan infikâkini biz esâsen hiçbir, vakit dâimi kabul

etmedik. Ahmet Fevzi Paşâ’nın asaleten kumandanlığa tayini mevzubahis olamaz. Sulhun

takarrurundan evvel, tasavvur ve tensib edilen prensibin mevki-i tatbike konması

mehâzir-i azimeyi dâirdir. Harbde bilfiil iktisab-ı makamı mevki etmiş zevâtı mâdûn

vaziyete, sokmak olamaz. Bu nabemevsim teşebbüsât, teşkilât-ı milliye için çalışmakta

olan zevâtın iş başından ayrılmalarını ve bu suretle Vahdet-i Milliye’nin müteessir

olmasını müstelzimdir." ( Nutuk c.I, s.347-348)

Yukarıda sözler Mustafa Kemal’in Harbiye Nazırına çektiği 29 Kasım 1919

tarihli bir telgrafta geçer. Teşkilat-ı Milliye’ye, hizmet edecek şahısların Anadolu da

muhafaza edilmesi aynı zamanda İstanbul'un Anadolu’ya hakim olmasını da önleyecektir.

Bu noktada Ankara ile Anadolu arasında bir nüfuz otorite ve hâkimiyet mücâdelesinin var

olduğu açıkça görülmektedir. Fakat Mustafa Kemal sadece “Teşkilat-ı milliye”nin

varlık ve birliğini korumakla bu hakimiyetin sağlanacağı kanaatinde değildir. Bir

vesileyle söylediği gibi bu mücadelede ve her şeyde İstanbul Anadolu’ya hâkim değil,

Page 232: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

tâbi olmak mecburiyetindedir. O halde Anadolu’nun İstanbul’a hâkimiyeti Meclis-i

Mebusan'a kadar uzanmalı, orada her bakımdan anlaşmış, kaynaşmış, kuvvetli., tam

dayanışma halinde "Vahdet-i Milliye" yi temsil edecek bir grup kurulmalıdır.

"Bir heyet-i içtimâiyenin beka ve saadetinin, ancak emelde ve istihsal-i âmâlde

iştirâk-i tam halinde bulunmasına mütevakkıf olduğunu izah ettik. Vatanın halâsı,

istiklâlin temini" hedefine müteveccih, Vahdet-i Milliyemizin esâslı, muntazam teşkilâtın

vücûduna ve bu teşkilâtı hüsn-i sevk u idâreye muktedir dimağların, enerjilerin bir dimağ

ve bir enerji halinde müttehid ve mümtezic bir hale gelmesine vâbeste olduğunu söyledik

ve bu münasebetle İstanbul’da açılacak Meclis-i mebüsânda kuvvetli mütesanit bir grup

teşkili zaruretini meydana koyduk. (Nutuk c.1 s.359)

İstânbul'da kurulacak meclise bu yoldan hakim olmak suretiyle milli

hakimiyetin ve milli birliğin daha sağlam ve meşru bir zemine oturtulacağına inanan

Mustafa Kemal Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi

adına bir tamim yayınlayarak şöyle der:

(17/2/1920) “İrâde-i. milliyenin tecelligâhı kanunisi olan, Meclis-i Mebusan’ı

açarak hâkimiyet-i milliye yi teyide muvaffak olan cemiyetimizin, en mühim ve en esâslı

vezâifinden biri de âmâl-i milliye ye "mutabık: esasat dahilinde, bir sulhun akdine kadar

Vahdet-i Milliye yi muhafaza etmektir. Cemiyetimizin her müşkülü iktiham ile vatanı ve

mevcudiyet-i milliye·yi kurtarmak hususundaki- mesâi-yi rehâkârânesine maksud-ı

millinin istihsal ve istirdadına kadar daha büyük bir azim ve imân ile devam-ı lazım eden

bulunmakla, hayat ve beka esasından ibaret olan teşkilât-ı millîyenin vatanın her

köşesinde âmm ve şamil bir surette tââzzuvuna kelevveI devam edilmesini bilcümle hey

ât-ı merkeziye ve idareden bir kere daha rica ve tekid eyleriz.” (Nutuk c.I, s. 379)

Teşkilat-ı millîyenin hayat ve beka esasından ibaret olması, onun hem, ruhu hem

de gayesi olan Vahdet-i Milliye" nin ebedi olması demektir. Milli mücâdele esnasında

"teşkilat-ı milliye", "Kavâ-yı Milliye” başta olmak üzere derece derece mahalli. kurtuluş

cemiyetleri teşkilatlarından Heyet-i Temsiliye ye ve ondan Türkiye Büyük Millet

Meclisine kadar bütün millî kuruluşların gayesi Türk Milleti’nin hayat ve bekasıdır.

Nihayet Türkiye Büyük Millet Meclisi hepsinin yerine geçip Cumhuriyete vücut verince

Page 233: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

bu hayat ve beka Cumhuriyetin davası olmuştur. O halde Türkiye Cumhuriyeti’nin de

temelinde ebedî millî birlik, beraberlik ve bütünlük vardır.

Bunun içindir ki Vahdet-i Milliye geçici bir zaruret değildir ve mutlaka

korunması lâzımdır. Atatürk Anadolu ve Rumeli’deki komutanlara gönderdiği bir başka

telgrafta:

(19/2 /1920) "Vahdet-i Mil1îye'nin ihlali fikriyle yapılacak her teşebbüs ve

taarruzu makulat dahilinde akîm bırakmak taht-ı vücuptadır. Amal-î milliye’ye mutabık

bir sulh istihsal edilmedikçe Kuvâ-yı Milliye’nin terk-i faaliyet etmesi imkanının mevcud

olamayacağı hakkında alâka-daranın tekrar nazar-ı dikkati celb edilmekle, beraber vahdet

u tesanüd-i millinin. takviye ve idamesi hususunda her zamandan ziyade mutebassır ve

muteyakkız bulunulmasını hasseten rica ve temenni eyleriz. (Nutuk c. 1 s.384 )

Bu tamim ve telgraflarda dikkati çeken bir husus vardır: Türk milletinin İstiklâl

ve hâkimiyet haklarının kabul edildiği bir barış yapılıncaya kadar milli vahdet ve Kuvâ-yı

Milliye muhafaza edilecektir. Bunun manası, böyle bir barış için bu iki unsurun en

caydırıcı kuvvetler olmasıdır. Bu kuvvetler hem itilâf devletlerine, hem de İstanbul

hükümetlerine karşı kullanılacaktır ve nitekim öyle olmuştur.

Atatürk çok iyi biliyordu ki bir milletin istiklâl mücadelesinde

uzlaşmacı ve teslimiyetçi bir politika güderek, düşmanlardan insaf ve merhamet dilenerek

memleket kurtarılamaz. Böyle bir mücadele prensibi yoktur. O ,bunun için kime ve neye

karşı olursa olsun silahlı mücâdele prensibini benimsemiştir. İkinci olarak dışa kuvvetli

olmanın ve kendini kabul ettirmenin ilk şartı içte milli birliğe ve sağlam kuvvetlere

dayanmaktır. Kendi içinde parçalanmış bir milletin barış masasına oturma ya hakkı

yoktur. Atatürk’ün "....âmal-i milliyeye mutabık esasat dahilinde bir sulhun akdine

kadar” “Vahdet-i Milliye" ve Kuva-yı Milliye’nin şart olduğunu belirtmesi bundandır.

İçte de aynı durum söz konusudur. Milli birliğini ve kuvvetlerini temin etmiş olan

Ankara’nın Saray’a ve İstanbul hükümetlerine karşı en büyük silahı bu iki kuvvettir.

Onlara karşı girişilen her teşebbüs yine onlarca bertaraf edilmiştir:

(16/3/1920) ."Kuvâ-yı Milliye ile tevhid-i harekât eden hükümetlerin icraatına

müdahale etmek suretiyle Vahdet-i Milliye’yi sarsmak ve hainane muhalefetleri teşvik ve

Page 234: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

tezyid-i cürete sevk eylemek tariki takib olundu. Vahdet-i Milliyenin teşkil ettiği metanet

ve tesanüt. karşısında bu savletler de eridi." (Nutuk, c.1, s.419) .

Ne yazık ki bütün, bu hareketler milletin vahdeti yerine şahsi teşebbüs ve

ihtiraslarının bir tezahürü şeklinde de telaki edilmiş tir. Fakat Atatürk hareketin

kaynağını şöyle izah eder :

“Hatırlarsınız ki, hâsıl olmaya başlayan Vahdet-i Milliye’yi milletin galeyan ve

intibahı neticesinde affetmekten ziyade şahsi teşebbüs semeresi telakki, ediyorlardı.”

(Nutuk, c.II, s. 439.)

Demek ki Atatürk’e göre Vahdet-i Milliye milletin ve intihabı neticesinde ortaya

çıkan ve maddi bir kuvvete dönüşen manevi bir birlik hadisesidir, Yani ortada bir

şahsiyet kavgası yoktur. Bunun yerine her haliyle milleti hakim kılmak gayretleri vardır.

Bu birlik ve kuvvettin temsili olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni her fırsatta hakim

kılma çareleri aranmaktadır. Mesela Londra Konferansı’nın mevzu-ı bahs olduğu

günlerde, Atatürk ve Tevfik Paşa’ya “icra vekilleri heyet-i riyaseti” adına 30.1.1921

tarihinde bir telgraf çeker: “Sevres Muahede-i meşumesini imzalamış bir heyetin varis-i

hususisi olan heyetimiz murahhaslarının mülkü millete nâfi şerâit istihsal edilebilmesi

gayr-ı mümkündür. Binaenaleyh vatanın menaf-i âliyesi icabı işbu müzakerat-ı sulhiyede

sizin aradan çıkarak Büyük Millet Meclisi murahaslarını Vahdet-i Milliyeyi tamamen irâe

eder bir şekilde serbest bırakmaklığınızı lazımdır “(Nutuk c. 11 , s. 568.)

Atatürk başarı ve kurtuluşun ancak “sine-i millet”te mümkün olacağı

inancındadır. Bunun dışında İstanbul hükümeti mensuplarına asla güvenmemektedir.

Mesela Tevfik Paşa’nın bir telgrafından bahsederken “Tevfik Paşa evvela benim şahsıma

bir telgraf verdi. 17 Ekim 1922 tarihinde olan bu telgrafnamede, Tevfik Paşa ibraz olunan

muzafferiyetinin bundan böyle İstanbul ve Ankara arasında ihtilaf ve ikiliği kaldırmış ve

Vahdet-i Milliye’nizi temin etmiş olduğunu yazıyordu. Yani Tevfik Paşa demek istiyordu

ki memlekette düşman kalmadı, binaenaleyh padişah yerinde, hükümet onun yanında

millete düşen bu makamların vereceği emirlere itaat etmektir. Bu takdirde vahdete mani

elbette bir şey kalmamış olur. (Nutuk c. II, s. 687.)

Atatürk Tevfik Paşa’ya gönderdiği cevabî telgrafında kendisi ve arkadaşlarının

devlet idaresinden çekilmelerinin önemli bir mesuliyeti yerine getirmek olacağı

Page 235: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

tavsiyesinde bulunur. Çünkü Atatürk’e göre bu şahıslar milletten, “sada-yı millet” ten ayrı

hareket etmekle gayri meşru bir hükümet namına taşımak gafletinde bulunmaktadırlar.

Yine ona göre bu şahıslar “kirli bir tahtın çürümüş ve çükmüş ayaklarına sarılan

menfaatperestler” dir. Çünkü milletten ve onun hissiyatından “bihaber” bir idare faaliyet

göstermişlerdir. Halbuki Atatürk’ün hedefi vatanın kurtuluşunu ve istiklalini temin

etmeye yönelik bir teşkilat ve idare kurmaktır. İşte Vahdet-i Milliye yani (milli birlik) bu

teşkilat ve idarenin ruhu kaynağıdır.

KAYNAKLAR ATATÜRK, Kemal; Nutuk, C.I, (1919-1920), C. II, (1920-1927), C. III,

(Vesikalar, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1973

KARAL, Enver Ziya; Atatürk’ten Düşünceler, Milli Eğitim Basımevi, Atatürk

Kitapları Dizisi:1, İstanbul, 1981

Page 236: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

OCAKLIK SANCAKLARIN OSMANLI HUKUKUNDA VE İDARÎ TATBİKATTAKİ YERİ

Doç. Dr. Orhan KILIÇ∗

ÖZET

Osmanlı Devleti idarî bakımdan mutlak bir merkeziyetçilik yerine hâkimiyeti altındaki yerlerin özelliklerine göre farklı idare tarzları tatbik etmiştir. Ocaklık sancaklar da bu geleneğin bir tezahürü olarak ortaya çıkan idarî birimlerdir.

Bu makalede, ocaklık sancakların Osmanlı hukukunda ve idarî tatbikattaki yeri incelenmiştir. Sonuçta, Osmanlı Devleti’nin diğer alanlarda olduğu gibi merkezi otoritesini zaafa uğratacak hiçbir uygulamaya izin vermediği tespit edilmiştir.

Makalenin ana kaynakları, klasik kaynaklar ve arşiv belgeleridir.

Anahtar Kelimeler: Ocaklık, Yurtluk-Ocaklık, Hükümet, Sancak

THE PLACE OF THE OCAKLIK SANCAKS IN THE OTTOMAN LAW AND

ADMINISTRATIVE APPLICATION

ABSTRACT

As regards administration, the Ottaman State applied different administrative

methods instead of an absolute centralization, depending on the characterictics of the

place under rule. Accordingly, the ocaklık sancaks were the resultant administrative

units of such a tradition.

In this article, the place of the ocaklık sancaks in the Ottoman Law and

Administrative application has been studied. At the conclusion part, it has been stated

that as in the other cases, the Ottoman State did not let any applications which could

possibly shake the central authority.

The main sources of the article are the classic sources and archives documents.

∗ Fırat Üniversitesi Fen -Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ELAZIĞ

Page 237: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

2

Keywords: Ocaklık, Yurtluk-Ocaklık, Hükümet, Sancak

GİRİŞ

Osmanlı Devleti hâkimiyeti altına aldığı yerlerde, idarî sistemde mutlak bir merkeziyetçilik yerine, bölgelerin özelliklerine göre esnek ve değişik idare tarzları tatbik etmeyi uygun görmüştür. Devletin karakteristik idarî taksimatı; beylerbeyilik (eyalet, vilayet), sancak(livâ), nahiye, köy (karye) ve mezra'a birimlerinden oluşmuştur. Bu idarî birimlerin zaman içinde değişiklik gösterdiği de malûmdur1.

Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan bölgelerin özelliklerine göre farklı idarî sistemler uygulamasının bir neticesi olarak, eyalet veya beylerbeyiliklere bağlı, ocaklık diye anılan ve yurtluk-ocaklık ve hükümet diye iki çeşidi bulunan bir nevi irsî sancakbeylikleri de idari sistem içerisinde bulunuyordu.

Bazı araştırmacılar çeşitli vesilelerle ocaklık sancakların idarî ve hukukî statülerini izah etmişlerdir. Ancak bu çalışmalar doğrudan doğruya ocaklık sancaklar üzerine yönelik olmadığı için, konunun henüz bütün yönleriyle netlik kazanmadığı söylenebilir2.

Bu incelememizde, Osmanlı idarî sistemi içindeki ocaklık sancakların kanunnâmelerde ifade edilen hukûkî statüleri ve idarî uygulamaların bu statüyle ne derece bağdaşıp bağdaşmadığı üzerinde durulmuş ve çeşitli örneklerin ışığı altında bazı tespitlerde bulunulmaya çalışılmıştır.

1 İdarî birimlerin tarihî seyri hakkında geniş bilgi için bkz. Tuncer Baykara; Anadolu'nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara, 1988, s. 21,42 ; Orhan Kılıç, 18 Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti'nin İdarî Taksimatı-Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Elazığ, 1997

2 Bu konu hakkında dolaylı olarak bilgi bulunan çalışmalardan bazıları şunlardır: Bayram Kodaman; "Osmanlı Devrinde Doğu Anadolu'nun İdârî Durumu", Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 1, Samsun, 1986, s. 3-20 ; Mehmet Ali Ünal; "XVI. Yüzyılda Palu Hükümeti", Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 7, Samsun, (Aralık 1992), s. 241-265 ; Mehmet Ali Ünal; "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbekir Eyaletine Tabi Sancakların İdari Statüleri", Ziya Gökalp Dergisi, S. 44, Aralık, 1986 ; Nejat Göyünç; "Yurtluk-Ocaklık Deyimleri Hakkında", Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu'na Armağan, İstanbul, 1991, s. 13-27 ; Nejat Göyünç; "XVI. Yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Yönetim ve Nüfus", Türk Kültürü, S. 370, (Şubat 1994), s. 77-86 ; Yaşar Yücel; "Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona (Adem-i Merkeziyet) Dair Gözlemler", Belleten, XXVIII/152, (1974), s. 657-708 ; Nejat Göyünç; "XVI. Yüzyılda Güney-doğu Anadolu'nun Ekonomik Durumu, Kanuni Süleyman ve II. Selim Devirleri", Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Metinler/Tartışmalar, Ankara, 1975, s. 71-98 ; Şerafettin Turan, "XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İdarî Taksimatı", Atatürk Üniversitesi l961 Yıllığı, Ankara, 1963, s. 210-227.

Page 238: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3

1. OCAKLIK SANCAKLARIN OSMANLI HUKUKUNDAKİ YERİ

Ocaklık sancaklar yapı itibariyle iki guruba ayrılmaktadırlar. Bunlardan birincisi hükümet sancaklar, diğeri ise liva (sancak) olan adlandırılan yurtluk-ocaklık sancaklardır. Osmanlı kaynaklarında hükümet sancaklar zikredilirken, liva veya sancak tabiri kullanılmamıştır. Yurtluk-ocaklık sancaklar zikredilirken ise, liva veya sancak tabiri kullanılmış, ancak ocaklık tarikiyle tasarruf edildikleri vurgulanmıştır3. Burada dikkat çeken husus, ocaklık teriminin tevcihin şeklini göstermesidir. Uygulamada, hem hükümet, hem de yurtluk-ocaklık sancaklar aslında birer ocaklıklardır.

Kanunî devrinde hazırlanan Kanunnâme-i Hümâyûn' da Diyarbekir Eyaleti'ne bağlı hükümet sancaklar şöyle tarif edilmektedir4:

... bunlardan mâ‘ada dokuz hükümet vardır ki, hîn-i fetihde hıdmet ü itâ‘atleri mukâbelesinde ashâbına tevfîz ü temlîk olunmuşdur. Mülkiyet tarîki üzere tefrîk ederler. Hatta memleketleri mefrûzü'l-kalem ve maktû‘ü'l-kademdir. Ebvâb-ı mahsulâtı dâhil-i defter-i sultanî olmamışdır. İçlerinde ümerâ‘-i Osmâniyye'den ve kul tâifesinden hiç bir ferd yokdur. Cümle kendülere mahsusdur.

Ve bunların ‘ahidnâmeleri mûcibince azl ü nasb kabul eylemezler. Amma cümlesi mutî‘-i fermân-ı Hazret-i Sultandır. Sâir ümerâ‘-i Osmâniyye gibi kangı eyâlete tâbi'ler ise, beğlerbeğileriyle ma‘an sefer eşerler. Kavm ü kabîle ve başka asker sâhibleridir .

Aynı kanunnâmede yurtluk-ocaklık sancaklar ise şöyle tarif edilmektedir5:

Ve bir bahşi dahi ocaklık dur ki, hîn-i fetihde ba‘zı ümerâya hizmet ve itâ‘atleri mukâbelesinde ber-vech-i te‘bîd arpalık ve sancak hâssı tarikıyla tevcîh olunmuşdur.

Erbâb-ı divân ve kanun ıstılâhında bu makûlelere yurdluk ve ocaklık derler. Sancak i‘tibâr olunur ve sâir ümerâ gibi tabl u ‘alem sahibleridür. Selâtîn-i selefden ellerinde olan temessükâtları mûcibince cidden bunlar azl ü nasb kabul eylemezler. Ammâ elviye-i sâire gibi kurâ ve mezâri‘inin mahsulâtı tahrîr olunmuşdur.. içlerinde ze‘amet ve tîmâr vardır. Sefer-i hümâyûn vâki‘ oldukça, zu‘amâ ve erbâb-ı tîmarı alay-beğleri ile kendüleri ma‘an sâir sancak-beğleri gibi kangı eyâlete tâbi‘iler ise, beğlerbeğileriyle ma‘an konub ve göçüb, sefer hizmetin edâ edegelmişlerdir.

3 Meselâ 1630-1631 (H. 1040) tarihli İdarî Taksimat Defteri'nde Van Eyaleti'ne bağlı sancaklar

verilirken hükümet ve yurtluk-ocaklık sancaklar; ...Hükümet-i Bitlis (ocaklık), Hükümet-i Hakkârî (ocaklık), Livâ-i Müküs (ocaklık), Livâ-i Şıtak (ocaklık)... şeklinde kaydedilmişlerdir. Bkz. BA., Kâmil Kepeci (Divân-ı Hümâyûn Ruus B) Nr.: 266, s. 97-102.

4 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, 4. Kitap Kanunî Devri Kanunnâmeleri, I. Kısım Merkezî ve Umumî Kanunnâmeler, İstanbul, 1992, s. 463.

5 Aynı eser, s. 476-477.

Page 239: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

4

Ve bunlardan birisi fevt olsa yâhud edâ-i hizmet eylese, yurdı ve ocağı olmağla, sancağı ve ocağı, evlâdına ve akrabasına verilir; hâricden kimesneye verilü-gelmemişdir. Meğer ki, evlâd ü akrabası münkariz ola, ol zaman da sancak tasarruf eylemiş bir umûr-dîde kimesneye verilür. Amma yurdluk ve ocaklık i‘tibârı olmaz, belki sâir elviye gibi tasarruf olunur .

Kanunnâme-i Hümayûn' da , hükümet ve yurtluk-ocaklık sancaklar için yapılan bu tarifler, daha sonra tertip edilen birçok risâle ve kanunnâmede de çeşitli vesilelerle hemen hemen aynı şekilde yer almıştır6. Bu konu hakkında ileri sürülen görüşlerde de çoğu kere bu kanunnâme hükümleri esas alınmıştır7.

Kanunnâme ve risâlelerde hükümet ve yurtluk-ocaklık sancaklar için yapılan tariflerde görülen belli başlı özellikler şunlardır:

1. Hükümet ve yurtluk-ocaklık sancaklar fetih sırasında hizmeti görülen mahalli beylere veya ümerâya tevcih edilmiştir.

2. Hükümet sancaklar mülkiyet, yurtluk-ocaklık sancaklar ise arpalık ve sancak hâssı yoluyla tevcih olunmuştur.

3. Hükümet sancaklarda tahrir yapılmamaktadır. İçlerinde tımâr ve ze‘amet yoktur. Sancak gelirinin tamamı hâkimlere aittir.

4. Hükümet sancaklarda ümerâdan ve kul taifesinden hiçbir fert bulunmamaktadır. Kendi özel askerleri mevcuttur.

5. Yurtluk-ocaklık sancaklarda tahrir yapılmaktadır. İçlerinde tımâr ve ze‘amet vardır.

6. Azl ve nasb kabul eylemezler. Beyler öldüklerinde veya hizmette kusurları görüldüğünde, sancaklar evlâd ve akrabalarına verilir, aile dışından kimseye tevcih yapılmaz.

7. Sefer zamanında bağlı bulundukları beylerbeyinin emri altında sefer hizmetini eda ederler.

6 Hükümet ve yurtluk-ocaklık sancakların idarî statüleri hakkında Kanunnâme-i Hümayûn'da

yapılan tarifin tekrar edildiği bazı kanunnâme ve risâleler şunlardır: Aynî Ali Efendi , Kavânin Al-i Osman Der-Hulâsa-i Mezâmin-i Defter-i Dîvân, İstanbul, 1280, s. 29 ; Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi, (Hazırlayan Midhat Sertoğlu), İstanbul, 1992, s. 32 ; İlhan Şahin; "Timâr Sistemi Hakkında Bir Risâle", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 32, İstanbul, 1979, s. 923 ; Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü'l-beyân fî Kavânîn-i Al-i Osmân, (Hazırlayan: Sevim İlgürel), Ankara, 1998, s. 132.

7 Nejat Göyünç ve Mehmet Ali Ünal, çalışmalarında bu sancaklardaki uygulamaların, risâlelerdeki ve kanunnâmelerdeki hükümlere zaman zaman uymadığını tespit etmişlerdir. Bkz. Nejat Göyünç; "XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu'nun Ekonomik Durumu", s. 83-84 ; Nejat Göyünç; "Yurtluk-Ocaklık Deyimleri Hakkında", s. 13-27 ; Nejat Göyünç; "XVI. Yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Yönetim ve Nüfus", s. 2-3 ; Mehmet Ali Ünal; “XVI. Yüzyılda Palu Hükümeti", s. 7-18 ; Mehmet Ali Ünal; "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbekir Eyaletine Tabi Sancakların İdari Statüleri", s. 31-40.

Page 240: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

5

2. OSMANLI DEVLETİ'NDEKİ OCAKLIK SANCAKLAR

Hükümet ve yurtluk-ocaklık sancaklar, Osmanlı Devleti'nin siyasî yönden hareketli olan hudut bölgelerinde bulunmaktaydı. Bunun en önemli sebebi, bu bölgelerdeki yerli beylerin nüfûzundan faydalanmak ve merkezî otoriteyi bir ölçüde bu beyler vasıtasıyla korumak ve tesis etmekti.

Bu sancaklar Bosna, Anadolu, Diyarbekir, Van, Kars, Çıldır, Trabzon, Şam, Rakka, Bağdad, Tunus ve Şehr-i Zor eyaletlerinde görülmektedir. Ancak bu eyaletlerdeki ocaklık sancak sayıları çeşitli dönemlerde farklılıklar arz etmektedir.

Osmanlı Devleti'ndeki hükümet ve yurtluk-ocaklık sancakların bulundukları eyaletler ve bu eyaletlerdeki ocaklık sancakların tamamı ile ilgili elimizde bulunan düzenli kaynaklar, Kanunî Sultan Süleyman devrinde tertip edilen Kanunnâme-i Hümayûn, 1631-1632 tarihli sancak tevcih defteri, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi ve yukarıda zikrettiğimiz risâleler ve 18. yüzyılın ilk yarısı ile ilgili sancak tevcih defterleridir.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi ve risâlelerde yer alan bilgiler, büyük ölçüde Kanunnâme-i Hümayûn 'dan istinsah edilmişlerdir. Evliya Çelebi, seyahatnâmesinde yer alan bilgilerin Kanunnâme-i Sultan Süleyman'dan alındığını belirtmesine rağmen, dönemine kadar yapılan bazı değişikleri yeri geldikçe açıklamaya çalışmıştır. Bu sebeple, içerisinde ocaklık sancak bulunan eyaletler ve bu sancakların isimleri hakkında düzenli bilgi bulunan Evliya Çelebi Seyahatnamesi'ndeki Kanunnâme-i Sultan Süleyman 8, 1631-1632 tarihli Sancak Tevcih Defteri9 ve 17. yüzyılın sonları ve 18 yüzyılın ilk yarısı ile ilgili sancak tevcih defterlerinden10 derlediğimiz üç ayrı liste aşağıda bir tablo halinde verilmiştir. Bu kaynaklardaki bilgilerin sadece tanzim edildikleri yıllar için geçerli olduğunu ifade etmek gerekir. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi ocaklık sancakların sayıları ve bağlı bulundukları eyaletler zaman içinde sık sık değişiklikler göstermiştir. Ancak aşağıdaki liste farklı üç ayrı dönem ile

8 Zikreden: Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri 4, s. 529-553. 9 Bu defter Başbakanlık Arşivi, Cevdet Tasnifi Dahiliye 6095 numaradadır. Defterin tamamı

Şerafettin Turan tarafından yayınlanmıştır. Bkz. Şerafettin Turan, "XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İdarî Taksimatı", Atatürk Üniversitesi l961 Yıllığı, Ankara, 1963, s. 210-227.

10 Bu defterler şunlardır: BA, A.RSK 1551, 1560, 1564, 1568, 1572,1573 ; BA, A.NŞT 1355. Bu sütundaki bilgiler 1673-1740 tarihleri arasının tamamı için geçerli değildir. Bu dönem içerisinde de değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler ile ilgili geniş bilgi için bkz. O. Kılıç, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti'nin İdarî Taksimatı, s. 45-86.

Page 241: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

6

ilgili olduğu için ocaklık sancakların Osmanlı Devleti'ndeki durumu hakkında bir fikir verebilecek durumdadır. Tablo 1: Ocaklık Sancaklar ve Bağlı Bulundukları Eyaletler KANUNİ DÖNEMİ 1631-1632 1673-1740 EYALETİ SANCAĞIN

ADI STATÜSÜ EYALETİ SANCAĞIN

ADI STATÜSÜ EYALETİ SANCAĞIN

ADI STATÜSÜ

Sağman Yurt–Ock. Hazzo Hükümet Bosna Zaçesne (Cernik) Yurt–Ock. Kulb Yurt–Ock. Cizre Hükümet Çermik Yurt–Ock. Mihrani Yurt–Ock. Eğil Hükümet Pertek Yurt–Ock. Tercil Yurt–Ock. Tercil Hükümet Kulb Yurt–Ock. Atak Yurt–Ock. Palu Hükümet Ağca Kale Yurt–Ock. Pertek Yurt–Ock. Genç Hükümet Dasini Yurt–Ock. DİYARBEKİR Çapakçur Yurt–Ock. Çermik Yurt–Ock. DİYARBEKİR Mihrani Yurt–Ock. Çermik Yurt–Ock. Sağman Yurt–Ock. Hazzo Hükümet Cezire (Cizre) Hükümet Pertek Yurt–Ock. Cezire Hükümet Eğil Hükümet DİYARBEKİR Mazgird Yurt–Ock. Eğil Hükümet Genç Hükümet Kulb Yurt–Ock. Tercil Hükümet Palu Hükümet Atak Yurt–Ock. Palu Hükümet Hazzo Hükümet Mihrânî Yurt–Ock. Genç Hükümet Pertegerek Yurt–Ock. Çapakçur Yurt–Ock. Pasin Yurt–Ock. ÇILDIR Livâne Yurt–Ock. Si‘ird Yurt–Ock. Hınıs Yurt–Ock. (AHISHA) Nısf-ı Livân Yurt–Ock. Görgil Yurt–Ock. Malazgird Yurt–Ock. Şavşad Yurt–Ock. Ahakis Yurt–Ock. Micingerd Yurt–Ock. BAĞDAD İmadiyye Hükümet Meyyafarikin Yurt–Ock. Kuzcan Yurt–Ock. Bitlis Hükümet Hemkerdekân Yurt–Ock. ERZURUM Kiğı Yurt–Ock. VAN Hakkârî Hükümet Bitlis Hükümet Bayezid Kalesi Yurt–Ock. Mahmûdî Hükümet Hizân Hükümet Eleşkird Yurt–Ock. Pünyanişi Hükümet Hakkârî Hükümet Köy Yurt–Ock. Mahmûdî Hükümet Şelve Yurt–Ock. Zediki Yurt–Ock. Diyadin Yurt–Ock. Şırvî Yurt–Ock. Pertekrek Yurt–Ock. VAN Müküs Yurt–Ock. Oltı Yurt–Ock. Keşâb Yurt–Ock. Ardanuc Yurt–Ock. Şıtak Yurt–Ock. Şavşad Yurt–Ock. Albak Yurt–Ock. Livane Yurt–Ock. Kotur Yurt–Ock. Mahcil Yurt–Ock. Espayrit Yurt–Ock. Acere-i Ülyâ Yurt–Ock. Bargiri Yurt–Ock. ÇILDIR

(OCAKLIK) Acere-i Süflâ Yurt–Ock.

BOSNA Zaçesne Yurt–Ock. Emir Hoy Yurt–Ock. ANADOLU Bolu Yurt–Ock. Astere Yurt–Ock. KARS Oltu Yurt–Ock. Posthov Yurt–Ock. Şavşad Yurt–Ock. Hartus Yurt–Ock. Livâne Yurt–Ock. Altun Kale Yurt–Ock. ÇILDIR Mâhcil Yurt–Ock. Astıha Yurt–Ock. (AHISHA) Acre-i Ülyâ Yurt–Ock. Acara Yurt–Ock. Acre-i Süflâ Yurt–Ock. Mamervan Yurt–Ock. Emir Hoy Yurt–Ock. Ahalkelek Yurt–Ock. Ecre Yurt–Ock. Zaruşâd Yurt–Ock. ŞAM Gazze Yurt–Ock. KARS Geçvan Yurt–Ock. Lacûn Yurt–Ock. Ardahan-ı Küçük Yurt–Ock. Deyr-i Rahbe Yurt–Ock. TRABZON Batum RAKKA Hâbûr Yurt–Ock. Bitlis Hükümet Cemâse Yurt–Ock. Hizan Hükümet Beni Rabî‘a Yurt–Ock. Hakkârî Hükümet

BAĞDAD İmadiyye Hükümet Hoşab

(Mahmûdî) Hükümet

Ane Yurt–Ock. Kârkâr Yurt–Ock. Zeriki Yurt–Ock. Şırvî Yurt–Ock. VAN Şıtak Yurt–Ock. Albak Yurt–Ock. Espayrid Yurt–Ock. Bargiri Yurt–Ock. Diyadin Yurt–Ock. Somay Yurt–Ock. Belican Yurt–Ock.

Page 242: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

7

Abagay Yurt–Ock. İmadiyye Hükümet Cessân Bedre Yurt–Ock. Herîr (Şehrân) Hükümet BAĞDAD Baclan Mir

Aşireti Yurt–Ock.

Derne ve Dertenk Yurt–Ock. Mendelcin Yurt–Ock. Mendemi Aşireti Yurt–Ock. Hûdî Yurt–Ock. Zengene Yurt–Ock. ŞEHR-İ ZOR Köy Yurt–Ock. Ça‘an Gediği Yurt–Ock. Dulkıran Yurt–Ock. TUNUS Vatan Yurt–Ock.

Bosna, Anadolu, Diyarbekir, Van, Kars, Çıldır, Şam, Rakka, ve Bağdad'ta varlığını gördüğümüz bu sancakların, Van ve Diyarbekir eyaletlerinde biraz daha fazla sayıda olması, uzun süre devam eden Osmanlı-İran savaşları sebebiyledir. Osmanlı Devleti, bu bölgenin devamlı surette bir savaş durumu yaşamasını göz önünde bulundurarak, buradaki yerli beylerin devlete daha da sadakatle hizmet etmeleri için, ocaklık sancakları ihdas etmiştir.

Ocaklık sancaklar sadece Doğu Anadolu'daki ekrâd ümerâsına verilmemiştir. Bosna Eyaleti'ndeki Zaçesne sancağı ocaklık olarak tevcih edildiği gibi, Gürcü prenslerinden Davûd ve Aleksandr Han'a da Osmanlı Devleti'ne itaatlerinden dolayı ülkeleri ocaklık olarak verilmiştir11.

Ocaklık sancakların bazen birden fazla kişinin tasarrufunda olduğu görülmektedir. Meselâ Çıldır Eyaleti'ne bağlı Livâne Sancağı ocaklık yoluyla 1/3 hissesi Ferhad Paşa'ya, 2/3 hissesi de Sefer Paşa'nın oğluna olmak üzere iki kişiye tevcih edilmiştir12.

Bazı askerî zümrelerin maaşlarına karşılık olarak, bu zümrelere ocaklık yoluyla sancak tayin edildiğine de rastlanmaktadır. Meselâ, Kars Eyaletine bağlı Oltı Sancağı ocaklık tarikiyle Oltı kullarının mevâciblerine bağlanmıştır13.

Ocaklık suretiyle yönetim şekli, genelde sancaklarda görülmektedir. Ancak, Çıldır Eyaleti 18. yüzyılın ilk yarısında ocaklık olarak yönetilmiştir14.

3. İDARÎ TATBİKATTA KARŞILAŞILAN BAZI FARKLI ÖZELLİKLER

11 BA., Mühimme 59, s. 66, hüküm nr.: 285 ; Mühimme 69, s. 391, hüküm nr.: 577. Davud Han'a

hizmet ve itaati üzerine kendi ülkesine ilâveten, Zülkadriye Sancağı da ocaklık olarak tevcih edilmiştir. 12 Ş. Turan, "XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İdarî Taksimatı", s. 223. 13 Aynı makale, s. 222. 14 O. Kılıç, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti'nin İdarî Taksimatı, s. 40, 65-66.

Page 243: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

8

Osmanlı Devleti'ndeki ocaklık sancakların hukukî statüleri ile ilgili kanunnâme hükümleri veya risâlelerdeki bilgiler incelendiğinde, bunların iç işlerinde tamamen serbest bir idarî statüye sahip oldukları zannı uyanmaktadır. Devlete sadakatle hizmet söz konusu olduğunda, Osmanlı Devleti'nin kadimden olagelene riayet ettiği ve bu sancakların idaresini mahalli beylere ve bunların ailelerine bıraktıklarını söyleyebiliriz. Osmanlı Devleti için önemli olan, devletin bekası ve istikrârlı bir huzur ortamının yaratılmasıdır. Bu iki unsurun zaafa uğraması düşünülemezdi. Bu sebeple, ocaklık sancakların tevcihi ve işleyişi konusunda kanunnâme hükümlerine mutlak surette bağlı kalınmadığı ve devletin menfaati ve prestiji neyi gerektiriyorsa, o şekilde davranıldığını görmekteyiz.

3.1. Tevcihleri

Kanunnâmelerde, ocaklık sancakların fetih sırasında bazı ümerâya hizmet ve itaatleri mukabelesinde verildiği belirtilmektedir. Ancak bu hükme uygun olmayarak, seferler başlamadan önce bazı mahalli beylere, fetih sırasındaki hizmet ve itaatlerinin ne boyutta gerçekleşeceği bilinmeden, sadece Osmanlı saflarında yer almaları kaydıyla ocaklık tarikiyle sancak tevcih edildiğine sıkça rastlanmaktadır.

Meselâ, Şahkulu Oğulları ve eski Bitlis hanı Şeref Bey'in oğlu Şemseddin Bey'e, daha Osmanlı-İran harpleri başlamadan önce, Osmanlı tarafına geçmeleri şartıyla ocaklık tarikiyle sancak tevcih edileceği taahhüt edilmiş, bunun üzerine Şemseddin Bey ve Şahkulu Oğulları kendilerine sancak tevcihi yapıldıktan sonra Osmanlı saflarında yer almışlardır15. Şahkulu Oğulları Gazi ve Koçi'ye birer sancak, kardeşlerine ise ağır dirlikler verilmesi, sadece Osmanlı saflarına katılmaları yüzünden olmamış, bunların isyankâr tutumları ve Hakkâri hâkimi Zeynel Bey ile olan husumetleri dolayısıyla, başlayacak olan İran harpleri sırasında bir iç huzursuzluk unsuru olmamaları da amaçlanmıştır16. Yine, daha Osmanlı-İran harpleri başlamadan önce, bölgedeki bütün mahalli beylere istimâlet-nâmeler gönderilmiş ve Osmanlı'ya itaat ederek başlayacak olan harplerde sadakatla hizmet etmeleri karşılığında, kendilerine ocaklık tarikiyle sancak tevcih edileceği bildirilmiştir17.

15 Van beylerbeyine gönderilen 18 Kasım 1577 (7 Ramazan 985) tarihli mektûb-ı şerîf sureti: BA.,

Mühimme 32, s. 363, hüküm nr.: 659. 16 Şahkulu Oğullarına yazılan 5 Ekim 1578 (3 Şaban 986) tarihli mektûb-ı şerîfde, Hakkâri hâkimi

Zeynel Bey ile olan soğukluklarının vuruşmayla neticelenmemesi için Van Kalesi'nde ikâmete memur edilmelerinin, sadece ikisinin arasını düzeltmek için olduğu ve İran'a iltica eden kardeşleri Gazi'yi de davet edip her birine sancak verileceği ve ecdâdları bu hükümete hizmet edegelmiş sünnî mezhebinden kimseler olmakla kendilerinin de o suretle hizmet etmeleri istenmiştir. Bkz. BA., Mühimme 32, s. 360, hüküm nr.: 656.

17 Van beylerbeyine gönderilen 18 Kasım 1577 (7 Ramazan 985) tarihli mektûb-ı şerîf sûreti: BA., Mühimme 32, s. 363, hüküm nr.: 659.

Page 244: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

9

Bu durum Safeviler'in özellikle Güneydoğu Anadolu'daki yerli beyleri Osmanlı aleyhine tahrik etmesi ve bir kısmını kendi saflarına çekerek aynı statüde sancak tevcih etmeleriyle de ilgilidir. Safeviler'in bu faaliyeti, Osmanlı Devleti'ni karşı tedbir almaya sevk etmiş ve özellikle Van beylerbeyisi vasıtasıyla yerli beylerin Osmanlı Devleti'ne itaatlerinin sağlanmasına çalışılmıştır18.

Bu kabil tedbirlerin sonucu olarak; 1568-74 yıllarında Diyarbekir Eyaleti'nde 27 olan sancak sayısı 1578-1581 yılları arasında 46'ya19, 1567 tarihinde Van Eyaleti'nde 17 olan sancak sayısı da 1575-1585 yılları arasında 32'ye yükselmiştir20.

Ocaklık tarikiyle sancak tevcihi konusunda bir diğer farklı uygulama şekli ise, fetih ve seferle alâkalı olmayıp, sadece mahalli beylerin bulundukları bölgelerde bir iç huzursuzluk vesilesi olmamaları ve isyan ve fesâda yönelmemelerini sağlamaya yöneliktir.

İmadiyye hâkimi Kubad Bey, kendisine muhalefet edip fesada tevessül eden kardeşi Behram'a bir sancak tevcih edilmesi için merkeze bir arz yazmış ve bu arzına cevaben Divân-ı Hümâyûn'dan gönderilen 7 Ocak 1576 (17 Şevval 984) tarihli bir hüküm ile, o tarafta bir sancak münhal olunca tevcih edilmek için bildirmesi istenmiştir21. Bunun üzerine Behram Bey'e Korz sancağı tevcih edilmiş ancak bu sancağa gitmemesi üzerine Hakkâri beyi Zeynel Bey'den Behram Bey'e nasihat etmesi bildirilmiştir22. Behram Bey'in isyankâr tutumunu sürdürüp Süs Kalesi'ni muhasara etmesi üzerine, İmadiye hâkimi Kubad Bey'e 17 Ekim 1576 (25 Receb 984) tarihinde gönderilen bir hükümle kardeşi Behram'ı ne vasıta ile olursa olsun tutup mahfûzan İstanbul'a göndermesi emredilmiştir23.

Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Osmanlı Devleti merkezî otoritesini tam olarak sağlayamadığı bölgelerde, huzurlu ve istikrarlı bir ortam sağlamak için, isyana tevessül edebilecek bazı yerli beylere de ocaklık tarikiyle sancak tevcih etme yoluna gitmiş, ancak bu tevcihlerde devletin idarî mekânizmasını zaafa uğratacak ve mîrîye halel getirecek olağanüstü tavizler de vermemiştir.

18 M. Ali Ünal; "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbekir Eyaletine Tabi Sancakların İdari

Statüleri", s. 37-38. 19 Aynı makale, s. 37. 20 Orhan Kılıç; XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van, 1997, s. 121-122. 21 BA., Mühimme 29, s. 55, hüküm nr.: 130. 22 Zeynel Bey'e gönderilen 19 Ağustos 1576 (24 Cemaziyel-evvel 984) tarihli hüküm, BA.,

Mühimme 28, s. 23, hüküm nr.: 56. 23 BA., Mühimme 28, s. 154, hüküm nr.: 360.

Page 245: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

10

3.2. Azl ve Nasb Kabul Etmemeleri

Hukukî statüde, ocaklık sancakları tasarruf edenlerin sancaklarının başkalarına verilmeyeceği ve hizmetlerinde kusurları görülse bile, sancaklarının ancak aileden başka bir kişiye tevcih edilebileceği belirtilmektedir. Devletin menfaati ve iç huzur söz konusu olduğunda, bazen bunun tersi uygulamalara da rastlanmaktadır.

Bu husustaki birkaç örnek şöyledir:

-İran harpleri sırasında Osmanlı saflarında yer almaları ve hizmetleri karşılığında Şahkulu Oğulları Gazi ve Koçi'ye Somay ve Selmas nahiyeleri verilmiş, ancak bu nahiyelerin eski yurdu ve ülkesi olduğunu ileri süren Hakkâri beyi Zeynel, devlete senede 10.000 altın vermek şartıyla, adı geçen nahiyelerin tekrar kendisine verilmesini rica etmiştir. Bunun üzerine Zeynel Bey'in devlete yaptığı hizmetler de göz önünde bulundurularak, Şahkulu Oğulları Gazi ve Koçi'ye Sincar ve Erbil sancakları tevcih edilmiş Somay ve Selmas nahiyeleri de, Zeynel Bey'e her sene miriye 10.000 altın vermek ve Toprakkale'yi tamir etmek şartıyla geri verilmiştir24.

-Müküs hâkimi Mîr Ahmed, meşru olmayan hareketlerinden dolayı bir müddet haps olunmuş ve daha sonra serbest bırakılmışken, ıslah-ı nefs etmeyip yine halka zulüm ve baskı yapmış, bunun üzerine sancağı başkasına tevcih edilerek sabit olacak suçlarından dolayı hapsedilerek sicil suretinin gönderilmesi Van beylerbeyine emredilmiştir25.

-İran harpleri sırasında Osmanlı Devleti'ne itaat eden ve bu davranışından dolayı havâss-ı hümâyûndan kendisine ve oğullarına sancaklar, adamlarına ise ze‘ametler tevcih olunan Şine hâkimi Timur Han, bir müddet sonra isyan edip, kaleler ve köyleri basmış, oğul ve kızları esir alıp, mal ve eşya yağmalayarak halka zarar vermiştir. Bu sebeple, Şehrizol beylerbeyine gönderilen 19 Nisan 1585 (18 R 993) tarihli bir hüküm ile, Sohrani Süleyman, Bâne hâkimi Süleyman, Kızılcakale hâkimi Yusuf, Erbil sancakbeyi İsmail, Orcan beyi Teberrük, Davudan beyi Uğurlu, Serucek beyi Mehmed ve Dulcuran beyi İskender beylerle Mihrivan'da birleşip konuyu görüşerek, karar vermesi ve Timur Han'ın te‘dib edilip kendisine ve adamlarına tevcih olunan şeylerin ref‘ edilmesi istenmiştir26.

24 Hakkâri beyi Zeynel Bey'e nâme-i hümâyûn yazılması hakkında 6 Mart 1583 (11 Safer 991)

tarihli hüküm: BA., Mühimme 44, s. 154, hüküm nr.:304. 25 Van beylerbeyine gönderilen 1565 (972) tarihli hüküm: BA.,Mühimme 6, s. 544, hüküm nr.:

1178. 26 BA., Mühimme 59, s. 14, hüküm nr.: 44.

Page 246: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

11

-İran harpleri sırasında Hakkâri hâkimi Zeynel, Mahmûdî Hasan ve Şahkulu Oğullarından Gazi ve Koçi arasındaki anlaşmazlığın muharebe esnasında kabul edilemeyecek bir durum olduğu belirtilerek, acilen anlaşmazlığın izalesi için Van beylerbeyine hüküm gönderilmiş ve kendisinin tenbihlerine uymayanların yerlerinin başkalarına tevcih edilmesi için isimlerini bildirmesi istenmiştir27.

-1663 tarihinde ocaklık statü ile idare edilen Mazgird ve Sağman sancakbeylerinin halka zulmetmeleri sebebiyle, adı geçen sancaklar kaldırılmış ve mukataa olarak başkalarına tevcih edilmiştir28.

- Diyarbekir Eyaleti'ne bağlı Dasini ve Ağca Kale sancaklarını ocaklık suretiyle tasarruf eden beyler, sefere gitmedikleri için ebediyyen azl edilmişler ve sancak kaydı iptal edilmiştir29.

Görüldüğü üzere, Osmanlı Devleti hükümet tasarruf eden beylerin disiplinsiz davranışlarını cezasız bırakmamış ve suçları sabit olan hâkimlerin sancaklarını ve maiyetindeki kişilerin dirliklerini ellerinden almakta tereddüt göstermemiştir. Şine, Mazgird, Sağman, Dasini ve Ağca Kale sancakları örneklerinde olduğu gibi, azl edilen beylerin ellerinden alınan sancakları, oğulları veya akrabalarından birine de tekrar tevcih edilmemiştir.

3.3. Hükümet Sancaklarda Tahrir Yapılmaması

Risâlelerde ve kanunnâmelerdeki bilgilere göre, yurtluk-ocaklık sancaklar ile hükümet sancakları birbirinden ayıran en önemli fark, hükümet sancaklarda tahrir yapılmayışıdır. Hükümet sancakların çoğunda bu geleneğe uygun olarak tahrir yapılmamasına rağmen, zaman zaman bu temayülün de ihlal edildiği görülmüştür.

Meselâ, 1593 yılında30 ve I. Ahmed döneminde Bitlis tahrir edilmiştir. I. Ahmed zamanında yapılan ve 1604-1606 yıllarını ihtiva eden tahrirdeki bilgilere göre, sancak gelirlerinin tamamı Şeref Han sülâlesine bırakılmayarak, gelirlerin % 60'a yakını tımar ve ze‘amet sahiplerine verilmiştir. Bitlis'de önceleri padişâh hâssı da mevcut olup, daha

27 Van beylerbeyine gönderilen 15 Nisan 1583 (22 Rebiyül-evvel 991) tarihli hüküm: BA., Mühimme 49, s. 20, hüküm nr.: 76.

28 M. Ali Ünal; "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbekir Eyaletine Tabi Sancakların İdari Statüleri", s. 40.

29 BA., A.RSK 1551, s34-36. 30 8 Ağustos 1593 (10 Zilkade 1001) tarihinde Tebriz'de olan Cafer Paşa'ya gönderilen bir

hükümden ve Muş Sancağı'nın Bitlis'den ayrılıp Canik sancakbeyi Cafer Bey'e verilmesini havi, 9 Mart 1593 (5 Cemaziyel-ahir 1001) tarihli bir buyruldu kaydındaki ifadelerden, zikredilen yılda Bitlis ve Meraga'nın tahrir edildiği anlaşılmaktadır. Bkz. BA., Mühimme 69, s. 123, hüküm nr.: 251 ; BA., Kâmil Kepeci (Divân-ı Hümâyûn Ruus) Nr.: 253, s. 63.

Page 247: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

12

sonra tekrar Şeref Han'a tevcih olunmuştur. Şeref Han'ın hâslarının tamamı Bitlis Sancağı'ndan karşılanmamış ve gelirlerinin bir kısmı Muş Sancağı'ndan verilmiştir31.

Osmanlı Devleti kadim siyasetinin gereği olarak, yerli beylere aynı yerden büyük çapta arazi tasarruf etme yetkisi vermemiş, böylelikle bu bölgelerde feodal bir düzenin yerleşmesini büyük ölçüde engellemiştir.

3.4. Hükümet Sancaklarda Osmanlı Ümerâsı ve Kul Taifesi'nin Bulunmaması.

Kanunnâmelerde, hükümet sancaklarda Osmanlı ümerâsından ve kul taifesinden hiçbir ferdin bulunmadığı belirtilmektedir. Ancak bu hükmün de uygulamada pek geçerli olmadığı anlaşılmaktadır. Mesela, Bitlis hâkimi Şeref Han 1592-1593 (H.1001) yılında, sancağında yapılmasını istediği bazı tevcihlerle ilgili bir defter tertip ederek, merkeze göndermiştir. Bu defterde; 1 oğluna müteferrikalık, 2 oğluna ze‘amet, 1 kardeşine çavuşluk, 10 sipahiye terakki, Bitlis Gılmânı Cemaati'ndeki 13 nefere 1/3 oranında tımâr ve 24 nefere de ibtidâ tımâr tevcih edilmesini rica etmektedir32.

Şeref Han'ın 1 oğluna müteferrikalık ve 1 kardeşine çavuşluk istemesi, bu çeşit ehl-i örf sınıflarının burada mevcut olduğuna delâlettir. Aynı şekilde, Bitlis Gılmân Cemaati içerisindeki yevmiyyeli 13 nefere 1/3 oranında tımâr ricâ etmesi, bu sancakta kul taifesinin varlığını teyid etmektedir. Nitekim, bu 13 neferin isimlerinin zikredildiği liste incelendiğinde, Bitlis'de 14 Bölük halinde teşkilâtlanmış bir kul taifesinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişiler arasında Van Gılmânı'ndan ve Tebriz Müteferrikaları'ndan olduğu kaydedilen kişiler de mevcuttur.

Bitlis'de kul taifesinin varlığını 10 Ocak 1588 tarihli bir hükümden de tespit etmek mümkündür. Van beylerbeyine hitaben yazılan bu hükümde, Van ve Bitlis hâsları ve haracı hâsılatının Diyarbekir defterdârı tarafından tahsil olunduğu, Bitlis kullarının mevâcib defterinin Diyarbekir'de tetkik edilip, mevcud ve mevcud

31 Bkz. Orhan Kılıç; 730 Numaralı Van, Adilcevâz, Muş ve Bitlis Livaları Tımâr İcmâl Defteri (I.

Ahmad Dönemi), (Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ, 1989, s. 155-222.

32 BA., A.NŞT Nr.: 1138, s. 5-7.

Page 248: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

13

olmayanları anlaşıldıktan sonra, mevcud olanlara mevâciblerinin verildiği kaydedilmektedir33.

1604-1606 tarihli Bitlis icmâl defterinde, Şeref Han'ın hâslarından başka 13 ze‘amet, 89 tımâr bulunmaktadır. Van Vilâyeti Defter Kethüdâsı Gazanfer Bey ze‘ametinin 19.308 akçelik kısmı, Dergâh-ı Alî Müteferrikalarından Rıdvan ze‘ametinin 22.970 akçelik kısmı ve Dergâh-ı Alî Çavuşlarından Sinan Çavuş ze‘ametinin 17.020 akçelik kısmının Bitlis'den verildiği görülmektedir. Bunların yanısıra ünvanları belirtilmeyen 10 za‘imin de yine Bitlis sancağında ze‘amet tasarruf ettiği kayıtlıdır34.

Görüldüğü üzere, hükümet sancaklarda Osmanlı ümerâsı ve kul taifesi de bulunabilmektedir. Bunlarla ilgili bütün düzenlemeler (tayin, azil vs) klâsik Osmanlı sancaklarında olduğu gibi, sancak tasarruf eden kişilerin-hâkim veya sancakbeyi- arzı ve padişahın onayı ile gerçekleşmektedir.

4. OCAKLIK SANCAKLARDA MERKEZİ OTORİTEYİ SAĞLAMA TEDBİRLERİ

Osmanlı Devleti, ocaklık sancakları merkezî otoritenin dikkatinden ve denetiminden uzak tutmamış ve bu sancaklarda meydana gelen her türlü gelişmeyi beylerbeyiler ve kadılar aracılığı ile zamanında öğrenerek, gerekli düzenlemeleri yapmayı veya tedbir gerektiren bir durum varsa, gerekli tedbirleri almayı ihmal etmemiştir.

Devlet, zaman zaman bu sancaklardaki askeri ve iktisadî potansiyeli öğrenme ihtiyacı da hissetmiştir. Meselâ 28 Aralık 1577 (17 Şevval 985) tarihinde Van beylerbeyine gönderilen bir hükümle, Van dahilindeki yurt, ocak ve aşiret sahipleri ile bunların ülkelerini, isimlerini ve ayrıntılı müfredâtını gösterir muntazam bir defterin hazırlanarak merkeze ulaştırılması istenmiş ve bunları arza yazacağı zaman yurtlarını zikr ve imzalarını koymaları emredilmiştir35.

Hükümet sancakları tasarruf eden beylerin, bu sancaklar üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurduğu ve özerk bir yapıya sahip oldukları da söylenemez. Zira merkezden buralara da kadı ataması yapılmış ve yargı yetkileri tamamen bunlara bırakılmıştır.

33 BA., Mühimme 63, s. 22, hüküm nr.: 26. 34 BA., Tapu-Tahrîr Nr.: 730, s. 126-161. 35 BA., Mühimme 33, hük. Nr.: 376.

Page 249: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

14

Osmanlı Devleti yargı hususunda tamamiyle kadıyı muhatap almış, hâkimleri bu işin dışında bırakmıştır36.

Meselâ, Hakkâri hâkimi Zeynel Bey merkeze mektûb gönderip, sancağının iki sancak itibar olunmasıyla reayasının yokluk içinde olduğunu, iki kardeşi ve 80 neferle donanma seferini ifa edip 100 neferle yine sefere gitmek niyetinde olduğunu bildirmiştir. Bahaeddin Bey, Mahmûdî Hasan Bey ve Hakkâri kadısı bu durumu teyid etmiş olduğundan, Hakkâri sancağının bir sancak itibar olunarak Zeynel Bey'in tasarrufunda kalması kararlaştırılmıştır37. Bu örnek hükümet sancaklarda görev yapan kadıların yetki ve selahiyetlerini kısmen de olsa göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Hükümet sancaklarda tımar ve ze‘amet sahibi olanların hakları da gözetilmiş ve buradaki hâkimlerin sipahilerin topraklarına müdahale etmesi engellenmiştir.

Meselâ, Bitlis Hâkimi Şeref Han'ın hâslarının verimsiz olup geçinmede sıkıntı çektiği ve eskiden Bitlis'e bağlı olup ayrılan yerlerin de hâslarına eklenmesi hususunda, Van beylerbeyinin merkeze gönderdiği arzına cevaben, adı geçen yerlerin sipahilerin tımârı olup, kendileri şimdi seferde olduğundan alınmasının caiz olmayacağı Bitlis hâkimi Şeref Han'a bildirilmiştir38.

Ağustos 1593 (Zilkade 1001) tarihli bir hükümde, tımâr tevcihi geleneğine aykırı olarak, Şeref Han'ın Bitlis sancağında düşen zeamet ve gediklere yeni tayinler yaptığı, bu hakkın Van beylerbeyine ait olduğu ifade olunarak, Şeref Han'ın bu şekildeki hareketlerden men‘ edilmesi istenmiştir39.

13 Ağustos 1554 (14 Ramazan 961) tarihinde Van beylerbeyine yazılan bir hükümle, Vastan Nahiyesi'nde Mehmed'in evvelce mutassarrıf olduğu, ancak sonradan Hakkâri beyi Zeynel Bey'e verilen ze‘ametinin yeniden iadesinin temini istenmiştir40.

Hükümet veya yurtluk-ocaklık sancakları tasarruf eden beylere, özellikle siyasî olayların yoğun olduğu dönemlerde verilen bazı hakların, sükûn dönemlerinde gözden geçirilerek devletin menfaati doğrultusunda yeniden tanzim edildiğine de rastlanmaktadır.

36 Meselâ, 22 Mart 1579 (23 Muharrem 987)'de Van beylerbeyine ve Bitlis kadısına hitaben

yazılan hükümde, Bitlis Alaybeyi olan Şakir'in halka zulmettiği ve hâs karyeleri yağma ettiği sabit olursa arzetmeleri istenmiştir. Bkz. BA., Mühimme 36, s. 140, hüküm nr.: 392.

37 BA ., Mühimme 25, s. 63 hüküm nr.: 666. 38 Bitlis hâkimi Şeref Han'a gönderilen 29 Mayıs 1580 (14 Rebiyül-ahir 988) tarihli hüküm: BA.,

Mühimme 43, s. 40, hüküm nr.: 85. 39 Bekir Kütükoğlu; "Şeref Han", İslâm Ansiklopedisi, c.11, İstanbul, 1979 s. 427. 40 BA., Mühimme 1, s. 8, hüküm nr.: 31.

Page 250: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

15

Meselâ, Şeref Han'ın Revan seferine katılıp muharebelerde ve Tiflis'e hazine sevkiyatında iyi hizmet etmesinden dolayı, Muş Sancağı 1584 tarihinde Şeref Han'ın hükümeti olan Bitlis'e bağlanmış ve tasarrufu oğlu Ahmed Bey'e bırakılmıştır41. İran harplerinin bitmesi ve 1590 yılında İstanbul Anlaşması yapıldıktan sonra, kısmî bir sükûn dönemi yaşanmıştır. 1593 yılında yapılan tahrirde, Muş Sancağı'nın Bitlis hâkimi Şeref Han hükümetinden ayrılarak, kadimden olageldiği üzere müstakil sancak olarak kaydedilip, 9 Mart 1593 tarihli bir buyruldu ile, Canik sancakbeyi Cafer Bey'e tevcih edildiğini görmekteyiz42.

Zekim hâkimi Aleksandr Han'a gönderilen bir diğer hüküm de, bu tesbitimizi destekleyici mahiyettedir. Ağustos başları 1591 (Evasıt-ı Şevval 999) tarihinde yazılan hükümde, zikredilen yıldaki 30 yük ipek haracını âlâsından ve her yükü 120 kıyye olmak üzere hazır edip Dergâh-ı Muallâ çavuşlarından Mustafa ile merkeze göndermesi ve vaktiyle olan fetretler dolayısıyla ülkesine varıp, sâkin olan Gence, Karabağ ve Şirvan reayasının hepsini emrin varmasından itibaren 10 gün içerisinde mal ve hayvanlarıyla eski yerlerine göndermesi ve 10 günden sonra ülkesinde onlardan bir kişi kalırsa, özrünün kabul edilmeyeceği bildirilmiştir43.

Ocaklık sancakları tasarruf eden beyler veya bunların ailelerinden olan kişilerin işledikleri hiçbir suçun merkez nezdinde kabul görmediği ve şiddetle cezalandırıldığı görülmektedir.

Meselâ, Karadağ hâkimi İsmail ve Bâne hâkimi Süleyman Bey'ler, sancak hususunda Kızılcakale Beyi Zolan Yusuf'a husûmetleri olduğu için, Yusuf'un evini basıp adamlarını öldürmüş ve 60 parça köyünü yağmalamışlardır. Bu durum Mihribân ve Kızılcakale dizdarları tarafından merkeze bildirilmiş ve 8 Kasım 1593 (13 Safer 1002) tarihinde Şehrizol beylerbeyine ve Mihribân kadısına yazılan bir hükümle, zikredilen kişilerin suçları şer'an sabit olursa, haklarından gelinmesi, arza muhtaç olanlar varsa, onların da arz edilmesi istenmiştir44.

Yurtluk-ocaklık ve hükümet sancakları tasarruf eden beylerin yükümlülükleri, sadece bağlı bulundukları beylerbeyinin emri altında maiyetleri ile sefere katılmakla sınırlı değildi. Beylerbeyilerin gerekli gördüğü hallerde, toplanıp kale tamiri veya yapımı hususunda yardım etmek de, yükümlülükleri arasındadır45.

41 BA., Mühimme 53, s. 8, hüküm nr.: 19. 42 BA., Kâmil Kepeci (Divân-ı Hümâyûn Ruus) Nr.: 253, s. 63. 43 BA., Mühimme 68, s. 61, hüküm nr.: 117. 44 BA., Mühimme 71, s. 154, hüküm nr.: 308. 45 17 Haziran 1578 (11 Rebiyül-ahir 986)'da Mahmûdî Hasan Bey'e yazılan bir hükümde,

sancağındaki kalelere muktedir adamlar koyup muhafazasını temin ettikten sonra akvam ve aşireti ile Van beylerbeyinin yanına gidip cemiyette mevcut bulunması istenmiştir. Bkz BA., Mühimme 32, s. 192, hüküm nr.: 37; Bunun yanısıra Bitlis, Hizan ve Hakkâri hâkimlerine yazılan 12 Ağustos 1636 (10

Page 251: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

16

Hâkimler herhangi bir iş için sancaklarından ayrılmak zorunda kaldıklarında, merkezin onayını aldıktan sonra genellikle oğullarından birini yerlerine vekil olarak bırakıyorlardı.

Meselâ, Palu hâkimi Cemşid Bey ve Hoy hâkimi Bahaeddin Bey 1556 yılında Hacca gitmek istediklerinde, merkezden icâzet alarak yerlerine vekil olarak oğullarından birini bırakmışlardır46.

Devlete sadakatle hizmet eden hâkimler kayd-ı hayat şartıyla görevlerine devam ediyordu. Ölümleri halinde veya kendi istekleri ile hâkimlikten feragat etmeleri durumunda aileden bir başkası göreve getirilebilirdi. Hükümeti dahilindeki ahalinin hâkimden memnun olmaması durumunda bu kişi görevden alınır ve aileden bir başkası göreve getirilirdi. Meselâ, Diyarbekir Eyaleti'ne bağlı Hazzo Hükümeti'ni tasarruf eden Şeref Bey'in ahaliye zulm etmesi ve ahalinin de bu durumu merkeze arz etmesi üzerine 30 Eylül 1738 tarihinde azl olunmuş ve yerine aynı aileye mensup ve daha önce de hükümeti tasarruf etmiş olan Nuşirvan Bey hâkim olarak tayin edilmiştir47.

Hâkimlerin görevleri başında kalmaları yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, devlete sadakatle hizmet etmeleri ölçüsünde idi. Özellikle sefer hizmetini yerine getirmeyen hâkimler hemen azlediliyor, yerine bir başkası getiriliyordu. Meselâ, Hazzo hâkimi Murad Han memûr olduğu Bağdad seferine iştirak etmeyince 1 Şubat 1702 tarihinde görevden alınmış ve yerine yine aynı aileden olan İbrahim Bey getirilmiştir48. Sancakbeyi rütbesinde olan hâkimlere az da olsa paşa ünvanı verildiğine de rastlanmaktadır. Meselâ, 17 Ocak 1737'de Palu Hükümeti İbrahim Paşa, 26 Ekim 1737 tarihinde ise Genç Hükümeti Mehmed Paşa tarafından idare edilmektedir49.

18. yüzyılın başlarında ocaklık sancaklardaki yönetim uygulaması daha da merkezîleşmiştir denilebilir. Bunun en güzel örneği klasik sancaklarda olduğu gibi ocaklık sancakların da çok sık tevcihata tabi tutulmalarıdır. Meselâ, Hazzo hükümeti 1736-1740 tarihleri arasında altı ayrı hâkim tarafından yönetilmiştir50. Bunun en önemli

Rebiyül-evvel 1046) tarihli hükümler ile, Van Kalesi'nin tamire muhtaç olan yerlerinin tamiri, etrafındaki hendeğin genişletilmesi ve bu hendeğe su getirmek için kalenin iki köşesinden deryaya kadar kanal açılması işinde taht-ı hükümetlerindeki ve o çevredeki ırgadları ve reayasını Van'a ihrac edip 10 gün süreyle imeci tarikiyle istihdam edip bu hususa riayet etmeleri emredilmiştir. Bkz. BA., Mühimme 86, s. 26 ; Van Kalesi'nin serhadde olması münasebetiyle Van Eyaleti'ndeki hükkâm-ı ekrâd ve sair askerin Van'da toplanması istenmiş, bazı ekrâd beylerinin hala bu hizmete gelmemeleri münasebetiyle, Van beylerbeyine gönderilen 5 Ekim 1637 (15 Cemaziyel-evvel 1047) tarihli hüküm ile hizmete gelmeyenlerin isimlerini yazıp ordu-yı hümâyûna göndermesi emredilmiştir. Bkz. BA., Mühimme 87, hük. nr.: 397.

46 BA., Mühimme 2, s. 5, hüküm nr.: 43 ; s. 58, hüküm nr.: 537. 47 BA., A.RSK 1572, s. 16. 48 BA., A.RSK 1551, s. 33. 49 BA., A.RSK 1572, s. 17. 50 BA., A.RSK 1572, s. 16.

Page 252: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

17

sebebi, ahalinin yönetiminden memnun olmadığı hâkimi merkeze şikayet etmesi ve merkezin de ahalinin isteği üzerine bu görevi yine aynı aile içinden birisine tevcih etmesidir. Devlet, ocaklık sancakları tasarruf eden hâkim veya beylerin ahaliye mutlak surette iyi davranmasını istemektedir. Bu itibarla, tevcih yapılırken ahalinin korunması şartını da koymayı ihmal etmiyordu. Bazı tevcihler emin bir kimsenin kefaletine bile bağlanıyordu. Meselâ, 22 Şubat 1737 tarihinde Bitlis hâkimi Selim Han'ın görev süresi uzatılırken, reaya ve neferasını himaye etmek şartıyla mu'temed-i aliyye bir kimseyi kefil veyahud vasi etmesi de istenmiştir51.

Ocaklık sancağı tasarruf eden bir bey veya hâkimin ölüm, azil veya herhangi bir sebeple görevden ayrılması durumunda yeni hâkimin seçiminde ilgili bölgedeki ahali, bütün ehl-i örf ve ehl–i şer‘ mensupları ile sancağın bağlı bulunduğu eyaletin valisinin teklifleri de dikkate alınıyordu. Hoşab Hükümeti'ni tasarruf eden Zeynel Paşa'nın görevden alınması üzerine, ahalinin isteği ve Van Eyaleti'nde bulunan bütün ehl-i örf ve ehl-i şer' mensupları ile Van Kadısı'nın arzı ve Van Muhafızı Hacı İbrahim Paşa'nın kaimesi mûcebince 2 Mart 1737 tarihinde Abdurrahman Bey bu göreve tayin edilmiştir52.

Sonuç

Yukarıdaki mülahazalardan da anlaşılacağı üzere, ocaklık sancaklar, sadece sefer zamanında buraları tasarruf eden beyler ve bu beylerin maiyetlerindeki askerleri ile bağlı bulundukları beylerbeyinin emri altında sefere çıkmakla yükümlü olan, bunun dışında hiçbir yükümlülüğü olmayan ve bugünkü manada özerk bir yapıya sahip olan idarî birimler değillerdir. Osmanlı Devleti bu yerli beylerin nüfûzundan istifade etme ihtiyacını hissettiği için ve bazı siyasî zaruretler sonucu bu idarî birimi ihdas etmiş, ancak bunları merkezî otoritenin dikkatinden de uzak tutmamıştır.

Bu uygulama ile, merkezî otoriteyi tam olarak tesis etmenin güç olduğu ve siyâsî hareketlilik yaşayan bölgelerdeki asayiş, siyasî istikrar ve askeri düzeni sağlamak için, mahalli beyler devletin resmî bir görevlisi olarak sorumlu kılınmış ve devlet hizmetinde çalışmaları sağlanmıştır53. Böylelikle bu bölgelerdeki aşiretlerin bir iç huzursuzluk unsuru olmaları geniş ölçüde önlenmiş, hatta çoğunlukla diğer klâsik sancakbeyleri gibi, devlete sadakatle hizmet etmeleri sağlanmıştır.

51 BA., A.RSK 1572, s. 30. 52 BA., A.RSK 1572, s. 31. 53 Meselâ, 6 Ekim 1592 (29 Zilhicce 1000) tarihinde İmadiye ve Cizre hâkimlerine gönderilen bir

hükümle, mühim bir iş için Bağdad ve Şehrizol'a gönderilen Ali Çavuş'a yolculuğu sırasında yardım edilmesi ve tehlikeli yerlerde yanına takviye kuvvet vermeleri istenmiştir. BA., Mühimme 70, s. 178, hüküm nr.: 348.

Page 253: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

18

Hakkâri, Mahmûdî ve Bitlis beylerinin İran harplerinde hiçbir huzursuzluk yaratmadan cansiperâne mücadele etmeleri ve Mahmûdî beyinin bu muharebelerde şehit olması, bu sadakatin en bariz örneğidir.

Devrin şartlarına göre, çeşitli sebeplerle devletin merkezî otoritesini tam olarak sağlayamadığı bölgelerde, bir sancağın idaresinin kuru bir mülkiyet hakkıyla, belli bir ailenin tekelinde kalmasından başka bir özelliğinin görülmediği böyle bir idarî birimin kurulmasını, devletin bir zaaf unsuru olarak değil, aksine merkezî otoriteyi daha güçlü kılmak için aldığı bir tedbir olarak görmek gerekir.

KAYNAKLAR

1. Arşiv Kaynakları

1.1. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı

Mühimme Defterleri Nr: 1, 2, 6, 25, 28, 29, 32, 33, 36, 43, 44, 49, 53, 59, 63, 68, 69, 70, 71, 86, 87

Bâb-ı Asafî Ruûs Kalemi Defterleri (A.RSK)

Page 254: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

19

Nr: 1551, 1560, 1564, 1568, 1572, 1573

Bâb-ı Asafî Nişancı (Tahvil) Kalemi Defterleri (A. NŞT) Nr: 1355, 1138

Kâmil Kepeci (Divân-ı Hümâyûn Ruus B) Nr: 253, 266

Tapu-Tahrîr Defterleri Nr: 730

2. Yayınlanmış Arşiv Kaynakları

AKGÜNDÜZ, Ahmet; Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, 4. Kitap Kanunî Devri Kanunnâmeleri, I. Kısım Merkezî ve Umumî Kanunnâmeler, İstanbul, 1992.

KILIÇ, Orhan; 730 Numaralı Van, Adilcevâz, Muş ve Bitlis Livaları Tımâr İcmâl Defteri (I. Ahmed Dönemi), (Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ, 1989.

TURAN, Şerafettin; "XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İdarî Taksimatı", Atatürk Üniversitesi l961 Yıllığı, Ankara, 1963, s. 210-227.

3. Klasik Kaynaklar

Aynî Ali Efendi , Kavânin Al-i Osman Der-Hulasa-i Mezâmin-i Defter-i Dîvân, İstanbul, 1280.

Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü'l-beyân fî Kavânîn-i Al-i Osmân, (Hazırlayan: Sevim İlgürel), Ankara, 1998.

Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi, (Hazırlayan Midhat Sertoğlu), İstanbul, 1992.

4. Tetkik Eserler

BAYKARA, Tuncer ; Anadolu'nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara, 1988.

Page 255: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

20

GÖYÜNÇ, Nejat; "XVI. Yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Yönetim ve Nüfus", Türk Kültürü, S. 370, (Şubat 1994), s. 77-86.

_________________; "XVI. Yüzyılda Güney-doğu Anadolu'nun Ekonomik Durumu, Kanuni Süleyman ve II. Selim Devirleri", Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Metinler/Tartışmalar, Ankara, 1975, s. 71-98.

__________________; "Yurtluk-Ocaklık Deyimleri Hakkında", Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu'na Armağan, İstanbul, 1991, s. 13-27.

KILIÇ, Orhan; 18 Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti'nin İdarî Taksimatı-Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Elazığ, 1997.

__________________; XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van, 1997.

KODAMAN, Bayram; "Osmanlı Devrinde Doğu Anadolu'nun İdârî Durumu", Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 1, Samsun, 1986, s. 3-20.

KÜTÜKOĞLU, Bekir; "Şeref Han", İslâm Ansiklopedisi, c.11, İstanbul, 1979.

ŞAHİN, İlhan; "Timâr Sistemi Hakkında Bir Risâle", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 32, İstanbul, 1979.

ÜNAL, Mehmet Ali; "XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbekir Eyaletine Tabi Sancakların İdari Statüleri", Ziya Gökalp Dergisi, S. 44, Aralık, 1986.

_________________ ; "XVI. Yüzyılda Palu Hükümeti", Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 7, Samsun, (Aralık 1992), s. 241-265.

YÜCEL, Yaşar; "Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona (Adem-i Merkeziyet) Dair Gözlemler", Belleten, XXVIII/152, (1974), s. 657-708.

Page 256: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

ALLAH’IN GÖRÜLEBİLMESİ / RÜ’YETULLAH SORUNU VE DİRİLİŞLE İLİŞKİSİ

Yrd. Doç. Dr. Selim ÖZARSLAN * ÖZET

Kelâm ilminin temel problemlerinden birisi de Allah’ın ahirette görülebilmesi/rü’yetullah sorunudur. Bu problem İslâm kelâm ekolleri-özellikle Mu’tezile ile Ehl-i Sünnet-tarafından yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Allah’ın ahirette görülebileceğini Maturidî ve Eş’arî kelâm ekollerinin dışında kalan diğer kelâm ekolleri anlayışları gereği kabul etmemişlerdir. Ehl-i Sünnet kelâmcılarının dışında Allah’ın görülebileceğini kabul edenler Allah’ın bir yerde ve yönde olduğuna inanan Kerramiyye, Mücessime ve Müşebbihedir.

Aklî ve naklî bilimsel argümanlarla temellendirilen Allah’ın ahirette görülebileceği inancı ve bu inancında zorunlu olarak cismânî dirilişle mümkün olabileceği ortaya çıkmış olmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Rü’yet, İdrak, Nazar, Diriliş.

SUMMARY THE PROBLEM OF GOD’S BEING SEEN AND HIS CONTACT

WITH RESURRECTION One of the problems of the theology science is the God’s being seen in the next world.

This problem has been discussed widely by Islamic Theology schools especially between the Mu’tazila and Ehli Sunna. God’s being seen on the doomsday hasn’t been accepted by the other theology schools accept for Matûridi and Ashari schools. Accept for those who are uot Ehli Sunna theologians and who believe that God can be seen are those who accept that God is in a place in a direction are Karramiyya and Anthropomorphisms.

The belief of God’s being seen hereafter which is established with rational and religious scientific proof and this belief’s becoming possible with bodily resurrection has come out compulsory.

Key Words: The event of God’s being seen in the next world, Comprehension, Glance, Resurrection.

Giriş: İtikâdî hükümlerin aklî/rasyonel ölçütlere dayanarak tartışılması olarak

tanımlanan kelâm ilminin temel problemlerinden birisi de hiç şüphesiz Allah’ın ahiret âleminde görülmesi/rü’yetullah konusudur. Allah’ın görülmesi inancı, yalnız İslâm düşüncesinde değil, hemen hemen bütün ilâhî dinlerde, özellikle de Yahudilik ve Hıristiyanlıkta1 önemli bir yere sahiptir. Medeniyetlerin hiçbir zaman mutlak anlamda saf olmadığı ve insanların, çeşitli ve farklı kültürlerden devamlı surette etkilendiği gerçeği göz önünde tutulursa, insanlık tarihinde Allah’ın görülmesi inancı şeklinde ortaya çıkan bu inancın dinlerde ortak bir fenomen oluşu yadırganmamalıdır.

* Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 1 Bkz. Eski Ahit, Eyub, 19/25-27.

1

Page 257: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Bu araştırmamızda bu ortak fenomenin İslâm kelâm tarihi açısından genel bir manzarasını çizmeye, daha sonrada Allah’ın ölümden sonraki ahiret hayatında görülmesi inancı olan rü’yetullah’ın dirilişle olan ilişkisini irdelemeye çalışacağız. Genel anlamda tecellî problemi ile yakından ilişkili olan Allah’ın dünyada ve ahirette görülmesi problemi, İslâm kelâmında üzerinde titizlikle çalışılması gereken pek önemli bir konudur. Bildiğimiz kadarıyla üzerinde yeteri kadar ve derinlemesine bir araştırmanın yapılmamış olması da bu çalışmayı yapmamızda etkin bir role sahiptir.2 Araştırmamızda kullanacağımız kaynaklar; konuyla ilgili klasik/temel ve çağdaş kelâm kitapları, milel ve’n-nihal ve makalât türü eserlerden oluşmaktadır. Makalede takip edilen yöntem betimleme ve karşılaştırmadır. Araştırmanın ölüm sonrası hayat inancının sağlamlaşmasına katkıda bulunacağı düşüncesini taşımaktayız. Öncelikle sırasıyla rü’yetin anlamını ve daha sonra da rüyet anlayışlarını ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağız.

1. Rü’yetin Manası Rü’yet, ister dünyada, isterse ahirette olsun göz ile müşahede etmek

anlamına gelmektedir.3 Diğer bir ifade ile rü’yet, gözle meydana gelen mükemmel bir inkişaf manasına gelmektedir. Buradaki mükemmel inkişaf sözünden kastedilen ise, bir şeyi duyu organı olan gözle o şeyin hakkı olan şekilde ve olduğu gibi ispat ve idrak etmektir 4.

2. Rü’yet Anlayışları Kelâm ilminde ise rü’yet denilince akıllara hemen Allah’ın ölüm sonrası

hayatta görülüp görülemeyeceği problemi çağrışım yapar. Kelâmî bir sorun olan rü’yet, genellikle Ehl-i Sünnet ekolü ile Mu’tezile ve Cehmiyye okulları arasında önü alınamaz tartışmalara neden olmuştur. Ehl-i Sünnet kelâmcıları Allah’ın ahirette görülebileceğini ileri sürerken Mu’tezile kelâmcıları ise Allah’ın ahirette gözlerle görülemeyeceğini savunmaktadırlar.

3. Rü’yetullah’ın Temellendirilmesi Allah’ın görülmesi sorunu kelâmda akıl ve nakil eksenli olarak

temellendirilmeye çalışılmakta ve incelenmektedir:

2 Rü’yetullah konusunda kaleme alınan tek makale, Şiilikle ilgili bir eserin bir bölümünün

tercümesinden ibarettir. Georges Vajda, Bazı Şîî- İsnâ-Aşeriyye Yazarlarına Göre Allah’ın Görülmesi(Rü’yetullah) Meselesi, Çev. Sabri Hizmetli, A.Ü.İ.F.D. Ankara,1981, XXV, 369-393.

3 Cürcanî, Seyyid Şerif, Kitabü’t-Tarîfât, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1416/1995, s. 109. 4 Taftazânî, Saaduddin, Şerhu’l-Akaid, (Haz. S.Uludağ), İstanbul, 1991, s. 34; Giridî, Sırrı,

Nakdü’l-Kelâm Fî Akâidi’l-İslâm, Dersaadet, İstanbul, 1310/1892, s. 140.

2

Page 258: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3.1. Rü’yetullah’ı Aklî Yönden Temellendirme Hiç şüphesiz ki Cehmiyye5 ve Mu’tezile kelâm ekolleri, Haricîler,

Mürcie’nin çoğunluğu, Neccariyye,6 Râfıda’dan Zeydiyye, Kerrâmiye7, Mücessime8 ve filozoflar Allah’ın görülmesini/ rü’yetüllah akıl açısından kabul etmeyerek inkar etmişlerdir.9 Ayrıca Mu’tezile Allah Teâlâ’nın kendi zâtını görüp görmediği konusunda aralarında görüş ayrılığına düşmüşler, çoğunluğu onun kendi zâtını gördüğünü kabul ederken içlerinden bir grup Allah’ın kendi zâtını görmesini de, başkaları tarafından görülmesini de yadsımışlardır.10 Kerrâmiye, Mücessime, Müşebbihe ve Sufiyye’den Hubbiyye ise Yüce Allah’ın bir yerde ve yönde olduğuna inandıklarından onun görülmesini kabul ederler. Onlara göre Allah diğer yaratıkların görüldüğü gibi görülür. Yani bunlara göre Allah cisim olduğu için görülür. Fakat Allah Teâlâ’nın yönden uzak olması halinde görülmesini imkansız bulurlar. Ehl-i Sünnet ile aralarındaki anlaşmazlık da Allah’ın cisim olup olmaması hakkındadır. Bu demek oluyor ki nicelikten uzak bu görmeyi Ehl-i Sünnet kelâmcılarından başka kimse kabul etmemektedir.11 5 Cehm b. Safvân’ın (ö. 128/754) görüşlerini benimseyerek, Allah’ın sıfatlarını, Ru’yetullahı ve

insanın iradesini inkar edenlerin oluşturduğu ekol. Bunlar aynı zamanda Cennet ile Cehennemin içindeki sakinleriyle birlikte ebedî olmayıp, yok olacağını kabul etmektedirler. Bkz. Eş’arî, Ebu’l-Hasan, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfü’l-Musallîn, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut, 1411/1990, I, 338.

6 Hüseyin b. Muhammed en-Neccar(ö. 230/844)’a bağlı olanlar. İnsanın fiilleri, va’d ve vaîd konusunda Ehl-i Sünnet’e, sıfat-ı maânîyi ve Allah’ın görülmesini inkar ayrıca Kur’an’ın yaratılmışlığını kabul etme hususunda da Mu’tezile’ye uymuşlardır. Bkz. Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 340-342.

7 Kuruculuğunu Muhammed b. Kerrâm(ö. 255/869)’ın yaptığı, Allah’a cisim ve mekan izafe edip, O’nun hâdislere mahal teşkil ettiğini kabul edenlerin teşkil ettiği ekol. Bkz. Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 223.

8 Allah’a cisim izafe edenlere verilen isim. Allah’ın sıfatlarını inkar edenlere mukabil ona sıfat nisbet ederken ifrâta düşüp Yüce Allah’a cisim ve mekân izafe edenler. Kerrâmiyye bunlardandır. Bkz. Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 281.

9 Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 238; Kadı Abdulcabbar, Ahmed, Şerhu Usuli’l-Hamse, thk., Abdulkerim Osman, Mektebetü’l-Vehbe, Kahire, 1416/1996, s. 232; Bağdâdî, Ebu Mansur Abdulkahir, el-Fark Beyne’l-Fırak (Mezhepler Arasındaki Farklar), Çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara, 1991, s. 153; Nesefî, Ebu’l-Muîn, Tabsıratü’l-Edille Fî Usûli’d-Din, Thk. Hüseyin Atay, Ankara, 1993, I, 508; Şehristanî, Abdulkerim, el-Milel ve’n-Nihal, Daru’l-Kütübu’l-İlmiyye, Beyrut, trs., I, 74; Pezdevî, Ebu Yusr Muhammed, Usulu’d-Din, (Ehl-i Sünnet Akaidi), Çev. Şerafeddin Gölcük, İstanbul, 1988, s. 111(Bu eser bundan sonra Usulu’d-Din olarak zikredilecektir.) ; Sâbunî, Nureddin Ahmed b. Mahmud, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, Neşr., Bekir Topaloğlu, Ankara, 1995, s. 38; er-Razi, Fahreddin, Meâlimu Usuli’d-Din, (İslâm İnancının Ana Konuları), Çev. Nadim Macit, Erzurum, 1996, s. 65. (Bu eser bundan sonra Meâlimu Usuli’d-Din olarak verilecektir.)

10 Cüveynî, Ebi’l-Meâlî Abdilmelik, Kitabü’l-İrşâd ilâ Kavâtii’l-Edilleti Fî Usuli’l-İ’tikâd, thk. Esad Temim, Beyrut, 1413/1992, s. 163; Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 38.

11 Tahâvî, Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b.Selamet, Akidetü’t-Tahâviyye, y.y.yok, trs., s. 2-3; Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 111; er-Razi, Fahredddin, Kitabü’l-Muhassal ve Huve Muhassal

3

Page 259: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Mu’tezile ilke olarak Allah’ın bir olduğu ve benzeri bulunmadığı esasından hareket ederek, Allah’ın gözlerle görülemeyeceğini temellendirmeye çalışmışlardır. Mu’tezile’ye göre Allah cisimlere benzemez. Gözle görülebilen şeyler, bir bakımdan cisimlere benzemiş sayılır. Allah’ın gözle görüleceğini söyleyenler, O’nu cisimler gibi görülecek bir varlık olarak nitelendirmiş olurlar. Buna rağmen Mu’tezile tevhid prensiplerinin gereği olarak Allah’ın sıfatlarının beşerin ve cisimlerin sıfatlarına benzemediğini ifade etmiştir. Öyleyse Allah’ın gözle görülmesi, Mu’tezile’ye göre mantıkî olarak imkan sınırları içerisinde değildir.12 Diğer taraftan Mu’tezile ve onunla aynı fikri paylaşanlar, ahiret âleminin de dünya nizamına bağlı olacağını ileri sürerek Yüce Allah’ın görülemeyeceğini temellendirmeye çalışmışlar ve bu konuyla alakalı Kur’an nasslarını da kendi anlayışlarına uygun olarak yorumlamışlardır. 13

İslâm mezheplerinden olan Şia’nın itikadına göre de Allah’ın dünyada ve ahirette görülmesi ilmî ve Kur’ânî verilere göre mümkün değildir.14 Şia’nın bu görüşü de diğer pek çok konuda olduğu gibi Mu’tezile’nin görüşüyle uyuşmaktadır.

Allah’ın görülmesini kabul etmeyenlerin argümanlarını şu şekilde ele almamız mümkündür:

Bir şeyin bir kısmı veya tümü görülür, bundan başkası imkansızdır. Allah hakkında ise bunlar muhaldir. Bu tür bir görülme Allah hakkında mümkün değildir. Rü’yet, gören ile görülen arasında ancak bir mesafeden mümkün olur. Görülen şey altı yönden birisinde bulunur. Oysa bu Allah Teâlâ hakkında mümkün olmayan bir şeydir. Öyleyse onun görülmesi de imkansızdır.15

Mu’tezile’nin anlayışına göre görmenin gerçekleşebilmesi için şu sekiz şartın oluşması gerekir:

1- Duyu organlarının sağlamlığı, 2- Görünenin görülmesinin imkanı,

Efkârü’l-Mütekaddimîn ve’l-Müteahhirîn Mine’l-Hükemâi ve’l-Mütekellimîn, Thk. Hüseyin Atay, Kahire, 1411/1991, s. 441; er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 65; Taftazânî, Saaduddin, Şerhu’l-Makâsıd, Thk. Abdurrahman Amira, Beyrut, 1409/1989, IV, 181; Giridî, Nakdü’l-Kelâm, s. 145.

12 Bağdadî, Abdulkahir, Usûlu’d-Din, Thk. Licne İhya et-Türas, Beyrut, 1401/1981, s. 98 ; Ayrıntılı bilgi için bkz. Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, IV, 198-205; Işık, Kemal, Mutezilenin Doğuşu ve Kelâmî Görüşleri, Ankara, 1967, s. 73.

13 Topaloğlu, Bekir, ‘Allah’ , İslâm Ansiklopedisi(DİA), İstanbul,1989, c.II, s. 491. 14 Şeyh Sadûk, Ebu Câfer Muhammed b. Ali İbn Bâbeveyh el-Kummî, Risaletu’l-İ’tikadati’l-

İmamiyye, (Şiî-İmamiyye’nin İnanç Esasları), Çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara, 1978, s. 19; Hamedâni, Ahmed Sabrî, İslâm’da Caferî Mezhebi ve İmam Cafer Sadık Buyrukları, Ankara, 1983, s. 61.

15 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 111-112.

4

Page 260: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

3- Görünenin çok yakın olmaması, 4- Görünenin çok uzak olmaması 5- Latifliğin olmaması, 6- Görünecek şeyin görülemeyecek kadar küçük olmaması, 7- Engelin olmaması, 8- Karşılıklığın gerçekleşmesi. Bu şartların oluşması halinde görme zorunlu olur. Bu şartların

gerçekleşmesi durumunda görmenin oluşmaması demek, karşımızda bulunan güneşi, dağı, ayı göremememiz anlamına gelir ki, bu bilgisizlikten başka bir şey değildir. Ancak Mu’tezile’ye göre Allah’ın görülmesi konusunda bu şartların aranması imkânsızdır. Çünkü yukarıda anılan son altı koşul, sadece cisimler hakkında düşünülebilir. Yüce Allah ise cisim olmadığından bu altı şartın Allah’ın görülmesi için aranması imkânsızdır. Öyleyse rü’yetullah konusunda aranması gereken, şu iki şarttır:

1- Duyu vasıtalarından görme organının sağlamlığı 2- Objenin görülebilirliğe elverişli olması.

Bunların her ikisi de şu anda var olduğuna göre, şu anda görmemiz zorunlu olmaktadır. Şu anda görmediğimize göre, bu durum bize zâtı dolayısıyla görünmenin imkansız olduğunu bildirir. Yine Mu’tezile’ye göre, Yüce Allah görenin karşısında ya da karşısı hükmünde bir yerde bulunan cisim değildir. O halde Allah’ı görmek imkânsızdır. 16

Ehl-i Sünnet kelâmcılarından ve Eş’arî kelâm ekolü’nün kurucusu Ebu’l-Hasan el-Eş’arî(ö.324/936), Mu’tezile ve taraftarlarına cevaben akıl açısından Allah Teâla’yı görmeye engel herhangi bir şeyin olmadığını söyler. Ona göre, Allah’ın görülebileceğinin kabul edilmesi, Allah’ı cisimlere benzeten ve O’nu cisim olarak düşünen Müşebbihe ve Mücessime’ye meyleden bir görüş olmadığı gibi, Yüce Allah’ın zâtında ve hakikatinde bir değişikliğe de neden olmaz. Bunu şöyle bir örnekle açıklar: Bizler beyaz ve siyahı gözlerimizle görürüz. Ama siyah ve beyazı bir cins olarak değil ayrı ayrı olarak algılarız. Siyahın hakikati beyaza dönüşmediği gibi, beyazın hakikati de siyaha dönüşmemektedir. Yani bizler siyahı görmekle o beyaza dönüşmemektedir. Öyleyse görülen bir şeyin tabiatında herhangi bir değişiklik meydana gelmemektedir.17

16 Ayrıntılı bilgi için bkz. Kadı Abdulcabbar, Şerhu Usuli’l-Hamse, s.253; er-Razi, Meâlimu

Usuli’d-Din, s. 70; er-Razi, Muhassal, s. 450. 17 Eş’arî, Ebu’l-Hasan, Kitabü’l-Luma’ Fî’r-Reddi Alâ Ehli’z-Zeyğ ve’l-Bida’, Thk. Hammude

Gurabe, Mektebetü’l-Ezheriyyetü Li’t-Türas, Kahire, trs., s. 61-62; Yazıcıoğlu, Mustafa, S., Kelam Ders Notları, Ankara, 1998, s. 72.

5

Page 261: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

Diğer taraftan Ehl-i Sünnet, Allah’ın altı yönden yanı aşağıdan, yukarıdan, önden, arkadan, sağdan, soldan nasıl görülür, şeklindeki soruya ise şu tarzda cevap vermektedir: “Görmek”, bir şeyi görme duyusuyla, olduğu gibi tespit etmek demektir. Görülecek şey eğer bir yönde bulunuyorsa o yönde görülür, eğer cihetten münezzeh ise münezzeh olarak görülür. Anılan altı yönde görülen şey, herhangi bir yönde bulunan şeydir. Oysa Allah Teâlâ için herhangi bir cihette olma söz konusu olmadığından o bu altı yönden görülmez. Ancak Allah (c.c) insanlara zâtını dilediği ve istediği tarzda, cihet söz konusu olmadan gösterecektir. Şüphesiz ki biz Yüce Allah’ı dünyada göremiyoruz. Öbür dünyada ise dilediği vakitte istediğine yüce zâtını gösterecektir.18

Ehl-i Sünnet kelâmcıları aynı zamanda Allah’ın gözlerle görülebileceğine dair başka aklî deliller de ileri sürmüşlerdir. Bunlardan birisi de var olan her varlığın görülebileceğine dayanmaktadır.19 Onlar bu aklî temellendirmelerini duyular âleminde görme olgusunun mümkün oluşunu var olmaya bağlamışlardır. Buna göre duyular âleminde görme olayının mümkün oluşu başka bir şeyden değil yalnızca var olmaktan doğmuştur; Yüce Allah da var olduğuna göre görülmesi mümkündür. Bu iddianın kanıtlanması da şu şekilde yapılmaktadır: Biz duyular âleminde cevherler ve cisimler gibi farklı mahiyetlere sahip varlıkları, siyah ve beyaz gibi zıt renkleri ve hareket ve sükun gibi birbirinden ayrı oluşları görmekteyiz. Bu sayılanlardan hareket, mahiyeti itibariyle sükuna zıt düştüğü gibi bunların her ikisi de beyaz ile siyahtan apayrı şeylerdir; arazlar da bütün olarak cevherlere ve cisimlere muhaliftir. (Bu sebepten dolayı bunların her birinin görülebilmesinin ortak illetini meydana getiremez.) O halde hepsinde bulunabilecek genel bir illet /vasıf tespit etmek gerekir ki görülebilme olayı o illete bağlansın ve böylece (“o illete sahip olan her şey görülür, her görülen şey o illete sahip olur” tarzında) tard ve akis yoluyla kazıyyenin her iki şeklinde de illet kullanılabilsin. İşte bu illet var olmaktan başka bir şey değildir.20

Mu’tezile kendi sahip olduğu görüşünü ispatlamak için, mantıkî mütalaâlar yürüttüğü gibi, naklî delilleri de yorumlayarak akla uydurmaya çalışmıştır. Bu da gösteriyor ki Mu’tezile’nin Allah’ın gözle görülemeyeceğini iddia etmeleri tevilci ve akılcı sistemlerinin bir gereğidir.

3.2. Rü’yetullah’ı Naklî Yönden Temellendirme Mu’tezile Allah’ın gözle görülemeyeceği hakkındaki bu aklî düşüncelerini

naklî argümanlarla da desteklemektedir. Mu’tezile kelâmcılarının ve onlar gibi düşünen diğer ekol mensuplarının Allah’ın gözle görülemeyeceğine dair en fazla üzerinde durdukları Kur’an nassı şudur: 18 Pezdevî, Usulu’d-Din, s.122-123; Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 42. 19 Bağdadî, Usulu’d-Din, s. 99; Cüveynî, İrşâd, s.163. 20 Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 41; Ayrıca bkz. Şehristânî, Nihâyetü’l-İkdâm, s. 357-

366; Îcî, el-Mevâkıf, s. 302-304.

6

Page 262: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

«‡_«M²"Ï�¿~ -“¬‡²f-< «x-;«— -‡_«M²"Ï�¿~ -y-6¬‡²f-#�

“Gözler O'nu idrak edemez, O bütün gözleri görür.”21 Mu’tezile ayette geçen ‘idrak’ kelimesini nazar ve rü’yet manasında almışlar22 ve ayete “gözler O’nu görmez; fakat O gözleri görür” manası vermişlerdir. Bununla birlikte onlar ‘rü’yet’ bir tür kavrayıştır. Kavrayışın nefyi, rü’yetin de nefyini gerektirir demişlerdir. Halbuki “idrak” kelimesinin manasında “nazar” ve “rü’yet” ile birlikte “ihâta” ve “künhüne vakıf olma” manaları da yer almaktadırlar.23 Buna göre Allah ahirette gözlerle görülecektir; fakat Yüce Allah yukarıdaki ayetinde açıkça belirttiği gibi bu görme, idrakten ve künhüne vakıf olmaktan uzak olarak gerçekleşecektir. Yine Mu’tezile’ye göre, Yüce Allah idrak edilemeyeceğini övgü olarak anmıştır. Yokluğu övgü olan bir şeyin varlığı eksikliktir. Eksiklik ise Allah hakkında söz konusu edilemez. 24

Halbuki Ehl-i Sünnet kelâm ekolü, ayın ondördüncü gecesi-dolunay hali görüldüğü gibi Allah’ın da ahirette gözle görüleceğine inanır.25 Çünkü Allah’ın görülmesi mümkündür. Ehl-i Sünnet’e göre ahiret yurdunda mü’minlerin Allah Teâlâ’yı görmeleri aklen caiz/mümkün, naklen de vaciptir.26 Bu görme salt mü’minlere has olup kafirler bundan mahrum olacaklardır.27 Yine Ehl-i Sünnet’in inancına göre, Yüce Allah öteki dünyada herhangi bir keyfiyet, cihet ve sınırlama olmaksızın görülecektir. O’nun görülmesi bilinmesi gibidir. Zira görme bilmenin bir türüdür. Cennetlikler Allah’ı her iki dünyada kalpleriyle bildikleri gibi O’nu keyfiyet, sınırlama ve belirli bir yer tayini olmaksızın gözleriyle görürler.28 Ehl-i Sünnet’e göre Mu’tezile’nin yukarıda Allah’ın gözle görülemeyeceğine dair ileri sürdüğü ayetin hükmü dünyaya raci olup, Allah’ın hiç görülemeyeceği değil, sadece bu dünyada görülemeyeceği anlamına gelmektedir.29 Öyleyse o ahirette görülecektir. Çünkü Allah’ı görmek, lezzetlerin en üstünüdür. En üstün lezzet ise

21 Enam, 6/103. 22 Bkz. Kadı Abdulcabbar, Şerhu Usuli’l-Hamse, s. 233-236. 23 İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali el-Endülusî ez-Zâhirî, el-Fasl Fi’l-Milel ve’l-Ehvâi Ve’n-

Nihal, Mısır, 1317/1899, III, 2-3. 24 er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 69. 25 Eş’arî, Makâlât, I, 346. 26 Nesefî, Ebu’l-Muîn, Tabsıratü’l-Edille, I, 508; Şehristânî, Abdulkerim, Nihâyetü’l-İkdâm Fî

İlmi’l-Kelâm, Mektebetü’l-Mütenebbi, Kahire, trs., s. 356. Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 38; Taftazânî, Şerhu’l-Akaid, s. 34-35; Harputî, Abdullatif, Tenkîhu’l-Kelâm Fî Akâidi Ehli’l-İslâm, İstanbul, 1330, s. 221.

27 Eş’arî, Makâlât, I, 346; Mutaffifin, 83/15. 28 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 110. 29 Cüveynî, İrşâd, s. 169; Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 123.

7

Page 263: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

iki yurdun en üstününde bulunur.30 Çünkü Kur’an-ı Kerim’in ayetleri arasında çatışmanın/tenakuz bulunması imkansızdır. Yukarıdaki ayetin Allah’ın ahirette görülemeyeceği anlamında olduğunu ileri sürmek, aşağıda zikredeceğimiz ayetlerin ruhuna uygun düşmez. Ayrıca Allah’ın kendisini görülmezliği ile övmesi, Onun görülmesinin bir eksiklik olduğunu, eksikliğin ise Yüce Allah hakkında imkansız olduğu şeklindeki Mu’tezile itirazı şöyle cevaplandırılabilir: Yüce Allah gözlerin kendisini görmelerini engelleme gücünün olmasıyla övünmektedir. Eksiklik, bu gücün kaldırılmasıyla ortaya çıkar.31 Ayrıca sözü geçen bu iki ayet iki açıdan Allah’ın görüleceği hususunun doğru oluşuna kanıt teşkil eder.

a- Allah’ın zâtından ötürü görülmesi imkansız olsa bu görülmenin olumsuzluğunun anlatımıyla övgü gerçekleşmez. Hiç şüphesiz ki yokluk da görülmesi mümkün olmayandır. Fakat bundan dolayı kendisine bir övgü özelliği verilmez. Fakat Allah görülebilir olmasına karşın, tüm gözlerin görmesini engellemeye kadirdir.

b- Yüce Allah bu ayette tüm gözlerin kendisini görmesini olumsuzladı. Bunun karşı anlamı ise bazı gözlerin onu görebileceği şeklindedir. Nitekim hiçbir insan padişahının yanına ulaşamaz denildiğinde, bazı insanların ulaşabileceği anlamı bu sözde vardır.32

Ayrıca Ehl-i Sünnet doktrinine göre Allah’ın gözlerle görüleceğini vurgulayan Yüce Allah’ın şu sözleridir:

°œ«h¬1_«9 _«Z¬±"«‡ ´]«7Ë~

°œ«h¬/_«9 ¯g¬\«8²x«< °˜x-%-— “Yüzler vardır, o gün taptazedir; Rablerini görecektir.” 33 Bu ayet Ehl-i

Sünnet’in konu ile ilgili en kuvvetli delillerinden birisini oluşturur. Zira ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki Mü’minlerin yüzleri sevinç ve neşeden aydınlık içinde olacaktır. Çünkü onlara en büyük mükafat olan Rabbi göreceklerdir. Yüce Allah bakan gözlerin bulunduğu yüzlerdeki görmeyi bu ayetle ispat etmiş olmaktadır.34 Ayetteki nazar ya görmek, ya da görme amacıyla görünene doğru göz çevirmek anlamına gelir. Kastedilen ise görmektir.35 Arap dili uzmanları nazar kökünün ilâ

30 Eş’arî, Ebu’l-Hasan, İbâne An Usuli’d-Diyâne, thk. Beşir Muhammed Uyûn, Mektebetü

Darı’l-Beyân, Şam, 1413/1993, s. 63. 31 er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 70. 32 er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 70-71. 33 Kıyamet, 75/22-23. 34 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 114-115; Nesefî, Ebu’l-Muîn, Tabsıratü’l-Edille, I, 520. 35 er-Razi, Muhassal, s. 448; er-Razi, Fahreddin, Erbaîn Fî Usuli’d-Din, thk. Ahmed Hicazî es-

Saka, Kahire, trs. I, 292. er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 67; Ayrıca bkz. Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, IV, 192.

8

Page 264: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

edatı ile mef’ul aldığı takdirde, gözle görme manasına geldiği noktasında fikir birliği etmişlerdir.36 Ehl-i Sünnet’e göre nazar/ bakma ve rü’yet/ görme eşittir. Zira “falana baktım” sözüyle “onu gördüm” sözü arasında fark yoktur. Ayrıca bakmada görmeden daha fazla olarak görülen hakkında düşünme vardır. Allah’ın görülemeyeceğini ileri sürenler nazar kelimesi zikredilerek başka anlamların murat edilebileceğini ileri sürerek bu görüşlerini desteklemek için çeşitli ayetleri örnek olarak göstermişlerdir:

“Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlık beklerler.”37 Onlara göre, bu ayette nazarla bekleme kastolunmuştur.

Eş’arî kelâm ekolü’nün imamı Ebu’l-Hasan el-Eş’arî(ö.324/936), nazar/bakma kelimesi vech/yüzle kullanıldığından dolayı kalple olan bekleme bakışı anlamına gelemeyeceğini ifade eder. 38

Matüridî kelâm okulu’nun kurucusu büyük imam Ebu Mansur Matüridî (ö.333/944) ise ahiretin bekleme zamanı olmadığını söyleyerek Allah’ın ahirette görülemeyeceğini söyleyenlere anlamlı bir cevap vermiştir.39

Anacağımız ayette ise nazarla itibar kastedilmiştir. “Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına bir bakmazlar mı?”40

Şu ayette ise nazarla rahmet ve re’fet kastolunmuştur. “Allah onlara kıyamet günü hitap etmeyecek, onlara bakmayacak...”41 ayetinde “merhamet etmeyecek” anlamında olduğu gibi. Nazarla rü’yet anlamı da kastolunabilir, fakat adı geçen ayette rü’yet anlamına geldiğini niçin söylüyorsunuz demişlerdir.42

Ehl-i Sünnet kelâmcılarından olan Pezdevî(ö.493/1099), nazarın mutlak manasının rü’yet olduğunu söyler ve buna bir de örnek ekler. “Falan falana baktı” dendiğinde görme anlaşılır. Yukarıdaki tartışmaya konu olan ayette de rü’yetin dışında bir mana dilenmemiştir.

Bu çerçevede kıyamet günü, hali iyi olan kazanan, hali kötü olan da kaybedendir. Ayetteki Rabbine bakmakla, hali iyi olan kazanan vasıflandırılmıştır. Kıyamet günü hali iyi ve güzel olana uygun ve layık olan, bir şey bekleyen değil de, Rabbine bakıcı olmaktır. Kulun Allah hakkında intizarda bulunması imkansızdır. “Şuna baktım” denir. Nazar/ bakma ile kastolunan rü’yettir, görmedir. Bir insana merhamet eden kimse ona bakar ve hakkında

36 Cüveynî, İrşâd, s. 168; Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 40. 37 Yasin, 36/49. 38 Eş’arî, İbâne An Usuli’d-Diyâne, s. 58-59. 39 Matüridî, Ebu Mansur, Kitabü’t-Tevhid, thk. Fethullah Huleyf, Daru’l-Câmiâtü’l-Mısrıyye,

İskenderiyye, trs., s. 79. 40 Gaşiye, 88/17. 41 Âl-i İmrân, 3/77. 42 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 114-115.

9

Page 265: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

düşünmeye başlar. Aynı tarzda bir şeye itibar eden de ona bakar ve onun hakkında düşünür. Aynı şekilde bir şey bekleyen de devamlı olarak ona doğru bakar. Öyleyse bütün bunlarda söz konusu olan nazardır/ bakmadır, rü’yettir/ görmedir.43 Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnet’in Allah’ın gözle görüleceğine dair ileri sürdüğü delil daha açık ve beliğdir.

Ehl-i Sünnet bu yöndeki görüşlerini daha başka ayetlerden de yararlanarak temellendirmeye çalışmaktadır.

z¬9~«h«# ²w«7 «”_«5 «t²[«7Ë~ ²h-P²9Ï~ ³z¬9¬‡Ï~ ¬±�«‡ «”_«5 -yÇ"«‡ -y«WÅV«6«— _«X¬#_«T[¬W¬7 ´]«,x-8 «š³_«% _ÅW«7«—

z¬9~«h«# «‘²x«K«4 -y«9_«U«8 Åh«T«B²,~ ¬–Ë_«4 ¬u«A«D²7~ ]«7Ë~ ²h-P²9~ ¬w¬U´7«—

“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: "Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım” dedi. Allah: "Sen Beni göremeyeceksin ama dağa bak, eğer o yerinden kalkarsa sen de Beni göreceksin” buyurdu.44 “Allah arz ve semâvatın nurudur...” 45 Andığımız bu son iki ayetin birincisinde Hz. Musa’nın Allah’ı görmek talebinde bulunduğunu görüyoruz. “Rabbim!Bana kendini göster sana bakayım” demiştir. Bir peygamberin bu isteği istenen şeyin imkan dahilinde olduğunu gösterir. Zira bir peygamber olan Hz. Musa’nın imkansız olan bir şeyi Allah’tan istemeyeceği ortadadır. Bu konuda iki olasılık düşünülebilir:

1. Hz. Musa Allah’ın görülmesinin imkansız bir şey olduğunu bilmediği için böyle bir istekte bulunmuştur. Bunun olabilirliği düşüktür. Çünkü Hz. Musa bir peygamber olarak neyin mümkün neyin de mümkün olamayacağını ayırt edebilmelidir.

2. Hz. Musa, rü’yetin mümkün olmadığını bildiği halde bu istekte bulunmuştur. Peygamberin imkansız bir şey için istekte bulunması kendisindeki peygamberlik nitelikleriyle bağdaşmaz. Yani Allah’ı görmek mümkün olmamış

43 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 115. 44 Araf, 7/143. 45 Nur, 24/35.

10

Page 266: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

olsaydı Hz. Musa’nın bu isteği cahilce ve anlamsız olurdu. Cahil olanın ise Peygamberliği üstlenmesi ve ilahî vahye mazhar olması imkansızdır.46

Allah’ın kanunlarıyla bağdaşmayan isteklerde bulunan bazı peygamberler Allah tarafından tenkide maruz kalmışlardır. Hz. Adem(a.s) ile ilgili Tâhâ Suresi/20, 121-122, Nuh(a.s) ile ilgili Hud Suresi, 11/ 42,45,46. ayetler. Hz. Musa(a.s) ise anılan isteğinden dolayı herhangi bir tenkide maruz kalmamıştır. Bu ise Allah’ın yasalarına aykırı bir istekte bulunmadığına kanıt oluşturur. O halde Allah’ın görülmesi mümkün bir şeydir.

Bununla birlikte Musa Peygamber Yüce Allah’ı hakkıyla biliyor, onu yaratılmışlara benzetmekten, bir yönde veya bir şeyin karşısında bulunmuş olmaktan tenzih ediyordu. Bununla birlikte Hz. Musa, Allah’ın görülebileceğine inanmış ve kendisine görünmesini istemişti. Buna göre Allah(c.c)’ın görülmesini imkansız sayanlar, Hz. Musa’nın bilemediği ilâhî sıfatları bildiklerini iddia etmiş olurlar ki bu yanlıştır. Ayrıca Allah Teâlâ “Eğer dağ yerinde durabilirse sen de beni görürsün”47 buyurmak suretiyle kendisinin görülebilmesini dağın yerinde durmasına bağlamıştır. Dağın yerinde durması ise aklen mümkün olan bir şeydir. O halde bir olgunun mümkün olan bir şarta bağlanması onun da imkân dahilinde olduğunu gösterir. Yine aynı ayette Yüce Allah kendisinin dağa tecelli ettiğini haber vermiştir. Buradaki tecelli Yüce Allah’ın dağda hayat, ilim ve rü’yet/kendisinin görülmesini yaratmasından ibarettir ki tecellinin bu manasını Ebu Mansur Matüridî de ifade etmiştir. Bu da görülmenin mümkün olduğunu gösterir. 48

Yüce Allah Hz. Musa’nın “seni göreyim” ifadesine “beni göremeyeceksin” şeklinde karşılık vermiştir. “Ben görünmem” dememiştir. Görme olgusu mümkün bir şeydir. Ancak dünya düzeninde bu dayanılacak bir durum değildir. Zira dağ Allah’ın tecellisine dayanamayıp paramparça olmuştur. Bu ifadeden Allah’ın görülebilir bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu görülme hadisesi Ahiret âleminde meydana gelecektir. 49 Son iki ayetin ikincisinde ise Allah’tan nur diye söz edilmiştir. Nur ise hiç şüphesiz gözle görülür. Öyleyse bu da Allah’ın gözlerle görüleceğini kanıtlayan başka bir argümandır.

46 Matüridî, Kitabü’t-Tevhid, s. 78; Nesefî, Ebu’l-Muîn, Tabsıratü’l-Edille, I, 514.; er-Razi,

Muhassal, s. 448; Îcî, Adududdin, el-Mevâkıf, Alemü’l-Kütüb, Beyrut, trs., s. 300. 47 A’raf, 7/143. 48 Nesefî, Ebu’l-Muîn, Tabsıratü’l-Edille, I, 515; Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 39; er-

Razi, Muhassal, s. 446-447; er-Razî, Erbaîn Fî Usuli’d-Din, I, 281; Îcî, el-Mevâkıf, s. 301-302.

49 Pezdevî, Usuli’d-Din, s. 112-113; er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 71.

11

Page 267: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

°?«…_«<¬ˆ«— ´]«X²K-E²7~ ²~x-X«K²&Ï~ «w<¬gÅV¬7

“Güzel amel edenlere daha güzel mükafat -cennet- bir de daha fazlası/ziyade vardır. Onların yüzlerine ne bir karanlık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar.”50 Eş’arî’nin ifade ettiğine göre de tevil yapma imtiyazına sahip olanlar ziyadeyi Allah’a bakma ve görme olarak yorumlamışlardır.51 Yine Resulüllah’tan rivayet edilen sahih bir hadise göre, buradaki ziyadeden maksat, Yüce Allah’ı görmektir. 52 Anılan bu ayetin Allah’ın görülmesine delalet edip etmediği ilk bakışta anlaşılmamakla beraber, Müslim’in Sahih’inde nakletmiş olduğu bir hadis, bu zorluğu gün yüzüne çıkarmakta ve ayette anılan ziyade kelimesinin “Allah Teâlâyı görmek” manasına geldiğini, bizzat Hz. Peygamberin lisanıyla açıklamaktadır. Bu hadise göre, Hz. Peygamber buyurmuştur ki: Cennet ehli Cennete girdiği zaman, Allah Teâlâ onlara şöyle hitap eder: Başka bir şey istiyor musunuz? Size artırayım/ziyade edeyim. Onlar da derler ki: Yüzümüzü ağartmadın mı, bizi Cehennemden kurtarıp Cennet’e sokmadın mı? Bunun üzerine perde kalkar ve Rablerini görürler ki o zamana kadar onlara bundan daha tatlı bir şey verilmemiştir. Sonra Hz. Peygamber yukarıda anılan ayeti okumuştur: “Güzel amel edenlere daha güzel mükafat -cennet- bir de daha fazlası/ziyade vardır. 53

“Onlar, herhalde Rablerine kavuşacaklarını düşünen ve kabullenen kimselerdir.”54

“İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar edenler...”55 “Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa...”56 “Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkar etmektedirler.”57 “Kendisine kavuştukları gün, Allah’ın onlara iltifatı “Selam”dır”.58 Bu ayetlerde geçen kavuşmadan kasıt, Allah’a ulaşmaktır. Oysa bu Allah

hakkında muhaldir. Ne var ki bir şeyi gören, ona kavuşmuş ve ulaşmış olur ki bu

50 Yunus, 10/26. 51 Eş’arî, İbâne An Usuli’d-Diyâne, s. 63; Ayrıntılı bilgi için bkz. Matüridî, Kitabü’t-Tevhid, s.

79. 52 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 116; er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 67-68; er-Razî, Erbaîn Fî

Usuli’d-Din, I, 293; Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, IV, 194. 53 Müslim, Kitabü’l-İman, H. 297. 54 Bakara, 2/46. 55 Kehf, 18/105. 56 Kehf, 18/110. 57 Secde, 32/10. 58 Ahzab, 33/44.

12

Page 268: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

anlatımı bu şekilde anlamak gerekir. Yani “mülâki oluş/ likâa rü’yet manasına gelmektedir.59

«–x-"x-D²E«W«7 ¯g¬\«8²x«< ²v¬Z¬±"«‡ ²w«2 ²v-ZÅ9Ë~ ³ŸÒ«6

“Evet, onlar şüphesiz o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar.” 60 Bu ayetin bulunduğu Mutaffifin sûresi başta, ölçü ve tartılarda olmak

üzere, kıyamet günü yeniden dirilmeyi ve amel defterlerini inkar edenleri, kafirleri ve onların âkibetlerini betimlerken, onların Rablerini de görmekten mahrum kalacaklarını açıklamıştır. Ahiret gününde Yüce Allah’ı görmekten mahrumiyetin kafirlere tahsis edilmiş olmasından da anlaşılıyor ki, Mü’minler Allah’ı görmekten mahrum olmayacaklardır. Bu da Allah’ın Mü’minler tarafından görüleceğine delil teşkil etmektedir. 61

“Ne yana bakarsan bak, yığınla nimet ve ulu bir saltanat görürsün” 62 Ayette ulu bir saltanattan kastedilen Yüce Allah’tır. Bu, Peygamberin

kıyamet günü Rabbini göreceğine işaret etmektedir. “Rabbi o dağa tecelli edince...”63 ayetinde yer alan tecelli, kendisini görmedir. Zira Allah, dağda canlılık, işitme, görme, akıl, anlayış ve bunlarla görülebilecek bir görüş yaratmıştır.64 Görüldüğü gibi bu ayetler Allah’ın ahirette görüleceğini açıkça ortaya koymuştur. Bu nedenle “O’nu gözler idrak edemez” manasındaki ayetin hükmü yukarıda da değindiğimiz gibi salt bu dünya içindir. O halde Ehl-i Sünnet’e göre Yüce Allah bu dünyada görülmez, fakat ahirette mutlak biçimde görülecektir. 65

Allah’ın ahiret âleminde görüleceğini kabul edenler görüşlerini Hz. Peygamberin bu konuyla ilgili hadisleriyle de desteklemeye çalışmışlardır. “Kuşkusuz siz ayı on dördünde- dolunay halinde- gördüğünüz gibi, Rabbinizi göreceksiniz.”66 Bu hadisteki teşbihten maksat, bir görüşün diğer bir görüşe benzetilmesidir. Yoksa, bir görünenin diğer bir görünene benzetilmesi değildir. Rü’yet hadisini nakledenlerin ashab-ı kirâmın büyüklerinden ve âlimlerinden

59 Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 40; er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 67-68. 60 Mutaffifin, 83/15. 61 er-Razî, Erbaîn Fî Usuli’d-Din, I, 295; Îcî, el-Mevâkıf, s. 307; Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd,

IV, 194; Ayrıca bkz. Kadı Abdulcabbar, Şerhu Usuli’l-Hamse, s.267. 62 İnsan, 76/20. 63 A’raf, 7/143. 64 er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din,s. 68. 65 Eş’arî, Kitabü’l-Luma’, s. 63-66; Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 55, 75; Sâbunî, el-Bidaye

Fî Usuli’d-Din, s. 39. 66 Müslim, İmân, 229. Hadisin çeşitli varyantları için bkz. Buhari, Mevakit, 16, 26; Ezân,129;

Tirmizi, Cenne, 16.

13

Page 269: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

yirmi bir kişi olduğu rivayet edilmektedir. Buna göre hadis inkârı mümkün olmayacak derecede meşhur olmuş olmaktadır. Hz. Peygamberin arkadaşları olan sahabe, Hz. Muhammed(s.a.v)’in Mi’râc gecesinde Rabbini görüp görmediğini tartışmışlardır. Onların söz konusu bu tartışmaları Allah’ın görülebileceğine delâlet eder. Çünkü akıl sahibi olan insanlar ancak mümkün olan bir şeyin varlığı hakkında ihtilaf edebilirler. Rü’yetin meydana gelişine ilişkin tartışma, öncelikle rü’yetin olabileceğinin imkanı konusunda hepsinin aynı fikirde olmasını gerektirir. 67

Mu’tezile ekolü ise Allah’ın görülemeyeceği üzerindeki fikirlerinde ısrarla durur. Allah’ın ahirette görülemeyeceğini, konuyla ilgili Kur’an ayetlerini tevil ederek vurgulamaya çalışır. Bu tevil anlayışlarına örnek verecek olursak, Kıyamet sûresinde geçen “nazıra” sözünü “görücü, bakıcı” anlamında değil, “bekleme” anlamında yorumlar. Yine aynı surenin anılan ayetindeki “ilâ” harfi cerrine “niam” sevab /nimetler manasını uygun görür. Buna göre Mu’tezile ayetin manasını “Yüzler Rablerinin sevaplarını/nimetlerini bekleyicidir.” diye tevil eder.68

Mu’tezile diğer ayetleri de tevil ederek, bu ayetlerde Ehl-i Sünnet’in anlayışının aksine manalar verir. “Allah arz ve semâvatın nurudur” ayetindeki nur sözünün münevvir anlamında olduğunu söyler. Bu tevile göre de ayetin manası “Allah arz ve semâvatın nurlandırıcısıdır” demek olur.

Hz. Musa ile ilgili ayete cevap olarak inen “Sen beni asla göremezsin”69 “Lenteranî” hitabındaki anlamın ise, Allah’ın sonsuza kadar görülemeyeceği anlamında olduğunu ifade eder. Mu’tezile’nin icmâsıyla len edatı Allah’ın görüleceğini mutlak surette nefyeder.70 Oysaki Ehl-i Sünnet’in anlayışına göre bu ayet, Allah’ın görülmesinin mümkün olduğunu göstermektedir. Zira görme imkânsız olsaydı, beni görmen imkansız şeklinde gelen bir anlatımla söylenirdi. Buna söyle bir misal verilebilir. Çantasında taş bulunan bir kimseye karşı, onu yenilecek sanan birinin, şunu ver de yiyeyim demesi halinde muhatabının doğru cevabı şöyle olur: Bu yenmez. Şayet yenmesi mümkün olan bir yemek olsaydı doğru cevabı şöyle olurdu: Sen yiyemeyeceksin.71 Ayrıca Ehl-i Sünnet Len kelimesinin sonsuz nefyi gerektirdiğini kabul etmez; o yalnızca te’kid /pekiştirme manasını taşır. Buna delil olarak da Yüce Allah’ın Hz. Meryem’den haber veren 67 Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 41; er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din,s. 68; Ayrıca bkz.

Harputî, Tenkîhu’l-Kelâm, s. 223-224. 68 Kadı Abdulcabbar, Şerhu Usuli’l-Hamse, s. 245-246; Eş’arî, Kitabü’l-Luma’, s. 65; Bağdadî,

Usulu’d-Din, s. 100-101; Şehristânî, Nihâyetü’l-İkdâm, s. 369. 69 A’raf, 7/143. 70 Kadı Abdulcabbar, Şerhu Usuli’l-Hamse, s. 264; Gazzalî, Ebu Hamid, el-İktisad fi’l-İtikad,

Beyrut, 1409/1988, s. 47vd; er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din,s. 69; İcî, el-Mevâkıf, s. 300. 71 er-Razi, Meâlimu Usuli’d-Din, s. 71; Benzer örnekler için bkz. Şehristânî, Nihâyetü’l-İkdâm,

s. 367-368.

14

Page 270: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

şu beyanını gösterir: “Bugün hiçbir kimse ile konuşmayacağım”72 Yüce Allah bu ayette geçen len kelimesini el-yevm kelimesiyle birlikte kullanmıştır. “El-yevm/ bugün” sınırlı bir zaman ifade ettiğine göre ebediyet ile sınırlı oluş birbiriyle zıt olan iki şeydir. Len edatı ebediyet için bile olsa yine de ondan kasıt rü’yeti ahirette değil dünyada nefy etmekten ibaret olur. Bunun delili de şu ayettir: “Onlar önceden yaptıkları kötülükler sebebiyle ölümü asla arzu etmezler.”73 Bu ayette kafirlerin, ölümü temenni etmeyecekleri len edatı kullanılarak ifade edildikten sonra Allah(c.c) onların ahirette ölümü temenni edeceklerini şu açıklaması ile haber vermiştir: “Ey (cehennem bekçisi) Malik! Rabbin bizi öldürsün! diye çağrışırlar”(Zuhruf, 43/77)74

4. Allah’ın Dünyada Görülüp-Görülemeyeceği Sorunu Ehl-i Sünnet kelâmcılarından bir kısmı Allah’ın dünyada uyanıklık halinde

görülebileceğini kabul ederken, diğerleri Allah’ın dünyada görülmesini kabul etmemişlerdir. Dünyada Allah’ın görülebileceğini kabul edenler görüşlerine dayanak olarak Miraç gecesinde Peygamberimize vaki olan Allah’ın görülmesine delâlet eden hadisi ileri sürerler. Fakat kelâm ilminde hadis kesin delil olamaz. Dolayısıyla buna dayanılarak Allah’ın dünya da görülebileceğini söylemek doğru bir görüş değildir. Allah’ın dünyada görülemeyeceğini iddia edenler ise Miraç’da meydana gelen rü’yetullah’ın kalp gözüyle olduğunu ileri sürerek görüşlerini destekleme yoluna gitmişlerdir.75 Bu görüş daha tutarlıdır.

İnsanların rüyasında Allah’ı görmesini ise bütün Ehl-i Sünnet mensupları kabul etmişler, bunun olabileceğini yalnızca Allah’ı nasıllıktan, mekandan ve cihetten uzak olarak görmek gerekeceğini ileri sürmüşlerdir. Bunun dışında Allah’ın rüyada görülmesine bir engel bulunmamaktadır. 76

Netice de dünyada eşsiz ve mümtaz bir tecrübe, hesap gününde genel bir tezâhür, ahirette söz konusu olan Varlığın gözle görülmesi demek olan Allah’ın görülmesi inancı, İslâm’da, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi, hem ilâhi metinlerin yorumlanması düzeyinde, hem de varlıksal/ontolojik bir çerçeve de ortaya çıkmıştır.

72 Meryem, 19/26. 73 Bakara, 2/95. 74 Bağdadî, Usulu’d-Din, s. 99-100; Sâbunî, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, s. 39; Îcî, el-Mevâkıf, s.

310; Ayrıca bkz. Kadı Abdulcabbar, Şerhu Usuli’l-Hamse, s. 264. 75 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 110; Harputî, Tenkihu’l-Kelâm, s. 227; Giridî, Nakdü’l-Kelâm, s.

142. 76 Pezdevî, Usulu’d-Din, s. 111; Harputî, Tenkihu’l-Kelâm, s. 227; Giridî, Nakdü’l-Kelâm, s.

142.

15

Page 271: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

5. Allah’ın Ahirette Gözlerle Görülmesinin Dirilişle İlişkisi Allah’ın ahirette gözlerle görülmesinin dirilişle ilişkisine Kur’an

perspektifinden göz atacak olursak bedensel dirilişle Allah’ın görüleceği inancı arasında doğru bir orantının olduğunu görürüz.

Allah’ın ahirette gözlerle görülmesi inancının kabulü, zorunlu olarak ahiretteki yeniden dirilişin bedensel olacağı sonucunu doğurur.

Kur’an’da rü’yetullaha delâlet eden şu ilâhi hitap bedensel dirilişin olacağına çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir:

“O gün /kıyamet günü birtakım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır.”77 “Rablerine bakıp parlayacak yüzler” ifadesinden makul düşünebilen,

insafı elinden bırakmamış bir insan ne anlar? Bedensiz yüz olamayacağına göre tabiî ki yüze sahip canlı bir bedensel varlığı anlayacaktır. Bedensiz olarak da görme gerçekleşmeyeceğine göre, ahiretteki diriliş bedensel olacaktır. Öyleyse Allah’ın ahirette gözlerle görülebileceğini veya görülemeyeceğini tartışan kelâmî ekollerin insanın ahirette bedensel olarak dirileceklerini önceden kabul ettiklerini göstermektedir. Zira bedensiz olarak bedenin bir organı olan gözün fonksiyonunu icra etmesi düşünülemez. Demek ki insan bedenen bütün organ ve fonksiyonlarıyla var olacaktır. Aksi halde görüp görmemesinin tartışılması anlamsız ve abes olacaktır. Bilindiği gibi bu ayet orta çağda bin yıl süreyle devam eden meşhur ve aynı zamanda gereği olmayan bir probleme çığır açmıştır.78 Yüce Allah kıyamet günü hakikaten maddi gözlerle görülebilecek mi yoksa görülmeyecek mi?79 Fakat bu tartışmayı yapan kelâmî ekoller tarafından dirilişin bedensel olarak kabul edilmesini göstermesi açısından büyük öneme sahiptir.

Toparlayacak olursak Allah’ın ahirette görülebilmesi başka bir ifade ile rü’yetullah konusu, İslâm kelâm ekolleri -özellikle Mu’tezile ile Ehl-i Sünnet -arasında ciddi tartışmalara neden olmuştur. Ehl-i Sünnet âlim ve kelâmcıları, bir şeyin görülebilir olmasını onun var olmasına bağlamışlar, Allah’ın şu anda var olduğundan da şüphe etmedikleri için, bu dünya kanunlarından farklı nizamlara bağlı bulunan ahiret hayatında Allah’ın görülmesinin aklen mümkün olduğunu ileri sürmüşler,80 Kur’anî nassların da bunu açık bir şekilde ifade ettiğini benimsemişlerdir. Mu’tezile ve onunla aynı fikri paylaşanlar, ahiret âleminin de dünya nizamına bağlı olacağını ileri sürerek Yüce Allah’ın görülemeyeceğini temellendirmeye çalışmışlar ve bu konuyla alakalı Kur’an nasslarını da kendi

77 Kıyamet,75/22-23. 78 Bkz. Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Çev. A. Açıkgenç, Ankara, 1987, s. 236. 79 Bkz. Kadı Abdulcabbar Ahmed, Tenzîhu’l-Kur’an Ani’l-Metâin, Daru’n-Nahdati’l-Hadis,

Beyrut, trs., s. 442. 80 Bağdadî, Usulu’d-Din, s. 99; Cüveynî, İrşâd, s.163.

16

Page 272: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

anlayışlarına uygun olarak yorumlamışlardır.81 Mu’tezile’nin bu tutumu yani dünya kanunlarının, farklı olacağı bilenen ahiret hayatında da geçerli olacağı düşüncesi, yöntem olarak makul gözükmemektedir.

Sonuç olarak aklî ve naklî bilimsel argümanlarla desteklenerek temellendirilen Allah’ın ahiret âleminde görüleceği/rü’yetullah inancı ve bu inancın da zorunlu olarak cismanî dirilişle mümkün olabileceği ortaya çıkmış olmaktadır.

KAYNAKÇA BAĞDADÎ, Ebu Mansur Abdulkahir, Usulu’d-Din, thk. Licne İhya et-Türas, Beyrut, 1401/1981. BAĞDÂDÎ, Ebu Mansur Abdulkahir, el-Fark Beyne’l-Fırak (Mezhepler Arasındaki Farklar),

Çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara, 1991. BUHARİ, Sahih, Çağrı yay. İstanbul, 1992. CÜRCANÎ, Seyyid Şerif, Kitabü’t-Tarîfât, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1416/1995. CÜVEYNÎ, Ebi’l-Meâlî Abdilmelik, Kitabü’l-İrşâd ilâ Kavâtii’l-Edilleti Fî Usuli’l-İ’tikâd, thk.

Esad Temim, Beyrut, 1413/1992. ER-RAZİ, Fahredddin, Kitabü’l-Muhassal ve Huve Muhassal Efkârü’l-Mütekaddimîn ve’l-

Müteahhirîn Mine’l-Hükemâi ve’l-Mütekellimîn, thk. Hüseyin Atay, Kahire, 1411/1991.

ER-RAZİ, Fahreddin, Erbaîn Fî Usuli’d-Din, thk. Ahmed Hicazî es-Saka, Kahire, trs. ER-RAZİ, Fahreddin, Meâlimu Usuli’d-Din (İslâm İnancının Ana Konuları), Çev. Nadim Macit,

Erzurum, 1996. EŞ’ARÎ, Ebu’l-Hasan, İbâne An Usuli’d-Diyâne, thk. Beşir Muhammed Uyûn, Mektebetü Darı’l-

Beyân, Şam, 1413/1993. EŞ’ARÎ, Ebu’l-Hasan, Kitabü’l-Luma’ Fî’r-Reddi Alâ Ehli’z-Zeyğ ve’l-Bida’, thk. Hammude

Gurabe, Mektebetü’l-Ezheriyyetü Li’t-Türas, Kahire, trs. EŞ’ARÎ, Ebu’l-Hasan, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfü’l-Musallîn, thk. Muhammed Muhyiddin

Abdulhamid, Beyrut, 1411/1990. FAZLUR RAHMAN, Ana Konularıyla Kur’an, Çev. A. Açıkgenç, Ankara, 1987. GAZZALÎ, Ebu Hamid, el-İktisad fi’l-İtikad, Beyrut, 1409/1988. GEORGES VAJDA, Bazı Şîî- İsnâ-Aşeriyye Yazarlarına Göre Allah’ın Görülmesi(Rü’yetullah)

Meselesi, Çev. Sabri Hizmetli, A.Ü.İ.F.D. c. XXV, Ankara,1981. GİRİDÎ, Sırrı, Nakdü’l-Kelâm Fî Akâidi’l-İslâm, Dersaadet, İstanbul, 1310/1892. HAMEDÂNİ, Ahmed Sabrî, İslâm’da Caferî Mezhebi ve İmam Cafer Sadık Buyrukları, Ankara,

1983. HARPUTÎ, Abdullatif, Tenkîhu’l-Kelâm Fî Akâidi Ehli’l-İslâm, İstanbul, 1330. 81 Topaloğlu, Bekir, ‘Allah’ ,(DİA), c.II, s. 491.

17

Page 273: Journal of Social Science - Fırat Üniversitesisosbe.firat.edu.tr/sites/sosbe.firat.edu.tr/files/2001 11-1.pdf · bölgesinin eit bir ş şekilde ısınmayışı ve buna bağlı

IŞIK, Kemal, Mutezilenin Doğuşu ve Kelâmî Görüşleri, Ankara, 1967. İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali el-Endülusî ez-Zâhirî, el-Fasl Fi’l-Milel ve’l-Ehvâi Ve’n-

Nihal, Mısır, 1317/1899. ÎCÎ, Adududdin, el-Mevâkıf, Alemü’l-Kütüb, Beyrut, trs. KADI ABDULCABBAR, Ahmed, Şerhu Usuli’l-Hamse, thk. Abdulkerim Osman, Mektebetü’l-

Vehbe, Kahire, 1416/1996. KADI ABDULCABBAR Ahmed, Tenzîhu’l-Kur’an Ani’l-Metâin, Daru’n-Nahdati’l-Hadis,

Beyrut, trs. MATÜRİDÎ, Ebu Mansur, Kitabü’t-Tevhid, thk. Fethullah Huleyf, Daru’l-Câmiâtü’l-Mısrıyye,

İskenderiyye, trs. MÜSLİM, Sahih, Çağrı yay.,İstanbul,1992. NESEFÎ, Ebu’l-Muîn, Tabsıratü’l-Edille Fî Usûli’d-Din, thk. Hüseyin Atay, Ankara, 1993. PEZDEVÎ, Ebu Yusr Muhammed, Usulu’d-Din, (Ehl-i Sünnet Akaidi), Çev. Şerafeddin Gölcük,

İstanbul, 1988. SÂBUNÎ, Nureddin Ahmed b. Mahmud, el-Bidaye Fî Usuli’d-Din, Neşr., Bekir Topaloğlu,

Ankara, 1995. ŞEHRİSTÂNÎ, Abdulkerim, el-Milel ve’n-Nihal, Daru’l-Kütübu’l-İlmiyye, Beyrut, trs. ŞEHRİSTÂNÎ, Abdulkerim, Nihâyetü’l-İkdâm Fî İlmi’l-Kelâm, Mektebetü’l-Mütenebbi, Kahire,

trs. ŞEYH SADÛK, Ebu Câfer Muhammed b. Ali İbn Bâbeveyh el-Kummî, Risaletu’l-İ’tikadati’l-

İmamiyye, (Şiî-İmamiyye’nin İnanç Esasları), Çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara, 1978. TAFTAZÂNÎ, Saaduddin, Şerhu’l-Makâsıd, thk. Abdurrahman Amira, Beyrut, 1409/1989. TAFTAZÂNÎ, Saaduddin, Şerhu’l-Akaid, (Haz. S. Uludağ), İstanbul, 1991. TAHÂVÎ, Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b.Selamet, Akidetü’t-Tahâviyye, y.y.yok, trs. TİRMİZİ, Sünen, Çağrı yay, İstanbul, 1992. TOPALOĞLU, Bekir, ‘Allah’ , İslâm Ansiklopedisi(DİA), İstanbul,1989. YAZICIOĞLU, Mustafa S., Kelam Ders Notları, Ankara, 1998.

18